vip-main voc Word Scramble
|
Embed Code - If you would like this activity on your web page, copy the script below and paste it into your web page.
Normal Size Small Size show me how
Normal Size Small Size show me how
Question | Answer |
a couple of | birkaç, iki üç, a few |
a good many | birçok, hayli, a large number of |
a great deal (of) | oldukça fazla, çok, a lot, much, zıt anl.; a little, a bit |
a major step forward | ileriye doğru büyük bir adım |
a matter of time | an meselesi |
a number of | çok sayıda, (belli) bir miktar, a lot of, plenty of |
a range of | 1) çeşitli, various; 2) bir dizi, a series of |
a series of | bir dizi, a range of |
a sure sign (of) | (bir şey)’in kesin bir işareti / göstergesi |
a whole range of | her çeşit, her tür, çok çeşitli |
A. D. | Milattan / İsa’dan sonra, anno Domini, zıt anl.; B. C. , before Christ |
abandon | bırakmak, terk etmek, vazgeçmek, discontinue, stop, zıt anl.; pursue, carry on |
abandoned | terk edilmiş, boş, (bina için) viran halde, desolate, zıt anl.; occupied |
abate | azal(t)mak, hızını kesmek, die away, diminish, zıt anl.; amplify, intensify |
ability | yetenek, kabiliyet, capability, capacity, zıt anl.; inadequacy, limitation |
abnormally | anormal şekilde, alışılmışın dışında, unusually |
aboard | (gemi, uçak, tren gibi taşıtlar için) içine, içinde |
abolish | kaldırmak, feshetmek, cancel |
abolition | (ortadan) kaldırma, ilga, fesih, cancellation, repulsion |
abound in / with | (bir şey)’i bolca / çokça bulundurmak / içermek, be abundant with, zıt anl.; be lacking, be short of |
above all | hepsinden ziyade, en başta, mostly |
abroad | yurt dışına, yurt dışında |
abrupt | 1) ani, beklenmedik, ani ve kaba, sudden; 2) dik, sarp |
abruptly | aniden, birdenbire, ani ve kaba bir şekilde, suddenly, (The talks ended abruptly when one of the delegations walked out in protest. |
absence | yokluk, bulunmama, zıt anl.; presence, existence |
absent | namevcut, yok, unavailable, zıt anl.; present, available |
absolute | 1) tam, halis, saf, mutlak, pure, zıt anl.; imperfect; 2) (bir şey)’in hepsi, tamamı, complete, zıt anl.; limited |
absolutely | tamamen, kesinlikle, totally, definitely |
absorb | emmek, soğurmak, suck in, zıt anl.; discharge, emit |
abstract | soyut, conceptual, intangible, zıt anl.; concrete, actual |
abundance | bolluk, çokluk, zenginlik, copiousness, wealth, zıt anl.; scarcity |
abundant | bol, bereketli, ample, zıt anl.; scarce, inadequate |
abundantly | bolca, büyük miktarda, copiously, profusely, zıt anl.; rarely, scarcely |
abuse | kötüye kullanmak, suiistimal etmek, misuse, mistreat, spoil, zıt anl.; defend, respect |
accelerate | hızlan(dır)mak, ivme kazan(dır)mak, speed up, zıt anl.; decelerate, retard |
accept as | (bir şey)’i öyle kabul etmek, kabullenmek |
access | girmek, nüfuz etmek, enter |
access to | (bir şey)’e giriş / geçiş / erişim, (birisi) ile görüşme imkanı, (bir şey)’den faydalanma hakkı / imkanı, entry, contact |
accessible | ulaşılabilir, yararlanılabilir, available, approachable, usable, zıt anl.; inaccessible, restricted |
accident | kaza |
accidentally | kazara, yanlışlıkla, tesadüfen |
accommodate | 1) yer / yaşam alanı sağlamak, be home to; 2) (ihtiyaçlarına) cevap vermek, hizmet etmek, serve |
accompany | eşlik etmek, (bir şey)’in beraberinde gelmek, come / go with, be associated with |
accomplishment | başarı, üstesinden gelme, success, achievement, zıt anl.; failure, defeat |
accord | mutabakat, anlaşma, uyuşma, agreement, zıt anl.; discord, disagreement |
according to | (bir kişi ya da şey)’e göre |
accordingly | dolayısıyla, bu nedenle, so, consequently |
account | saymak, addetmek, consider, deem |
account | 1) anlatım, narrative; 2) hesap |
account for | 1) hesap vermek, (bir şey)’den sorumlu olmak / tutulmak, be (held) responsible for; 2) (nedenlerini) anlatmak, açıklamak, izah etmek, clarify, explain, justify; 3) (bir şey)’in sebebi olmak, be the reason for *accumulate |
accumulation | birikme, birikinti |
accuracy | doğruluk, kesinlik, precision, exactness, zıt anl.; inaccuracy |
accurate | doğru, titiz, eksiksiz, precise, zıt anl.; erroneous, inaccurate |
accurately | doğru, tam (olarak), correctly, exactly, zıt anl.; inaccurately, erroneously |
accuse of | (bir şey) ile suçlamak / itham etmek, blame with, zıt anl.; acquit |
achieve | başarmak, (zorlu bir uğraştan sonra) elde etmek, kazanmak, accomplish, zıt anl.; fail, lose, quit |
achievement | başarı, elde etme, kazanma, accomplishment, success, zıt anl.; failure, defeat |
acknowledge | (bir gerçeği) kabul etmek, bildirmek, belirtmek, beyanda bulunmak, admit, recognise, zıt anl.; deny, ignore |
acquire | elde etmek, kazanmak, obtain, gain, zıt anl.; forfeit, lose |
acquisition | elde etme, sahip olma, gain, earning |
acquit of | (bir suç)’tan aklamak / temize çıkarmak, prove the innocence of, zıt anl.; accuse of, blame with |
across | 1) karşısına, diğer yakasına, to the other side of; 2) boyunca, çapında, bir uçtan bir uca, throughout |
act | 1) yasa; 2) (tiyatroda) perde; 3) hareket, eylem |
act as | (bir şey) gibi / (bir şey)’e benzer şekilde davranmak, (bir şey) görevi görmek, (bir şey)’in görevini üstlenmek |
action | 1) hareket, eylem, zıt anl.; inaction; 2) etki, efffect |
activity | faaliyet, etkinlik |
actually | aslında, gerçekten, aslına bakılırsa, as a matter of fact, to tell the truth, in fact |
actuate | harekete geçirmek, çalıştırmak, activate |
adapt to | (bir şey)’e adapte etmek, uyarlamak, intibak etmek, adjust, accommodate, zıt anl. |
adapt oneself to | kendini (bir şey)’e adapte etmek / uyarlamak, get used to |
adaptation | adaptasyon, uyum |
add to | (bir şey)’e katkı sağlamak |
add up to | toplam olarak (bir değer) etmek |
addicted to | (bir şey)’e bağımlı |
additional | ek, fazladan, extra |
additionally | ek olarak, in addition, also |
address | (bir şey)’e değinmek, (bir şey) ile uğraşmak, point (to), deal with, handle |
adequate | yeterli, enough, sufficient, zıt anl.; inadequate, insufficient |
adequately | yeterince, yeterli bir biçimde / oranda, enough, sufficiently, zıt anl.; inadequately, insufficiently |
adjacent | yan yana, bitişik |
adjust | ayarlamak, arrange, tune, zıt anl.; confuse, upset |
adjustment | ayarlama, adapte olma / etme, regulation, setting, orientation |
administration | 1) idare; 2) (ilaç) verme / uygulama |
administrator | yönetici, idareci |
admiration | takdir, beğeni |
admire | takdir etmek, beğenmek, hayran olmak, esteem, zıt anl.; look down (on / upon) |
admission | 1) kabul etme, acceptance, zıt anl.; denial; 2) (işe, üniversiteye vs.) girme / kabul edilme, entrance; 3) itiraf, confession |
admit | itiraf etmek, kabul etmek, (gelmesine, girmesine vs.) izin vermek, accept, allow, zıt anl.; deny, reject |
admittedly | genel kabule göre, kuşkusuz, confessedly |
adopt | 1) benimsemek, accept, assume, zıt anl.; reject, turn down; 2) evlat edinmek |
adult | yetişkin |
advance | ilerlemek, gelişmek, progress, develop, zıt anl.; regress |
advanced | gelişmiş, ileri düzeyde |
advantage | avantaj, üstünlük sağlayan şey, yarar, zıt anl.; disadvantage |
advantageous | avantajlı, yararlı, beneficial, zıt anl.; disadvantageous |
advent | geliş, başlama, arrival, beginning, zıt anl.; departure, end |
adversary | düşman, enemy, foe, zıt anl.; friend, ally |
adverse | kötü, elverişsiz, zararlı,menfaatine aykırı, aleyhte, ters (yönlü), harmful, contrary, reverse, zıt anl.; beneficial, favourable |
adverse effect | ters / olumsuz / yan etki |
adversely | kötü bir şekilde, elverişsiz şartlarda, aleyhte, negatively, zıt anl.; positively |
adversely affect | ters / kötü yönde etkilemek |
advice | öğüt, tavsiye, nasihat, proposal |
advisable | akıllıca, makul, doğru, appropriate, sensible, zıt anl.; improper, unwise |
advise | öğüt vermek, tavsiyede bulunmak, counsel, suggest |
affair | iş, mesele, business, matter |
affect | etkilemek, have an effect on, influence, involve |
affected | etkilenmiş |
afford | (bir şey) yapmaya gücü / parası yetmek, (maliyetini) karşılayacak durumda olmak |
affordable | maliyeti karşılanabilir, satın almaya para yetirilebilir |
after a while | bir süre sonra |
aftermath | (örn. bir felaketin) sonrası |
against | (bir kişi / bir şey)’e karşı (I am against the sale of alcohol to minors. |
age | 1) yaşlanmak, grow old; 2) (şarap vs. için) yıllanmak |
age | 1) çağ, devir, period; 2) yaş |
age-related | yaşa bağlı, yaşla ilgili |
aggravate | 1) (zaten olumsuz bir durumu daha da) kötüleştirmek, zorlaştırmak, ağırlaştırmak, deteriorate, worsen, zıt anl.; facilitate, alleviate, ease; 2) canını sıkmak, irritate, make worse |
aggressive | iddialı, hırslı, saldırgan, assertive, offensive, hostile, zıt anl.; passive, peaceful |
aggressively | girişken / saldırgan bir şekilde, offensively, zıt anl.; passively |
agree to | (bir şey yapma)’ya razı olmak, (bir şey yapma)’yı kabul etmek, zıt anl.; object to |
agree with | aynı fikri paylaşmak, katılmak, zıt anl.; disagree (with) |
agreeable | 1) hoş, tatlı, pleasant, delightful, zıt anl.; unpleasant; 2) kabul edilebilir |
agreement | anlaşma, sözleşme |
ahead | gelecek, yaklaş(ıl)makta / gelmekte olan, ilerideki |
ahead of | (bir şey)’in önüne / önünde |
aid | katkı, destek, yardım, help, relief, support |
aim (at) | hedeflemek, amaçlamak, nişan almak, target (to) |
aim | hedef, amaç, goal, target |
akin to | (bir şey) ile ilgili, yakın, benzer, similar to |
alarming | ürkütücü, korkutucu, appalling, frightening |
alarmingly | endişe verici bir şekilde, shockingly, disturbingly |
alert | uyarmak |
alert | uyanık, tetikte |
alike | 1) benzer, similar, zıt anl.; different; 2) eşit / aynı şekilde; 3) hem. . . , hem. . . , similar, in the same way, both |
alleged | iddia edilen |
alleviate | yatıştırmak, dindirmek, hafifletmek, azaltmak, rahatlatmak, ferahlatmak, relieve, ease, comfort, zıt anl.; intensify, aggravate |
alliance | ittifak, birleşme, association, accord |
Allies | (theAllies şeklinde kullanılır) Müttefikler, İttifak Devletleri (Bu kelime, İngilizce kaynaklarda genellikle 2. Dünya Savaşı’nda ABD, İngiltere ve bu ülkelerin yanında yer alan diğer ülkeleri ifade eder.) |
allocate | ayırmak, tahsis etmek, appropriate |
allow | izin vermek, sağlamak, imkân vermek, mümkün kılmak, yetki vermek, enable, let, empower, permit, zıt anl.; forbid, hinder, prohibit |
allow for | (bir şey)’i dikkate almak / hesaba katmak / göz önünde tutmak, take (smt) into account |
allusion | ima, dolaylı atıf / alıntı, kinaye, indirect reference |
alone | yalnız, tek başına |
along with | (bir şey) ile birlikte, yanı sıra, together with |
alongside | yanında, together with |
alter | (özüne dokunmadan kısmen) değiş(tir)mek, change, modify |
alternate between | (iki durum) arasında gidip gelmek, shift, fluctuate, zıt anl.; remain |
alternate with | (bir şey) ile dönüşümlü olarak meydana gelmek |
alternately | dönüşümlü olarak, in turns |
alternative | diğer, başka, alternatif, (farklı bir) seçenek, option |
altogether | tamamen, hepten, bütünüyle, completely, on the whole, all in all |
amazing | insanı hayrete düşüren, şaşırtıcı, astonishing, surprising, startling, zıt anl.; banal, dull |
ambiguous | belirsiz, bulanık, muğlak, unclear, vague, zıt anl.; explicit, lucid |
ambiguously | belirsizce, muğlak bir şekilde, unclearly, vaguely, zıt anl.; explicitly, lucidly |
ambition | hırs, ihtiras, passion, zıt anl.; contentment |
amount | miktar, quantity |
amount to | 1) (miktar olarak) karşılık gelmek, add up to, sum up to, zıt anl.; differ from; 2) (bir şey) ile eşanlamlı olmak, . . . anlamına gelmek, correspond to |
ample | 1) geniş, büyük; 2) çok, bol |
amusing | eğlendirici, komik, funny |
ancestor | ata |
ancestry | atalar, kök |
ancient | eski, antik (genellikle Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden önceki dönemlere ait), antique, archaic, zıt anl.; modern |
and so forth | ve benzerleri, and so on, and the like |
and the like | ve benzerleri, and so on, and so forth |
announce | ilan etmek, duyurmak |
annoy | can sıkmak, rahatsız etmek, sinir bozmak, irritate, bother |
annoying | sıkıntı veren, sinir bozucu, disturbing, exasperating |
annual | yıllık, yılda bir yapılan / yayınlanan, yearly |
anti- | aleyhinde, -e karşı |
anticipate | (olacakları) sezinlemek / tahmin edip ona göre davranmak, beklemek, ummak, (başkasından) önce davranmak, foresee, predict |
antigen | antijen (vücutta bağışıklık sisteminin harekete geçmesine yol açan toksin ya da enzim) |
anxiety | endişe, kaygı, tasa, huzursuzluk hali, iç sıkıntısı, worry, uneasiness, zıt anl.; tranquillity |
anxious | kaygılı, endişeli, tedirgin, worried, uneasy |
any longer | artık. . . , hala, any more, (He doesn’t come here any longer. |
any more | artık (değil), any longer |
anyway | hem . . . ki, zaten . . . ki, yine de, anyhow, (How long have you been so interested in Broadway theatre, anyway? |
anywhere else | başka hiçbir yer(de) |
apart from | (bir şey)’den başka, (bir şey)’in haricinde, other than, except for |
apparatus | (çoğul: apparatus ya da apparatuses) düzen, aygıt, cihaz, aparat, system, equipment |
apparent | açık, belli, aşikâr, görünürdeki, göze çarpan, obvious, visible, evident, zıt anl.; obscure, hidden |
apparently | belli ki, görünüşe göre, evidently, obviously |
appeal to | (birisi)’ne çekici gelmek, (birisi)’nin hoşuna gitmek, attract, charm, zıt anl.; repel |
appeal | 1) çekicilik, cazibe, attraction, charm; 2) başvuru, request, application |
appealing | çekici, attractive, zıt anl.; repulsive |
appear | 1) ortaya çıkmak, belirmek, emerge, arise, zıt anl.; disappear, vanish, fade; 2) (gibi) görünmek, seem, look |
appearance | 1) görünüş, görünüm, image, feature; 2) ortaya çıkma, emergence |
application | 1) uygulama, tatbikat, exercise, practice; 2) başvuru |
apply | 1) uygulamak, tatbik etmek, implement, utilize, practice; 2) başvurmak |
apply to | (bir şey)’i içermek / kapsamak / ilgilendirmek |
appoint | atamak, görevlendirmek, assign, zıt anl.; discharge, dismiss |
appreciate | değerini anlamak, takdir etmek, take account of, be fully aware of, be grateful for |
approach | 1) yaklaşmak, yanaşmak, reach, near; 2) düşünmeye / üzerinde durmaya / ilgilenmeye / uğraşmaya başlamak |
approach | tutum, tavır, yaklaşım, attitude, stance |
appropriate (sıfat) | uygun, yerinde, suitable, proper, zıt anl.; inappropriate, unsuitable |
appropriately | uygun bir şekilde, yerinde olarak, suitably, properly, zıt anl.; inappropriately, unsuitably |
appropriateness | uygunluk |
approve of | (bir şey)’i onaylamak, ratify, zıt anl.; disapprove of, deny, reject |
approximately | yaklaşık olarak, roughly |
arbitrary | keyfi, despotça, gelişigüzel, random, zıt anl.; reasonable, democratic, objective |
architectural | mimari, mimarlık ile ilgili |
arguably | (tartışmaya açık olmakla birlikte) muhtemelen, (She is arguably the best actress. |
argue | 1) tartışmak, münakaşa etmek, müzakere etmek, discuss, debate; 2) kavga etmek, atışmak, çekişmek; 3) (bir fikri vs.) savunmak, (belli bir) görüşte olmak |
argue over | (bir konu) üzerinde tartışmak, debate |
argue that | (bir fikir / bir görüş)’ü savunmak, (bir şey)’i iddia etmek |
argument | 1) sav, iddia, assertion; 2) tartışma, debate; 3) çekişme, controversy |
arise from / out of | (bir şey)’den meydana gelmek / ortaya çıkmak, baş göstermek, appear, emerge, come forth, come up, zıt anl.; disappear, fade |
around | civarında, dolayında, aşağı yukarı, yaklaşık, approximately, roughly |
arousal | uyarma, harekete geçirme, uyanış, canlandırılma, activation, stirring, zıt anl.; pacification |
arouse | canlandırmak, harekete geçirmek, (tartışma vs.) yaratmak, uyandırmak, activate, stir, stimulate, provoke, zıt anl.; dampen, pacify |
arrange | düzenlemek, yerleştirmek, organise |
arrange for | (bir şey)’i ayarlamak, (bir şey) için hazırlık / plan yapmak, organise for |
arrangement | düzenleme, anlaşma, dizilim, yerleştir(il)me, plan, agreement, system, setup, order |
arrest | 1) durdurmak, kesmek, stop; 2) tutuklamak, seize |
arrival | geliş, zıt anl.; departure |
article | gazete / dergi makalesi, yazı, paper |
artificial | yapay, suni, sahte, man-made, imitation, zıt anl.; real, genuine |
artificially | yapay / suni olarak, zıt anl.; naturally |
as a consequence | sonuç olarak, consequently |
as a result | sonuç olarak, sonuçta, therefore, consequently |
as a rule | kural olarak |
as a whole | bir bütün olarak |
as compared with | (bir şey) ile karşılaştırıldığında |
as ever | her zamanki gibi, as always, as usual |
as far as | … kadar uzaklar(d)a, (I travelled as far as the Arctic Circle. |
as far as . . . is concerned | söz konusu . . . olduğunda, . . . yı ilgilendirdiği kadarıyla, as far as . . . goes |
as far as … goes | söz konusu . . . olduğunda, . . . yı ilgilendirdiği kadarıyla, as far as . . . is concerned |
as for | (bir şey)’e gelince, (bir şey) ile ilgili olarak |
as if | güya, sanki … miş / . . . mış gibi, as though |
as little as | . . . kadar / gibi küçük (bir miktar), . . . kadar / gibi kısa (bir zaman), (His wage is as little as 300 YTL a month. |
as long as | sürece, müddetçe, so long as |
as opposed to | (bir şey)’den farklı olarak, in contrast to |
as regards | (bir şey)’e gelince, . . . konusunda, considering |
as soon as | –er… –mez (bir şeyi yapar yapmaz) |
as soon as possible | mümkün olduğu kadar çabuk, ASAP |
as such | 1) bu sıfatla, in that capacity; 2) kendi içinde, o şekilde, in itself, (He is only a child and must be treated as such. |
as to | (bir şey)’e gelince, . . . konusunda, (bir şey)’e uygun olarak, about, relating to |
as well as | 1) (bir şey)’e ek olarak, de / da, ve; 2) (hem) …hem de…, in addition to; 3) hem de . . . , (onu) da, and also |
as yet | daha, henüz, şimdiye kadar, so far, until now |
ascertain | (araştırarak) tespit etmek, belirlemek, saptamak, ensure, determine, verify |
ascribe to | (bir şey)’e atfetmek, attribute to |
aspect | açı, yön, bakım, görünüş, feature, facet, perspective, view, side |
aspire to | (bir şey)’i şiddetle istemek, kuvvetle arzu etmek, seek, desire |
assault | saldırmak, attack |
assault | saldırı, attack |
assemble | 1) topla(n)mak, gather; 2) monte etmek, kurmak, parçaları bir araya getirerek oluşturmak, install, zıt anl.; dismantle, disassemble |
assert | 1) (hakkını vs.) güçlü bir şekilde savunmak / kabul ettirmeye çalışmak, declare, insist, press; 2) ileri sürmek, iddia etmek, put forward |
assertion | 1) savunma, iddia, affirmation; 2) açıklama, bildiri, declaration |
assess | değerlendirmek, değer biçmek, hesaplamak, evaluate, appraise |
assessment | değerlendirme, değer biçme, evaluation, judgement |
asset | kazanç, fayda getirecek şey, meziyet, plus |
assign | 1) (görev) vermek, tahsis etmek, ayırmak, allot, allocate, portion; 2) atamak, tayin etmek, appoint, designate |
assist in | (birine bir şey)’de yardım etmek / yardımcı olmak, help in |
associate with | (bir şey / olay) ile ilgisi olmak, bağlantısı olmak |
associated with | (bir şey) ile ilgili / alakalı / lişkili, related to |
association | 1) ilişki, relation; 2) dernek, birlik, kurum, society |
assume | 1) farz etmek, varsaymak, suppose; 2) (iş, görev vs.) üstlenmek, undertake; 3) benimsemek, kabul etmek, believe, presume |
assumption | varsayım, farz etme, sanı, supposition |
assure | temin etmek, güvence vermek, certify, guarantee |
astonish | şaşırtmak, hayrete düşürmek, astound |
astonishingly | şaşırtıcı / hayrete düşürücü bir şekilde, astoundingly, amazingly, surprisingly |
astounding | şoke eden, hayret verici, surprising, breathtaking, zıt anl.; normal, ordinary |
at all | hiç mi hiç, hiçbir surette / şekilde, whatsoever |
at all costs | ne pahasına olursa olsun |
at best | en iyi durumda, en iyi şartlarda, under the most favourable conditions, zıt anl.; at worst |
at ease | 1) rahat, huzurlu; 2) (askeri) ’Rahat’ komutu |
at fault | suçlu, kabahatli, in the wrong, guilty, zıt anl.; innocent |
at first sight | ilk bakışta |
at great risk | büyük risk altında |
at large | genelinde, çoğu, çoğunluğu, in general |
at least | en azından, at any rate, zıt anl.; at most |
at least to a certain extent | en azından belli bir dereceye / düzeye kadar |
at most | en fazla, maksimum, maximum |
at once | 1) tek seferde, bir defada; 2) derhal, hemen, immediately, right away; 3) aynı anda, at a time, at one time |
at present | 1) hali hazırda, şu an için, currently, presently, at this time; 2) şimdi, now |
at smo’s disposal | birisinin emrinde / kullanımında / elinde (olma durumu) |
at the expense of | (bir şey) pahasına |
at the time | o zamanlar, back then |
at the turn of | (bir şey)’in sonu ile takip edenin başı arasında, dönüm noktasında, (at the turn of the century |
at this rate | bu hızla |
at times | zaman zaman, occasionally |
at will | istendiğinde, istenilen zamanda, istendiği gibi, as / when one wishes |
attach | tutturmak, takmak, iliştirmek |
attach importance | (bir şey)’e önem vermek, give importance |
attached to | (bir şey)’e bağlı |
attack | saldırmak, assault, zıt anl.; defend |
attack | 1) saldırı; 2) nöbet, atak, kriz |
attain | (bir hedef vs.)’ye ulaşmak, elde etmek, kazanmak, achieve, fulfil, zıt anl.; fail |
attainable | erişilebilir, ulaşılabilir, (The objectives put forward by the leading party do not seem to be attainable. |
attempt | girişimde bulunmak, teşebbüs etmek, try |
attempt | deneme, girişim, teşebbüs, effort, trial |
attend | katılmak, hazır bulunmak, (okula, kursa, spora vs.) devam etmek |
attendance | (okula, kursa, spora vs.) devam etme, devamlılık, hazır bulunma |
attention | dikkat, ilgi |
attentiveness | azami dikkat, care, thoughtfulness, zıt anl.; neglect |
attitude | tutum, tavır, yaklaşım, approach, stance |
attract | (ilgisini) çekmek, cezbetmek, etkilemek, appeal to |
attract attention | dikkat çekmek |
attraction | 1) cazibe, çekim gücü; 2) atraksiyon, eğlence programı |
attractive | çekici, güzel, appealing, zıt anl.; repulsive |
attribute | vasıf, nitelik, sıfat, aspect, element, feature |
attribute to | 1) (bir neden)’e bağlamak, yormak, associate with, connect to; 2) (bir şey)’e mal etmek, atfetmek, ascribe to |
audience | dinleyiciler, izleyiciler, hazır bulunanlar |
authentic | otantik, hakiki, gerçek, genuine |
authorize | izin vermek, yetki vermek, permit, empower |
available | bulunabilir, (piyasada) bulunan, ulaşılabilir, (alıma / kullanıma) hazır, attainable, ready, accessible, usable |
availability | hazır bulunma, bulunabilirlik, edinilebilirlik, erişilebilirlik, zıt anl.; unavailability |
average to | ortalama olarak (bir miktar)’a karşılık gelmek |
avoid | (bir şey)’den kaçınmak / sakınmak / kurtulmak, escape, stay away, zıt anl.; contact, face, confront |
avoidable | kaçınılabilir, önlenebilir, evitable, avertable, zıt anl.; inevitable, unavoidable |
avoidance | (bir şey)’den kaçınma / sakınma / kurtulma, escape, staying away, zıt anl.; contact, confrontation |
await | beklemek, gözlemek, expect |
aware of | (bir şey)’in farkında, zıt anl.; unaware of |
aware | bilinçli, farkında, alert, conscious, zıt anl.; unconscious |
awareness | farkında olma, perception, recognition, zıt anl.; unawareness |
awful | berbat, korkunç, terrible, horrible, zıt anl.; beautiful, nice |
B. C. | Milattan / İsa’dan önce, before Christ, zıt anl.; A. D. , anno Domini |
back up | desteklemek, arka çıkmak, support, reinforce, (In his time, there was hardly anyone to back up Darwin’s theories. |
back up with | (bir şey) ile desteklemek, arka çıkmak, support with, reinforce with |
balance | denge |
balancing (sıfat) | dengeleyici |
ban | yasaklamak, forbid, prohibit, bar, zıt anl.; allow, permit, (There was no ban on smoking on the train we travelled in. |
bare | yalın, çıplak, basit, mere |
barely | zar zor, güçlükle, çok az, hardly, zıt anl.; enough, sufficiently |
base on | (bir şey)’e dayandırmak, (bir şey)’in üzerine kurmak |
basic | temel, fundamental |
basis | temel, ana ilke |
battle (against / with) | ile / karşı savaşmak, mücadele etmek, fight (against / with) |
be affiliated with | (bir şey) ile ilgisi / ilişkisi olmak, be associated / connected with |
be alarmed by | (bir şey)’den ötürü korkuya / dehşete düşmek |
be anxious to do smt | bir şeyi yapmayı çok istemek |
be associated with | (bir şey) ile ilgisi / ilişkisi / bağlantısı olmak, be affiliated / connected with |
be at fault | kusurlu / hatalı olmak, be (in the) wrong |
be aware of | (bir şey)’in farkında olmak, be conscious of, realise |
be based in | (örn. bir kuruluş için) (bir yer)’de üslenmiş olmak, merkezinin (bir yer)’de bulunması |
be based on / upon | (bir şey)’e dayanmak, be built on, depend on |
be biased against | (bir şey)’e karşı önyargılı olmak, (bir şey)’in aleyhinde bir eğilime sahip olmak, (bir şey)’e karşı durmaya yatkın olmak |
be bothered with | (bir şey)’den ötürü rahatsız edilmek / rahatsızlık duymak |
be bound to | (bir şey yapması) kesin / kaçınılmaz olmak, be certain / sure to |
be bound up with | (bir şey) ile çok yakın ilişkisi / bağlantısı olmak |
be committed to | (bir şey)’e kendini adamak, devote oneself to |
be composed of | (bir şey)’den oluşmak, (bir şey)’den ibaret olmak, comprise, consist of |
be concerned about | (bir şey) hakkında kaygılanmak / endişe duymak |
be concerned with | (bir şey) ile ilgili olmak, (bir şey)’i konu etmek, be about, deal with |
be connected with | (bir şey) ile ilgisi / ilişkisi olmak, be associated / affiliated with |
be conscious of | (bir şey)’in farkında olmak, be aware of |
be convinced of | (bir şey)’e ikna olmak, inanmak |
be critical of | (bir şey)’e karşı eleştirel olmak, (bir şey)’i eleştirmek, criticize |
be delighted with | (bir şey)’e çok sevinmek |
be deprived of | (bir şey)’den mahrum olmak, lack |
be disposed to | (bir şey yapma) eğiliminde olmak, tend to, be inclined to |
be due | hak etmek, deserve |
be engaged in | (bir şey)’in içinde yer almak, (bir şey)’e dahil olmak, be involved in |
be entitled to | hakkı olmak, yetkisi olmak, be eligible for, (We are all entitled to equal protection under the law. |
be equipped with | (ekipman vs.) ile donanmış, donatılmış |
be expected | beklenmek, önceden kestirilmiş olmak, be foreseen / predicted, zıt anl.; be unforeseen / unpredicted |
be expected to do smt | bir şey yapması beklenmek |
be exposed to | (bir şey)’e maruz kalmak |
be fascinated by / with | (bir şey)’e kendini kaptırmak, be wrapped up in |
be for | desteklemek, lehinde olmak, support, favour, zıt anl.; be against |
be given to | (bir şey yapma) alışkanlığında olmak, huy edinmek |
be grounded | 1) yere konmak, uçma izni olmamak; 2) temeli sağlam olmak, donanımlı olmak |
be home to | (bir şey)’e ev sahipliği yapmak, (bir şey)’in anavatanı olmak, harbour |
be in demand | (bir mal vs. için) talep olmak, aranmak, istenmek |
be in existence | meydanda olmak, var olmak |
be in possession of | (bir şey)’e sahip olmak, (bir şey)’i elinde bulundurmak, have |
be in the habit of | (bir şey yapma) alışkanlığında olmak |
be in the lead | başta gitmek, lider / önde olmak |
be in the making | yapım / kurulum / üretim aşamasında olmak |
be indicative of | (bir şey)’in göstergesi / habercisi olmak, be a sign of |
be involved in | 1) (bir iş / yarış vs.)’nin içinde olmak, (bir iş / yarış vs.)’de yer almak, (bir şey)’e karışmak / katılmak, participate (in); 2) (bir şey) ile uğraşmak / görevli olmak |
be involved with | (bir şey) ile bağlantı / ilgi / ilişki içerisinde olmak, be in connection with |
be likely to | . . . eğiliminde olmak, . . . -ması muhtemel olmak, be disposed to, tend to |
be likened to | benzetilmek |
be limited to | (bir yer veya bir şey)’e sınırlandırılmış olmak |
be linked with / to | (bir konu vs.) ile bağlantılı / bağlantısı olmak |
be made up of | (bir madde vs.)’den yapılmak / oluşmak, be composed of |
be marked by | (bir şey) ile belirginleşmek |
be no better | daha iyi olmamak |
be not necessarily concerned with | her zaman / her durumda (bir şey) ile ilgili / alakalı olmamak, her durumda (bir şey) ile ilgilenmemek |
be noted for | (bir şey) ile ünlü / tanınmış olmak, be famous / well-known for |
be of importance | önem taşımak, önemli olmak, be important, be of significance |
be of interest | ilginç / ilgi çekici olmak, be interesting |
be on the horizon | ufukta belirmek |
be over | sona ermek, bitmek, end, zıt anl.; begin |
be pleased with | (bir şey)’den memnun / hoşnut olmak, be happy with |
be prejudiced against | (bir şey)’e karşı önyargılı olmak, be biased (against) |
be prepared for | (bir şey) için / (bir şey)’e karşı hazırlıklı olmak, be ready, zıt anl.; be unprepared for |
be present | var olmak, bulunmak, exist, zıt anl.; be absent |
be prey to | (bir şey)’e yenik düşmek, (bir şey)’in kurbanı olmak |
be quick to do smt | bir şey yapmakta çabuk davranmak / hızlı olmak |
be reduced to | (kötü) duruma düşmek, (bir şey) ile yetinmek zorunda kalmak |
be referred to as | . . . olarak anılmak, be called |
be related to | (bir şey) ile ilgili olmak |
be required to | (bir şey yapmak) zorunda olmak |
be responsible for | (bir şey)’den / (bir iş)’ten sorumlu olmak, in charge (of) |
be restricted to | (bir şey) ile kısıtlı / sınırlı olmak, be limited to |
be rumoured | söylentisi dolaşmak, ağızdan ağıza yayılmak |
be set on | kararlı / azimli olmak, be determined |
be short of | (bir şey)’in eksiği olmak, azalmış bulunmak, lack, (We are short of cheese. |
be situated | (bir yer)’de bulunmak, be located |
be subject to | (yasa, düzenleme vs.)’ye tabi olmak, maruz kalmak |
be subjected to | maruz kalmak / bırakılmak, tabi tutulmak, go through, undergo, experience |
be suited to | (bir şey)’e uygun olmak |
be supplied with | (bir şey) ile donatılmış / teçhiz edilmiş, be furnished with |
be supposed to | (bir şey) yapması gerekmek / yapmak zorunda olmak / yapması beklenir olmak, should |
be suspected of | hakkında (bir suç vs.)’den ötürü kuşku duyulmak |
be taken in | kanmak, aldanmak, be deceived |
be through | bitirmiş olmak, (I am through with this studies. |
be to | olacak olmak, (be to remain friends |
be unable to | yapamamak, başaramamak, elinden gelmemek, fail to, zıt anl.; be able to, succeed in / at |
be under way | bekleniyor olmak, yolda olmak, (bir iş, proje vs. için) yapılmakta olmak |
be unfamiliar with | (bir şey)’e aşina olmamak, yabancı olmak |
be up to | 1) (bir şey)’i yapabilmek, be able to do / deal with; 2) bağlı olmak, be dependent on |
be welcomed by | (birisi) tarafından hoş karşılanmak |
be worth | (bir şey)’e değer olmak |
be wrapped up in | (kendini bir şey)’e kaptırmış olmak, (düşünce vs.)’ye dalmış olmak |
bear | 1) katlanmak, kaldırmak, put up with; 2) sahip olmak, taşımak, üzerinde bulundurmak, have, carry, (The baby bears a strong resemblance to its grandfather. |
bear in mind | akılda tutmak, akıldan çıkarmamak |
bear out | 1) desteklemek, support; 2) dışarı taşımak, carry out |
bear the brunt of smt | bir saldırıyı vs. göğüslemek (The soldiers in the front had to bear the brunt of the enemy attack. |
bearable | dayanılabilir, katlanılabilir |
become extinct | soyu / nesli tükenmek, be wiped out, (This dog race became extinct about 300 years ago. |
being | varlık, entity |
belie | örtmek, yanıltmak, conceal, deceive, zıt anl.; reveal |
belief | inanç, düşünce, opinion |
beneath | altına, altına doğru |
beneficial | yararlı, hayırlı, useful, helpful, zıt anl.; useless, harmful |
benefit | yaramak, yararına olmak, yarar / fayda sağlamak, advantage, work to the advantage of, zıt anl.; harm, damage |
benefit | yarar, fayda, advantage, use, zıt anl.; harm, loss |
benefit from | 1) (bir şey)’den yarar / fayda sağlamak, yararlanmak, capitalise, profit from, zıt anl.; suffer; 2) (bir şey)’den ders çıkarmak, learn from |
benign | yumuşak, iyi huylu, zararsız, mild, zıt anl.; severe,malign |
benign applications | zararsız / kötücül olmayan uygulamalar |
benignly | yumuşakça, tehlikesizce, kindly, harmlessly, zıt anl. |
besides | yanında, yanı sıra, (bir şey)’den başka |
better | daha iyi hale gelmek / getirmek |
bewildering | şaşırtıcı, hayret veren, overwhelming, (There is a bewildering variety of activities in this new entertainment. |
beyond | ötesi(ne), dışı(na), out of |
beyond recognition | tanınmaz halde, unnoticeable, zıt anl.; apparent |
bind to | (bir şey)’e bağla(n)mak, fasten to, attach to, zıt anl.; free from, loosen from |
bitterly disappointed | şiddetli bir hayalkırıklığına uğramış |
blame with | suçu (bir kişi)’nin üstüne atmak, (bir şey) ile suçlamak, accuse of, zıt anl.; acquit of |
blame | suç, suçlama, kabahat, töhmet |
blanket | üstünü örtmek, (bir duyguyu vs.) örterek bastırmak, kaplamak, cover, suppress, zıt anl.; uncover |
bleed | kana(t)mak |
blend | karıştırmak, harmanlamak, mix, zıt anl.; separate |
block | tıkamak, engellemek, kesmek, kapamak, faaliyetini durdurmak, obstruct, cut off, zıt anl.; let go, release |
blockage | tıkama, tıkanma, blokaj, obstruction, zıt anl.; release |
blow | savurmak, üfürmek, (rüzgar) esmek |
blow out | üfleyerek söndürmek |
boast of | 1) (kendisi) ile (aşırı) övünmek, brag; 2) (övünülecek bir şey)’e sahip olmak, own, possess |
boil over | 1) kontrolden çıkmak; 2) kaynayarak taşmak |
bold | cesur, gözüpek, daring, zıt anl.; coward |
boost | arttırmak, yükseltmek, destek olmak, improve, increase, support, zıt anl.; prevent, undermine, lessen, lower, reduce |
booth | kabin, kulübe |
border | (ülke için) sınır |
boring (sıfat) | can sıkıcı, sıkıntı veren, dull, tiresome |
boundless | sınırsız, sonsuz, tükenmez, infinite, unlimited, zıt anl.; limited, scarce |
bountiful | cömert, generous |
branch off | kollara / dallara ayrılmak, diverge, subdivide |
branch out into | (başka yerleri vs. içine alacak kadar) genişlemek, yeni alanlara açılmak, bölünerek yeni işlere girişmek, expand, zıt anl.; shrink |
breadth | 1) (bir uçtan bir uca) tamamı; 2) en, width, broadness |
break away | kırılıp / kopup ayrılmak |
break down | 1) parçalara ayırmak, analiz etmek, analyze; 2) (motor vs. için) bozulmak, fail; 3) ruhen veya zihnen çökmek; 4) (kimyasal olarak) yıkmak / ayrıştırmak |
break into | 1) (zorla) girmek, force an entry; 2) birden (bir şey yapmaya) başlamak, burst into |
break off | (birdenbire) dur(dur)mak, ara vermek |
break out | patlak vermek, birden ortaya çıkmak, erupt |
break out of | (hapishane vs.)’den kaçmak, escape (from) |
break through | (bir yerden engelleri aşarak) ilerlemek, zorla geçmek, pass through, force a way through |
break up | 1) (gösteri vs. türden bir etkinliği) dağıtmak, bitirmek, sona erdirmek; 2) (daha küçük) parçalara ayırmak / ayrılmak |
breakthough | çığır açan şey, great innovation / discovery |
breakup | 1) (gösteri, organizasyon vs. için) dağılma, bitme; 2) (daha küçük) parçalara ayrılma |
brief | kısa, short |
briefly | 1) kısa bir süre için, for a short time; 2) kısaca, shortly |
bright | parlak |
brilliant | dahice, parlak, harika, intelligent, bright, wonderful |
brilliantly | harika bir şekilde |
bring in | 1) (sorun, para, gelir vs.) getirmek, cause, earn; 2) (bir kişi)’yi veya (bir şey)’i (tanıdık bir ortama) getirmek, sunmak, introduce |
bring about | meydana getirmek, neden olmak, give rise, produce, effectuate, account for, (The new law brought about many complaints. |
bring down | 1) aşağıya çekmek, azaltmak; 2) yıkmak, yerle bir etmek |
bring forth | yaratmak, meydana getirmek, yol açmak, doğurmak, get, produce, yield |
bring in | 1) (birisini veya bir şeyi tanıdık bir ortama) getirmek, sunmak, introduce; 2) (para, gelir vs.) getirmek, earn |
bring off | başarmak, başarılı bir şekilde yapmak, accomplish |
bring on | ortaya çıkarmak, sebep olmak, produce |
bring out | (bir şey) geliştirmek, ortaya çıkarmak, neden olmak, develop, cause |
bring through | (birinin bir hastalığı, zor durumu vs.) atlatmasını sağlamak, save, pull through |
bring to an end | son vermek, terminate, zıt anl.; start, commence |
bring to the fore | ön plana çıkartmak |
bring under control | (bir durumu) kontrol altına almak |
bring up | 1) gündeme getirmek, değinmek, refer (to); 2) çocuk yetiştirmek, raise |
bring up to | (bir toplama, miktara) ulaştırmak |
brisk | canlı, hareketli, hızlı ve enerji harcatan tarzda, energetic |
broad | geniş, geniş çaplı |
broaden | genişle(t)mek, expand, (Literature greatly broadens a doctor’s horizons. |
broadly | geniş çaplı, generally |
brutally | vahşice, cruelly, barbarously, zıt anl.; gently, humanely |
build on | 1) üstüne çökmek, birikmek, (All the stress builds on my psychology and makes me depressive. |
build up | 1) oluş(tur)mak, form; 2) büyümek, birikmek, accumulate, develop, amplify, gather, zıt anl.; lessen |
build-up | birikme, accumulation |
burden | külfet, yük, strain |
burn | yakmak / yanmak |
burnish | cilalamak, parlatmak, polish, wax, zıt anl.; tarnish |
by far | çokça, ziyadesiyle, fersah fersah, far and away |
by means of | vasıtasıyla, yoluyla, aracılığı ile, sayesinde, yöntemiyle, through |
by nature | özü / doğası sebebiyle, doğası gereği |
by no means | asla, katiyen, hiçbir şekilde, in no sense, certainly not |
by reference to | (birşey)’e göre / ilişkin olarak |
by this means | bu yolla, using this |
call | isimlendirmek, term |
call for | (bir şey) istemek, (bir şey)’i gerektirmek, ask, require, (Great necessities call for great leaders. |
call into question | sorgulamak |
call out | 1) (yüksek sesle ad, numara vs.) söylemek; 2) (göreve / iş başına / yardıma) çağırmak |
calm (down) | sakinleş(tir)mek, pacify, zıt anl.; excite |
campaign | mücadele etmek, kampanya yapmak |
cancel out | ortadan kaldırmak, silip süpürmek, offset, wipe out |
cannot help | elinde olmamak, kendine hakim olamamak, (I can’t help eating chocolate even though I am on a diet. |
capability | yetenek, kabiliyet, kapasite, ability, capacity, zıt anl.; incompetence |
capable of | (bir şey)’i yapabilir / yapmaya gücü yeter, muktedir, able to, zıt anl.; incapable of, unable to |
capitalize on | (bir şey)’den yararlanmak, benefit from, exploit |
captivate | büyülemek, cezbetmek |
captivating | dikkat çeken |
capture | 1) yakalamak, esir etmek, tutuklamak, fethetmek, imprison, catch, zıt anl.; release; |
care about | 1) sevmek, hoşlanmak, be fond of; 2) (bir fikir vs.)’ye ilgi duymak / ile ilgilenmek |
care for | 1) özen göstermek; 2) hoşlanmak |
carefully | dikkatli / titiz bir şekilde |
careless | dikkatsiz, özensiz, zıt anl.; careful |
carry on | devam etmek, sürdürmek, continue, persevere, conduct, zıt anl.; give up |
carry out | yapmak, uygulamak, gerçekleştirmek, yerine getirmek, accomplish, fulfil, implement, perform, conduct, (The experiments were carried out by Dr. Preston. |
case | 1) vaka, olay, event; 2) dava; 3) durum, incident, situation |
casual | 1) tesadüfi, rastgele, gayriresmi, accidental, incidental, informal, zıt anl.; deliberate, formal; 2) profesyonel olmayan, (bir şey)’i arada bir yapan, zıt anl.; professional |
catastrophic | feci, felaket getiren, disastrous |
catch up to / with | (birinin ya da bir şeyin) (hızı)’na, (seviyesi)’ne vs. yetişmek, draw near, zıt anl.; fall behind |
categorize | sınıflandırmak, classify |
cause | neden olmak, yol açmak |
cause | 1) amaç, gaye, hedef, dava, ülkü, purpose, objective; 2) neden, sebep, reason |
caution | 1) ihtiyat, alertness, attention, zıt anl.; recklessness; 2) uyarı, ikaz, warning |
caution | uyarmak, ikaz etmek, warn |
cautious | ihtiyatlı, tedbirli, sakıngan, careful, prudent, zıt anl.; careless, thoughtless |
cautiously | ihtiyatlı, tedbirli, dikkatlice, carefully, thoughtfully, zıt anl.; carelessly, (The infected wound was very cautiously drained, for it was close to an artery. |
cease | (bir şey yapmayı) durdurmak, durmak, sona er(dir)mek, stop, end, halt, quit, zıt anl.; begin, continue |
ceaselessly | durmaksızın |
celebrated | ünlü, meşhur, şöhretli |
celebrity | ünlü kimse |
celestial | gök ile ilgili, göksel |
central | merkezi, ana, main, fundamental, zıt anl.; peripheral, minor, secondary |
centre on / upon | (bir şey) üzerine yoğunlaşmak / odaklanmak, focus on, concentrate on, zıt anl.; disregard, overlook |
century | yüzyıl, asır |
certain | 1) belli, fixed; 2) kesin, sure; 3) bazı, some |
certainly | kesinlikle, elbette ki, definitely, absolutely, zıt anl.; probably |
certainty | kesinlik, zıt anl.; uncertainty |
challenge | meydan okumak, kafa tutmak, (gücünü, yeteneğini vs.) sınamak, confront |
challenge | (insanameydan okuyan türden) zorluk, başarılması zor iş, (Mount Everest presented a challenge to Hillary. |
challenging | meydan okuyan, zorlayıcı, (gücünü, yeteneğini vs.) sınayan |
chances | şans |
change | değişiklik, değişim, alteration, modification, variety |
change into | (bir şey)’e dönüş(tür)mek, convert into |
change one’s mind | fikrini değiştirmek |
change over to | (bir şeyden bir şey)’e tamamen değiş(tir)mek, (The country has changed over from military to civilian rule. |
chapter | (örn. bir hikayedeki) bölüm, kısım, section, part |
characteristic | karakteristik özellik, (bir kişi ya da unsura) has özellik, feature |
characterize | nitelendirmek, tanımlamak, karakterize etmek, define, describe |
charge | 1) hücum etmek, saldırmak, hamle yapmak, attack; 2) bir masrafı birinin hesabına geçirmek / yazmak; 3) (bir silahı vs. belli bir miktar patlayıcı ile) doldurmak |
charge with | (bir şey) ile itham etmek / suçlamak |
check | kontrol etmek |
check for | (bir şey bulmak) amacı ile kontrol etmek, (check the building for gas leakage |
chiefly | başlıca, en çok, her şeyden önce, mostly, above all |
choice | seçenek, seçim, çare, alternative, option |
circulate through | (bir şey)’in içinde deveran etmek / dolaşmak, go about in, move around in |
circumstance | olay, vaka, durum, koşul, keyfiyet, situation, case, incident, condition |
civil war | iç savaş |
civilization | medeniyet, uygarlık |
claim | talep / iddia etmek, demand, request, zıt anl.; disclaim, deny |
claim | iddia, talep, hak talebi, assertion, demand, request, zıt anl.; disclaimer |
clarify | açıklığa kavuşturmak, make clear, illuminate |
clarity | açıklık, berraklık, netlik |
class | sınıf, tabaka, zümre, caste |
classify | sınıflandırmak, break down, sort, group |
cleanse | temizlemek, arıtmak, yıkamak, clean, wash, zıt anl.; pollute |
clear | açık, bariz, aşikar, net, belirgin, obvious, zıt anl.; unclear |
clear away | 1) kaybolmak, disappear; 2) ortadan kaldırmak, remove |
clear out of | (bir yer)’den sıvışmak, tüymek, slip out of |
clear up | 1) (hastalık) gidermek, geç(ir)mek, iyileş(tir)mek, heal, cure; 2) tamamen temizlemek, ortadan kaldırmak, remove |
clearly | açıkça, açık ve net olarak, obviously |
clever | zeki(ce), akıllı(ca), smart |
climax | zirve, doruk |
closely | yakın şekilde, yakından, sıkı sıkıya, dikkatlice, tightly, strongly, carefully, zıt anl.; remotely, distantly |
clue | ipucu, işaret, hint, sign, evidence |
clumsy | hantal, kaba, biçimsiz, awkward, ungainly |
cluster | küme, grup, dizi, group |
coherent | tutarlı, uygun, ahenkli, mantıklı, consistent, rational, zıt anl.; incoherent |
coincide with | (bir şey) ile rastlaşmak, (aynı zamana) denk gelmek, coexist, accompany, zıt anl.; differ, deviate |
coincidental | rastlantısal, tesadüfi |
collaborate with | (birisi) ile işbirliği yapmak, beraber çalışmak, cooperate with |
collaboration | birlikte çalışma, işbirliği, cooperation |
collapse | göçmek, çökmek, yıkılmak, fall in, fall down, topple, fail, zıt anl.; succeed, triumph |
collapse | göçme, çökme, yıkılma, fall in, downfall, topple, failure, zıt anl.; success, triumph, (These flimsy houses are liable to collapse in a heavy storm. |
colleague | meslektaş, iş arkadaşı, peer |
collect | toplamak, biriktirmek |
collection | toplama, koleksiyon |
collective | kolektif, ortaklaşa, joint, shared, zıt anl.; individual, solo |
collide | çarpışmak, çarpmak, clash, crash |
collision | çarpışma, çatışma |
colonization | kolonizasyon, sömürgeleştirme |
combat with / against | savaşmak, mücadele etmek, fight with / against, struggle with / against, zıt anl.; surrender (to), compromise |
combination | birleşme, birleşim, birleştirme, mixture, unification, zıt anl.; dissolution |
combine | birleş(tir)mek, unite, embody, zıt anl.; separate |
come about | meydana gelmek, ortaya çıkmak, olmak, take place, arise |
come across | rastlamak, tesadüf etmek, encounter, meet, zıt anl.; avoid |
come along | 1) gelmek, ulaşmak, birlikte gelmek; 2) ortaya çıkmak |
come by | 1) önceden haber vermeden (birisinin) yanına uğramak, drop by; 2) elde etmek, edinmek, acquire |
come from | 1) (bir şey)’den kaynaklanmak, result from; 2) (bir yer)’den gelmek, (oralı) olmak, ( I come from Manisa. |
come in | 1) gelmek, ulaşmak, (haber vs. için) alınmaya başlamak, ortaya çıkmak, arrive, appear; 2) (şu versiyonlarda / şekillerde / renk seçeneklerinde / tiplerde) bulunmak, (These pencils come in seven different color choices. |
come into being | ortaya çıkmak, belirmek, come into existence, come to life, emerge |
come into force | yürürlüğe girmek, uygulanmaya başlamak, go into effect |
come on | sahneye / ortaya çıkmak, appear, show up, zıt anl.; go off, disappear |
come out | görünmek, açıklığa kavuşmak, appear, become clear |
come out against | (bir şey)’e karşı çıkmak, oppose |
come through | (beklendiği gibi) ulaşmak / varmak, arrive (as expected) |
come to an end | sona ermek, cease, terminate |
come to the attention of | (bir kişi)’nin dikkatini çekmek |
come to the fore | ön plana çıkmak |
come up | ortaya çıkmak / meydana gelmek, happen, zıt anl.; submerge, sink, disappear, (A light wind came up. |
come up with | (genellikle olumlu bir plan, fikir vs.) ileri sürmek / ortaya atmak, (karşılık, yanıt, fikir vs.) bulmak, ortaya atmak, önermek, (çözüm vs.) ile ortaya çıkmak, think of, suggest, (He has come up with some brilliant scheme to double his income. |
comfortable | rahat, konforlu |
comfortably | kolaylıkla, rahatça, well, at ease, happily, (We could live fairly comfortably with our father’s salary. |
command | hakim olmak, etkisi altına almak, kumanda etmek, influence, rule, be dominant over, zıt anl.; follow |
commence | başlamak, begin, start, initiate, set out, zıt anl.; cease, finish, terminate |
commendable | övgüye değer, praiseworthy, zıt anl.; unworthy |
comment on | fikrini söylemek, yorumda bulunmak, express, remark |
comment | yorum |
commercial | ticari |
commission | atamak, görevlendirmek, ısmarlamak, assign, delegate, order |
commit | 1) söz vermek, taahhüt etmek, pledge; 2) (suç vs.) işlemek; 3) (intihar) etmek, (He committed suicide. |
commit oneself to | 1) kendini adamak, bağlanmak, devote oneself to; 2) söz vermek, promise |
commitment | 1) vaat, taahhüt, söz, yükümlülük, bağlılık, dedication, devotion, pledge, obligation, duty, promise; 2) (hapishane, akıl hastalıkları hastanesi gibi bir yere) kapat(ıl)ma |
common | olagelen, yaygın, prevalent, current, widespread, zıt anl.; rare, uncommon |
commonly | çoğunlukla, usually, zıt anl.; rarely, seldom |
commonplace | sıradan, olağan, bayağı, usual, ordinary, zıt anl.; exceptional, rare |
communicate with | (birisi) ile haberleşmek / iletişim kurmak, be in touch with |
community | 1) topluluk, toplum, halk, society; 2) yerleşim yeri |
comparable to | (bir şey) ile karşılaştırılabilir / kıyaslanabilir, (bir şey)’e benzer, equivalent to |
comparatively | oransal olarak, nispeten, relatively |
compare with | (bir şey) ile karşılaştırmak / kıyaslamak, liken to |
compared to / with | (bir şey) ile karşılaştırıldığında, in comparison to / with |
comparison | karşılaştırma, ilişki, benzerlik, relation, similarity |
compatibility | uyumluluk, harmony, agreement, zıt anl.; incompatibility |
compatible | birbiriyle uyumlu, well-matched, zıt anl.; incompatible, discordant |
compel | zorlamak, mecbur etmek, force, oblige |
compelling | zorlayıcı, compulsive, zıt anl.; flexible |
compensate for | telafi etmek, make up for, (Nothing can compensate for the death of a loved one. |
compete with / against | (birisi / bir şey) ile rekabet etmek / yarışmak, rival with / against |
competency | yeterlik, kifayet, yetenek, ability |
competent | 1) (dil, yetenek vs. için) iyi seviyede; 2) yetenekli, ehil, capable, able, zıt anl.; incompetent, unable |
competition | rekabet, yarışma |
competitive | 1) rekabetçi, rekabete dayanan; 2) iddialı; 3) yarışma amaçlı |
competitor | rakip, rival |
compile | derlemek, oluşturmak, collect, accumulate, zıt anl.; disperse |
complain | şikayet etmek, yakınmak |
complaint | şikayet, yakınma, grievance |
complement | tamamlayıcı, supplement |
complete | tamamlamak, bitirmek, finish |
complete | bütün, eksiksiz, whole |
completely | tamamen, bütünüyle, entirely, totally, zıt anl.; partly, partially |
complex | karmaşık, complicated, zıt anl.; simple, straightforward |
complexity | karmaşıklık, çapraşıklık, complication, zıt anl.; simplicity |
compliance with | (kanun ya da kural)’a uygunluk |
complicated | karmaşık, anlaşılması güç, complex, intricate, zıt anl.; simple |
comply with | uymak, uygun davranmak, itaat etmek, conform to, abide by, zıt anl.; disregard, resist |
comprehend | 1) (tam olarak) anlamak, kavramak, grasp, (As the patient failed to comprehend the seriousness of his situation, the surgeon made up her mind to frankly talk to his relatives. |
comprehensive | kapsamlı, geniş, etraflı, inclusive, overall, in depth, zıt anl.; exclusive, narrow, limited |
comprise of | kapsamak, içermek, (bir şeyler)’den oluşmak, oluşturmak, teşkil etmek, constitute, consist of, make up |
comprised of | (bir şey)’den oluşan, (bir şey)’den ibaret |
compromise | 1) (karşılıklı ödün vererek) uzlaşmak, agree; 2) (bir işin sonucunu) tehlikeye atmak, riske sokmak |
compromise | (karşılıklı ödün vererek) uzlaşma, uyuşma, orta yol bulma, agreement, settlement |
compromised | zayıf düşmüş, weak |
compulsive | zorlayıcı, compelling, zıt anl.; flexible |
compulsively | önüne geçilmez bir şekilde, obsessively, zıt anl.; flexibly |
conceal | saklamak, gizlemek, hide, zıt anl.; reveal |
conceivable | akla yatkın, makul, reasonable, zıt anl.; inconceivable |
conceive | 1) anlamak, kavramak, algılamak, düşünmek, tasarlamak, think, consider, devise, (Not very many people can conceive the works of modern art. |
concentrate on | (bir şey)’e odakla(n)mak / yoğunlaş(tır)mak, focus on |
concentration | 1) yoğunluk, density, intensity; 2) yoğunlaşma, odaklanma, intensification, focusing |
concept | konu, kavram |
conception | 1) kavram, düşünce, görüş, concept, idea, notion; 2) gebe kalma, gebelik, pregnancy |
conceptual | kavramsal |
concern | ilgilendirmek, endişelendirmek |
concern | 1) ilgi, ilgilenilen şey, interest, zıt anl.; indifference, neglect; 2) kaygı, worry, (There is a lot of public concern over dangerous toxins recently found in some food. |
concerned with | (bir şey) ile ilgili / alakalı |
concerning | (bir şey / kişi) ile alakalı / ilgili olarak, (bir şey / kişi)’yi ilgilendiren, regarding, relating to |
concession | imtiyaz, privilege |
conclude | 1) sonuç çıkarmak, determine; 2) bitirmek, sonuçlandırmak, complete |
conclusion | 1) karar, decision; 2) sonuç, netice, çıkarım, result, outcome, deduction |
conclusive | 1) kesin, son, nihai, definite, final, zıt anl.; questionable, uncertain; 2) ikna edici, inandırıcı, convincing, zıt anl.; unconvincing |
conclusively | 1) kesin olarak, nihai olarak, definitely, finally, indisputably, zıt anl.; questionably, (A case of malpractise is difficult to prove conclusively. |
concrete | 1) somut, actual, solid, tangible, zıt anl.; abstract, intangible, (What sort of concrete evidence do you have to show us? |
condemn | kınamak, ayıplamak, suçlu bulmak, blame, zıt anl.; acquit |
condition | 1) şartlandırmak, etkilemek, equip, adapt; 2) şart koşmak |
condition | 1) hal, durum, situation; 2) şart, koşul, requirement; 3) rahatsızlık, hastalık |
conditional | koşullara bağlı, contingent, zıt anl.; unconditional |
conduct | 1) (deney, araştırma vs.) yürütmek, yönetmek, uygulamak, administer, carry out, perform; 2) iletmek, götürmek, yön vermek, transmit, convey |
confidence | güven, itimat, trust, zıt anl.; distrust |
confident | güvenli, emin, sır paylaşılabilir, kendinden emin, trustworthy, sure of oneself |
confidential | gizli, secret, zıt anl.; open, public |
confidently | güvenle, fearlessly |
confine to | 1) (bir alan)’a hapsetmek, imprison in; 2) (yatağa, eve vs.) bağlamak, tutmak, (bir şey) ile sınırlandırmak, limit to, restrict to |
confined to | 1) (bir şey) ile sınırlı, (yatağa, eve vs.) bağlı, limited to, restricted to; 2) hapis, imprisoned, (The problem of underdevelopment does not appear to be confined only to a few African countries. |
confined to bed | yatağa bağlı / mahkum, yatalak, bedridden |
confinement | hapsedilme, kapatılma |
confirm | teyit etmek, doğrulamak, validate, affirm, substantiate, zıt anl.; deny, disprove |
conflict with | (birisi) ile çatışmak / çekişmek, clash with, disagree with, zıt anl.; agree with, conform to |
conflict | anlaşmazlık, ihtilaf, çatışma, disagreement, fight, zıt anl.; accord, peace |
conflicting | (birbiriyle) çatışan, çelişen, üzerinde anlaşılamayan, ihtilaflı, contradictory |
conform to / with | (bir şey)’e uymak / uygun davranmak, comply with, abide by, zıt anl.; object to, oppose, conflict with |
confront | (olumsuz bir şey) ile yüzleşmek, (istenmeyen bir şey / bir kişi) ile karşı karşıya gelmek / karşılaşmak, face, challenge, zıt anl.; avoid, retreat from |
confrontation | karşı karşıya gelme, çatışma |
confuse | 1) (kavramları) birbirine karıştırmak, mix up; 2) aklını karıştırmak, şaşırtmak, puzzle, zıt anl.; clarify |
confused | şaşkın, sersem, kafası karışık, bewildered |
confusion | 1) kafa karışıklığı, şaşkınlık, perplexity, zıt anl.; clarity; 2) düzensizlik, disorder, zıt anl.; order |
congestion | tıkanıklık, sıkışıklık, izdiham, blockage |
connect with | 1) (bir şey) ile birleş(tir)mek; 2) ilgi kurmak; 3) (taşıtlar için) aktarmalı hat içinde olmak / bulunmak |
connection | bağlantı, alaka, relationship |
conscious | bilinçli, farkında, bilinci yerinde, alert, aware, zıt anl.; unconscious, unaware |
consecutive | art arda, peş peşe, successive |
consecutively | ardışık olarak, arka arkaya, successively |
consensus | oy / görüş birliği, unanimous vote / opinion |
consequence | sonuç, semere, (bir şeyin ardından gelen) etki, result, effect, zıt anl.; cause, source |
consequent on | (bir şey)’in sonucunda ortaya çıkan, sonucu olan |
consequently | sonuç olarak, dolayısıyla, bu nedenle, accordingly, subsequently, as a result, therefore |
conservation | muhafaza etme, koruma, doğal kaynakları ya da çevreyi koruma, (One of the aims of TEMA Foundation is to make people realise the importance of conservation. |
conservative | 1) muhafazakar, tutucu; 2) (tedavi, ameliyat vb. durumlarda) aşırı / ağır tedavi girişimlerine başvurmayan, koruyucu, organ bütünlüğünü koruyan |
conserve | korumak, (enerji, güç vs.) saklamak, dikkatli / tutumlu kullanmak, economise (on), zıt anl.; waste |
consider | 1) (öyle olduğuna) inanmak, assume, regard, deem; 2) düşünmek, akılda tartmak, think about; 3) dikkate almak, göz önünde tutmak, take into account; 4) üzerinde düşünmek, think over |
consider to be | (bir şey) olarak görmek / kabul etmek, consider as |
considerable | önemli, hatırı sayılır, büyük, hayli, fazla, sizable, substantial, zıt anl.; little, insignificant |
considerably | epeyce, oldukça, significantly, quite a lot, zıt anl.; slightly, (Large windowsmake the car feel considerably bigger. |
consideration | ilgi, düşünce, özen, solicitude, zıt anl.; unconcern, disregard |
considering (that) | . . . dikkate alındığında, (bir şey)’e gelince, (bir şey) konusunda, as regards |
consist of | (bir şey)’den meydana gelmek / ibaret olmak, be made up of |
consistent | tutarlı, coherent, steady, undeviating, zıt anl.; changing, inconsistent |
consistently | tutarlı / değişmez bir şekilde, invariably, zıt anl.; divergently |
constant | 1) sürekli, devamlı, continuous, perpetual, relentless, zıt anl.; terminable; 2) sabit, değişmez, invariable, unvarying, stable, fixed, zıt anl.; variable |
constantly | devamlı, sürekli, invariably, continually, perpetually, zıt anl.; rarely, seldom, never |
constitute | 1) oluşturmak, comprise, make up; 2) kurmak, tesis etmek, establish |
construct | 1) kurmak, yapmak, form, compose; 2) inşa etmek, build |
construction | inşaat, yapı |
constructive | yapıcı, yardımcı, positive, helpful, zıt anl.; destructive |
consult smo over smt | birisine, bir şey hakkında / konusunda danışmak, confer smo on smt, seek advice from smo about smt |
consultation | danışma, müzakere, conference, discussion |
consume | 1) (yiyecek, içecek vs.) tüketmek, eat, drink; 2) bitirmek, tüketmek, harcamak, use up, deplete, zıt anl.; add, restock |
consumer | 1) tüketici; 2) piyasada bulunan / herkesin satın alabileceği (şey) |
consumption | tüketim, yeme-içme |
contact | temasa / bağlantıya geçmek, dokunmak |
contain | 1) kontrol altına almak, kontrol altında tutmak, control, zıt anl.; spread, (Our priority is to contain the spread of this fatal disease. |
contamination | 1) bulaştırma, bulaşık, kirlenme, pislik, pollution, blemish; 2) (radyasyon vs. sızıntısı nedeniyle oluşan) kirlilik |
contemplate | 1) (bir şey) üzerinde düşünmek, düşünüp taşınmak, tasarlamak; 2) seyretmek |
contemporary | 1) (birisinin) çağdaşı (olan), aynı çağda (yaşamış olan); 2) çağdaş, güncel, yaşıt, modern, current, zıt anl.; archaic, ancient |
content | 1) içerik, composition; 2) memnun, hoşnut, happy, satisfied |
contentment | tatmin, memnuniyet, hoşnutluk, satisfaction, zıt anl.; discontentment, dissatisfaction |
contest | 1) yarışma, mücadele, çekişme, competition, challenge, zıt anl.; cooperation; 2) karşı çıkmak, itiraz etmek |
context | bağlam, içerik, çevre ve koşullar |
continual | sürekli, devamlı, kesintisiz, constant, perpetual |
continually | devamlı, sürekli, constantly, perpetually |
continuously | daima, sürekli olarak, constantly, perpetually, zıt anl.; never, rarely |
contradict | aksini söylemek, yalanlamak, çelişmek, ters düşmek, oppose, deny, zıt anl.; agree |
contradiction | çelişki, aykırılık, tutarsızlık, conflict, inconsistency, zıt anl.; agreement |
contradictory | çelişkili, tutarsız, conflicting, inconsistent, zıt anl.; confirming, consistent |
contrary | ters, karşıt, zıt, aksi, opposite, (It is impossible to reconcile such contrary viewpoints. |
contrary to | karşın, aksine, as opposed to |
contrast | karşıtlık, zıtlık, fark, difference, distinction, zıt anl.; similarity, likeness |
contrasting | (birbirine) zıt olan, farklı, karşıt, different, distinct, zıt anl.; similar, alike |
contribute to | katkıda bulunmak, support, help |
contribution to | katkı, (He was awarded a prize for his contribution to world peace. |
controllable | denetlenebilir, kontrol edilebilir |
controversial | tartışma konusu olan, tartışmalı, ihtilaflı, debatable, zıt anl.; uncontroversial, unquestionable |
controversy | tartışma, çekişme, anlaşmazlık, debate, argument, dispute, zıt anl.; agreement, unanimity |
convenience | uygunluk, rahatlık, elverişlilik, comfort, facility, suitability |
convenient | elverişli, kullanışlı, müsait, uygun, useful, suitable, zıt anl.; inconvenient |
convention | uygulama, gelenek, practice, tradition |
conventional | geleneksel, konvansiyonel, traditional, (The country has the ability to use conventional as well as nuclear weapons. |
conventionally | konvansiyonel / geleneksel olarak, traditionally |
conversely | tersine, aksine, contrarily |
convert into | değiştirmek, dönüştürmek, çevirmek, transform, turn into, change into |
convertible | değiştirilebilir, çevrilebilir, versatile, zıt anl.; inflexible, rigid |
convey | 1) iletmek, taşımak, pass along; 2) bildirmek, express |
convict of | suçlu bulmak, mahkum etmek, declare guilty of, zıt anl.; acquit of, release |
convince of | inandırmak, ikna etmek, persuade, talk into |
convincing | inandırıcı, ikna edici, conclusive, credible, zıt anl.; far-fetched, unconvincing |
convincingly | doyurucu / inandırıcı bir şekilde, satisfactorily |
cooperate with | (birisi) ile işbirliği yapmak, beraber çalışmak, collaborate with |
cooperation | işbirliği, beraber çalışma, collaboration |
coordinate | bir arada idare etmek, manage |
cope with | (bir sorun vs.) ile baş etmek, başa çıkmak, üstesinden gelmek, deal with, manage, handle, tackle, zıt anl.; mismanage |
correctivemeasure | düzeltici / iyileştirici önlem |
correlate | karşılıklı ilişkisi olmak |
correspond to | (bir şey)’e karşılık gelmek / tekabül etmek |
correspondence | mektuplaşma, yazışma |
corresponding | karşılık olan, tekabül eden |
corruption | yolsuzluk, bozulma, yozlaşma, rüşvetçilik, dishonesty |
cost | mal olmak, fiyatı / bedeli . . . olmak |
costly | maliyetli, pahalı, expensive, zıt anl.; cheap, inexpensive |
counsel | öğütlemek, öğüt vermek, advise, suggest |
counter | karşı gelmek, karşılık vermek, gidermek, respond, oppose, ward off |
countermeasure | karşı tedbir |
counterpart | akran, muadil, karşılık, peer |
countless | sayısız, innumerable, myriad, zıt anl.; few, limited, (Once, there were countless ridiculous arguments among public that AIDS was confined to heterosexuals. |
course | 1) gidişat, süreç, progress; 2) ders, kurs; 3) yön, rota, route |
court | mahkeme, tribunal |
cover | 1) örtmek, kaplamak, encase; 2) kapsamak, içermek, involve, encompass, zıt anl.; leave out |
cradle | 1) beşik (bir medeniyetin vs. doğduğu ve geliştiği yer); 2) beşik (bebeğin yatırıldığı sallanır yatak) |
crave | çok istemek, (bir şey)’e can atmak, aşermek, die for, zıt anl.; detest |
craving | şiddetli arzu / özlem, aşerme |
create | yaratmak, oluşturmak, produce |
credibility | inanılırlık, güvenilirlik, reliability |
credible | inanılır, güvenilir, believable, reliable, zıt anl.; incredible, unreliable |
crime | suç |
criminal | 1) suç oluşturan, suça ait; 2) suçlu; 3) (mahkemenin türü için) ceza, ağır ceza |
criterion | (çoğul: criteria) ölçüt, kriter |
critical | 1) kritik, ciddi, yaşamsal, hayati, çok önemli, significant, vital, crucial, essential, zıt anl.; insignificant, trivial; 2) (görüş, yaklaşım vs. için) eleştirel |
criticize | eleştirmek |
crop | ekin, ürün, mahsul, harvest |
crowded | kalabalık |
crucial | can alıcı, kritik, çok önemli, pivotal, vital, zıt anl.; trivial, insignificant, (It is crucial that everyone strictly obeys the rules during the experiment. |
crucially | can alıcı bir şekilde, essentially, significantly |
culminate | 1) sonuçlanmak, end, zıt anl.; begin, start; 2) doruğa varmak, climax |
culprit | suçlu, guilty, offender, zıt anl.; innocent |
cultivate | geliştirmek, zenginleştirmek, yetiştirmek, (toprağı) işlemek, develop, enrich |
culture | 1) kültür; 2) (bir bakteri vs. için) kültür analizi yapılması |
curb | kısıtlamak, sınırlamak, gem vurmak, restrain, limit |
cure | iyileştirmek, tedavi etmek, remedy, relieve, treat |
cure (isim) | şifa, tedavi, çare, ilaç, remedy, relief |
curious | 1) tuhaf veya benzersiz olması nedeniyle ilgi çeken; 2) meraklı |
current | akıntı, akım |
current (sıfat) | 1) şimdiki, halihazırdaki, contemporary, present, güncel; 2) cari |
currently | şu sıralarda, bu günlerde, hâlihazırda |
curtail | azaltmak, kısaltmak, decrease, shorten, zıt anl.; increase, prolong |
custom | gelenek, adet, tradition |
customary | alışılmış, adet olan, accepted, common, zıt anl.; unusual, abnormal |
customize | isteğe göre küçük değişiklikler yapmak, modifiye etmek, modify, alter, zıt anl.; keep, preserve |
cut | kesmek, kısmak, azaltmak, kesinti yapmak |
cut | kesinti, kısıntı |
cut down on | (bir şey)’i kısmak / azaltmak, reduce, restrict, decrease, economise on, zıt anl.; increase, waste |
cut free from | (bağlayan bir şeyi) keserek (başka bir şey)’i serbest bırakmak, serbest kalmak |
cut off | (nefes / yol) kesmek, tıkamak, block |
cut off from | (aile vs.)’den ayrı kalmak / ayırmak, ilişkisini kesmek, separate, zıt anl.; reunite with |
cut out | (belli bir biçimde) kesip çıkarmak, (bir metinden vs.) çıkarmak, silmek, cut off |
cycling | bisiklete binme |
daily | gündelik, günlük, day-to-day |
dairy | süt ürünleri |
damage | zarar / hasar vermek, bozmak, harm |
damage | hasar, zarar, yara, harm, injury, wound |
danger | tehlike, risk, hazard, risk |
dare to | (bir şey)’i göze almak, (bir şey)’e cesaret etmek, venture |
date back to | (belli bir yıl vs.)’ye tarihlenmek, tarihine uzanmak, date from, date to, be dated to |
date from | tarihinden kalmak, tarihinden başlamak |
daunting | yıldırıcı, göz korkutucu, discouraging |
daytime | gündüz |
deadly | öldürücü, fatal |
deal with | 1) (bir ey)’i idare etmek, üstesinden gelmek, cope with, tackle, manage; 2) (bir ey)’i ele almak, ilgilenmek, get involved in, manage, zıt anl.; disregard, ignore |
dealings | iş, alışveriş, iş ilişkisi, ilişki, business, relations |
debate | tartışmak, müzakere etmek, argue, discuss |
debate | tartışma, müzakere, argument, discussion |
debilitate | kuvvetten düşürmek, zayıflatmak, takatini kesmek, incapacitate, undermine, weaken, zıt anl.; invigorate, strengthen |
debilitating | güçten düşüren, zayıflatan, incapacitating, zıt anl.; invigorating |
decade | on yıl |
decay | çürü(t)mek, decompose |
decay | 1) yıkılma, çürüme, bozulma, azalma, collapse, corrosion, degeneration, decline; 2) (radyoaktif) bozunma |
deceive | aldatmak, kandırmak, mislead, delude |
decent | saygın, makul, aklı başında, muntazam, respectable, acceptable, proper, zıt anl.; indecent |
deception | aldatma, aldanma, hile, düzen, deceit, fraud, zıt anl.; honesty |
deceptive | aldatıcı, yanıltıcı, false, misleading, zıt anl.; straightforward, upright |
decision | karar |
decisive | kesin, belirleyici, net, kararlı, definite, zıt anl.; indecisive, questionable |
decisively | kesin olarak, kararlı bir biçimde, certainly, determinately |
declaration | ilan, bildiri, announcement |
declare | ilan etmek, bildirmek, make known, announce, zıt anl.; deny, revoke |
decline | azalmak, düşmek, gerilemek, çökmek, drop, decay, deteriorate, zıt anl.; increase, progress, recover |
decline | azalma, düşüş, gerileme, çöküş, drop, decay, deterioration, zıt anl.; upturn, progress, recovery |
decrease | azal(t)mak, düş(ür)mek, eksil(t)mek, diminish, zıt anl.; increase |
dedicate to | vermek, adamak, devote to |
deduce from | (bir şey)’den (bir şey) anlamak, (anlam) çıkarmak, çıkarsamak, infer from, realize |
deduction | mantıksal çıkarım, mantık yürütülerek varılan yargı, implication |
deed | eylem, iş, fiil, achievement, action |
deem | saymak, addetmek, regard |
deeply | derinden, derinlemesine, profoundly, intensely, zıt anl. |
defeat (fiil ) | bozguna uğratmak, yenmek, overthrow |
defeat | bozgun, yenilgi, zıt anl.; victory |
defect | kusur, bozukluk, eksiklik, imperfection, deficiency, zıt anl.; excellence |
defective | kusurlu, bozuk, eksik, imperfect, deficient, zıt anl.; flawless, excellent |
defer | ertelemek, geciktirmek, put off, retard, zıt anl.; expedite |
defiantly | cüretkar / küstah / meydan okuyan bir şekilde, boldly, rebelliously |
deficiency | eksiklik, yetersizlik, kusur, inadequacy, insufficiency, shortage, zıt anl.; adequacy, sufficiency, excess |
deficit | açık, yetersizlik, inadequacy, shortage, zıt anl.; excess, surplus |
define | tanımlamak, specify, designate |
definite | kesin, net, certain, zıt anl.; indefinite |
degenerate | yozlaşmak, dejenere olmak, deteriorate |
degenerate | yozlaşmış, soysuz, dejenere, corrupt, deteriorated, zıt anl.; healthy |
degrade | düşürmek, kötüleştirmek, disgrace, put down, take down, zıt anl.; aggrade |
degree | büyüklük, derece (etki, bilgi vs.) |
delay | geciktirmek, ertelemek, hold up, slow down, postpone |
delay | gecikme, retardation |
delayed | gecikmiş, geç |
delegate | görevlendirmek, (bir işi) devretmek, commission, empower |
delegate | delege, temsilci |
deliberate | 1) kasıtlı, on purpose; 2) temkinli, careful |
deliberately | kasten, bile bile, intentionally, on purpose, zıt anl.; accidentally, unintentionally |
delicate | nazik, narin, hassas, fragile, subtle, tender, zıt anl.; tough, solid, rugged |
delight | sevinç, memnuniyet, keyif, joy, pleasure |
delight | sevindirmek, memnun etmek, keyif vermek, please |
deliver | teslim etmek, vermek, bırakmak, dağıtmak, mesaj iletmek, transfer, hand over, distribute, send, zıt anl.; keep, retain |
delivery | 1) teslim, dağıtım, handing over, distribution; 2) (bir annenin) bebek doğurması, doğum, giving birth |
demand | talep etmek, istemek, request, claim, call for |
demand | 1) talep, claim, request, zıt anl.; supply; 2) ihtiyaç, need; 3) durum, (bir durumun) gerektirdikleri, requirement |
demanding | (çok çaba, ilgi vs.) isteyen / bekleyen, zorlu (örn. a demanding job |
demolish | yok etmek, ortadan kaldırmak, destroy, exterminate, wipe out, zıt anl.; preserve, restore, construct |
demonstrate | kanıtlamak, göstermek, illustrate, depict |
denote | göstermek, belirtmek, anlamına gelmek, stand for, point to, mean |
denounce | kınamak, condemn, zıt anl.; praise |
dense | yoğun, sık |
densely | yoğun bir şekilde, heavily, zıt anl.; loosely, sparsely |
density | özkütle, yoğunluk (bir maddenin birim hacimdeki ağırlığı) |
deny | yadsımak, yalanlamak, reddetmek, yoksun bırakmak, refuse, reject, zıt anl.; admit, accept |
departure | 1) ayrılış, kalkış, leaving, take-off, moving out; 2) sapma, deviation, divergence |
depend on / upon | (bir şey)’e bağımlı / bağlı olmak, rely on, zıt anl.; be independent (from) |
dependent on | (bir şey)’e bağımlı, reliant (on), zıt anl.; independent, self-reliant |
depict | betimlemek, anlatmak, resmetmek, describe, picture |
depiction | betimleme, resmetme, description, picture |
deplete | tüketmek, bitirmek, exhaust, consume, zıt anl.; add, restock |
deploy | konuşlan(dır)mak,mevzilen(dir)mek, bir plana göre yerleş(tir)mek, position |
deposit | koymak, bırakmak, yığmak, place |
depressed | 1) morali bozuk, depresyonda, lowspirited; 2) azalmış, miktarı düşmüş, down |
deprivation | yoksunluk, mahrumiyet, lacking, zıt anl.; availability, surplus |
deprive of | (bir şey)’den yoksun bırakmak / mahrum etmek, strip of, zıt anl.; offer, supply with |
derive from | (bir şey)’den elde etmek / çıkarmak / türe(t)mek, obtain from, originate from |
descend | alçal(t)mak, in(dir)mek, lower, zıt anl.; ascend |
descend from | (bir kişi)’nin soyundan gelmek, originate from |
describe | betimlemek, resmetmek, anlatmak, depict, picture, explain |
description | betimleme, tarif, eşkal, depiction, picture |
desert | terk etmek, bırakmak, abandon, leave |
deserve | (iyi ya da kötü anlamda) hak etmek, layık olmak, earn |
deservedly | haklı olarak, hak ettiği gibi, justly |
design | dizayn etmek, tasarım yapmak, tasarlamak, geliştirmek, düzenlemek, formulate, invent, organise, devise |
design | dizayn, tasarım |
designate | 1) belirtmek, işaret etmek, specify; 2) atamak, görev vermek, assign |
desirable | arzulanır, çekici, cazip, preferred, attractive, zıt anl.; undesirable, unsuitable |
desire | istemek, arzu etmek |
desire | arzu, şiddetli istek |
desired | istenen, elde edilmesi amaçlanan, required, zıt anl.; undesired |
desolate | 1) terk edilmiş, ıssız, boş, abandoned; 2) harap, perişan, destroyed; 3) yalnız, kimsesiz, solitary |
desperate | 1) çaresiz, helpless; 2) ümitsiz, hopeless, zıt anl.; hopeful, promising |
despise | küçümsemek, hor görmek, adam yerine koymamak |
despite | (bir şey)’e karşın / rağmen, in spite of, regardless of |
destination | hedef, gidilecek yer, varış yeri |
destiny | kader, yazgı, talih, kısmet, fate |
destroy | yok etmek, ortadan kaldırmak, demolish, exterminate, wipe out, zıt anl.; preserve, restore, construct |
destruction | yıkım, yok etme, imha, extermination, zıt anl.; construction, renovation |
destructive | yıkıcı, zararlı, devastating, detrimental, zıt anl.; constructive, (This missile has sufficient destructive power to blow up a battleship. |
destructively | yıkıcı olarak, yıkıcı bir şekilde, damagingly, harmfully, zıt anl.; constructively |
detail | ayrıntı, detay |
detain | gözaltına almak, alıkoymak, apprehend, withhold, zıt anl.; release, liberate |
detect | ortaya çıkarmak, bulmak, fark etmek, keşfetmek, discover, identify |
detectable | bulunabilir, saptanabilir, noticeable |
detention | alıkoyma, engelleme, tutuklama, tevkif, restraint, custody, zıt anl.; release |
deter from | (bir şey)’den caydırmak / vazgeçirmek, discourage, inhibit, zıt anl.; encourage, promote |
deteriorate | bozulmak, kötüleşmek, decline, worsen, zıt anl.; recover |
deterioration | kötüleşme, bozulma, decline, worsening, zıt anl.; enhancement, improvement |
determine | 1) belirlemek, saptamak, establish, find out, calculate; 2) karar vermek, amaçlamak, decide, resolve, shape |
determined | kararlı, azimli, decisive, persistent, zıt anl.; irresolute, hesitating |
detract from | eksiltmek, (değerinden, öneminden, kalitesinden) düşürmek, belittle, lower, diminish |
detrimental | zararlı, harmful, damaging, zıt anl.; beneficial, helpful |
devastate | harap / perişan etmek, mahvetmek, destroy, ruin, zıt anl.; construct, restore |
devastating | yıkıcı, yok edici, harap edici, destructive, disastrous, zıt anl.; constructive |
developed | gelişmiş |
developing | gelişmekte olan |
development | ilerleme, gelişme, advancement, zıt anl.; regress |
deviation | sapma, ayrılma, diversion, variance, zıt anl.; conformity, uniformity |
device | alet, aygıt |
devious | dürüst olmayan, kaypak, sinsi, dolambaçlı, deceitful, insidious |
devise | tasarlamak, plan geliştirmek, düzenlemek, formulate, invent, organise, design, (It is necessary to devise a new computer program that will be easy for schoolchildren to learn. |
devoid of | (bir şey)’den yoksun / mahrum, lacking |
devote to | (bir şey)’e adamak / ayırmak, dedicate |
devoted | bağlı, kendini adamış, dedicated |
devoted to | (bir şey)’e adanmış / ayrılmış, dedicated to, (This land is devoted to mining. |
devoutly | içten, ciddi, kendini adamış, sincerely, devotedly |
diagnose | teşhis etmek / edilmek, tanı koy(ul)mak |
diagnosis | (çoğul: diagnoses) teşhis, tanı |
diagnostic | tanı, tanıyla ilgili |
dictate | zorla kabul ettirmek, emretmek, impose, command |
die down | hafiflemek, sönmeye yüz tutmak, azalmak, fade away |
die out | yok olmak, ortadan kalkmak, fade away, perish, zıt anl.; develop, expand, flourish |
differ from | (bir şey)’den farklı / değişik olmak, diverge from, zıt anl.; conform to, resemble |
differ | değişmek, farklılık göstermek, vary, diverge |
differ sharply | net / açıkça görülür bir şekilde farklılık göstermek |
differentiate | ayırmak, ayırt etmek, farklılaşmak, distinguish |
differing | birbirinden farklı, divergent |
difficulty | güçlük, zorluk, problem, trouble |
diffuse | yay(ıl)mak, dağıtmak, dağılmak, spread |
dimension | boyut, ölçü |
diminish | azal(t)mak, eksil(t)mek, decrease, zıt anl.; increase |
dire | 1) acil, çok ciddi, critical; 2) korkunç, dehşetli, berbat, dreadful, terrible, (Such an invasive interventionmay have dire consequences. |
direct | 1) yönlendirmek, guide; 2) talimat vermek, instruct |
direction | yön |
director | yönetici, idareci, yönetmen, manager |
disability | sakatlık, engel, maluliyet, handicap, invalidity |
disabled | sakat, engelli, handicapped |
disadvantage | dezavantaj, sakınca, drawback, inconvenience, zıt anl.; advantage, benefit |
disagree with | (bir şey / birisi) ile aynı fikirde olmamak, (deliller, veriler için) (bir şey) ile uyumlu olmamak, zıt anl.; agree with |
disagreement | anlaşmazlık, ihtilaf, çatışma, conflict, fight, zıt anl.; accord, peace |
disappear | ortadan kalkmak, yok olmak, kaybolmak, vanish, zıt anl.; appear, emerge |
disappearance | ortadan kalkma, yok olma, vanishing, zıt anl.; appearance, emergence |
disappointing | düş kırıklığı yaratan, discouraging, zıt anl.; encouraging, inspiring |
disappointingly | hayal kırıklığı yaratacak şekilde, discouragingly, zıt anl.; inspiringly |
disappointment | düş kırıklığı, discouragement, zıt anl.; fulfilment, success |
disapproval | onaylamama, doğru bulmama, itiraz, objection |
disapprove of | doğru bulmamak, onaylamamak, find unacceptable, zıt anl.; approve of |
disaster | felaket, yıkım, afet, catastrophe, tragedy |
disastrous | feci, yıkıcı, detrimental, terrible, zıt anl.; fortunate, successful |
discharge from | 1) (hastayı hastane)’den taburcu etmek; 2) tahliye etmek, release |
discharge | 1) (hasta için) taburcu olma; 2) tahliye, boşaltım, akma, release |
discipline | bilim dalı, disiplin |
disclose | açmak, ifşa etmek, açığa vurmak, reveal, display, zıt anl.; hide, conceal |
discontent | hoşnutsuzluk, memnuniyetsizlik, dissatisfaction, zıt anl.; contentment, satisfaction |
discontinue | kesmek, durdurmak, yarıda bırakmak, terk etmek, vazgeçmek, cease, quit, end, abandon, stop, zıt anl.; keep on, proceed, pursue, carry on, (The bank will discontinue its Saturday service. |
discourage | cesaretini / hevesini kırmak, gözünü korkutmak, deter, dissuade, zıt anl.; urge, encourage |
discouraging | cesaret kırıcı, unfavourable, zıt anl.; encouraging |
discover | keşfetmek, bulmak, ortaya çıkarmak, meydana çıkarmak, find |
discovery | keşif, buluş, bulgu |
discredit | gözden düşürmek, güvenini sarsmak, disapprove of, degrade, zıt anl.; praise, honor |
discretely | farklı bir şekilde, (birbirinden) ayrı olarak, distinctly, separately |
discriminate against | (aleyhine) ayrım(cılık) yapmak, disfavour, show prejudice against |
discrimination | ayrımcılık, ayrım yapma, bias, unfairness, zıt anl.; impartiality |
discuss | (bir konuyu) ele almak, görüşmek, tartışmak |
disdain | küçük / hor görmek, tepeden bakmak, scorn, zıt anl.; admire, praise |
disgust | iğrenme, tiksinti |
disgusting | iğrenç |
disintegrate | parçala(n)mak, böl(ün)mek, ufalanmak |
dismiss | göz ardı etmek, aklından çıkarmak, reddetmek, ignore, discard, reject |
dismissive | hafife alan, baştan savma, uninterested, zıt anl.; interested |
disorder | 1) bozukluk, hastalık, illness, ailment, zıt anl.; health; 2) düzensizlik, kargaşa, confusion, mess, trouble, chaos, turmoil, zıt anl.; order |
disoriented | yönünü kaybetmiş / şaşırmış |
disparity | eşitsizlik, farklılık, inequality, difference, zıt anl.; parity, equality |
dispense with | (bir şey)’siz yapmak, ihtiyaç duymamak, vazgeçmek, do away with, (We are dispensing with formalities. |
disperse | dağıtmak, yaymak, saçmak, disband, break up, zıt anl.; accumulate, gather |
display | göstermek, sergilemek, görüntülemek, show, illustrate, demonstrate |
disposal | (çöp vs.) atmak, (atık vs.) boşaltmak |
dispose of | 1) (bir şey)’i çöpe atmak, imha etmek, yok etmek, bertaraf etmek, get rid of; 2) (para, zaman vs.) (belirli bir biçimde) harcamak, elden çıkarmak, dağıtmak, consume, part with, zıt anl.; keep, save |
disposition | 1) yaradılış, mizaç, tabiat, temperament; 2) düzenleme, yerleştirme, tertip, düzen, dağılım, arrangement |
disproportionate | oransız, aşırı, unbalanced, excessive, zıt anl.; proportionate, balanced |
disprove | aksini kanıtlamak, invalidate, zıt anl.; prove, confirm |
dispute | 1) doğruluğundan kuşku duymak, doubt, question; 2) tartışmak, argue |
dispute | anlaşmazlık, uyuşmazlık, tartışma, çekişme, controversy, argument, zıt anl.; agreement, understanding |
disregard | hiçe saymak, boş vermek, aldırmamak, ignore, overlook, zıt anl.; consider, pay attention |
disrupt | bozulmasına yol açmak, altüst etmek, aksatmak, disturb, spoil, upset, zıt anl.; arrange, organise |
disruption | aksama, kesilme, failure, collapse, zıt anl.; success |
disruptive | aksatan, kargaşaya yol açan, yıkıcı, disorderly, troublesome, chaotic, zıt anl.; disciplined |
dissatisfied with | (bir şey)’den hoşnut / tatmin olmayan, disappointed, displeased, zıt anl.; satisfied |
dissatisfy | hoşnut / tatmin etmemek, disappoint, displease, zıt anl.; satisfy |
disseminate | (bir fikir, haber vs.) yaymak, spread, circulate, (The more widely the facts about AIDS are disseminated, the better our chances of halting the epidemic. |
dissipation | yay(ıl)ma, dağılma, saç(ıl)ma, dispersion |
distance | uzaklık, mesafe |
distant | uzak mesafedeki, uzak, remote, far away, zıt anl.; near |
distinct | ayrı, belirgin, farklı, müstakil, separate, apparent, discrete, zıt anl.; similar, associated |
distinction | 1) ayırt etme, differentiation; 2) fark, üstünlük, superiority, peculiarity, zıt anl.; resemblance, similarity |
distinctive | tipik, kendine özgü, kolaylıkla ayırt edilebilen, characteristic, zıt anl.; ordinary |
distinctly | açık / belirgin bir şekilde, clearly |
distinguish between | (iki kişinin ya da şeyin) arasında ayrım yapmak, ayırmak, ayırt etmek, recognize, identify, tell (the difference) |
distinguishable | ayırt edilebilir, recognizable |
distinguished | seçkin, güzide, remarkable, prominent, zıt anl.; common, ordinary |
distort | biçimini bozmak, çarpıtmak, deform |
distorted | çarpıtılmış, deformed |
distract | (dikkati) başka tarafa çekmek, meşgul etmek, confuse, disturb, zıt anl.; concentrate |
distraction | dikkat dağılması, disturbance, zıt anl.; concentration |
distress | üzüntü, acı, endişe, misery, pain, worry, zıt anl.; alleviation, comfort, relief |
distressing | üzücü, acı verici, disturbing, worrisome |
distribute | dağıtmak, bölüştürmek, allot, hand out |
district | mıntıka, bölge, yöre, area, region, distrust |
disturb | endişelendirmek, rahatsız etmek, huzurunu kaçırmak, bother, annoy, zıt anl.; calm, comfort |
disturbance | 1) kargaşa, çalkalanma, düzeni bozucu şey, turmoil, zıt anl.; order, stillness; 2) (uykuda) bozukluk / düzensizlik, interference |
disturbed | sıkıntıda, rahatsız |
disturbing | rahatsız edici, endişe verici, annoying, troublesome, zıt anl.; comforting |
disturbingly | rahatsız edici bir şekilde, alarmingly, dreadfully |
disunite | ayırmak, separate, sever, zıt anl.; unite, connect |
disuse | kullanmayı kesmek / bırakmak |
diverge | ayrılmak, (birbirinden) uzaklaşmak, sapmak, farklı olmak, branch off, deviate, zıt anl.; converge, unite |
diverse | çeşitli, farklı, different, various |
diversely | çeşitli şekillerde, variously |
diversify | çeşitlendirmek, farklılaştırmak, spread out, zıt anl.; narrow down |
diversity | çeşitlilik, farklılık, variety, assortment, zıt anl.; uniformity |
divide | böl(ün)me, split, zıt anl.; join |
divorce | ayırmak, ayrılmak, boşa(n)mak, separate, sever, zıt anl.; unite |
do away with | ortadan kaldırmak, eliminate |
do good | yaramak, iyi gelmek |
do one’s best | elinden geleni(n en iyisini) yapmak, do the best one can |
do well by | (bir şey) için iyi etmek, iyi yapmak, durumu iyi olmak, come along, recover, flourish, zıt anl.; fall back, fail |
do with | yetinmek, baş etmek, manage with, put up with |
do without | (bir şey) olmadan idare etmek, muhtaç olmamak |
documentary | belgesel |
dominance | egemenlik, hakimiyet, üstünlük |
dominant | başat, üstün, egemen, presiding, controlling, zıt anl.; inferior, recessive |
dominate | hakim / egemen olmak, govern, prevail |
dominion | egemenlik, hakimiyet, sovereignty |
donate | bağışlamak, hibe etmek, bestow on / upon, zıt anl.; retain, withdraw |
dormant | uykuda, sleeping, inactive |
dot | nokta, benek |
doubt | şüphe, kuşku |
doubtful | şüpheli, kuşkulu, dubious, zıt anl.; undoubted, certain |
downfall | çöküş, yıkılış, düşüş, collapse, destruction |
draft | 1) taslak, outline, sketch; 2) geminin su çekimi (yüzer haldeyken, su seviyesinden geminin en alt noktasına kadar olan toplam yükseklik), draught (draft okunur) |
drag on | uzayıp gitmek, (uzun zamandır) sürmek, keep going, zıt anl.; shorten, curtail |
dramatic | 1) dramatik, çarpıcı, striking, remarkable, sensational, zıt anl.; unexciting; 2) çok yüksek miktarda, heavy, zıt anl.; mild |
dramatically | dramatik / çarpıcı bir biçimde, strikingly, sensationally, zıt anl.; unexcitingly, undramatically |
drastic | şiddetli ve çabuk etki eden, sert, şiddetli, severe, dire, zıt anl.; mild, modest |
drastically | radikal şekilde, büyük ölçüde, sert şekilde, hugely, zıt anl.; mildly |
draw | 1) (çizgi, şekil vs.) çizmek; 2) almak, elde etmek, extract; 3) çekmek, pull, zıt anl.; push, repel |
draw a conclusion | sonuç çıkarmak |
draw attention to | (bir şey)’e ilgi / dikkat çekmek, attract attention to |
draw in | içine çekmek, pull in |
draw the line at | (bir şey)’e sınır koymak |
draw up | 1) kaleme almak, write out; 2) (bir araç vs. için) bir yerde durmak, (kenara vs.) çekmek, come to a stop |
drawback | sakınca, mahzur, dezavantaj, disadvantage, setback, inconvenience, zıt anl.; advantage, convenience |
drift | sürüklenmek |
drive | 1) hareket ettirmek, döndürmek, move, turn; 2) sevk etmek, tahrik etmek, urge, impel, zıt anl.; inhibit |
drive off | kovmak, defetmek, chase away, dispel |
drive out | çıkarmak, yerinden oynatmak |
driven by | (bir şey ya da biri tarafından) güdümlenmiş |
drop off | uykuya dalmak, fall asleep |
drought | kuraklık |
drug | 1) ilaç, ecza, medication; 2) uyuşturucu madde |
dubious | kuşkulu, şüpheli, belirsiz, kararsız, doubtful, unreliable, zıt anl.; certain, definite |
due | zamanı / vadesi gelmiş, mature |
due to | nedeniyle, because of, owing to, on account of |
dull | 1) sıkıcı, donuk, duygusuz, tekdüze, boring, zıt anl.; interesting; 2) anlama güçlüğü çeken, dumb, dense, zıt anl.; bright, sharp |
duplicate | kopyalamak, aynısını yapmak, copy |
durability | dayanıklılık |
durable | dayanıklı, sağlam, sturdy, long-lasting, zıt anl.; fragile |
duration | süre, süreklilik, term, continuity, (Amazingly, the boy lay quietly through the whole duration of the physical examination. |
dysfunction (ya da disfunction) | bir organın görevini yapmaması, disorder |
eager | istekli, gönüllü, willing, keen, ready, zıt anl.; reluctant, unwilling |
eagerly | istekli / hevesli bir şekilde, willingly, keenly, zıt anl.; reluctantly, unenthusiastically |
early | erken, (tarihsel olarak) önce gelen, zıt anl.; late |
earn | (para, hak vs.) kazanmak, edinmek, hak etmek, gain, zıt anl.; lose |
earthquake | deprem |
ease | 1) kolaylaştırmak, sıkıntıdan kurtarmak, improve, facilitate, simplify, zıt anl.; aggravate, worsen; 2) gerilemek, çekilmek; 3) gevşemek, baskıyı azaltmak |
easygoing | uysal, rahat, mild, gentle, zıt anl.; fractious |
edge | kenar, sınır, yan, border |
edible | yenilebilir, yemeye uygun |
edit | redaksiyon yapmak, inceleyerek küçük değişiklikler yapmak, alter, modify |
educational | eğitici |
effect | yerine getirmek, gerçekleştirmek, başarmak, carry out, actualise, perform, zıt anl.; fail |
effect | etki, sonuç, influence, outcome |
effective | 1) verimli, randımanlı, etkili, efficient, powerful, zıt anl.; inefficient, ineffective; 2) yürürlükte; 3) efektif, gerçek, fiili, actual |
effectively | etkin / verimli bir şekilde, efficiently, zıt anl.; ineffectively, inefficiently |
effectiveness | 1) etki, nüfuz / etki derecesi, efficiency, power, zıt anl.; ineffectiveness, inefficiency; 2) etkinlik, yararlılık, istenilen etkiyi üretme güç veya kapasitesi, efficacy, zıt anl.; inefficacy, inefficiency |
efficacy | etkinlik, yararlılık, istenilen etkiyi üretme güç veya kapasitesi, effectiveness, zıt anl.; inefficacy, inefficiency |
efficiency | (çalışmada, işte) verim, etkinlik, productivity, effectiveness, zıt anl.; inefficiency |
efficient | verimli, randımanlı, etkin, effective, zıt anl.; inefficient, ineffective |
efficiently | etkin / verimli bir şekilde, effectively, zıt anl.; inefficiently |
effort | çaba, gayret, hard work |
elaborate (sıfat) | karmaşık, girift, ayrıntılı, intricate, zıt anl.; simple |
elastic | esnek, flexible, zıt anl.; rigid |
elder | (iki kardeş ya da kişiden) daha yaşlı / daha büyük (olan) |
election | seçim, seç(il)me, (parliamentary election |
elementary | temel |
elevate | yükseltmek, arttırmak, raise |
elevated | art(tırıl)mış, yüksek, yükseltilmiş |
eligible | uygun, (seçilmeye) elverişli, gerekli koşullara sahip, suitable, (According to the exclusion criteria of the survey, five cases were not found eligible due to their diabetes problem. |
eliminate | ortadan kaldırmak, yok etmek, gidermek, elemek, eradicate, cut out, (Poverty must be eliminated. |
elimination | eleme, çıkarma, discharge, deduction, zıt anl.; inclusion |
elsewhere | başka yer / yerde / yere |
elude | kaçmak, kaçınmak, (bir şey)’den sıyrılmak, escape, evade |
embark on / upon | girişmek, başlamak, begin, engage in, zıt anl.; cease, end |
embarrassed | utanan, mahçup, uncomfortable |
emerge | çıkmak, meydana çıkmak, appear, arise, come forth, zıt anl.; disappear, fade |
emergence | ortaya çıkma, appearance, zıt anl.; disappearance |
emergency | acil durum, urgency |
emerging | yükselen, gelişen, ortaya çıkan, arising, zıt anl.; fading |
emigrant | ülkeyi / kenti terk eden göçmen, zıt anl.; immigrant |
emigrate | göç ile ülkeyi / kenti terk etmek, move out, zıt anl.; immigrate |
emigration | göç ile ülkeyi / kenti terk etme, zıt anl.; immigration |
emission | dışarı ver(il)me, yay(ıl)ma, (gaz vs. için) sal(ın)ma |
emit | dışarı vermek, göndermek, yaymak, çıkarmak, discharge, zıt anl.; absorb |
emotion | duygu, his, heyecan, feeling, sentiment |
emotional | duygusal, duygulu, passionate, sentimental, zıt anl.; cold, unemotional |
emotionally | duygusal olarak, duygusal yönde |
emphasis | (çoğul: emphases) önem, vurgu, importance, significance |
emphasise | vurgulamak, altını çizmek, stress, underline |
emphatic | 1) ısrarlı; 2) göze çarpan, vurgulu |
employ | 1) kullanmak, yararlanmak, use, utilize; 2) çalıştırmak, istihdam etmek, iş vermek, işe almak, hire, recruit, zıt anl.; fire |
empower | yetki / izin vermek |
enable | sağlamak, imkân vermek, mümkün kılmak, yetki vermek, allow, let, empower, ensure, make it possible, zıt anl.; forbid, hinder, (New techniques enable surgeons to open and repair the heart. |
encircle | çevrelemek |
enclosed | kapalı, kapatılmış |
encompass | kuşatmak, sarmak, etrafını çevirmek, içine almak, cover, include |
encounter | karşı karşıya gelmek, rastlamak, face, come across |
encounter | karşılaşma, yüz yüze gelme |
encourage | teşvik etmek, özendirmek, cesaret vermek, yüreklendirmek, promote, zıt anl.; deter, discourage |
encouragement | teşvik, özendirme, yüreklendirme, zıt anl.; discouragement |
encouraging | umut verici, özendirici, yüreklendirici, favourable, promising, zıt anl.; discouraging, unfavourable |
end in | (bir şey) ile sonuçlanmak, result in |
end up | sonunda (bir şey) olmak, sonunda (bir şey / yer)’e varmak, kendini (bir yer)’de bulmak |
endanger | tehlikeye düşürmek, riske atmak, jeopardise, risk, zıt anl.; save, aid |
endangered | tehdit altındaki |
endeavour | çabalamak, gayret etmek, struggle, try |
endeavour | çaba, gayret, uğraşı, mücadele, effort, struggle |
endure | dayanmak, katlanmak, çekmek, bear |
enforce | 1) kuvvetlendirmek, takviye etmek, strengthen; 2) mecbur etmek, (uymaya) zorlamak, uygulamak, yerine getirmek, impose, prosecute |
engage | 1) işe almak, tutmak, angaje etmek, employ; 2) kullanıma / işin içine sokmak, put to use, bring into action; 3) (vites, dişli vs. için) (birbirine) geçmek |
engage in | (bir şey) ile meşgul olmak, be involved in |
engaged | kullanımda, çalışır vaziyette |
engender | doğurmak, yaratmak, yol açmak, produce, create, bring about |
enhance | arttırmak, yükseltmek, çoğaltmak, geliştirmek, zenginleştirmek, çeşitlendirmek, make better, increase, improve, zıt anl.; decrease, weaken |
enhanced | gelişmiş |
enjoy | (bir şey)’in tadını / keyfini çıkarmak |
enlarge | büyü(t)mek, genişle(t)mek, amplify, broaden, zıt anl.; reduce, diminish |
enlargement | büyütme, genişletme, broadening, zıt anl.; reduction |
enlighten | aydınlatmak, bilgilendirmek, explain, advise, educate |
enormous | muazzam, çok büyük, tremendous, immense, huge, zıt anl.; tiny, little, insignificant |
enormously | muazzam bir şekilde, çok büyük miktarlarda, immensely, zıt anl.; minimally |
enough | yeterince, adequate, sufficient, zıt anl.; inadequate, insufficient |
enrich | zenginleştirmek, improve |
ensure | garanti etmek, sağlamak, temin etmek, make it possible, secure, guarantee, (Taking vitamin pills does not necessarily ensure good health. |
entail | içermek, gerektirmek, involve, require |
entangle | karıştırmak, dolaştırmak, karmakarışık etmek, snarl, complicate |
entertain | eğlendirmek, meşgul etmek |
enthusiasm | şevk, istek, heves, eagerness, willingness, zıt anl.; reluctance |
enthusiastic | şevkli, hararetli, heyecanlı, excited, devoted, zıt anl.; disinterested |
entire | tüm, bütün, complete, whole, zıt anl.; partial, (an entire generation |
entirely | tümüyle, tamamen, completely, totally, zıt anl.; partially, (When he came back to his hometown, he noticed that the place was entirely different from what he had left two decades ago. |
entrance | giriş, entry |
entry | giriş |
enviable | gıpta edilecek, desirable, zıt anl.; unenviable, unfavourable |
environment | çevre, ortam |
envision | zihninde canlandırmak, tasavvur etmek, visualize, envisage |
envy | kıskanmak, imrenmek, be jealous of |
envy | kıskançlık, haset, gıpta, jealousy |
epidemic | salgın hastalık, salgın |
equality | eşitlik, denklik, zıt anl.; inequality |
equate | eşit saymak, eşitlemek |
equip | donatmak, furnish |
equivalent to | (bir şey)’e eşit / eşdeğer, same, alike, zıt anl.; different, unequal |
era | devir, çağ, dönem, period |
eradicate | yıkmak, yok etmek, ortadan kaldırmak, eliminate, exterminate, wipe out, demolish, destroy, zıt anl.; construct, preserve, restore |
erect | dikmek, kurmak, inşa etmek, build, put up, zıt anl.; demolish, destroy |
erode | aşın(dır)mak, erozyona uğramak / uğratmak, kemirmek |
erosion | aşınma, erozyon, deterioration, attrition |
error | 1) defekt, hata, defect; 2) yanlış, yanlışlık, mistake |
escape | kaçmak, firar etmek, flee, break out |
escape | kaçış, firar, flee, breakout |
especially | özellikle, özel olarak, particularly, in particular, specifically, zıt anl.; generally, in general |
essence | öz, temel, asıl, core |
essential | 1) asıl, esas, temel, fundamental, zıt anl.; incidental, peripheral; 2) gerekli, zaruri, crucial, vital |
essentially | aslında, esas itibariyle, primarily, fundamentally, actually |
establish | 1) oluşturmak, oturtmak, form, found, lay down, constitute; 2) saptamak, tespit etmek, authenticate, verify, show, prove; 3) kurmak, tesis etmek, institute, found, set up |
establishment | 1) kur(ul)ma, tesis etme / edilme, foundation; 2) kuruluş, enterprise |
estimate | tahmin etmek, kestirmek, guess, reckon |
estimated | tahmini, predicted |
estimation | tahmin, kanı, guess, belief |
ethical | ahlaki, ahlakla ilgili, (The doctor had no ethical objection to drinking but he simply said that it was unhealthy. |
ethically | etik olarak, ahlaki değerler bakımından, morally |
evacuate | tahliye etmek, boşaltmak, vacate |
evaluate | değerlendirmek, değer biçmek, hesaplamak, assess, appraise |
evaluation | değerlendirme, assessment, appraisal |
even so | bununla birlikte, her şeye rağmen, yine de, however, nonetheless, nevertheless |
even wider | daha da geniş çaplı, daha da yaygın |
evenly | eşit şekilde, dengeli şekilde, zıt anl.; unevenly, uniformly |
event | olay, hadise, incident |
eventual | daha sonraki, nihai, future, consequent |
eventually | sonunda, nihayet, at last, finally |
ever | her seferinde artan / azalan bir şekilde |
evidence | belirti, delil, gösterge, işaret, indication, hint, proof, clue |
evident | açık, belli, apparent, clear, zıt anl.; concealed, obscure |
evoke | (bir duygu) uyandırmak, aklına getirmek, çağrıştırmak, recall, stimulate |
evolve | (uzun bir zaman diliminde) geliş(tir)mek, evrim geçirmek, progress, develop |
exact (sıfat) | kesin, kusursuz, tam, accurate, precise, zıt anl.; inaccurate |
exactly | tam olarak, tamı tamına, precisely, accurately, zıt anl.; roughly |
exactness | kesinlik, kusursuzluk, accuracy, precision, zıt anl.; inaccuracy, inexactness |
exaggerate | abartmak, gözünde büyütmek, overemphasise, zıt anl.; underestimate |
examination | inceleme, denetim, teftiş, inspection |
examine | 1) dikkatle gözden geçirmek, incelemek; 2) muayene etmek |
excavate | kazı / hafriyat yapmak, kazıp ortaya çıkarmak, unearth, zıt anl.; bury |
exceed | aşmak, (limit / miktar vs.)’nin üzerine çıkmak, taşmak, fazla gelmek, surpass, go beyond, be more than necessary, zıt anl.; fall behind (of), be less than, be inferior to |
exceedingly | aşırı bir şekilde, son derece, ihtiyaçtan çok fazla bir şekilde, extremely, passing, zıt anl. |
excel in | 1) (bir konuda) başarılı olmak, be successful in / at; 2) üstün olmak, surpass, outperform, zıt anl.; be inferior |
excellent | mükemmel, perfect |
except | haricinde, dışında |
exception | istisna, (An exception to the rule. |
exceptional | olağandışı, istisnai, unusual, extraordinary, zıt anl.; ordinary, (General principles should not be based on exceptional cases. |
exceptionally | olağandışı / istisnai bir şekilde, extremely, zıt anl.; slightly, moderately |
excess | aşırılık, fazlalık, artık, surplus, zıt anl.; shortage |
excess (sıfat) | aşırı, (haddinden) fazla, (He is trying to lose excess weight. |
excessive | aşırı miktarda, fazla, toomuch, redundant, zıt anl.; moderate, reasonable |
excessively | aşırı derecede, overly, redundantly, zıt anl. |
exchange | değiş tokuş etmek, alış veriş etmek, trade, swap |
excited | heyecanlı, rahat durmayan, zıt anl.; calm |
excitement | heyecan |
exciting | heyecan verici, zıt anl.; unexciting |
exclude | çıkarmak, dahil etmemek, dışarda bırakmak, hariç turmak, leave out, zıt anl.; include |
exclusive | 1) (kişiye, kuruluşa vs.) özel, sadece belli bir zümreye açık, restricted, zıt anl.; open, public, shared; 2) dışta bırakan; 3) tam / bütün (bölünmemiş veya paylaşılmayan), complete |
exclusively | sadece, yalnızca, solely, entirely |
excuse | mazur görmek, bağışlamak, pardon, forgive, zıt anl.; blame with, accuse of |
execute | uygulamak, yerine getirmek, (cezayı / kişiyi) infaz etmek, carry out |
execution | uygulama, yerine getirme, yapma, infaz etme, completion, realisation |
exemplify | örnek olmak / sunmak, örneğiyle açıklamak |
exemption from | (bir vergi vs.)’denmuafiyet, bağışıklık, immunity to |
exertion | çaba, gayret, emek, effort |
exhaust | gücünü tüketmek, wear out, impoverish, zıt anl.; revive, invigorate |
exhausted | bitmiş, tükenmiş |
exhausting | yorucu, bitap düşürücü, very tiring, zıt anl.; refreshing |
exhibit | sergilemek, göstermek, ibraz etmek, teşhir etmek, reveal, illustrate, present, zıt anl.; conceal, cover, hide |
exhibition | sergi, display, show |
exist | var olmak, bulunmak, mevcut olmak, be present |
existence | varlık, mevcudiyet, (bir şey)’in var olması, var oluş, presence, zıt anl.; absence |
existing | var olan, hali hazırda bulunan, present, current |
expand | genişle(t)mek, büyü(t)mek, extend, broaden, zıt anl.; shrink, contract, compress |
expanding | genişleyen |
expansion | genişle(t)me, büyü(t)me, development, growth |
expansive | geniş, engin, yayılıp genişlemeye elverişli, yaygın, kapsamlı, extensive, zıt anl.; narrow |
expect | 1) beklemek, beklenti içinde olmak, anticipate; 2) tahmin etmek, kestirmek, predict |
expectation | beklenti, anticipation |
expected | olması beklenen, umulan, predicted, foreseen, anticipated |
expenditure | gider, harca(n)ma, masraf, expense, zıt anl.; income |
expense | masraf, harcama, expenditure |
experience | (bir dönemden) geçmek, yaşamak, go through, undergo, zıt anl.; avoid |
experience | deneyim, tecrübe |
experienced | deneyimli, tecrübeli, zıt anl.; inexperienced |
experiment | deney |
experimental | deneye dayanan, deneysel |
expert | uzman |
explanation | açıklama, izahat, clarification |
explicit | belirli, açık, definite, specific, zıt anl.; ambiguous, unclear |
explicitly | tam ve açık bir biçimde, expressly, zıt anl.; implicitly |
exploit | 1) (kendi çıkarı için) kullanmak, yararlanmak, utilize, (The opposition aims to exploit the economic crisis. |
exploration | araştırma, inceleme, keşif |
explore | (keşif için) dolaşmak, araştırmak, incelemek, search, examine |
explorer | kaşif |
explosive | patlayıcı |
expose | açığa çıkarmak, reveal, uncover, zıt anl.; shroud, conceal |
expose to | (bir şey)’e maruz bırakmak, (bir şey)’in etkisine açık bırakmak, make prone to, zıt anl.; protect from, shield from |
express | ifade etmek, anlatmak, beyan etmek, state, articulate |
expression | ifade, deyim, anlatım, dışavurum, exposition |
expressive | anlamlı,manalı, açıklayıcı, meaningful, indicative, zıt anl.; expressionless |
expressly | açıkça, clearly |
extend | uza(t)mak, sürmek, prolong, protrude, zıt anl.; shorten |
extended | uzun süren, long, zıt anl.; short |
extension | büyüme, genişleme, uzatma, development, expansion, zıt anl.; curtailment, shrinkage |
extensive | yaygın, geniş çaplı, kapsamlı, comprehensive, zıt anl.; limited, narrow |
extensively | büyük miktarda, yaygın bir şekilde, largely, substantially, comprehensively, zıt anl.; partly, narrowly |
extent | 1) tamamı, bütünü; 2) kapsam, oran, büyüklük, derece, degree |
exterior | dış, dış yüzey, zıt anl.; interior |
exterminate | imha etmek, yok etmek, eradicate, destroy |
external | dış / harici, zıt anl.; internal |
externalise | dışa vurmak, nesnelleştirmek |
extinction | soyu / nesli tükenme, yok olma, (They think a meteor caused the extinction of the dinosaurs. |
extinguish | 1) öldürmek, yok etmek, kill, eliminate, zıt anl.; build, create; 2) söndürmek, put out, zıt anl.; ignite, light |
extort | (para) sızdırmak, (haraç) almak, zorla veya gözdağı vererek almak, squeeze |
extraordinary | olağanüstü, fevkalade, exceptional, outstanding, zıt anl.; common, usual, ordinary |
extravagance | israf, savurganlık, aşırılık, wastefulness, exaggeration, zıt anl.; economy, thrift |
extravagant | tutumlu olmayan, savurgan, thriftless, zıt anl.; thrifty |
extravagantly | müsrifçe, aşırı, savurganca, abundantly, bountifully, zıt anl.; sparingly |
extreme | aşırı boyutta, ekstrem, çok fazla, maximal, utmost, uttermost, zıt anl.; mild, moderate |
extremely | aşırı şekilde, çok, maximally, zıt anl.; mildly,moderately |
extremity | son, uç nokta, frontier, limit, zıt anl.; minimum |
face | (birisi / bir şey) ile karşı karşıya gelmek, yüzleşmek, yüz yüze gelmek, (birisi / bir şey)’in karşısına çıkmak, confront, encounter, challenge, zıt anl.; avoid, evade, retreat (from) |
facilitate | kolaylaştırmak, bir şeyin olma ihtimalini arttırmak, alleviate, help, zıt anl.; worsen, hamper, impede, (You could facilitate the process by sharing your knowledge with us. |
facility | 1) tesisat, tesis; 2) kolaylık, imkan, (özel bir) hizmet |
fact | gerçek, var olan olgu |
fail | 1) bozulmak, çalışmaz hale gelmek, break; 2) başarısız olmak, be unsuccessful, zıt anl.; succeed, achieve |
failing | kusur, zaaf, çöküş, gerileme, yetersizlik, weakness, flaw |
failure | yetersizlik, yetmezlik, bozukluk, malfunction |
fair | (derece, not vs. için) orta, ne iyi, ne kötü, average, mediocre |
fairly | 1) oldukça, somewhat, quite, zıt anl.; extremely; 2) adilce, justly, equitably, zıt anl.; unfairly |
faithfully | sadakatle, vefakarca, devotedly |
fall | düşmek, azalmak, decrease |
fall | 1) düşüş, çöküş; 2) meyil, decline; 3) sonbahar, autumn |
fall behind | geri kalmak, lag behind, zıt anl.; lead, outperform |
fall into disfavour | gözden düşmek, rağbet görmemek, fall into disrepute |
fall into disrepute | adı kötüye çıkmak, gözden düşmek, fall into disfavour |
fall short of expectations | bekleneni karşılamamak |
false | sahte, güvenilmez, yanlış, hatalı, wrong, unreal, fake, zıt anl.; real, genuine |
falsify | çarpıtmak, tahrif etmek, misrepresent |
fame | ün, şöhret, reputation |
famed | ünlü, famous |
familiar | alışıldık, bildik, aşina, common, known, acquainted, zıt anl.; unfamiliar, (The older I grow, the more I distrust the familiar doctrine that age brings wisdom. |
familiar with | (bir şey)’e aşina / alışkın |
familiarize with | 1) (bir kişi / bir şey)’i tanıtmak, bilgilendirmek, inform; 2) (bir kişiyi bir şey)’e alıştırmak, acquaint with |
familiarly | tanıdık / bildik / aşina bir şekilde, zıt anl.; unfamiliarly |
famine | kıtlık, açlık |
far | çok daha, much (more) |
far behind | çok gerisinde, way behind |
far below | çok çok altında |
far better | çok daha iyi, much better |
far beyond | çok aşkın, çok ilerisinde, way ahead |
far exceed | (her hangi bir şeyi miktar vs. açısından) kat kat aşmak, (bir değer vs.)’nin fazlasına sahip olmak |
far from | (bir şey olmak)’tan çok uzak |
far greater | çok daha fazla / büyük |
far less | çok daha az |
far more | çok daha fazla, much more |
far more often | çok daha sık |
far too | aşırı, normal olandan çok daha (fazla) |
far too much | aşırı miktarda |
far-fetched | gerçek payı çok az olan, uydurma, doubtful, unconvincing, zıt anl.; likely, realistic |
far-flung | çok yaygın, uzak yerlere yayılmış |
far-off | uzak, sapa, distant, zıt anl.; close, near |
far-reaching | geniş kapsamlı |
fascinating | çok ilginç, etkileyici, büyüleyici, interesting, attractive, zıt anl.; boring, dull |
fasten | bağlamak, tutturmak, iliştirmek, affix, attach |
fatal | ölümcül, vahim, deadly, mortal, (A hospital spokesman said that the minister had suffered a fatal heart attack. |
fate | akıbet, yazgı, kader, destiny |
faultless | kusursuz, flawless, perfect, zıt anl.; faulty, imperfect |
faulty | kusurlu, defolu, defective, imperfect, zıt anl.; flawless, perfect |
favour | 1) tarafını tutmak, kayırmak, lehin(d)e olmak, tercih etmek, fancy, prefer, zıt anl.; dislike; 2) meydana gelme ihtimalini arttırmak, kolaylaştırmak, encourage |
favour | 1) beğenme, sevgi, sempati; 2) iyilik, lütuf |
favourable | avantajlı, uygun, advantageous, zıt anl.; unfavourable |
favourably | olumlu biçimde, approvingly, positively, zıt anl.; unfavourably |
favoured | tutulan, beğenilen |
feasible | (örn. ekonomik veya pratik olarak) yapılabilir, uygulanabilir, beneficial, practicable, worthwhile, zıt anl.; unfeasible, impractical |
feature | 1) özellik, ayırıcı / belirgin nitelik, property, characteristic, element; 2) (bir toprak parçası ya da harita üzerindeki yol, tümsek gibi) işaret |
feedback | geri bildirim, response |
feel the urge to do smt | bir şey yapmak için kuvvetli istek duymak, be tempted to |
feel up to | (kendini bir şey)’i yapacak kadar güçlü hissetmek |
female | dişi, zıt anl.; male |
fertile | verimli, bereketli, prolific, productive, zıt anl.; infertile, fruitless |
fertility | 1) verimlilik, bereketlilik, productivity; 2) doğurganlık, kısır olmama |
fiction | kurgu, roman ve hikaye edebiyatı, zıt anl.; non-fiction |
fierce | şiddetli, sert, brutal, violent, zıt anl.; tame, gentle |
fight | dövüşmek, savaşmak, mücadele etmek, struggle |
fight off | püskürtmek, yanına yaklaştırmamak, drive back, repel |
fight out | (bir sonuç çıkıncaya dek) savaşmak, dövüşmek |
figure | 1) rakam, sayı, number; 2) şekil, shape |
figure out | düşünerek ve hesap yaparak (cevabı vs.) ortaya çıkarmak |
fill in | 1) tamamen doldurmak; 2) (boşluk) doldurmak, yazmak, write out |
fill out | (form vs.) doldurmak, fill in, complete |
final | son, nihai, last, zıt anl.; first |
find no way | çare bulamamak |
finding | bulgu |
fingerprint | parmak izi |
finite | sonu olan, sınırlı, ölçülebilir, limited, zıt anl.; infinite |
firm (sıfat) | sıkı, sert, sağlam, katı, rigid, solid, zıt anl.; flexible |
firmly | kararlılıkla, ödün vermez biçimde, sıkıca, sağlam bir şekilde, tightly, strongly, zıt anl.; loosely, (Our government is firmly committed to eradicatingmalaria. |
fit in with | 1) (bir şey)’e uymak / uygun düşmek, be suited to; 2) (bir yere, gruba vs.) ait olmak, belong to |
fit to | bağdaşmak, uymak, match, suit |
fix | onarmak, repair |
fixed | sabit, constant, zıt anl.; variable |
flare up | 1) (ateş için) parlamak, erupt; 2) (fırtına için) patlamak, break out; 3) (hastalık için) birden alevlenmek, aniden ortaya çıkmak, intensify suddenly |
flatten | dümdüz etmek, yerle bir etmek |
flaw | kusur, defo, zayıflık, fault, (Beautiful scenery does not make up for the flaws of this film. |
flawed | hatalı, kusurlu, erroneous, zıt anl.; flawless, perfect |
flawless | kusursuz, noksansız, faultless, perfect, zıt anl.; faulty, defective, flawed |
flee | kaçmak, firar etmek, run away, escape |
flexibility | esneklik |
flexible | esnek, elastiki, gevşek, tolerant, adjustable, elastic, relaxed, zıt anl.; inflexible, rigid |
flood | 1) su altında bırakmak, swamp; 2) (görüntü, anı vs. için) aklına üşüşmek |
floor | (vadi, deniz için) taban |
flourish | gelişmek, büyümek, ilerlemek, grow, develop, zıt anl.; fade |
flow | akmak, run |
flow | akış, akım, debi, stream |
fluctuate | inip çıkmak, değişmek, dalgalanmak, alternate, vary |
fluctuating | inip çıkan, değişen, dalgalanan, alternating, variable |
fluctuation | dalgalanma, oynama, inip çıkma |
fluent | akıcı, açık, pürüzsüz |
focus on / upon | üzerinde / üzerine odaklanmak, yoğunlaşmak, ağırlık vermek, concentrate on |
focus | (çoğul: (edebi kullanımda) focuses, (bilimsel kullanımda) foci) odak noktası |
follow | izlemek, takip etmek, track |
follow up | 1) (hastayı) takip etmek; 2) (bir öneriyi, talimatı vs.) yerine getirmek; 3) (daha önce başlanmış bir işi) bitirmeye veya daha etkin hale getirmeye yönelik işler yapmak |
following | (bir olay / şey / kişi)’yi takiben, (bir olay / şey / kişi)’nin ardından, after, zıt anl.; prior to, before |
fondness | düşkünlük, büyük sevgi, fancy, preference, zıt anl.; aversion |
food supply | besin rezervi / deposu |
foot | (çoğul: feet) ayak (30. 48 cm’ye eşdeğer uzunluk ölçüsü) |
for ages | çok uzun bir zamandır, for a very long time |
for instance | mesela, örneğin, sözgelimi, for example |
for themost part | genel olarak, generally, mostly |
forbidden | yasak, banned, prohibited, zıt anl.; allowed |
force | zorlamak, mecbur etmek, zorla yaptırmak, oblige |
force | kuvvet |
force a way through | (zorlayarak, engelleri aşarak) kendine yol açmak, break through |
force on / upon | zorla vermek / yüklemek, enforce |
forcefully | zorla, şiddetle, vehemently, zıt anl.; feebly |
foreign | dış, yabancı, yabancı uyruklu |
foremost | en önemli, başta gelen |
forerunner | haberci, müjdeci |
foresee | önceden görmek / sezmek, anticipate, predict |
foreseeable | önceden görülebilir / sezilebilir, öngörülebilir, öngörülebilen, predictable, zıt anl.; unpredictable, unforeseeable |
foreseen | önceden sezilmiş / görülmüş, predicted |
foreshadow | (bir şey)’in habercisi olmak, foretell, anticipate |
foretell | tahmin etmek, önceden söylemek, predict, guess, anticipate |
form | 1) oluşturmak, teşkil etmek, produce, make up; 2) şekil vermek, biçimlendirmek, shape |
form | çeşit, tür, type, kind |
formation | oluşum |
former | önceki, eski, previous, old, zıt anl.; latter, future, next |
formerly | önceden, eskiden, previously, zıt anl.; in the future |
formulate | 1) formülize etmek, formül halinde ifade etmek; 2) açık şekilde ortaya koymak; 3) düzenlemek, prepare |
forthcoming | yakında(ki), önümüzde(ki), approaching, upcoming |
fortunate | şanslı, lucky, zıt anl.; unfortunate, unlucky |
fortunately | iyi ki, neyse ki, şükürler olsun ki, luckily, zıt anl.; unfortunately |
found | kurmak, tesis etmek, establish, institute |
fragile | nazik, narin, hassas, kırılgan, delicate, subtle, tender, zıt anl.; tough, solid |
free | kurtarmak, rahatlatmak, liberate |
free (sıfat) | bedava, without charge |
frequency | sıklık, frekans |
frequent | sık, sık karşılaşılan / tekrarlanan, common, zıt anl.; rare |
frequently | sık sık, çokça, often, zıt anl.; seldom |
fresh | taze, yeni, new |
from the point of view | (belli bir) bakış açısından / açısına göre |
from time to time | zaman zaman, arada sırada, now and then, once in a while, occasionally |
frustrated | (başarısızlık veya olumsuz koşullar sebebiyle) engellenmiş, hüsrana uğramış, kösteklenmiş, thwarted, discouraged, zıt anl.; encouraged |
frustrating | (yoğun çabaların karşılıksız kaldığı durumlar için) asap bozucu, sinirlendirici, annoying, exasperating |
frustration | (bir amaca ulaşamama veya uygunsuz koşullar sebebiyle) cesaretin kırılması, hayal kırıklığı, huzursuzluk, discouragement, disappointment |
fuel | körüklemek, şiddetlendirmek, tahrik etmek, energize, stimulate, (This budget fuels inflation and cuts our living standards. |
fulfil | yerine getirmek, yapmak, accomplish, satisfy, meet, zıt anl.; fail tomeet |
function | 1) fonksiyon, işlev; 2) fonksiyon (matematikte, iki değerler kümesi arasındaki ilişkiyi tanımlayan argüman veya eğri) |
functional | işlevsel, fonksiyonel |
functioning | işleyiş, çalışma |
fund | sermaye sağlamak, parasal destek vermek |
fundamental | esas, temel, asıl, önemli, basic, central, primary, essential, central, zıt anl.; secondary, (Hard work is fundamental to success. |
furiously | hiddetle, öfkeyle |
furnish with | 1) sağlamak, provide, supply; 2) döşemek |
furniture | mobilya |
further | daha ileriye / daha öteye taşımak, advance |
further (sıfat / zarf) | 1) daha da, ayrıca, daha öteye (ötede), daha fazla, (mevcut olana) ek / ilave, more; 2) başka, some more, other |
furthermore | dahası, bundan başka, ayrıca, üstelik, additionally, moreover |
gain | kazanmak, elde etmek |
gain acceptance | kabul görmeye başlamak |
gain ground | yayılmak, ilerlemek, rağbet kazanmak, advance, make progress, zıt anl.; lose ground |
gain in | (bir şey)’de artış veya ilerleme göstermek |
gain in favour | rağbet görmek, taraftar toplamak |
gain popularity | popüler olmak, ün kazanmak |
gain recognition | kabul görmek, tanınmak |
gap | açık, fark, gedik, boşluk, aralık, uçurum |
generalization | genelleme |
generalize | genelleme yapmak |
generate | üretmek, yaratmak, yield, render, produce |
generous | cömert, eli açık, zıt anl.; tight-fisted |
generously | cömertçe, bountifully, abundantly, zıt anl.; sparingly, inadequately |
genuinely | gerçekten, içtenlikle, really, sincerely, (If you are genuinely interested in one thing, it will always lead to something else. |
get along with | (birisi) ile (iyi) geçinmek, uzlaşmak, get on well with, be in good terms with |
get in | (bir şey / bir yer)’in içine girmek, enter, zıt anl.; get out |
get in touch with | (birisi) ile temasa geçmek / iletişim kurmak, connect, contact, communicate, (In the event of excessive bleeding, you should get in touch with your doctor at once. |
get involved in | (olaya) karışmak, get pulled in |
get off | 1) (bir taşıttan) inmek; 2) paçayı kurtarmak, (birini) cezadan kurtarmak; 3) yola çık(ar)mak, yolculuğa başla(t)mak |
get over | (hastalık, zorluk vs.) atlatmak, savmak, üstesinden gelmek, recover from, defeat, overcome, zıt anl.; retreat, surrender |
get rid of | kurtulmak, elden çıkarmak, başından savmak, defetmek, yakayı sıyırmak, abolish, eliminate, (As he is in a financial difficulty, the owner needs to get rid of the car. |
get through | 1) (telefon vs. için) bağlantı kurmak, ulaşmak, reach; 2) bitirmek, atlatmak, survive |
get used to | (bir şey)’e alışmak, adapte olmak, adapt oneself to, familiarize oneself with |
giant | devasa, çok büyük, huge, gigantic, zıt anl.; miniature |
gift | tanrı vergisi yetenek, talent |
gigantic | devasa, muazzam, enormous, huge, zıt anl.; tiny |
give an account of | (bir şey)’in hesabını vermek / (bir şey)’i sunmak / açıklamak |
give birth to | doğum yapmak, (bir şey) doğurmak |
give in to | (birisi)’ne yenilmek, teslim olmak, surrender to, succumb to, submit to, zıt anl.; conquer, resist |
give off | dışarı vermek, salmak, send out, emit |
give rise to | (bir şey)’e yol açmak / neden olmak, meydana getirmek, lead to, bring about, produce, zıt anl.; eradicate, destroy |
give up | 1) (bir şey)’den vazgeçmek, (bir şey)’i terketmek / bırakmak, let go of, zıt anl.; seize, stick to; 2) teslim olmak, pes etmek, quit, zıt anl.; go on |
give way to | (bir şey)’in önünü / yolunu açmak, (bir şey)’e yol açmak |
given | belli, belirli, belirlenmiş, set |
given (that) | (bir şey)’i gerçek / gerçekleşmiş / olmuş kabul edersek, taking smt into consideration |
given time | zamana bırakıldığında…, zaman verildiğinde … |
go ahead | devam etmek, ileri gitmek |
go along with | 1) (bir şey / bir kişi) ile beraber gitmek; 2) (bir şey)’e razı olmak, (bir şey)’i kabul etmek |
go for | 1) (bir şey) yerine geçmek, sayılmak, count as; 2) peşinde olmak, aramak, seek, look for |
go into effect | geçerli olmak, yürürlüğe girmek, come into force, take effect, zıt anl.; annul, repeal |
go on | sürmek, devam etmek, continue, zıt anl.; end, (ongoing |
go unnoticed | fark edilmemek, farkına varılmamak, go undetected, zıt anl.; get noticed |
goal | amaç, hedef, aim, target, objective |
good | ticari mal / eşya / ürün |
govern | 1) yönetmek, yönlendirmek, etkisi altında tutmak, administer, guide, influence; 2) (bir şey)’in kurallarını belirlemek, (Laws which govern the production and sale of drugs in the USA are very strict. |
governance | yönetim, idare |
government | hükümet, devlet |
grade | (ders, sınav vs. için) not, puan, mark |
gradual | aşamalar halinde, yavaş yavaş, step-bystep, slow, zıt anl.; abrupt, sudden |
gradually | aşamalar halinde, yavaş yavaş, azar azar, ağır ağır, bit by bit, step-by-step, progressively, zıt anl.; abruptly, suddenly |
graduate from | (kurs, okul vs.)’den mezun olmak |
grand | büyük, görkemli, ulu, majestic, impressive |
grave (sıfat) | ciddi, vahim, serious |
great | büyük, muazzam, ulu, big |
greatly | büyük oranda, enormously, immensely, zıt anl.; slightly |
greenhouse | sera |
grievance | yakınma, şikayet, şikayete yol açan şey, complaint |
gross | 1) geniş çaplı, büyük, broad; 2) brüt, total |
grossly | 1) fazlaca, aşırı bir biçimde, fena halde, overly; 2) genellikle, büyük ölçüde, generally |
grow higher | yükselmek, rise |
grow older | yaşlanmak |
grow out of | (sorunları) zamanla geride bırakmak |
grow up | 1) meydana gelmek, vuku bulmak, develop; 2) büyümek, mature |
growth | büyüme, artış, boom |
guess | tahmin etmek, sanmak, zıt anl.; know for sure |
guidelines | (yol gösterici) ilkeler, kurallar, ana hatlar, road map |
guilt | suçluluk, zıt anl.; innocence |
habitat | doğal ortam, doğal yaşama ortamı |
halt | dur(dur)mak, stop, zıt anl.; start |
hamper | engellemek, güçleştirmek, prevent, hinder, impede, obstruct, zıt anl.; help, facilitate |
hand | (elle) vermek, uzatmak, give, bestow |
hand out | (elden bir şey) dağıtmak, bölüştürmek, (ceza) vermek, (adalet) dağıtmak, give out, distribute, deliver |
handicap | engel, elverişsiz durum |
handle | 1) işlemek, kullanmak, ele almak, manipulate; 2) başa çıkmak, ilgilenmek, idare etmek, üstesinden gelmek, manage, deal with, tackle |
hard | zorlu, sıkı, zahmetli, tough, laborious |
harden | sertleşmek, katılaşmak |
hardly | 1) nadiren, çok az, hemen hemen hiç, scarcely, barely; 2) zar zor, güç bela, güçlükle |
hardness | 1) (duygusal anlamda) soğukluk, insensitivity, unfeelingness; 2) sertlik, acımasızlık, harshness, stiffness |
hardship | güçlük, sıkıntı, darlık, burden, trouble, zıt anl.; ease, prosperity |
harm | zarar, hasar, damage |
harmful | zararlı, damaging, zıt anl.; harmless |
harmless | zararsız, zıt anl.; harmful |
harness | (doğal bir gücü dizginleyerek) yararlanmak, kullanmak, employ, utilize |
harsh | sert, katı, acımasız, rough, bitter, zıt anl.; mild |
harvest | ürün almak, hasat yapmak, get crops |
harvest | hasat, crop |
have a chance | fırsat yakalamak, şansı olmak |
have an effect on | (bir şey) üzerinde etkisi olmak / etki yaratmak |
have little in common with | (birisi / bir şey) ile çok az ortak yönleri olmak |
have nothing to do with | hiç ilgisi / bağlantısı olmamak, have no connection with |
have on hand | elde bulundurmak |
have smt in common with | (birisi / bir şey) ile ortak yönleri olmak / noktaları bulunmak |
have to do with | (bir şey) ile ilgisi / bağlantısı olmak, have connection with |
have trouble with | (bir şey) ile başı dertte olmak, sorun yaşamak |
have yet to be | henüz…-medi, daha…-meyi bekliyor |
hazard | tehlike, risk, danger, risk, zıt anl.; safety, security, (Drinking alcohol is a real health hazard if carried to excess. |
hazardous | tehlikeli, dangerous, zıt anl.; safe, secure |
head for / to / towards | (bir yer)’e doğru gitmek, yolculuğa hazırlanmak, yönünü (o yer)’e doğru çevirmek |
heal | iyileş(tir)mek, sağaltmak, cure |
health care | sağlık bakımı |
healthy | sağlıklı / yerinde / haklı, (healthy relations between the two countries |
heated | hararetli |
heatedly | hararetli bir şekilde (tartışmak) |
heavily | büyük ölçüde, ciddi şekilde |
height | 1) boy, yükseklik, tallness; 2) doruk, peak |
heighten | yüksel(t)mek, art(tır)mak, çoğal(t)mak, raise / rise, intensify, increase, zıt anl.; lessen, lower, decrease |
helpful | yararlı, faydalı, useful, beneficial, zıt anl.; useless, harmful |
hence | böylece, dolayısıyla, thus, therefore |
hesitate | çekinmek, duraksamak |
hesitation | çekinme, duraksama, tereddüt |
hidden | saklı, gizli, out of sight |
hide away | sakla(n)mak, conceal (oneself) |
highlight | öne çıkarmak, dikkat çekecek hale getirmek, make prominent, play up |
highly | çok, büyük oranda, vastly, greatly |
highly so | daha da fazla |
high-profile | göze çarpan, dikkat çeken |
high-risk | yüksek riski olan |
high-stress | çok stresli |
hinder | engellemek, impede, obstruct, (Landslides and bad weather are continuing to hinder the arrival of relief supplies to the area. |
hint | 1) belirti, emare, sign; 2) ipucu, clue |
hint at | akla getirmek, izlenim bırakmak, ima etmek, point to, suggest |
hit | acı / zarar vermek, vurmak, damage, strike |
hold | 1) (toplantı vs.) düzenlemek; 2) (elinde) tutmak, sahip olmak; 3) (bir) görüş / inanç sahibi olmak, maintain; 4) öyle kabul etmek, regard |
hold on | dayanmak, bırakmamak |
hold the view that | …görüşünde olmak |
hold up | geciktirmek, engellemek, delay, obstruct |
hope | umut etmek, ummak |
hopefully | 1) umutla, (The little boy looked at the woman hopefully as she handed out the sweets. |
horrify | korkutmak, dehşete düşürmek, scare, terrify |
horrifying | korkunç, dehşete düşürücü, frightful, horrible |
horror | büyük korku, dehşet, terror |
hospitality | konukseverlik, zıt anl.; inhospitality |
host | ev sahipliği yapmak |
hostile | düşmanca, düşman, saldırgan, karşı olan, aggressive, antagonistic, adversary, enemy, zıt anl.; friendly |
hostility | düşmanlık, husumet, enmity, antagonism |
hot spot | tehlikeli bölge |
hotly | yoğun ve çok ihtilaflı / hararetli bir şekilde, heatedly, (The committee hotly discussed the matter. |
huge | çok büyük, devasa, muazzam, immense, gigantic, enormous, zıt anl.; tiny |
hugely | büyük oranda, geniş çapta, greatly, zıt anl.; slightly |
humble | mütevazı, alçakgönüllü, modest |
hunger | açlık |
hurt | incitmek, zarar vermek, harm, damage |
hypothesis | (çoğul: hypotheses) hipotez, varsayım (belirli olayları açıklamak için yapılan önerme) |
i. e. | yani, başka şekilde ifade etmek gerekirse. . . (Lat. id est), that is |
identical | aynı, tıpkı, özdeş, alike, same, zıt anl.; different, unlike |
identify | 1) tanı(m)lamak, teşhis etmek, determine, diagnose; 2) kimliğini teşhis etmek; 3) tip belirlemek / tanımlamak |
if any | eğer varsa / olursa |
if anything | 1) eğer herhangi bir etki yarattıysa (o da şudur. . .); 2) eğer bir fark varsa |
if there are any | eğer varsa (bir şeyin varlığına inanılmadığı ya da buna ait bir kanıt bulunmadığı durumlarda kullanılır), (Good people, if there are any, are hard to find. |
ignorance | 1) bilgisizlik; 2) aldırmazlık, görmezden gelme |
ignore | göz ardı etmek, aldırmamak, boş vermek, görmezden gelmek, disregard, overlook, zıt anl.; care for, notice |
illegal | yasa dışı, kanuna aykırı, illicit, prohibited, zıt anl.; legal, legitimate |
ill-treat | kötü davranmak, abuse, injure |
ill-treatment | kötümuamele, zıt anl.; hospitality |
imaginable | hayal edilebilen, göz önüne getirilebilen |
imaginary | imgesel, hayali, fictitious, zıt anl.; actual, real |
imaginative | yaratıcı, creative |
imagine | hayal etmek, envisage, guess |
imbalance | dengesizlik, zıt anl.; balance |
imitate | taklit etmek, taklidini yapmak, copy, simulate |
imitation | taklit, imitasyon |
immature | olgunlaşmamış, toy, gelişmemiş, undeveloped, young, unripe, zıt anl.; mature, ripe |
immediate | 1) anında, hemen o anda, acil, urgent; 2) yakın; 3) şimdiki, ilk akla gelen, current |
immediately | derhal, hemen, anında, at once, right away |
immense | muazzam, çok büyük, tremendous, enormous, zıt anl.; tiny, little |
immensely | gayet, pek çok, büyük oranda, son derece, oldukça, extremely, enormously, zıt anl.; slightly |
immigrant | göçmen, ülkeye / kente göç ederek gelen kimse, zıt anl.; emigrant |
immigrate | göç ile ülkeye / kente gelip yerleşmek, move in, zıt anl.; emigrate |
immigration | göç ile ülkeye / kente gelip yerleşme, zıt anl.; emigration |
immobile | sabit, hareketsiz, motionless, zıt anl.; mobile |
impact | 1) etki, tesir, nüfuz, effect, influence; 2) darbe, çarpma, hit, collision |
impair | bozmak, zayıflatmak, (Whilemy brain and brawn remain unimpaired, I will continue to lead this party. |
imperative | zorunlu,mecburi |
imperfect | eksik, kusurlu, faulty, defective, zıt anl.; perfect, flawless |
imperfectly | eksik, kusurlu bir şekilde, kısmen, partially, defectively |
implement | uygulamak, yerine getirmek, put through, carry out, perform |
implicate | 1) sorumlu saymak, hold responsible; 2) ima etmek, imply |
implicated | (bir şey)’in altında aranan, altta yatan |
implication | saklı anlam, ima, suggestion, connotation, zıt anl.; explicit statement |
implications | (bir şey)’in olası sonuçları |
implicit | 1) ifade edilmeden anlaşılan, saklı, zıt anl.; explicit; 2) ima edilen, dolaylı olarak anlaşılan |
imply | (dolaylı olarak) göstermek, ima etmek, (bir şey)’e işaret etmek, indicate, suggest, state indirectly, zıt anl.; express |
import | ithal etmek, zıt anl.; export |
impose on / upon | zorla kabul ettirmek, dayatmak, (yasa, kural, yaptırım vs.) uygulamak, empoze etmek, assert |
imposing | etkileyici, impressive |
impossible | imkansız, olanaksız |
impractical | uygulanamaz, gerçekleştirilemez, mantıksız |
impress | (genelde iyi yönde) etkilemek, (iyi) izlenim bırakmak, influence |
impressive | (iyi yönde) etkileyici, çarpıcı, remarkable, striking, zıt anl.; ordinary |
impressively | (iyi yönde) etkileyici bir şekilde, remarkably, strikingly, zıt anl.; ordinarily |
improve | düzel(t)mek, yoluna koymak, geliş(tir)mek, arttırmak, enhance, upgrade, increase, zıt anl.; deteriorate, worsen, decrease, weaken |
improved | iyileştirilmiş, düzeltilmiş |
improvement | düzelme, ilerleme, iyileştirme, gelişme, enhancement, progress, advance, zıt anl.; impairment, deterioration |
improvise | birdenbire çaresini bulmak, doğaçlama yapmak |
in a sense | bir bakıma, in a way |
in a way | bir bakıma, in some way, in a sense |
in accord with | (bir şey)’e uygun olarak, uyarınca, uyumlu, tam bir anlaşma içinde, in compliance with, in unison with, in accordance with, zıt anl.; contrary to, in conflict with, in dispute with |
in accordance with | (bir şey)’e uygun olarak, uyarınca, in compliance (with), zıt anl.; contrary to |
in addition to | (bir şey)’e ek olarak, additionally, also |
in any way | hiçbir şekilde |
in case of | halinde, durumunda |
in combination with | (bir şey) ile birlikte, together with |
in common | ortak olarak, genel olarak |
in comparison with | (bir şey, bir kişi) ile kıyaslandığında, in relation to, with reference to |
in connection with | (bir şey) ile bağlantılı olarak |
in consequence | (bunun) sonucunda, (buna) bağlı olarak, as a result |
in contrast to / with | (bir şey)’in / (bir kişi)’nin tersine / aksine, (bir şey) ile karşı_____laştırıldığında, contrary to |
in detail | detaylı / ayrıntılı / kapsamlı olarak |
in excess of smt | bir şeyden fazla, bir şeyi geçen |
in fact | aslında, esasen, in reality, in truth, indeed |
in fear | korkuyla |
in fulfilment of | (bir şey)’i gerçekleştirmek / yerine getirmek için |
in line with | (bir görüş vs.) ile aynı doğrultuda, in conjunction with |
in no way | hiçbir bakımdan, hiçbir surette, (He is in no way ready for the exam. He hasn’t touched his textbook yet. |
in number | sayıca |
in opposition to | (bir şey)’e karşı / muhalif olarak, contrary to |
in order to | amacıyla, (bir şey yapmak) için, so as to, to |
in part | kısmen, bazı açılardan, partly, zıt anl.; wholly |
in practice | gerçekte, pratikte, zıt anl.; in theory |
in rational terms | mantık kapsamında, rasyonel düşünce ile |
in reality | gerçekte, aslında |
in regard to | (bir şey)’e gelince, (bir şey) ile ilgili olarak, with respect to |
in response to | (bir şey)’e cevaben / karşılık vermek amacıyla, as a reaction to |
in retrospect | geçmişe bakıldığında |
in return for | karşılığında, karşılık olarak |
in search of | (bir şey)’in arayışı içinde |
in so far as | olduğu sürece, olduğundan ötürü, because |
in some respects | bazı açılardan, in a way |
in some ways | bazı yönlerden / açılardan |
in spite of | (bir şey)’e rağmen / karşın, regardless of, despite |
in terms of | ilgili olarak, açısından, bakımından, on the basis of, in relation to |
in that | yüzünden, dolayı, nedeniyle, şu bakımdan ki, as, because, since |
in the case of | (bir şey) halinde / durumunda, (bir şeyin / bir olayın) olması durumunda |
in the first place | en başta |
in the form of | … şeklinde / formunda |
in the hope of | (bir şeyin olması) umuduyla |
in the light of | (bir şey)’in ışığında / ışığı altında, in viewof |
in the long run | uzun vadede, in the end, eventually, (Patience and determination will pay in the long run. |
in the meantime | bu arada, bu süre zarfında, aynı zamanda, meanwhile |
in the meanwhile | bu süre içinde, bu arada |
in the midst of | ortasında, arasında |
in the wake of | (bir felaketin) ardından, peşinden |
in this respect | bu bakımdan, bu hususta, bundan yola çıkarak |
in time | zaman içinde, zamanla |
in turn | sırasıyla, successively, (I talked to each of my students in turn. |
in view of | (bir şey)’i göz önüne alarak, (bir şey)’den dolayı, in the light of |
inability | beceriksizlik, yeteneksizlik, güçsüzlük, yetersizlik, incapability, weakness, zıt anl.; ability |
inaccessible | girilemez, ulaşılamaz, unreachable, zıt anl.; accessible |
inaccurate | yanlış, kusurlu, hatalı, erroneous, zıt anl.; accurate |
inadequacy | yetersizlik, eksiklik, insufficiency, shortage, zıt anl.; adequacy, sufficiency |
inadequate | yetersiz, eksik, elverişsiz, insufficient, zıt anl.; adequate, enough, ample, (His income is inadequate to meet his basic needs. |
inappropriate | yanlış, uygunsuz, yersiz, improper, awkward, zıt anl.; appropriate, proper |
inborn | tabiatında olan, doğuştan gelen, kalıtsal, congenital, hereditary, innate, zıt anl.; acquired |
incapable (of) | ehliyetsiz, yeteneksiz, unable, incompetent, zıt anl.; capable (of) |
incentive | özendirici şey, bonus, inducement |
incessant | sürekli, ardı arkası kesilmeyen, neverending, zıt anl.; occasional |
incidence | tekrar oranı, oluş sıklığı, insidans, occurrence, happening |
incident | (genellikle kötü sonuçları olan) olay, hadise, occurrence, event, happening |
include | içermek, dahil etmek, katmak, kapsamak, birleştirmek, embody, incorporate, consolidate, combine, zıt anl.; exclude, separate, divide |
incomparable | kıyaslanamaz, eşsiz, uncomparable |
incompatible with | (bir şey) ile bağdaşmaz, uyuşmaz, conflicting, unsuitable, zıt anl.; compatible |
incompetent | 1) yetersiz, yeteneksiz, incapable, unskilled, zıt anl.; competent, capable; 2) yetkisiz |
inconclusive | bir sonuca varmayan, inandırıcı olmayan, incomplete, unsatisfactory, zıt anl.; conclusive |
inconsistent | 1) istikrarsız, unreliable, zıt anl.; consistent; 2) çelişkili, tutarsız, conflicting, contradictory, zıt anl.; confirming, consistent |
inconvenient | uygunsuz, elverişsiz, zahmetli, müşkül, awkward, inappropriate, zıt anl.; convenient, appropriate |
incorporate (into) | dahil etmek, katmak, birleştirmek, include, amalgamate, consolidate, zıt anl.; exclude, separate |
incorrect | yanlış, hatalı, wrong, zıt anl.; correct |
increase | art(tır)mak, çoğal(t)mak, yüksel(t)mek, geliştirmek, grow, enhance, rise / raise, improve, zıt anl.; decrease, weaken, fall, drop |
increase | artış, rise, zıt anl.; decrease, fall |
increased | artmış olan, zıt anl.; decreased |
increasingly | gittikçe artan bir şekilde |
incredible | inanılmaz, akıl almaz, unbelievable, zıt anl.; credible, reasonable |
incredibly | inanılmaz şekilde, unbelievably, zıt anl.; credibly, reasonably |
indeed | gerçekten, hakikaten, doğrusu, certainly, without a doubt, in fact, actually |
indefinite | belirsiz, zıt anl.; definite |
indefinitely | belirsiz bir süre için, sürekli, sonu gelmeyen bir şekilde, continually, zıt anl.; temporarily, (Due to renovation works, the Regency Hotel was closed indefinitely. |
independence | bağımsızlık, zıt anl.; dependence |
independent | bağımsız, özgür, self-reliant, free, zıt anl.; dependent (on) |
independently | bağımsız olarak, zıt anl.; dependently |
indicate | belirtmek, işaret etmek, göstermek, denote, point to |
indication | belirti, delil, gösterge, işaret, evidence, hint |
indicator | indikatör, gösterge, belirteç, ibre, sign |
indifference | aldırmazlık, umursamazlık, kayıtsızlık, disinterest, zıt anl.; concern |
indifferent | aldırmaz, umursamaz, disinterested, zıt anl.; careful, thoughtful, heedful |
indirectly | dolaylı bir şekilde |
indispensable | vazgeçilmez, essential, vital, zıt anl.; dispensable |
indistinguishable | ayırt edilemez, seçilemez |
individual | birey, fert |
individual (sıfat) | bireysel, kişisel, ferdi, personal |
induce | 1) neden olmak, sevk etmek, cause, activate; 2) ikna etmek, kandırıp yaptırmak, convince, persuade, zıt anl.; prevent; 3) (elektrik akımı) meydana getirmek |
industrialize | sanayileş(tir)mek |
ineffective | etkisiz, useless, unproductive, zıt anl.; effective |
inefficiency | etkisiz olma, verimsizlik, randımansızlık, ineffectiveness, zıt anl.; efficiency, effectiveness |
inefficiently | verimsiz bir şekilde |
inequality | eşitsizlik, zıt anl.; equality |
inevitable | kaçınılmaz, inescapable, unavoidable, zıt anl.; avoidable, avertable, evitable |
inevitably | kaçınılmaz bir şekilde, unavoidably, inescapably, zıt anl.; avoidably |
infallible | yanılmaz, şaşmaz, güvenilir, unfailing, reliable, zıt anl.; fallible |
infer from | 1) (bir şey)’den anlamak / çıkarmak, derive from; 2) (bir şey)’den sonuç çıkarmak, deduce from |
infirm | zayıf, güçsüz, ill, weak, zıt anl.; healthy, well |
inflexible | esnemeyen, esnek olmayan, unbendable, zıt anl.; flexible |
influence | etkilemek, lead, affect, shape |
influence | etki, tesir, nüfuz, effect, impact |
influential | etkili, sözü geçen, nüfuzlu, hatırlı, powerful |
informed | bilgili, haberdar, knowledgeable |
infrequent | seyrek, sık olmayan, occasional, irregular, zıt anl.; frequent |
ingenious | akıllıca, ustalıklı, dahice, clever, brilliant |
ingeniously | zekice,maharetle, ustalıkla, brilliantly |
ingredient | bir karışımı oluşturan maddelerden her biri, içerik, öğe, parça, eleman |
inhabit | içinde oturmak, yuvalanmak, barınmak, dwell, occupy, (Only birds and small animals inhabit these remote islands. |
inherent | doğuştan gelen, doğasında var olan, intrinsic, innate |
inherit | (atadan) (kalıtımla) almak, miras kalmak, acquire, receive |
inherited | kalıtsal, irsi, congenital, ancestral |
initial | ilk, başlangıç, baştaki, birinci |
initially | öncelikle, aslında, esasen, önceleri, başlangıçta, primarily, essentially, at first, originally, in the beginning, zıt anl.; finally |
initiate | başlatmak, start, launch, pioneer, zıt anl.; complete, terminate |
injure | yaralamak |
injured | yaralı |
injury | yara, hasar, yaralanma, wound, harm, damage |
innocence | masumiyet, suçsuzluk, zıt anl.; guilt |
innocent | masum, suçsuz, zıt anl.; guilty |
innovation | yenilik, değişiklik, buluş, icat, novelty |
innovative | yenilikçi, yaratıcı, creative, zıt anl.; conservative |
innumerable | sayısız, sayılamaz, countless |
insight | anlayış, olayların iç yüzünü kavrama, awareness, comprehension, zıt anl.; ignorance, dullness |
insignificant | önemsiz, değersiz, unimportant, zıt anl.; significant, important |
insist on | (bir konuda) diretmek / direnmek / ısrar etmek, assert (that) |
inspiration | ilham, esin, influence, stimulus |
inspire | 1) ilham vermek, esinlemek, teşvik etmek, encourage, stimulate; 2) telkin etmek / vermek, duygu aşılamak |
install | yerleştirmek, (cihaz vs.) kurmak, (bilgisayar programı vs.) yüklemek, tesis etmek, (We have had central heating installed in our flat. |
instantly | hemen, anında, urgently, immediately |
instead | yerine, onun yerine. . . , (Don’t buy the red shirt; buy the blue one instead. |
instead of | yerine, onun yerine. . . , (Instead of the red shirt, I bought the blue one. |
institution | 1) kurum, müessese; 2) yerleşmiş gelenek, devamlı olan şey |
instruct (on) | (hakkında) talimat vermek, yol göstermek, enlighten (about), inform (about) |
instructions | direktif, yönerge |
insufficient | yetersiz, eksik, inadequate, zıt anl.; sufficient, enough, ample |
intact | bozulmamış, zarar görmemiş, sağlam |
intake | 1) herhangi bir maddenin vücuda girişi, (içeri) alım, (yeme içme vasıtasıyla) alınan (şey), consumption; 2) giriş, giriş ağzı, inlet |
integral | bir bütünün ayrılmaz bir parçası olan, essential, intrinsic, zıt anl.; incidental |
integrate into / with | (bir şey)’e katmak, (bir şey) ile birleş(tir)mek, entegre etmek / olmak, incorporate into, unify with, zıt anl.; separate from |
integrity | 1) doğruluk, dürüstlük; 2) bütünlük |
intellect | zeka, akıl |
intend | niyet etmek, tasarlamak, amaçlamak, planlamak, aim, plan |
intense | şiddetli, güçlü, fierce, powerful, zıt anl.; mild |
intensely | yoğun bir şekilde, greatly, zıt anl.; slightly |
intensify | şiddetlen(dir)mek, yoğunlaş(tır)mak, aggravate, concentrate, zıt anl.; lessen |
intensive | yoğun, şiddetli, in-depth, thorough, zıt anl.; partial, superficial |
intentional | kasıtlı, bilerek yapılan, deliberate, zıt anl.; unintentional, accidental |
interact with | birbirini etkilemek, birbiriyle ilişkide olmak, relate to / with, (While the other children interacted and played together, Ted ignored them. |
interaction | etkileşim |
interdependent | birbirine bağlı, dependent on each other, zıt anl.; independent |
interest | 1) çıkar, menfaat, kar, kazanç, stake; 2) faiz; 3) ilgi alanı, ilgilenilen şey, involvement |
interested in | (bir şey) ile ilgilenen / ilgili, (bir şey)’e ilgi duymak |
interfere in | (bir şey)’e karışmak / müdahale etmek, meddle with, intervene in |
interfere with | (bir şey) ile çatışmak, engellemek, mani olmak, müdahale etmek, hinder, prevent, intervene in, step in, zıt anl.; facilitate, (Childbearing should not interfere with a career, but it usually does. |
interference | müdahale, karışma, meddling |
intermediary | aracı, arabulucu, mediator, negotiator |
internal | dahili, iç, ülke içi ile ilgili, iç tarafta, zıt anl.; external |
international | uluslararası |
interrelated | birbiriyle ilgili / ilişkili |
interrupt | sözünü kesmek, engellemek, yarıda kesmek, bother, break in, suspend |
intertwined | iç içe geçmiş |
intervene in | araya girmek, interfere in, mediate |
intervening | araya giren, interfering |
intervention | müdahale, girişim, intercession |
intimately | derin bir bağ ile, ayrılmaz şekilde, iç içe |
intolerably | dayanılmaz bir şekilde, unbearably |
intricate | karışık, çapraşık, girift, complicated, complex, zıt anl.; simple, straightforward |
intriguing | merak uyandıran |
intrinsic | kendine özgü, kendi tabiatında olan, peculiar, innate, zıt anl.; acquired |
introduce smt to | (örn. bir ortam ya da piyasa)’ya arz etmek / sunmak / getirmek |
introduce | 1) başlatmak, initiate, institute; 2) ortaya koymak, tanıtmak, present |
introduction | 1) giriş, önsöz, takdim, tanıtım, sun(ul)ma, entry, presentation; 2) devreye girme / sokma; 3) piyasaya çıkma / arz edilme, creation, foundation |
invalid | 1) geçersiz, hükümsüz, null, void, zıt anl.; valid; 2) (yatalak) hasta, sakat, disabled |
invaluable | paha biçilemeyen, çok önemli / değerli, zıt anl.; worthless |
invariable | değişmez, her zaman olan, constant |
invariably | değişmez / şaşmaz bir şekilde, her zaman, always, ever, constantly, zıt anl.; never, rarely, (Incompetents invariablymake trouble for people other than themselves. |
invent | icat etmek, yaratmak, uydurmak, create, make up |
inventive | yaratıcı, bulucu, creative, innovative, zıt anl.; uninventive |
invert | tersine çevirmek, tersyüz etmek, reverse |
invest in | (bir şey)’e yatırım yapmak |
investigate | araştırmak, soruşturmak, teftiş etmek, incelemek, inquire, inspect, examine |
investigation | araştırma, soruşturma, teftiş, inceleme, inspection, examination |
investigator | müfettiş, araştırmacı, dedektif, inspector |
investment | yatırım |
invigorating | canlandırıcı, güçlendirici, enerji verici, stimulating, zıt anl.; tiresome |
involuntarily | gönülsüzce, isteksiz olarak, unwillingly, reluctantly, zıt anl.; willingly |
involuntary | gönülsüz, istemsiz, unintentional, unwilling, reflexive, zıt anl.; voluntary, deliberate |
involve | 1) içermek, kapsamak, include, contain, entail, zıt anl.; exclude; 2) karıştırmak, bulaştırmak; 3) söz konusu olmak, işin içinde olmak; 4) gerektirmek, istemek, require |
involved (in) | (olaya) karışmış, işin içinde olan |
involvement | ilgi, ilişki, katılma, içinde yer / rol alma, karışma, bulaşma, concern, engagement, participation |
involving | kapsayan |
irony | 1) ironi (beklenmeyenin gerçekleşmesi, umulanın aksi bir sonuç çıkması); 2) alay, kinaye, sarcasm; 3) (alaycı veyamanalı) zıtlık |
irrational | mantıksız, akıldışı, illogical |
irregularly | düzensiz olarak, randomly, zıt anl.; regularly, steadily |
irrelevant | konu dışı, alakasız, ilgisiz, unrelated, inappropriate, zıt anl.; relevant |
irreparable | onarılamaz, tamir edilemez, çaresi olmayan, tedavisi imkansız, irremediable |
irresponsible | sorumsuz, sorumsuzca, incautious, thoughtless, zıt anl.; responsible, thoughtful |
irreversible | geri döndürülemez |
irrigation | sulama, watering |
isolate (from) | ayırmak, tecrit / izole etmek, separate (from), zıt anl.; integrate (into) |
isolated | toplumdan uzak, (diğerlerinden) ayrı, kendi başına, bağlantısız, detached |
issue | 1) (belge, karne, cüzdan vs.) çıkartmak / vermek; 2) yayınlamak, release, publish |
issue | konu, sorun, mesele, point, matter, question |
jeopardise | tehlikeye atmak, tehlikeye sokmak, risk |
join (in) | katılmak, yer almak, take part (in) |
joint (sıfat) | ortak, müşterek, collective, mutual, zıt anl.; individual, unilateral |
jointly | ortaklaşa, birlikte, together, (The research was jointly performed by microbiologists and ENT specialists. |
jokingly | şaka yollu, şaka ederek, zıt anl.; seriously |
judge | yargılamak, hüküm vermek, değerlendirmek, decide, conclude, evaluate, appraise |
judgement | yargı, değerlendirme, assessment, evaluation |
junior | 1) genç, kıdemsiz, zıt anl.; senior; 2) az, küçük |
just before | hemen önce |
justify | haklı çıkarmak, temize çıkarmak, doğrulamak, substantiate, validate, (Time justified his theories. |
keen (on) | hevesli, düşkün, meraklı, istekli, eager (to) |
keenly | hevesli / düşkün / meraklı / istekli bir şekilde |
keep | tutmak, muhafaza etmek, korumak, preserve, retain, hold, protect, zıt anl.; release, let go |
keep down | düşük düzeyde tutmak, restrain, restrict, zıt anl.; encourage |
keep off | uzak durmak, stay away (from) |
keep on | devam etmek, proceed, carry on, zıt anl.; stop, cease, quit |
keep out of | (bir şey)’in dışında kalmak, dışarıda bırakmak |
keep to | sadık / bağlı kalmak, stick to, adhere to |
keep up with | 1) (bir şey)’e yetişmek, (bir şey)’den geri kalmamak, keep abreast of; 2) karşılamak, meet |
keep up | devam etmek, sürdürmek, sustain, maintain |
keep within | (bir şey)’in belli sınırlar içinde kalmasını sağlamak |
key | çok önemli, crucial, vital, zıt anl.; minor |
key point | anahtar nokta, önemli ayrıntı, (key points in a structure |
known | bilinen, zıt anl.; unknown |
label | etiketlemek, tanımlamak, isimlendirmek |
laborious | yorucu, zahmetli, güç, ardous, heavy, hard |
laboriously | yorucu / zahmetli bir şekilde, güç bela, ardously |
labour union | iş_____çi sendikası, trade-union |
labourer | işçi, worker |
lack | (bir şey)’den yoksun olmak, mahrum olmak, be short of, be without, zıt anl.; have, own |
lack of | (bir şey)’den yoksunluk, mahrum olma, (bir şey)’in eksikliği, shortness (of), deficiency, zıt anl.; abundance |
largely | büyük ölçüde, greatly, mostly |
large-scale | geniş çaplı, büyük ölçekli |
last | 1) sürmek, devam etmek, endure; 2) tükenmemek, dayanmak |
last resort | son çare |
lasting | devamlı, sürekli, kalıcı, enduring, long-term, permanent, zıt anl.; temporary, (She left a lasting impression on her boyfriend that she had broken off with. |
late | eski, former |
latest | en son, en yeni, newest, most recent |
launch | 1) başlatmak, initiate, zıt anl.; terminate; 2) (füze, roket veya uzay aracı için) fırlatmak; 3) (gemi vs. için) denize indirmek |
launch | 1) kuruluş, başlama, hizmete girme, kullanıma sunma, initiation, introduction, zıt anl.; termination; 2) (uzay aracı, roket, füze vs. için) fırlat(ıl)ma; 3) (gemi için) denize indirilme |
law | yasa, kanun |
lay down | koymak, yapmak, sermek, set down, put down |
layer | 1) tabaka, katman, kat; 2) (anlam vs. açısından) derinlik |
lead (smo) (to) | (birisini) yönetmek, (birisine) önderlik etmek, (birisini bir yere) (doğru) götürmek, guide (smo) (to), conduct |
lead into | (bir şey)’e yönlendirmek / yöneltmek |
lead to | (bir şey)’e yol açmak, neden olmak, cause |
leading | önde gelen, başlıca, outstanding, zıt anl.; secondary |
leak | sızıntı |
leakage | (bir sıvı ya da bilgi için) sızıntı / sızdırma |
leave behind | geride bırakmak |
leave out | hesaba katmamak, dışarıda bırakmak, hariç tutmak, atlamak, count out, exclude, zıt anl.; include, (Leave this case out. He has got nothing to do with our retrospective study. |
leftover | artan, fazlalık, excess |
legislation | 1) yasama, kanun yapma, enactment; 2) yasalar, kanunlar, laws |
legitimate | yasal, meşru, legal, valid, credible, zıt anl.; illegitimate, illicit, illegal |
lend | ödünç vermek, zıt anl.; borrow |
length | 1) uzunluk; 2) süre, müddet, duration |
lengthy | uzun, uzun uzadıya |
lesser | daha aşağı / düşük, inferior, zıt anl.; greater, superior |
let alone | bırak. . . , . . . şöyle dursun, (I can’t even make a phone call let alone send images. |
let down | 1) (ağır ağır) inmesini sağlamak; 2) boşa çıkarmak, yüzüstü bırakmak, hayal kırıklığına uğratmak, forsake, disappoint |
lethal | öldürücü, ölümcül, deadly, fatal, mortal, zıt anl.; harmless, safe |
level | 1) eşit hale getirmek, (level social differences |
level | 1) seviye, düzey; 2) düz, düzayak |
level out | dengeye gelmek, dengelenmek |
liberate | özgürlüğüne kavuşturmak, serbest bırakmak, free, zıt anl.; enslave, restrict |
liberty | özgürlük, hürriyet, serbesti, freedom, zıt anl.; slavery |
lie ahead | gelecekte (birisini) (kötü / zor bir işin) beklemesi, başına gelecek olmak, (Following the diagnosis of her disease as cancer, she will need all her strength and bravery to cope with what lies ahead. |
lie in | 1) mevcut olmak, ( . . . şeklinde) bulunmak, exist in the form of; 2) (bir şey)’den kaynaklanmak, originate in, (The causes of the war lie in the greed and incompetence of politicians on both sides. |
lie under | (deri, neden vs.) altında bulunmak / yatmak |
lift | yükseltmek, raise, elevate |
likelihood | olasılık, ihtimal, possibility, chance |
likely to | olası, muhtemel, beklenen, probable, expected, zıt anl.; improbable, unlikely |
likewise | benzer şekilde, keza, bunun gibi, similarly |
limit (to) | (bir şey ile) sınırlandırmak / sınırlamak / kısıtlamak |
limitation | sınırlama, limitasyon |
limited (to) | (bir şey ile) kısıtlı / sınırlı, confined (to), zıt anl.; free (of / from) |
link to / with | (bir şey) ile / (bir şey)’e bağla(n)mak, bağlantı kurmak, birleştirmek, connect to / with, combine with, zıt anl.; separate from, detach from |
live up to expectations | beklentileri karşılayacak düzeye gelmek |
local | 1) yerel, yöresel, bölgesel; 2) (tıbbi) lokal (vücudun sadece bir kısmını kapsayan), zıt anl.; general |
locally | yerel / mahalli olarak |
locate | konumlandırmak, yerini saptamak, (bir yerde) yerleşmek, position, spot, station |
location | belirli bir yer, konum, mahal, (A new job means a new employer, a new location and a new set of colleagues. |
lock | (kapıyı, valizi vs.) kilitlemek |
logically | mantıken, mantıklı olarak |
long (for) | hasretini çekmek, çok arzulamak, desire |
long | 1) uzun zamandır, for a long time, (Have you been waiting long? |
look after | (bebeğe, köpeğe vs.) bakmak, göz kulak olmak, keep an eye on |
look down on | küçümsemek, hor görmek, tepeden bakmak, despise, scorn, zıt anl.; exalt, glorify |
look forward to | sabırsızlıkla beklemek, iple çekmek, can atmak, expect, hope for |
look out for | (bir şey)’e dikkat etmek, watch out for, (The police warned the shopkeepers to look out for forged notes. |
look over | incelemek, göz gezdirmek, examine, inspect |
look through | 1) gözden geçirmek, incelemek, examine, search; 2) (bir şeyin arasından / içinden) bakmak |
loosely | gevşekçe, zıt anl.; tightly |
lose ground | gerilemek, rağbet görmemek, regress, fall back, zıt anl.; gain ground |
lose out | başarısız olmak, fail, zıt anl.; succeed |
loss | azalma, eksilme, kayıp, zarar, ziyan, (loss of life |
lost in | 1) tamamen (bir şey)’e dalmış; 2) (bir şey)’in içinde kaybolmuş |
loudly | yüksek sesle, (speak loudly |
lower | azaltmak, düşürmek, decrease, reduce, zıt anl.; increase |
loyal (to) | sadık, vefalı, faithful (to), zıt anl.; disloyal (to) |
loyalty | sadakat, vefa, bağlılık |
luckily | iyi ki, şükürler olsun ki, fortunately, zıt anl.; unfortunately |
lurk | gizlenmek, saklanmak, pusuya yatmak, hide, lie in wait |
lush | bitkisel yaşam ile dopdolu, zıt anl.; arid |
made up of | (bir madde vs.)’den yapılmış / oluşan |
magnificent | görkemli, harika, marvellous |
main | ana, temel, birincil, primary, principle, zıt anl.; secondary, subordinate |
mainly | büyük ölçüde, esas olarak, mostly, chiefly |
mainstream | 1) bir topluluğa hakim tutum, düşünce veya davranışları temsil eden; 2) ana / genel görüş |
maintain | 1) bakım yapmak, muhafaza etmek, bakmak, service, keep, retain; 2) sürdürmek, devam ettirmek, sustain; 3) sağlamak, temin etmek, provide |
maintain (that) | iddia etmek, (belli bir fikri) savunmak, (fikirsel) pozisyonunu korumak, assert (that), claim (that) |
maintenance | 1) (makine vs. için) bakım, onarım, muhafaza, idame, upkeep; 2) sürdürme / koruma / direnme gücü |
major | geniş / büyük çaplı, büyük, başlıca, asıl, chief, primary, great, zıt anl.; minor, unimportant, little |
majority | çoğunluk, büyük kısım, zıt anl.; minority |
make a point of | özen göstermek, dikkat etmek ( I always make a point of spending Saturdays withmy children. |
make clear | açıklığa kavuşturmak, clarify, illuminate |
make do with | (bir şey) ile yetinmek / idare etmek, subsist, get by, (When we were young, we had to make do with second-hand clothes. |
make effort | çaba / gayret göstermek, struggle |
make for | 1) (bir yer)’e doğru yönelmek, (bir yer)’e ulaşmaya çalışmak; 2) yapmak, ortaya çıkarmak, ileriye götürmek, produce, advance, contribute to, facilitate; 3) (bir şey)’e neden olmak, cause (smt) to happen |
make it clear (that) | açıklıkla ifade etmek, açıkça belirtmek |
make it possible | mümkün kılmak, olanaklı hale getirmek, allow, enable, zıt anl.; disable |
make no use of | kullanmamak, yararlanmamak, zıt anl.; utilise, make use of |
make off | aceleyle gitmek / çıkmak / terk etmek, make away, escape |
make one’s way | ilerlemek, yol kat etmek, hayatta başarılı olmak, advance |
make out | 1) (bir şeyin ne olduğunu) kestirmek, çıkarmak, seçmek, anlamak, çözmek, perceive, understand; 2) başarmak, be successful |
make over | (bir malın) mülkiyetini (başkasına) vermek, devretmek |
make sense | mantıklı gelmek, anlaşılır olmak |
make sense of | (bir şey)’den anlam çıkarmak, doğru yorumlamak |
make sure (of / that) | emin olmak, garanti etmek, ascertain, zıt anl.; be uncertain, (Before leaving home, make sure that the gas heater is turned off. |
make up | düzenlemek, hazırlamak, oluşturmak, uydurmak, teşkil etmek, comprise, compose, form, invent |
make up for | (kaybedilen veya eksik kalan bir şeyi) tamamlamak, yerine koymak, kapatmak, telafi etmek, compensate for |
make up one’s mind (about) | (konusunda) karara varmak, decide (on) |
make use of | kullanmak, yararlanmak, utilise, benefit from, zıt anl.; make no use of |
makeup | yapı, içerik, structure, composition, formation |
malnutrition | kötü beslenme, beslenme bozukluğu |
man | insan(lık), human(ity) |
manage | 1) yönetmek, idare etmek, kontrol etmek, administer, run, conduct; 2) başa çıkmak, üstesinden gelmek, becermek, accomplish, succeed (in / at), handle, tackle, deal (with), cope (with), zıt anl.; fail (to) |
management | 1) yönetim, idare, administration; 2) (hastalık vs. için) başa çıkma |
mandatory | zorunlu |
mankind | insanlık, humanity, man |
man-made | insan eliyle yapılmış, artificial, zıt anl.; natural |
manner | 1) şekil, biçim, way; 2) tavır, usul |
manufacture | imal etmek, produce |
manufactured | imal edilmiş / üretilmiş |
manufacturer | üretici, imalatçı, producer |
mark | göstermek, işaret etmek, ortaya çıkarmak, point out, show |
markedly | belirgin şekilde, açıkca, noticeably, clearly |
mass | hacim, yığın |
massive | büyük, muazzam, çok büyük, büyük kütleli, ağır, enormous, immense, heavy, zıt anl.; tiny, (The social impact of this economic crisis will be massive. |
master | iyice öğrenmek, uzmanlaşmak, learn, grasp |
match (with) | uymak, benzemek, eşleş(tir)mek, bağdaşmak, uy(uş)mak, correspond (to) |
match for | (bir şey) ile denk, (bir şey) ile karşılaştırılabilir |
mate (with) | (hayvanlar için) çiftleş(tir)mek |
mate | (genellikle hayvanlar için) eş |
materialise | gerçekleşmek, be realised, actualise, zıt anl.; fail |
matter | 1) konu, sorun, mesele, point, issue, question; 2) madde, özdek |
maturity | olgunluk, full development, zıt anl.; immaturity |
may well | pekala…(olabilir / yapabilir) de |
meagre | yetersiz, eksik, az, inadequate, poor, zıt anl.; abundant, sufficient |
mean | (matematikte) ortalama |
mean (sıfat) | 1) ortalama, average; 2) saldırgan, tehlikeli, hostile, dangerous, zıt anl.; kind |
means (of) | 1) (hem tekil hem çoğul) yol, yöntem, vasıta, vesile, way, method; 2) imkan, bütçe, varlık, gelir, para, wealth, income, funds |
meanwhile | bu arada, bu esnada |
measure | ölçmek, ölçüsü / değeri …olmak, . . . olarak ölçülmek, sayıya dökmek, calculate |
measure | 1) önlem, tedbir, precaution; 2) miktar, ölçü, düzey |
mediate | aracılık / arabuluculuk etmek, araya girmek, intercede |
medicine | 1) tıp; 2) ilaç, medication, drug |
meet | yerine getirmek, karşılamak, (belli bir gün için) uymak, kaçırmamak, atlamamak, accomplish, satisfy, fulfil, zıt anl.; fail tomeet |
melt | erimek, ergimek, eritmek |
menace | başa bela olmak, tehdit etmek, threaten |
menace | tehdit, baş belası |
mental | mental, zihinsel (akıl, bellek, bilinç, zeka ile ilgili) |
mention | 1) söz etmek, bahsetmek, disclose, bring up; 2) başvurmak, turn to, resort to |
mere | sadece, yalnızca, basit, sole, simple |
merely | sadece, yalnızca, only, just, solely |
middle-aged | orta yaşlı |
migrant | göçmen |
migrate | göç etmek |
migration | göç |
mild | hafif, ılımlı, ılıman, moderate, slight, zıt anl.; severe, intense |
milestone | kilometre taşı, (önemli) aşama |
mind | akıl, akıl sahibi kişi |
mine | (kömür, maden vs.) çıkarmak |
minimize | minimize etmek, en aza indirmek, zıt anl. |
minor | önemsiz, küçük, yok denecek kadar az, unimportant, insignificant, trivial, zıt anl.; major, considerable, significant |
minority | azınlık |
minuscule | çok küçük, minnacık, (For some time, that great painter had to live in this minuscule room. |
minute | 1) dakika; 2) tutanak |
minute (sıfat) | (maynyut şeklinde okunur) çok küçük, very small, tiny |
miserable | perişan, sefil, mutsuz, unhappy, depressed |
mishandle | kötü yönetmek, kötü kullanmak, misconduct, maltreat, (The PrimeMinister admitted that the crisis had been mishandled. |
mislead | yanıltmak, yanlış yönlendirmek, deceive, misguide |
misleading | yanıltıcı, deceptive, zıt anl.; true, actual |
missing | var olmayan, kayıp, absent, zıt anl.; present |
mission | (uçuş, operasyon vb.) görev |
mistakenly | yanlışlıkla, yanılgı içinde, incorrectly |
moderate | hafifletmek, yumuşatmak, ılımanlaştırmak, curb, soften |
moderate (sıfat) | ılımlı, orta, ölçülü, sınırlı, reasonable, zıt anl.; extreme |
moderately | ölçülü / sınırlı şekilde, reasonably, zıt anl.; extremely |
modest | 1) ölçülü, sınırlı, moderate, zıt anl.; excessive; 2) alçakgönüllü, gösterişsiz, ılımlı, humble, plain, zıt anl.; grand, immodest |
modify | (küçük) değişiklikler yapmak, tadil etmek, alter |
monitor | izlemek, denetlemek, gözetlemek, gözlemlemek, takip altında tutmak, observe, supervise |
mood | ruh hali, mizaç |
more or less | aşağı yukarı, az çok, hemen hemen |
moreover | bundan başka, ayrıca, üstelik, additionally, furthermore |
mostly | en çok |
motivate | motive etmek, harekete geçirmek, teşvik etmek, cesaretlendirmek, excite, inspire, encourage, zıt anl.; discourage |
motivated | motive olmuş / edilmiş, güdülenmiş |
motive | güdü, motivasyon, neden |
move | hareket etmek |
move about | dolaşmak, dolanmak |
move in | 1) (eve vb.) taşınmak; 2) içeri girmek |
move out | taşınarak / göçerek bir yerden ayrılmak |
murder | öldürmek, katletmek, kill |
mutual | karşılıklı, common, reciprocal |
mystery | gizem, sır, esrar, secret, enigma, zıt anl.; revelation, explanation |
narrative | anlatım, account |
nasty | kötü, çirkin, ayıp, pis |
native | yerli, zıt anl.; foreign |
native to (sıfat) | (bir yer)’in yerlisi, (bir yer)’e ait / özgü, indigenous, zıt anl.; foreign, (Kangaroo is native toAustralia. |
nature | doğa, mizaç, nitelik, tür, character, type |
naughty | yaramaz, haylaz |
nearby | yakın, yakın(lar)da, yakında(ki), close |
nearly | neredeyse, hemen hemen, almost |
necessarily | ister istemez, muhakkak, illa ki, unquestionably, undoubtedly, zıt anl.; possibly |
necessary | gerekli, zorunlu, zaruri, önemli, essential, zıt anl.; unnecessary |
necessitate | gerektirmek, zorunlu kılmak, require, call for |
needlessly | boşu boşuna, ortada hiçbir şey yokken, gereksiz yere, unnecessarily |
needy | yoksul, ihtiyaç sahibi |
neglect | ihmal etmek, savsaklamak, aldırmamak, ignore, zıt anl.; care for, concern |
negligible | önemsiz, yok denecek kadar az, ihmal edilebilir, insignificant, minor, zıt anl.; considerable, significant |
negotiate | müzakere etmek, görüşmek, discuss, debate |
nervous | sinirli, asabi, anxious, zıt anl.; calm |
neutrality | tarafsızlık |
never before | daha önce asla |
nevertheless | yine de, bununla birlikte, however, even so |
no grounds for… | (bir davranış vs.) için hiçbir gerekçe / neden yok |
no less than | en az (başka bir şey ya da birisi) kadar |
no longer | artık / daha fazla bir durumun olmaması, artık değil, no more, (I no longer trust him. |
no point in doing smt | bir şey yapmanın yararı / anlamı yok |
nomadic | göçebe, göçebelere ait, (These tribes have a nomadic way of life. |
not at all | hiç . . . değil, (be not at all helpful |
notable | dikkate değer, remarkable |
notably | bilhassa, dikkat çekecek derecede, dikkate değer bir şekilde, particularly, remarkably |
note | 1) belirtmek, (bir şey)’e dikkat çekmek, (bir şey)’den söz etmek, dikkat etmek, fark etmek, farkına varmak, notice; 2) not tutmak |
noticeable | belirgin, dikkate değer açık, farkedilir, apparent, conspicuous, visible, detectable, zıt anl.; ambiguous, hidden, (The new tax system did not have any noticeable effect upon the rate of economic growth. |
notion | düşünce, fikir, inanç, idea, thought |
notorious | dile düşmüş, adı çıkmış, (kötü) ün yapmış, aşikâr, well-known, obvious |
nourish | beslemek, feed |
nourishment | beslenme |
novel (sıfat) | yeni, yeni çıkmış, orijinal, original, fresh, unique, zıt anl.; old, traditional |
novelty | yenilik, yeni çıkmış şey, freshness |
now that | artık şöyle olduğuna göre…, madem ki… |
nuisance | rahatsızlık, rahatsız eden şey, baş belası, irritation, annoyance, pain in the neck |
numb | uyuşmuş, hissizleşmiş, (I will give you an injection and the tooth will go completely numb. |
numerous | sayısız, çok, pek çok, many, several, zıt anl.; few |
nutrient | 1) besleyici madde; 2) yemek, gıda, food |
nutrition | beslenme, nourishment, (There are alternative sources of nutrition to animal meat. |
nutritious | besin değeri yüksek, besleyici, nourishing, wholesome |
object (to) | itiraz etmek, karşı çıkmak, disagree (with), disapprove (of), zıt anl.; agree (with), approve (of) |
object | amaç, hedef, purpose, goal, objective |
objection (to) | itiraz, karşı çıkma, onaylamama, doğru bulmama, disapproval (of), opposition (to / against), criticism (of), zıt anl.; agreement (to) |
obligation | yükümlülük, sorumluluk, zorunluluk, responsibility, commitment |
oblige to | (bir şey)’e mecbur etmek, zorunlu / yükümlü kılmak, compel, obligate |
obliged (to) | zorunlu, mecbur, yükümlü, compelled (to), forced (to) |
obscure (sıfat) | belirsiz, bulanık, karanlık, dim, mysterious, zıt anl.; clear |
observe | 1) gözetlemek, gözlemlemek, gözlemek, izlemek, monitor; 2) fark etmek, görmek, notice, zıt anl.; be unaware of |
obsolete | (yenisi ve daha gelişmişi çıktığı için) modası geçmiş, kullanılmayan, eski, demode olmuş, terk edilmiş, yürürlükten kalkmış, oldfashioned, outmoded, zıt anl.; new, contemporary, modern |
obstacle | engel, difficulty, hindrance |
obstinately | inatla, dik başlılıkla, stubbornly |
obstruct | engellemek, tıkamak, block, impede, zıt anl.; clear |
obstructive | engelleyen |
obtain | elde etmek, acquire, earn, get |
obtainable | elde edilebilir, ulaşılabilir, acquirable, within reach |
obtrusive | göze batan, kendini belli eden, conspicuous, prominent, zıt anl.; unobtrusive, inconspicuous |
obvious | açık, belli, aşikâr, görünürdeki, göze çarpan, apparent, visible, evident, clear, zıt anl.; obscure, hidden, ambiguous |
obviously | açıkça, bariz bir şekilde, belli ki, görünüşe göre, evidently, apparently |
occasion | 1) (genellikle) önemli, büyük olay, event; 2) fırsat, vesile, opportunity; 3) gerek, neden, cause |
occasional | ara sıra olan, infrequent, zıt anl.; frequent |
occasionally | bazen, ara sıra, (every) now and then, from time to time, once in a while, zıt anl.; frequently, often |
occupy | 1) işgal etmek, invade; 2) (bir yer)’de yerleşik olmak, reside (in) |
occur | olmak, meydana gelmek, happen, take place |
occurrence | tekrar oranı, oluş sıklığı, insidans, incidence, happening |
odd | 1) garip, tuhaf, funny, strange, peculiar, (It is odd that an anaesthetist’s role in an operation is usually ignored. |
of no importance | önemsiz, of no account |
offensive | saldırgan, aggressive, zıt anl.; defensive |
offensively | kaba şekilde, rudely, zıt anl.; politely |
offer | 1) sunmak, arzetmek, sağlamak, provide, present; 2) önermek, teklif etmek, propose, suggest |
offered | sunulan |
oil | ham ya da işlenmiş halde petrol |
old-fashioned | geleneksel, eski moda |
on account of | (bir şey)’den dolayı, için, nedeniyle, because of, for the sake of |
on average | ortalama olarak |
on behalf of | (bir kişi)’nin / (bir şey)’in adına / namına |
on condition that | şartıyla, koşuluyla, in the event that |
on occasion | zaman zaman, bazı durumlarda |
on the contrary | aksine, tersine, bilakis, contrarily |
on the grounds that. . . | (bir olay vs.)’nin olması / meydana gelmesi nedeniyle / gerekçesiyle, on the basis (of / that), because |
on the increase | artışta |
on the issue of | … konusu üzerinde / … hakkında |
on the one hand . . . on the other . . . | bir yandan . . . diğer yandan . . . |
on the one side | bir yandan, bir tarafta, on the one hand |
on the other hand | . . . diğer / öte yandan |
on the other side | öte yandan, on the other hand |
on the verge of | (bir şey olma)’nın sınırında, on the brink of |
on the whole | genel olarak, bütün olarak alındığında, generally, by and large, overall |
once | bir kez / sefer / defa |
once more | bir kez daha, yeniden, again |
one another | birbirleri(ni / ne), each other |
one for one | bire bir |
only recently | daha yeni |
onset (of) | (bir şeyin) başlangıcı, ilk adım, hamle, atılım, beginning, start, zıt anl.; end, termination |
onwards | (bir zaman)’dan başlayarak / itibaren |
open up | 1) başlatmak, yol açmak, pave the way for; 2) (bir yerin) gelişmesine imkân vermek, ulaşılabilir hale getirmek |
openness | açıklık, şeffaflık |
operate | çalış(tır)mak, işle(t)mek, run, function, work |
operating | çalışmakta / işlemekte olan, running, functioning |
operation | 1) operasyon, harekat, ameliyat; 2) çalışma, işleme, iş, running, functioning |
opponent | rakip, hasım, düşman, muhalif, karşıt, antagonist, competitor, enemy, rival, opposition |
opportunist | fırsatçı, (Some opportunist bacteria are known to wait for years until a person’s immune system is weakened. |
opportunity | fırsat, prospect, chance |
oppose | karşı koymak, karşı çıkmak, itiraz etmek, direnç göstermek, protest, resist, zıt anl.; support |
opposed to | karşı, aleyhinde, against, zıt anl.; in favour of |
opposing | karşı / karşıt, zıt |
opposition | muhalefet, karşı koyma, direniş, resistance |
optimism | iyimserlik, zıt anl.; pessimism |
optimistic | iyimser, zıt anl.; pessimistic |
option | opsiyon, seçenek, seçim hakkı, alternative, choice |
order | 1) düzen, işleyiş, zıt anl.; chaos; 2) sebep |
orderly | düzenli, düzgün, sistemli, regulated, zıt anl.; disorderly, chaotic |
ordinary | 1) sıradan, alelade; 2) olağan, alışılmış, her zamanki, usual, regular, zıt anl.; unusual |
orientated | odaklı, (chemically orientated |
origin | köken |
originally | ilk başta, başlangıçta, in the beginning |
originate | (ilk defa) ortaya çıkmak, doğmak, meydana gelmek, emerge, arise, zıt anl.; terminate |
other than | dışında, haricinde |
ought to | -meli / -malı, should |
outbreak (of) | 1) ortaya çıkma, baş gösterme, patlak verme, happening; 2) salgın, epidemic |
outcome | sonuç, result, aftermath |
outline | taslak, sketch, draft |
out-of-date | modası geçmiş, tarihi geçmiş, eski tarihli, işe yaramaz, obsolete, outdated, zıt anl.; up-to-date, (I don’t trust that dentist. He is still using some out-of-date equipment and apparatus. |
output | 1) randıman, çıktı, üretim, verim, product, yield, zıt anl.; input; 2) belli bir zaman süresi içinde bir organda oluşan ve organ aracılığıyla dışarı atılan maddemiktarı |
outrage | büyük öfke |
outrageous | haddi aşan, ahlaksız, çirkin, insafsız, (fiyat için) fahiş, disgraceful, horrible, wicked, zıt anl.; decent |
outset | başlangıç noktası, beginning |
outstanding | önde gelen, başlıca, leading, zıt anl.; ordinary |
outweigh | daha ağır basmak, exceed, surpass, be superior to |
over against | tersine, karşısında, kıyaslandığında, as opposed to, in contrast with, (Over against heaven is hell. |
overall | genel, toplam, kapsamlı, general, total, comprehensive, zıt anl.; particular, specific |
overcome | aşmak, üstesinden gelmek, yenmek, defeat, get over, zıt anl.; retreat, surrender (to), (She overcame her fear of the dark by the help of a psychiatrist. |
overestimate | fazla tahmin etmek, abartmak, overrate, zıt anl.; underestimate |
overflow | taşmak |
overlook | dikkate almamak, gözden kaçırmak, disregard, ignore, miss, zıt anl.; notice, spot |
overly | fazla, aşırı derecede, excessively |
overrate | gereğinden fazla önemsemek, magnify, overestimate, zıt anl.; underrate |
oversight | gözetim |
overtake | (yönetimi / idareyi / mülkiyeti) devralmak, ele geçirmek, yerinden ederek yerine yerleşmek |
overturn | altüst etmek, devirmek, bozmak, upset |
overuse | aşırı kullanım, over-consumption, zıt anl.; economizing |
overview | genel bakış, özet(leme) şeklinde sunum |
overwhelmingly | büyük / ezici bir çoğunlukla, predominantly |
owe | borçlu olmak |
owing to | nedeniyle, yüzünden, because of, due to |
owner | sahip |
pace | 1) hız, tempo, rate, tempo; 2) adım, step, footstep |
pain | ağrı, sızı, acı, ache, hurting |
paralyze | felç / kötürüm etmek, sakatlamak, çalışamaz hale getirmek, cripple, disable |
partial | kısmi, incomplete, zıt anl.; complete |
partially | kısmen, partly, zıt anl.; completely |
participant | katılımcı |
participate (in) | katılmak, yer almak, pay sahibi olmak, rol almak, take part (in), share (in) |
participation | katılma, yer alma, taking part |
particle | parçacık |
particular | belirli, özel, specific, special, zıt anl.; common, overall |
particularly | özellikle, özel olarak, especially, specifically, zıt anl.; generally |
partly | kısmen, partially, zıt anl.; completely |
pass | (yasa) geçirmek / çıkarmak, enact |
pass by | (bir yer / birisi)’nin önünden geçmek, go past |
pass on smt to smo | (bilgi, söz vs. için) kişiden kişiye iletmek / göndermek, (hastalık vs.) geçirmek, send, (Will you please pass on this message to your friends? |
pass through | (bir şey)’in içinden / arasından geçmek |
passionate | heyecanlı, ateşli, aşırı tutkulu, (She made a passionate speech on women’s rights. |
passionately | heyecanlı / ateşli / aşırı tutkulu / hiddetli bir şekilde, intensely, movingly, zıt anl. |
patient | hasta |
patient (sıfat) | sabırlı, zıt anl.; impatient |
pattern | tür, tarz, model, şablon, yöntem, oluş düzeni, diziliş şekli, yinelenen şekil, style, type, method, system, order |
pause | duraklamak, mola vermek |
pay attention (to) | dikkat etmek, ilgilenmek, önemsemek, dikkate almak, mind, consider, take notice (of), zıt anl.; disregard, ignore |
pay consideration | saygı göstermek, (birisine) karşı düşünceli davranmak, göz önüne almak, pay attention (to) |
peak | doruğa çıkmak, en yüksek düzeye ulaşmak, climax, crest |
peak | zirve, doruk (noktası), en üst seviye, en yüksek düzey, zenith, maximum |
peculiar | 1) (bir şeye) özgü, kendine has, specific (to), (This type of building is peculiar to the south of the country. |
penetrate | girmek, içine işlemek, nüfuz etmek, enter, get in, go through |
perceive | algılamak, anlamak, kavramak, fark etmek, sezmek, understand, comprehend, notice, recognise, zıt anl.; misunderstand, miss |
percent | yüzde |
percentage | yüzde, yüzde oranı |
perception | algılama, algı, idrak, sezgi, understanding, apprehension, viewpoint |
perfect (sıfat) | mükemmel, kusursuz, excellent, flawless, zıt anl.; imperfect, flawed |
perfectly | tamamen, tam anlamıyla, totally |
perform | yapmak, yerine getirmek, uygulamak, (mücadele, uğraş vs.) vermek, gerçekleştirmek, başarmak, do, accomplish, fulfil, implement, carry out, function, actualise, zıt anl.; fail |
perhaps | belki, muhtemelen, possibly, probably, zıt anl.; certainly, absolutely |
period | dönem, süre |
periodically | periyodik olarak, düzenli / belirli aralıklarla, belirli zamanlarda, zaman zaman, occasionally, seasonally |
perish | yok olmak, ölmek |
perishable | dayanıksız, kolay bozulur, short-lived, spoilable, zıt anl.; durable |
permanent | kalıcı, daimi, sürekli, lasting, unchanging, zıt anl.; temporary |
permanently | kalıcı, daimi, sürekli olarak, for good, zıt anl.; temporarily, (He was permanently disabled after the accident. |
permission | izin |
permit | izin vermek, ruhsat / yetki vermek, imkan vermek, (bir şey) için elverişli olmak, allow, zıt anl.; ban, forbid |
perpetually | daima, sürekli olarak, constantly, continuously, zıt anl.; never, rarely |
perplex | kafasını karıştırmak, şaşırtmak, confuse, astonish |
persecution | zulüm, eziyet, cruelty, brutality, zıt anl.; benevolence |
persist | 1) (bir şeyde) ısrar etmek, inat etmek, direnmek, persevere, zıt anl.; give up, (My son persists in asking awkward questions. |
persistent | ısrarlı, inatçı, sürekli, determined, insistent, relentless, zıt anl.; irresolute |
personal | kişisel, bireysel, zıt anl.; public |
perspective | perspektif, bakış açısı, viewpoint, approach |
persuade | ikna / razı etmek, inandırmak, convince, induce, zıt anl.; dissuade (from) |
persuasion | ikna etme, inandırma, convincing |
perverse | ters, aksi |
phenomenon | (çoğul: phenomena) önemli / olağanüstü olay, fenomen, occurence |
pick out | (dikkatle) seçmek, ayırt etmek, (The witness picked out the wrong man in the identification parade. |
pick up | 1) (başkasından bir alışkanlık, hastalık vs.)’yi kapmak, contract, zıt anl.; infect, transmit, (He seems to have picked up the infection while he was in hospital for another reason. |
pioneering | öncülük eden, öncü, leading |
pitifully | 1) acıklı / acınası bir şekilde; 2) gülünç derecede |
pivotal | asıl, esas, çok önemli, birinci derecede önem ve etkisi olan, crucial, vital |
place in charge (of) | (bir işin, görevin) başına getirmek, sorumluluğunu vermek |
plague | acı / dert / rahatsızlık vermek, annoy, bother, (My shoulder has been plaguing me all week. |
plague | 1) veba, black fever; 2) bela, trouble |
plant | 1) fabrika, tesis, enerji santrali; 2) bitki |
plausible | akla yakın, makul, reasonable, logical, zıt anl.; implausible, unlikely |
plausibly | makul / akla yakın bir şekilde, reasonably |
play down | hafife almak, önemsememek |
play up | 1) (bir şey)’e dikkat çekmek, olduğundan önemli göstermek, draw attention (to); 2) kötü davranışlarda bulunmak, yaramazlık yapmak, misbehave |
pleasingly | hoşnut edici bir şekilde, memnuniyet verici bir şekilde, pleasantly |
pledge | 1) söz, vaat, promise; 2) teminat, rehin, guarantee, surety |
plentiful | bol, çok, bereketli, verimli, abundant, fertile, zıt anl.; meagre, scarce |
plenty | pek çok (şey), a lot, zıt anl.; very little |
plenty of | bolca, lots of |
plot | 1) fesat, entrika; 2) (sinemada) olayların kurgusu veya ana öykü |
point | 1) gaye, maksat, goal; 2) nokta, durum, mesele |
point out | (bir şey)’e dikkat çekmek, belirtmek, call attention (to), indicate, bring up |
point to | işaret etmek, göstermek, denote, indicate |
poisonous | zehirli, toxic |
policy | 1) sigorta poliçesi; 2) (bir konuda izlenecek) siyaset, politika, tutum |
poll | gayri resmi anket |
pollute | kirletmek, contaminate |
polluted | kirletilmiş, pisletilmiş, kirli, contaminated, (Our water supply is becoming polluted with nitrates disposed of by several industries. |
pollution | kirlenme, kirlilik, contamination |
poor | kötü, düşük kalitede, yetersiz, eksik, az, inadequate, zıt anl.; abundant, sufficient |
population | nüfus, popülasyon (biyolojide, bir türün, belli bir alanda yaşayan bireylerinin tamamı) |
pose | (sorun, zorluk, risk vs.) yaratmak / oluşturmak, present |
pose a serious danger | ciddi bir tehlike oluşturmak |
pose a threat | tehdit oluşturmak |
possess | ele geçirmek, sahip olmak, have, own |
possessions | sahip olunan mallar |
possibility | olasılık, ihtimal, zıt anl.; impossibility |
possible | mümkün, olanaklı, zıt anl.; impossible |
post- | sonrası, (post-World War II |
postpone | ertelemek, put off |
potent | güçlü, etkili, strong, effective, zıt anl.; weak, impotent |
potential | potansiyel, olası, possible |
potentially | potansiyel olarak, muhtemelen, pekala |
pour out (of) | (bir yer)’den dışarı / (bir şey)’in dışına ak(ıt)mak / dök(ül)mek |
poverty | yoksulluk, fakirlik, zıt anl.; wealth |
power | itici güç vermek |
power | güç, kabiliyet |
powerful | güçlü, etkili, yetkili, effective, strong, zıt anl.; weak |
practicable | uygulanabilir, yapılabilir, elverişli, possible, zıt anl.; impracticable |
practical | pratik, elverişli, uygulamaya yönelik, practicable, feasible, zıt anl.; impractical, theoretical |
practically | 1) pratik olarak, pratikte, uygulamada, in practice, zıt anl.; theoretically; 2) hemen hemen, almost |
practice | 1) tatbik etmek, uygulamak; 2) (bir bilim ya da spor dalında çalışma) yapmak, icra etmek, do |
practice | uygulama, aktivite, iş |
praise | övmek, appreciate, zıt anl.; criticize |
praise | övgü, appreciation, zıt anl.; criticism |
precaution | önlem, tedbir, safeguard, (Effective precautions were taken during the Olympic games held in Athens. |
precede | (bir şey)’den önce gelmek, (bir şey)’in önünde / öncesinde olmak, come before, come first, zıt anl.; succeed, follow |
precedence | öncelik, priority, (Applications arriving first will have precedence. |
precious | değerli, kıymetli, yararlı, valuable, (Salt was nearly as precious as gold in the ancient world. |
precise | 1) tam, kesin, definite; 2) dikkatli, titiz, rigorous, zıt anl.; indefinite, inaccurate |
precisely | tam olarak, kesinlikle, titizlikle, exactly, definitely, zıt anl.; probably, questionably |
precision | kesinlik, doğruluk, açıklık, accuracy, zıt anl.; imprecision, inaccuracy |
predator | yırtıcı / alıcı / avcı hayvan |
predecessor | 1) ata, cet, ancestor; 2) selef (aynı alanda mevcut kişilerden daha önce çalışma yapmış veya aynı görevdemevcut kişilerden daha önce görev almış kişi), forerunner; 3) aynı amaçla daha önce yapılmış araç vs. , öncü, forerunner |
predict | tahmin etmek, öngörmek, anticipate, guess |
predictable | önceden söylenebilir, öngörülebilir, foreseeable, zıt anl.; unpredictable |
prediction | tahmin, öngörü, kestirim, anticipation |
prefer | tercih etmek |
preferably | tercihen, more desirably, rather, sooner, more readily / willingly |
prejudice | ön yargı, peşin hüküm, bias |
premature | 1) zamansız, gereğinden önce, vakitsiz, zamanı gelmemiş, early, untimely, zıt anl.; overdue; 2) prematüre, erken doğmuş, gelişmemiş, olgunlaşmamış, immature, undeveloped, unripe, zıt anl.; mature, developed |
prepare | düzenlemek, hazırlamak, get (smt) ready |
prepared (to) | (bir şey yapmaya) hazır / hazırlıklı, ready (to) |
presence | varlık, (hazır) bulunma, existence, attendance, zıt anl.; absence |
present | 1) ortaya koymak, tanıtmak, sunmak, takdim etmek, demonstrate, manifest, introduce; 2) sergilemek, göstermek, ibraz etmek, reveal, illustrate, exhibit, zıt anl.; conceal, cover, hide |
present | hediye, gift |
preserve | korumak, saklamak, maintain, conserve, secure |
president | başkan, devlet başkanı |
press ahead | (zorluklara rağmen) ilerlemek, devam etmek, push ahead |
pressure | basınç |
prestigious | saygın, itibarlı, prestijli, respectable |
presumably | tahminen, herhalde, galiba, by reasonable assumption, probably, (The bomb was presumably intended to go off while the meeting was in progress. |
presume | sanmak, tahmin etmek, varsaymak, believe, suppose, think |
pretend | numara yapmak, -miş gibi davranmak, act |
pretty | 1) güzel, şirin; 2) oldukça, epey, quite, rather |
pretty much | büyük ölçüde |
prevail | hüküm sürmek, hakim olmak, yaygın olmak, be common, dominate |
prevailing | geçerli, yaygın, hakim olan, dominant, current, widespread, zıt anl.; unusual, rare |
prevalence | yaygınlık, etkinlik, sıklık, prevalans (bir hastalığın görülme oranı), predominance, pervasiveness, zıt anl.; rarity |
prevalent | 1) olagelen, yaygın, sıkça rastlanan, prevailing, common, current, widespread, zıt anl.; rare, uncommon; 2) hüküm süren, etkin, predominant, ruling |
prevent | (bir şey)’den alıkoymak, önlemek, önüne geçmek, engellemek, hinder, stop, zıt anl.; let, allow |
preventable | önlenebilir |
prevention | önleme, engelleme, avoidance, protection |
previous | önceki, eski, former, old, zıt anl.; latter, future, next |
previously | önceden, daha önceleri, earlier, formerly, zıt anl.; subsequently, in the future |
prey | av, game, zıt anl.; predator |
pride oneself on (doing) smt | bir şeyden / bir şey yapmaktan gurur / kibir duymak, (He prides himself on being a good singer. |
primarily | başlıca, öncelikle, aslında, esasen, initially, essentially, mainly, mostly |
primary | birincil, ana, temel, main, principle, zıt anl.; secondary, subordinate |
prime | 1) asıl, baş, başlıca, chief; 2) mükemmel, birinci kalite, perfect |
primitive | 1) basit, simple; 2) primitif, ilkel, uncivilised |
principal | müdür, okul müdürü, director, headmaster |
principal (sıfat) | başlıca, en önemli, ana, esas, main, major |
principally | esas olarak, mainly, chiefly |
principle | prensip, ilke |
prior (to) | önceden, önceki, preceding |
priority | öncelik, precedence, (In an emergency ward it is hard to decide who to give priority to. |
privacy | gizlilik, (özel dolap, kapalı banyo / tuvalet vs. gibi) kişinin bazı özel ihtiyaçlarını gizlilik içinde görebilme olanağı, (May I have some privacy, please? |
private | özel, hususi, zıt anl.; public |
privilege | ayrıcalık, concession |
privileged | ayrıcalıklı, imtiyazlı, advantaged, favoured, zıt anl.; underprivileged |
probability | olasılık, possibility |
probably | muhtemelen, olasılıkla |
probe | araştırmak, incelemek, investigate, explore |
probe | sonda (insansız, küçük uzay aracı) |
problematic | sorunlu, problemli |
procedure | işlemler sırası, yol, yöntem, prosedür (araştırma, tanı koyma, tedavi etme vb. amaçla uygulanan, belli bir yönteme dayalı işlem) |
process | süreç, procedure, progression |
processing | işleme, treating, working on |
produce | üretmek, generate, make |
product | ürün |
production | yapım, prodüksiyon, eser, yapıt |
profit | kar, zıt anl.; loss |
profitable | kârlı, kazançlı, rantabl, profit-making |
profound | derin, büyük, kapsamlı, deep, serious, intense, zıt anl.; superficial |
profoundly | derin, kuvvetli, deeply, thoroughly, zıt anl.; weakly, superficially |
progress | ilerlemek, gelişmek, advance |
progress | ilerleme, gelişme, advancement, development, zıt anl.; regress |
progressively | gittikçe, gitgide, gradually |
prohibit | yasaklamak, forbid, ban |
prohibition | yasak, ban |
prolific | üretken, verimli, doğurgan, productive, fruitful |
prolong | uzatmak, sürdürmek, extend, carry on, zıt anl.; shorten |
prolonged | uzun süreli |
prominence | ün, çarpıcı şey, şöhret, distinction, fame |
prominent | öne çıkan, dikkat çeken, ünlü, şeçkin, önemli, well-known, famed, remarkable, outstanding |
promise | (bir olguya) işaret etmek, (bir şeyin olacağını) vaat etmek, söz vermek, give one’s word |
promise | vaat, söz |
promising | umut verici, geleceği parlak, hopeful, bright, zıt anl.; discouraging, unfavourable, unpromising |
promote | desteklemek, geliştirmek, oluşmasına izin vermek, uygun ortam hazırlamak, (reklamla) tanıtmak, advocate, encourage, publicise, zıt anl.; impede, obstruct |
prompt | harekete geçir(t)mek, teşvik etmek, bring about, encourage |
prompt (sıfat) | çabuk, acele, speedy, rapid, zıt anl.; late, slow |
promptly | çabucak, hızla, kolayca, rapidly, easily, readily, zıt anl.; slowly, late |
prone (to) | eğilimli, yatkın, sensitive, susceptible, zıt anl.; immune, resistant |
proof | kanıt, delil, evidence |
proper | 1) doğru, uygun, münasip, olması gereken, correct, suitable, appropriate, right, zıt anl.; wrong, improper, (We are in the middle of an operation. This is not a proper moment for a joke. |
properly | doğru dürüst / düzgün, gerektiği gibi, uygun bir şekilde, doğru olarak, adam gibi, adequately, correctly, duly, zıt anl.; improperly, unduly, (He didn’t close the door properly, and the room got colder and colder in a few minutes. |
property | 1) (bir madde vs. için) özellik, nitelik, characteristic, feature; 2) mülkiyet, mal-mülk, belongings |
proportion | oran, orantı, nispet, percentage, zıt anl.; disproportion |
proportional | orantılı, (directly proportional |
proposal | öneri, teklif, evlenme teklifi, suggestion |
propose | 1) önermek, teklif etmek, ileri sürmek, recommend, offer, suggest, put forward, (The Minister proposed that tobacco advertising should be banned. |
proposition | öneri, teklif, suggestion |
prospective | müstakbel, olası, expected, likely, (a prospective mother |
prosper | gelişmek, zenginleşmek, flourish, thrive, develop |
prosperity | refah |
prosperous | başarılı, kazançlı, karlı, zengin, refah içinde, affluent, (He was born sixty-four years ago to a prosperous family. |
protect | korumak, kollamak, defend, keep safe, secure |
protect against | (bir şey / birisi)’ne karşı koru(n)mak |
protection | koruma, shelter, security |
protocol | 1) protokol (yapılacak bir iş ya da araştırma ya da işlem için hazırlanan ayrıntılı plan, izlenecek yöntem ve işlem sırası); 2) (tıpta) bir ilaç veya tedavi için uygulama planı |
prove | 1) (bir şey olduğu) ortaya çıkmak / anlaşılmak, (proved problematic |
prove (smo) right | (birisi)’ni haklı çıkarmak |
prove useful | yararlı olduğu ortaya çıkmak |
provide (with) | sağlamak, bulmak, temin etmek, supply, render, zıt anl.; withhold |
provided that | koşuluyla, şartıyla |
public | kamu, halk |
publicity | 1) aleniyet, herkesçe bilinme, şöhret; 2) reklam, propaganda, tanıtım, promotion, advertising |
publish | 1) ilan etmek, açıklamak; 2) yayımlamak, basmak |
published | açıklanmış, ilan edilmiş, yayınlanmış |
pull apart | ayırarak uzaklaştırmak |
pull in | toplamak, gather |
pull through | (bir bela veya hastalıktan) kurtulmak / kurtarmak, paçayı kurtarmak |
pull up to / with | (diğer bir yarışmacı vs.) ile aynı düzeye gelmek, (diğeri)’ni yakalamak |
punishment | ceza, cezalandırma, penalty |
pure | saf |
pursue | izlemek, peşine düşmek, aramak, (bir uğraşı) sürdürmek, chase, trail, seek, zıt anl.; give up, quit |
push up | yukarı çekmek / itmek, yükseltmek, raise, zıt anl.; push down, lower |
put a stop | bir son vermek, (kötü bir gidişe vs.) dur demek |
put across | etkili bir şekilde anlatmak / açıklamak / söylemek, convey, express |
put ahead of | (bir şey)’in önüne / ilerisine geçirmek |
put emphasis on | vurgulamak, emphasise, stress |
put forward | 1) önermek, öne çıkarmak, ileri sürmek, fikir ortaya atmak, assert, propose; 2) (tarihi, saati vs.) ileri almak |
put into effect | yürürlüğe koymak, put into force |
put into force | yürürlüğe koymak, put into effect |
put into practise | uygulamaya koymak / geçmek |
put off | 1) ertelemek, postpone; 2) (bir şey)’den soğutmak, tiksindirmek, repel |
put on | 1) (elbise vs.) giymek, wear; 2) (ışık vs.) açmak, turn on; 3) eklemek, add |
put out | 1) söndürmek, extinguish; 2) sinirlendirmek, upset |
put over | 1) başarılı / güzel bir şekilde ifade etmek / anlatmak, (bir şeyin) anlaşılmasını sağlamak, put across, (She is very good at putting her views over inmeetings. |
put pressure on | baskı yapmak, (bir şey yapmaya) zorlamak |
put together | (parçaları) bir araya getirerek üretmek, birleştirmek, toplamak |
put up | 1) (çadır vs.) kurmak, zıt anl.; take down; 2) (poster, ilan, not vs.) asmak, post; 3) (fiyatı) yükseltmek, arttırmak, increase, (Sales began to decline after they put up the prices. |
put up with | tahammül etmek, dayanmak, tolerate, (There are many inconveniences and pain that have to be put up with after you have undergone a major operation. |
puzzle | şaşır(t)mak, hayrete düş(ür)mek, confuse, baffle |
puzzle over | anlamaya / çözmeye çalışmak |
puzzlingly | şaşırtıcı, hayret verici, confusing, baffling |
qualify (for) | (bir iş) için gerekli niteliklere sahip olmak, hak kazanmak, be eligible (for) |
quality | kalite, nitelik, vasıf |
quantity | miktar, nicelik, amount |
query | sorgulamak, question |
question | 1) doğruluğundan kuşku duymak, sorgulamak, doubt, dispute; 2) tartışmak, argue |
quit | bırakmak, vazgeçmek, leave, give up, halt |
quite | 1) oldukça, pek, epey; 2) tamamen, (You are quite right. |
race | yarışmak |
race | yarış |
radical | radikal, kökten, esaslı, fundamental |
radically | alışılmışın çok dışında bir şekilde, extraordinarily |
rage | şiddetle devam etmek, storm, surge |
raise | 1) yükseltmek, arttırmak, elevate, increase, zıt anl.; lower, decrease; 2) (para) toplamak, collect, gather; 3) yetiştirmek, büyütmek, nurture, breed; 4) (soru) sormak |
random | rasgele, tesadüfi, haphazard, accidental, zıt anl.; systematic |
randomly | düzensiz olarak, rasgele, arbitrarily, zıt anl.; systematically |
range (from . . . to . . .) | 1) (bir şey ile) (başka bir şey arasında) değişmek, vary (between . . . and . . .); 2) dizmek, sıralamak, sınıflandırmak, rate, rank, classify |
range | 1) seri, dizi, sıra; 2) erim, menzil; 3) mutfak ocağı; 4) pek çok, farklı, variety |
rank | sırala(n)mak, (örn. bir listede) belli bir sırada olmak, (Harry Potter series rank first among the best-selling books of all-time. |
rank above / below | (birisi)’nden yüksek / aşağı rütbede / düzeyde olmak |
rapid | çabuk, hızlı, tez, quick, zıt anl.; slow |
rapidly | hızla, çabucak, quickly, fast, zıt anl.; slowly |
rare | nadir, az görülür / bulunur, uncommon, scarce, zıt anl.; common |
rarely | nadiren, barely, seldom, zıt anl.; often, frequently |
rarity | nadirlik, seyreklik, rareness, infrequency, zıt anl.; commonness, amplitude |
rate | 1) hız, sürat, pace; 2) oran, nispet |
rather | oldukça, epeyce, bir hayli, quite, somewhat |
rather than | (bir şey)’den çok / ziyade |
ratio | oran |
raw | ham, işlenmemiş |
reach | ulaşmak, varmak, arrive, come |
react to | (bir şey ya da bir kişi)’ye tepki göstermek, respond to, oppose |
react with | (bir şey) ile (kimyasal) tepkimeye girmek |
readily | çabucak, hızla, kolayca, hazırda / kolayda, zamanında, seve seve, promptly, willingly, rapidly, easily, zıt anl.; slowly, late, (These bacteria can be identified readily. |
realize | 1) farkına varmak; 2) gerçekleştirmek |
rearrange | yeniden düzenlemek, reorganize |
reason | sebep, neden, cause |
reasonable | 1) makul, mantıklı, fair, sound, logical, zıt anl.; unreasonable; 2) yeteri kadar, uygun miktarda / ölçüde, (All we need is a reasonable amount of land and sunlight to grow our vegetables. |
reasonably | makul oranda / düzeyde, oldukça, acceptably |
rebuild | yeniden yapmak / inşa etmek |
recall | anımsamak, hatırlamak, remember, zıt anl.; forget |
receive | 1) almak, pick up, take, zıt anl.; give, emit; 2) (bakım, ilgi vs.) görmek |
recent | (yakın geçmişten bahsederken) en son, en yakın / yeni, late, current, zıt anl.; past |
recent finding | en son bulgu |
recently | yakın zamanda, son zamanlarda, lately |
recession | (ekonomide) durgunluk |
reckon | sanmak, düşünmek, saymak, hesaplamak, think, calculate, (Do you reckon it is going to rain tomorrow? |
recognise (as) | (olarak) tanımak, remember, identify, distinguish, zıt anl.; forget |
recognise | 1) farkına varmak, realise, acknowledge, be aware of; 2) (resmi olarak) tanımak, varlığını kabul etmek |
recognition | kabul, onay, tanıma, popülarite, acceptance, approval, acknowledgement, zıt anl.; refusal, rejection |
recommend | tavsiye etmek, önermek, teklif etmek, ileri sürmek, offer, suggest |
recommendation | tavsiye, öneri, advice, suggestion, proposal |
recommended | tavsiye olunur / edilir, suggested |
reconcile | aralarını bulmak, uzlaş(tır)mak, harmonise, integrate, zıt anl.; alienate |
reconsider | tekrar ele almak, yeniden incelemek |
record | kaydetmek, kayda geçirmek |
record | 1) kayıt; 2) rekor |
recover | 1) iyileşmek, kendine gelmek, improve, get well, zıt anl.; deteriorate; 2) kurtarmak, geri kazanmak, salvage |
recovery | 1) (hastalıktan, yok olmaktan vs.) kurtulma, iyileşme, cure, remedy, healing, revival, zıt anl.; deterioration, worsening; 2) yeniden elde etme, telafi, retrieval |
recreate | yeniden yaratmak, reinstitute |
recruit | 1) asker toplamak, asker yazmak, enlist; 2) (bir iş için) eleman aramak, işe almak, employ |
recur | (hastalık, öksürük vs. için) nüksetmek, tekrarla(n)mak, happen again, repeat itself |
recurrent | yinelenen, tekrarlayan, repetitive, zıt anl.; single, unique |
redistribute | dağılımını değiştirmek, yeniden dağıtmak |
reduce | azal(t)mak, cut down, diminish, decrease, lower, zıt anl.; increase |
reduction | azal(t)ma, in(dir)me, indirim, decrease, zıt anl.; increase |
re-establish | yeniden kurmak, eski haline dön(dür)mek, restore |
refer to | 1) atıfta / göndermede bulunmak, direct to, guide; 2) söz etmek, bahsetmek, mention, bring up; 3) başvurmak, turn to, resort to; 4) (bir şey) ile ilgili olmak, be related to |
refined | 1) rafine, arıtılmış, processed, zıt anl.; coarse, crude; 2) ince, kibar, zarif |
refit | yeniden kullanıma hazır hale getirmek |
reflect | yansıtmak, göstermek, show, (The words of thematron clearly reflected concern over the patient’s situation. |
reform | reform, yenilik, improvement, revision |
refrain (from) | çekinmek, sakınmak, kendini tutmak, abstain (from), avoid, zıt anl.; give in, indulge |
refreshed | yenilenmiş, tazelenmiş, canlanmış, revitalized |
refuse | geri çevirmek, kabul etmemek, reddetmek, turn down, reject, zıt anl.; accept |
regard | ilgilen(dir)mek, dikkate almak, pay attention, consider |
regard as | saymak, gözüyle bakmak, (olduğuna) inanmak, (olarak) görmek / değerlendirmek, believe, deem, consider as, view as |
regard with | (şüphe, korku vs.) ile bakmak / yaklaşmak |
regarding | ile ilgili, with reference to, concerning, about |
regardless of | (bir şey)’e bakılmaksızın / bağlı olmaksızın, in spite of, without considering |
regardless of the fact that. . . | . . . gerçeğine bakılmaksızın, although, despite the fact that |
regenerate | yenilemek, yeniden oluş(tur)mak, iyileşmek, regrow |
region | yöre, bölge, alan, çevre, zone, area, location |
regret | pişmanlık duymak, esef etmek, feel sorry (about), repent, zıt anl.; welcome |
regrettable | üzüntü veren, pişmanlık uyandıran, unfortunate, pitiful, zıt anl.; desirable |
regrettably | ne yazık ki,maalesef, unfortunately |
regular | düzenli, tutarlı, istikrarlı, devamlı, consistent, steady, zıt anl.; irregular, unsteady, inconsistent |
regulate | denetim altında tutmak, düzene sokmak, düzenlemek, ayarlamak, monitor, adjust, arrange, zıt anl.; upset, confuse, mess up |
regulation | düzenleme, denetim, ayarlama, kontrol, işleyiş, çalışma, arrangement, monitoring, adjustment, zıt anl.; confusion, messing up |
rehabilitate | hasarını gidermek, rehabilite etmek, restore |
reinforce | desteklemek, takviye etmek, sağlamlaştırmak, güçlendirmek, pekiştirmek, strengthen, zıt anl.; weaken, (The final technical report of the accident reinforces the findings of initial investigations. |
reiterate | tekrarlamak, repeat |
reject | yadsımak, reddetmek, dismiss, refuse, deny, zıt anl.; accept |
rejected | reddedilmiş, geri çevrilmiş |
relate | 1) (olaylar, durumlar, insanlar) arasında bağlantı kurmak, connect, link; 2) (bir şey) ile ilgili olmak, have a connection with |
related | ilgili, bağlantılı, in connection, zıt anl.; unrelated |
relating to | (bir şey) ile ilgili olarak |
relation | bağlantı, ilişki, münasebet |
relationship | ilişki, ilinti |
relative | akraba |
relative (sıfat) | göreceli |
relatively | göreceli olarak, nispeten, comparatively |
relax | gevşemek, rahatlamak, loosen, zıt anl.; tighten up |
relay | aktarmak, nakletmek, pass on, transmit |
release | 1) salıvermek, kurtarmak, dışarı vermek, discharge, liberate, zıt anl.; detain, imprison; 2) (ilacı bedene) yaymak; 3) (haber, bildiri vs.) basıp yaymak, (film, albüm vs.) piyasaya çıkarmak, issue |
release | salma / salıverilme, dışarı verme, yayma, discharge |
relentless | 1) bitmez tükenmez, endless, (Her relentless efforts in the clinic were at last rewarded by a promotion. |
reliability | güvenilirlik, credibility |
reliable | güvenilir, emin, sağlam, trustworthy, dependable, zıt anl.; unreliable |
reliably | güvenilir bir biçimde, trustily, zıt anl.; unreliably |
reliance | güvenme, bel bağlama, dependence |
reliant on | (bir şey)’e güvenen / güvenir bir halde, bağımlı |
relief | 1) ferahlama, rahatlatma, alleviation; 2) yardım, help; 3) nöbeti devralan kişi |
relieve | 1) rahatlatmak, ferahlatmak, dindirmek, hafifletmek, yatıştırmak, azaltmak, alleviate, ease, comfort, zıt anl.; aggravate, intensify; 2) kurtarmak, rescue; 3) nöbeti devralmak |
reluctance | isteksizlik, gönülsüzlük, unwillingness, zıt anl.; keenness, (It was with reluctance that I accepted their invitation because I was too busy to attend any such occasion. |
reluctant | isteksiz, gönülsüz, unwilling, hesitant, uneager, zıt anl.; willing, eager |
reluctantly | isteksizce, gönülsüzce, unwillingly, zıt anl.; willingly, eagerly |
rely on | 1) (bir şey ya da bir kişi)‘ye güvenmek / itimat etmek / bel bağlamak / bağımlı olmak, depend on, entrust, zıt anl.; distrust; 2) (bir şey ya da birisi)’nin yardımıyla (bir işi) başarmak, (Today we rely on computers to perform innumerable tasks. |
remain | değişmeden kalmak, durumunu korumak, stay, zıt anl.; vary |
remain awake | uyanık kalmak, stay awake, zıt anl.; fall asleep |
remains | (çoğul kullanılır) 1) kalıntı(lar), arta kalan, harabe, ruin, leftover; 2) ceset, corpse, (His remains were never found. |
remarkable | dikkate değer, olağanüstü, notable, extraordinary, zıt anl.; ordinary |
remarkably | dikkate değer bir şekilde, belirgin bir şekilde, considerably, noticeably, zıt anl.; slightly |
remedy | çare, ilaç, deva, cure, relief |
remote | 1) uzak, distant, (His stories are too remote from everyday life. |
remotely | uzaktan, uzaktan kumanda ile, from a distance, zıt anl.; closely |
removal | yerini değiştirme, ortadan kaldırma |
remove | 1) ortadan kaldırmak, çıkarmak, take away, eliminate, zıt anl.; install; 2) (kabuk, kılçık vs. için) temizlemek, çıkarmak; 3) (vücuttan dışarı) atmak, çıkarmak |
renew | yenilemek, onarmak, re-establish, mend |
renewable | yenilenebilir |
repair | onarmak, düzeltmek, iyileştirmek |
repay | geri vermek, ödemek, return, pay back |
repeat | tekrarla(n)mak, yinele(n)mek, (Will you please repeat what I say? |
repetitive | yinelenen, tekrarlayan, recurrent, zıt anl.; single, unique |
replace | (bir başkası)’nın yerini almak / yerine geçmek, yenilemek, change, substitute, supplant |
replace with | (bir şeyi başka bir şey) ile değiştirmek, substitute |
replacement | replasman, yenileme, değiştirme, yerine koyma, yerini alma, yer değiştirme, substitution |
replenish | tekrar doldurmak |
report | rapor etmek, bildirmek |
report | 1) rapor; 2) karne; 3) haber |
represent | 1) temsil etmek, simgelemek, örneği olmak, act as; 2) göstermek, betimlemek, depict, display, correspond to |
representation | tasvir, betimleme |
representative | 1) örnek, tipik, exemplary, typical; 2) mümessil, temsilci |
reproduce | 1) kopyalamak, taklit etmek, imitate, redo, make more; 2) üremek, çoğalmak, yavrulamak, propagate |
repulsive | itici, tiksindirici, repellent, revolting |
reputable | saygın, respectable, esteemed, zıt anl.; disreputable |
reputation | ün, şöhret, nam, ad, credit, esteem |
request | talep etmek, demand, ask for |
request | istek, rica, dilek, demand |
require | (bir şey) istemek, (bir şey)’i gerektirmek, zorunlu kılmak, ask, call for, compel, oblige, demand |
requirement | gereksinim, ihtiyaç, talep, necessity, claim |
research | araştırma |
researcher | araştırmacı |
resemblance | benzerlik, similarity, zıt anl.; distinction |
resemble | benzemek, andırmak, look / be like, take after, zıt anl.; differ from |
resent | içerlemek |
reshape | yeniden şekillendirmek, alter |
resident | bir yerde oturan kimse, sakin, dweller, inhabitant |
resist | direnmek, karşı koymak, oppose, withstand, confront, zıt anl.; surrender, yield to |
resistance | direniş, karşı koyma, hindrance, opposition |
resolution | 1) karar, çözüm, decision; 2) çözünürlük (bilgisayar ekranı, fotoğraf makinesi gibi cihazların detayları görüntüleme kapasitesi) |
resolve | 1) çözmek, solve; 2) karar vermek, decide; 3) azalmak, iyiye gitmek, recover |
resource | kaynak, olanak, supply, means |
respect | 1) (kurala) uymak, obey; 2) itibar göstermek, regard highly |
respectively | sırasıyla, (birden fazla unsur için) her birinin ayrı ayrı (özelliklerinden bahsederken), (The cities of Basle and Brussles are in Switzerland and in Belgium respectively. |
respond (to) | karşılık vermek, tepki göstermek, react (to) |
response | yanıt, karşılık, tepki, reply, reaction |
responsibility | sorumluluk, yükümlülük, blame, liability, zıt anl.; immunity, exemption |
responsible (for) | (bir şeyden) sorumlu, (bir şeyin) sorumlusu, zıt anl.; irresponsible |
rest | 1) (‘the rest’ şeklinde kullanılır) geri kalan kısım; 2) dinlenme |
rest on | (bir şey)’e dayanmak, (bir şey)’den destek almak, (kökünü / temelini bir yerden) almak, üzerinde bulunmak, count on, depend on, be supported by |
rest with | (bir kişi)’nin sorumluluğunda olmak, be (under) the responsibility of |
rested | dinlenmiş, relaxed |
restless | hiç durmayan, huzursuz, hurried, uneasy, zıt anl.; calm, peaceful |
restore | restore etmek, eski haline döndürmek, fix, reestablish, reconstruct |
restrain | 1) dizginlemek, kontrol altına almak, control, zıt anl.; set free; 2) kısıtlamak, sınırlamak, suppress, zıt anl.; relieve |
restraint | kısıtlama, dizginleme, baskı, restriction, control, suppression, zıt anl.; relief, indulgence |
restrict | kısıtlamak, sınırlamak, limit, restrain, zıt anl.; broaden, enlarge |
restricted | 1) yasak, forbidden; 2) kısıtlı, sınırlı, limited, confined, zıt anl.; free, unlimited |
restricted | kısıtlı, sınırlı, yasaklanmış, yasak, limited, zıt anl.; free, unlimited, (The town is announced to be a restricted area barred to people and journalists without special authorisation. |
restriction | kısıtlama, limitation |
restrictive | kısıtlayıcı, sınırlayıcı, limiting |
result from | (bir şey)’den meydana gelmek / çıkmak / doğmak / kaynaklanmak, (bir şey)’in sonucu olmak, be caused by, come from |
result in | (bir şey) ile sonuçlanmak, (bir şey)’e yol açmak / neden olmak, cause |
resulting | sonuç olarak ortaya çıkan, sonuçtaki |
resume | yeniden başlamak, kalınan yerden devam etmek, continue, restart, carry on, zıt anl.; abandon, suspend |
retain | 1) tutmak, alıkoymak, muhafaza etmek, kendinde saklamak, sahip olmak, keep, hold, zıt anl.; give up, let go; 2) akılda tutmak, keep in (one’s) mind |
return | 1) geri dön(dür)mek, geri gitmek, go back; 2) geri verme, iade etme |
return to the fore | tekrar ön plana çıkmak |
reveal | göstermek, açığa vurmak, ortaya çıkarmak, tell, show, disclose, zıt anl.; conceal, hide |
revenue | gelir, kazanç, hasılat, income |
reverse | (pervaneyi vs.) ters yönde çalıştırmak, tornistan etmek, tersine / geri çevirmek, change to the contrary |
reverse (sıfat) | aksi, ters, geri, opposite, contrary, backward, zıt anl.; forward, parallel, same |
reversible | geri döndürülebilir, eski haline getirilebilir, zıt anl.; irreversible |
review | yeniden gözden geçirmek, yeniden incelemek, go over |
revise | gözden geçirip düzeltmek, modify |
revision | gözden geçirip düzeltme, modification |
revival | 1) yeniden canlanma, diriliş, uyanış; 2) (film, tiyatro oyunu için) geçmişte sahnelenmiş bir eseri (farklı oyuncular ve farklı yorum ile) yeniden sahneleme, remake |
revolution | devrim |
reward | ödül, prize, zıt anl.; punishment |
rewarding | doyurucu, tatmin edici, satisfactory |
riches | zenginlikler |
rid of | (bir şey)’den kurtarmak, free from, relieve |
rid (oneself) of | (kendini) (bir şey)’den kurtarmak, break free from |
ridicule | alay konusu etmek, gülünç duruma düşürmek |
ridiculous | gülünç, saçma, silly |
right | 1) hak, (Arabic women must stand up for their voting rights. |
right across | her tarafına, throughout, (The disease spread right across the country. |
right away | hemen, derhal, at once, immediately |
rigid | katı, sert, şekli bozulmayan, eğilip bükülmeyen, sağlam, dayanıklı, firm, zıt anl.; flexible, floppy, deformable |
rigorous | özenli, dikkatli, sıkı, kurallardan şaşmayan, strict, tight, zıt anl.; lax, relaxed |
rise | yükselmek, artmak, tırmanmak, increase, zıt anl.; decrease |
risk-free | tehlikesiz |
risky | riskli, unsafe, zıt anl.; safe |
rival | (birisi) ile rekabet etmek, (birisi) kadar iyi olmak, compete with |
rival | rakip, opponent, competitor |
rivalry | rekabet, competition |
rob (of) | yağma / talan etmek, elinden almak, çalmak, yoksun bırakmak, take, steal |
rotate | 1) (kendi ekseni veyamerkezi etrafında) dön(dür)mek; 2) (bir işi) sırayla yapmak |
rough | 1) kaba, takribi, approximate, zıt anl.; accurate, precise, exact; 2) zor, sıkıntılı; 3) engebeli |
roughly | kabaca, yaklaşık olarak, aşağı yukarı, approximately, about, more or less; zıt anl.; accurately, exactly |
routine | rutin, düzen (aynı işin / işlerin belli aralıklarla tekrar edilmesi) |
ruin | harap / perişan etmek, yıkmak, devastate, destroy, zıt anl.; restore, construct |
ruin | yıkım, yıkılma, çöküş, tahrip, downfall |
ruined | harabe halinde, yıkıntı halde, devastated, derelict, destroyed, zıt anl.; restored, reconstructed |
rule out | yok saymak, ortadan kaldırmak, devre dışı bırakmak, önlemek, meydan vermemek, engellemek, elemek, exclude, zıt anl.; include |
run | 1) işletmek, çalıştırmak, yönetmek, operate, manage; 2) (ilacı damarlara vs.) enjekte etmek |
run about | etrafta koş(uş)turmak |
run away from | (bir yer / birisi / bir şey)’den kaçmak, escape from |
run down | 1) kötülemek, aleyhinde konuşmak; 2) azal(t)mak, küçül(t)mek |
run in a family | bir aileye ait bir vasıf / özellik olmak, o ailede sıkça görülmek |
run out (of) | 1) yit(ir)mek, bit(ir)mek, tükenmek, tüketmek, exhaust, use up, deplete, (I am afraid we have run out of antibiotics. |
rural | kırsal, taşra, köy hayatına ait, kentsel olmayan, zıt anl.; urban |
rush | 1) koşarak gitmek, acele et(tir)mek, hurry, zıt anl.; delay, linger; 2) saldırmak, hızla akmak |
rush | koşuşturma, acele etme |
sacrifice | feda etmek, give up, forfeit |
sad | üzgün, üzücü, depressed, depressing, zıt anl.; cheerful |
safe | emniyetli, güvenli, secure, harmless, zıt anl.; dangerous, hazardous |
safely | güvenli bir şekilde |
safety | emniyet, güvenlik, security, refuge, zıt anl.; danger, hazard |
sample | denemek, try |
sample | örnek, numune, example, specimen |
sane | aklı başında, zihinsel bir hastalığı olmayan, zıt anl.; insane |
satisfactorily | tatmin edici bir şekilde, adequately, zıt anl.; unsatisfactorily, poorly |
satisfactory | doyurucu, tatmin edici, rewarding, acceptable, adequate, zıt anl.; unsatisfactory, poor |
save up | bir süre içinde yavaş yavaş biriktirmek |
scale | ölçek, derece, skala |
scant | sınırlı, yetersiz, az, limited, inadequate, zıt anl.; abundant, ample |
scarce | az bulunur, kıt, rare, scant |
scarcely | nadiren, güçlükle, çok az, barely, hardly, zıt anl.; enough, sufficiently, (She is not a friend of mine. I scarcely know her. |
scattered | (oraya buraya) dağılmış, yayılmış, dispersed |
scene | manzara, görüntü, sahne, olay, sight |
sceptically | kuşkucu bir şekilde, suspiciously |
schedule | program, tarife, ders programı |
scheme | hareket planı, proje, düzen, tertip, strategy, (If one scheme of happiness fails, human nature turns to another. |
scientific | bilimsel |
scope | 1) kapsam, saha, alan, faaliyet alanı, range, extent; 2) fırsat, olanak |
score | puan |
season | sezon, mevsim, dönem, period |
secondary | ikinci derecede, sekonder, ikincil, tali, subordinate, subsidiary, zıt anl.; fundamental, essential, primary |
secret | sır, gizem, esrar |
section | kısım, kesim, parça, dilim, kesit, part |
secure | güvence altına almak, ele geçirmek, sağlamak, ensure |
security | güvenlik, protection |
seek | 1) (bir şey yapma)’ya çalışmak, try (to); 2) aramak, araştırmak, peşine düşmek, inquire, look for, pursue |
seek to do smt | bir şey yapmaya çabalamak, bir şey yapmak için uğraşmak |
seem to | (bir şey yapar) gibi görünmek, (bir şey) olduğu anlaşılmak, appear to |
seem to be | gibi görünmek, appear to be |
seemingly | görünüşe göre, apparently |
segment | parça, bölüm, kısım, kesim, dilim |
seize | tutmak, yakalamak, el koymak, ele geçirmek, grab, catch, get, take, take over, zıt anl.; give up, release, free |
seldom | nadiren, pek az, seyrek, rarely, zıt anl.; often |
selection | seçim, seçme şeyler bütünü, seçki, collection |
self-confidence | kendine güven |
self-sufficient | kendine yeterli, zıt anl.; dependent |
send for | (birisi)’ni çağırtmak, (bir şey) getirtmek, summon |
sensation | 1) duyu, duygu, duyarlık, feeling, emotion; 2) heyecan uyandıran olay, sansasyon |
sense of humour | espri / mizah anlayışı |
sensibility | ayırt etme yetisi, duyarlılık |
sensible | mantıklı, akla uygun, aklı başında, realistic, rational, zıt anl.; foolish, insensible |
sensibly | mantıklı bir şekilde, akıllıca, reasonably, zıt anl.; foolishly |
sensitive | duygulu, duyarlı, hassas, alıngan, emotional, delicate, zıt anl.; insensitive, thickskinned |
sensitively | duyarlı şekilde, hassas biçimde, sympathetically |
sensitivity | duyarlılık, hassasiyet, responsiveness, zıt anl.; insensitivity |
sentiment | duygu, düşünce, emotion, opinion |
separate | ayırmak, birbirinden uzaklaştırmak, bölmek, zıt anl.; unify |
separate | (birbirinden) ayrı, bağımsız, farklı, unconnected, unrelated, zıt anl.; united |
separation | ayrılma, ayırma, birbirinden uzaklaştırma, break-up, split, zıt anl.; unification |
sequence | ardışıklık, sıra, dizi, sekans, (The paintings of the artist are exhibited in a chronological sequence. |
serious | ciddi, önemli, significant |
seriously | önemli ölçüde, ciddi miktarda |
serve (to) | (bir şey)’e faydası olmak / hizmet etmek, cevap vermek, perform |
serve as | görevini görmek, (bir şey)’e yaramak, …olarak hizmet etmek |
serve to | (bir şey)’e yaramak |
set | 1) ayarlamak, yerleştirmek; 2) (ateş için) yakmak |
set | seri, dizi |
set a good example | iyi örnek olmak, iyi bir örnek oluşturmak |
set aside | 1) bir tarafa koymak, kenara bırakmak; 2) feshetmek, iptal etmek |
set back | (ilerlemesini) geciktirmek, geriye atmak, delay |
set in | 1) (hastalık vs. için) kalıcı hale gelmek, yerleşmek, develop, become, established; 2) yerine otur(t)mak, yerleş(tir)mek, fit into, fix in |
set off | 1) çalıştırmak, başlatmak, start; 2) (bir işe) girişmek; 3) yola çıkmak |
set out | başlamak, yola koyulmak, girişmek, embark (on), start, begin, commence, leave, set off, zıt anl.; stay, halt |
set up | (sistem, bina vs.) kurmak, dikmek, inşa etmek, institute, erect, build, found, zıt anl.; destroy, demolish, abolish |
setback | aksama, başarısızlık, misfortune, disappointment, zıt anl.; breakthrough |
settle | 1) (bir yere) yerleş(tir)mek, iskân etmek, dwell, inhabit; 2) halletmek, çözmek, karara varmak / bağlamak, conclude, resolve |
settle down | 1) (bir yere) yerleşmek / yerleşmeyi tamamlamak; 2) uslanmak, yola gelmek, sakinleşmek, calm |
settlement | 1) yerleşim yeri, community; 2) ödeme, payment |
several | ikiden çok, çok, pek çok, many, various |
severe | sert, katı, şiddetli, ciddi, firm, hard, rigid, serious, difficult, zıt anl.; soft, mild |
severely | sertçe, şiddetle, harshly, sharply, zıt anl.; softly, leniently |
severity | sertlik, şiddet, ciddiyet, harshness, seriousness |
shake | sarsmak, sallamak |
share | paylaşmak |
share | 1) kısım, kesim; 2) pay |
share in | pay sahibi olmak, rol almak, participate in |
sharply | 1) sertçe, harshly, sternly, zıt anl.; lightly, gently; 2) keskin bir şekilde, aniden büyük miktarda |
shed | 1) (yaprak, gözyaşı, tüy vs.) dökmek; 2) (bir şey)’i aydınlatmak (bilgi vermek); 3) (ışık vs.) yaymak, diffuse; 4) (bir şey)’den kurtulmak, üstünden atmak |
shed light on | (bir olay vs.)’yi aydınlatmak, (bir olay)’a ışık tutmak |
shelter | 1) korumak, örtmek, cover; 2) sığınmak, take refuge (in) |
shelter | sığınak, barınak, korunak |
sheltered | korunmuş, korunaklı |
shield | korumak, siper olmak, protect |
shift | kaymak, yönelmek, değişmek, switch, alter |
shift from …to . . . | (bir şey)’den (bir şey)’e kaymak, yön değiştirmek, sapmak, switch from . . . to . . |
shortage | eksiklik, kıtlık, deficiency, scarcity, zıt anl.; abundance |
short-term | kısa vadeli / süreli, yakın zamanlı, zıt anl.; long-term |
show off | gösteriş yapmak, caka satmak |
show up | 1) gözükmek, meydana / ortaya çıkmak, appear, zıt anl.; disappear; 2) (bir toplantı vs.)’ye gelmek / katılmak, attend |
shrink | 1) (kumaş vs. için) çekmek, contract; 2) azal(t)mak, değeri(ni) azal(t)mak, diminish |
sick | hasta, rahatsız |
side effect | yan etki, adverse effect |
side with | (bir şey / birisi)’nin tarafını tutmak / yanında yer almak |
sight | görüş, görme yetisi, manzara, vision, scene |
sign | işaret, belirti, gösterge, signal, indication |
signal | (bir olayın) sinyalini vermek, habercisi olmak, indicate, signify |
significance | önem, importance |
significant | kayda / dikkate değer, önemli, considerable, important, zıt anl.; insignificant, unimportant, (Meat offers a significant amount of protein. |
significantly | epeyce, oldukça, önemli ölçüde, büyük oranda, considerably, substantially, zıt anl.; slightly, insignificantly |
signify | 1) göstermek, belirtmek, show; 2) anlamına gelmek, mean, stand for |
similar (to) | yakın, benzer, akin (to), alike, zıt anl.; different |
similarity | benzerlik, resemblance, zıt anl.; distinction |
similarly | keza, bunun gibi, benzer şekilde, likewise |
simple | sade, basit, easy, uncomplicated, elementary, zıt anl.; complicated, difficult |
simplistic | (gerçekçi olmayan ve aşırı bir şekilde) basite indirgenmiş, dar kapsamlı, zıt anl.; comprehensive |
simultaneously | aynı anda (olan / yapılan), eşzamanlı, concurrently, synchronically, zıt anl.; consecutively |
sincere | içten, samimi, açık yürekli, frank, genuine, zıt anl.; insincere, false |
single | tek, bir, one, sole |
singly | tek başına, individually |
sink | 1) (değer, seviye vs. için) azalmak, decrease; 2) batmak |
site | 1) yer, yerleşim; 2) sit alanı; 3) inşaat sahası, şantiye; 4) bölge, bölüm, location |
situation | durum, vaziyet, state of affairs |
skill | ustalık, hüner, beceri, expertise, ability |
skilled | yetenekli,marifetli, ehil |
slave | köle, esir, zıt anl.; master |
slavery | kölelik |
slight | ufak ve ince yapılı, küçük |
slightly | az miktarda, yüzeysel, bir parça, a little, insignificantly, zıt anl.; immensely |
smart | zeki, yetenekli, işlevsel, brilliant |
smoothly | pürüzsüzce, sorunsuzca |
so as to | (bir şey) yapabilmek için / yapacak şekilde, in order to |
so far | şimdiye kadar, bugüne dek, şu ana kadar, up to now, (up) until now, to date |
so far as | kadar, kadarıyla, as far as, (So far as I am concerned. . . |
so long as | sürece, müddetçe, as long as |
so that | öyle ki …, . . . mek / . . . mak için, in order that |
so-called | 1) sözde, (It was one of his so-called friends who supplied him with the drugs that killed him. |
society | dernek, topluluk, toplum |
soil | toprak(lar) |
sole | yalnız, tek, yegane, only |
solely | sadece, yalnızca, tek başına, only, just, merely |
solid (sıfat) | 1) katı; 2) sağlam, güvenilir, sound, reliable, zıt anl.; unreliable; 3) bütün |
solitary | yalnız, tek başına, lonely |
some | 1) bazı; 2) yaklaşık; 3) tam, certain, particular |
somehow | bir şekilde, her nasılsa, bir yolunu bulup, nedense, in some way, for some reason, (Her recovery has somehow encouraged others who are suffering from the same ailment. |
somewhat | biraz, bir dereceye kadar |
sooner or later | er (ya da) geç |
sophisticated | ileri düzeyde, gelişmiş, komplike, rafine, ince zevk sahiplerine hitap eden, advanced, elaborated, refined, complex, zıt anl.; simple, naive |
sort out | 1) düzenlemek, sınıflandırmak, classify; 2) (sorun vs.) çözmek, yoluna koymak, settle, solve |
sound | 1) sağlam, sağlıklı, esaslı, güvenilir, solid, healthy, reliable, safe, secure, zıt anl.; unhealthy, unreliable; 2) makul, akla yakın, mantıklı, reasonable, intelligent, fair |
source | kaynak, köken, origin, root, supply |
spare | kıymamak, (tatsız bir şeyden) kurtarmak, relieve / save (from) |
sparingly | tutumlu bir şekilde, thriftily, zıt anl.; extravagantly |
sparsely | seyrek bir şekilde, zıt anl.; densely |
species | (hem tekil hem çoğul) cins, tür |
specific | belirli, distinct, particular, zıt anl.; general |
spectacular | muhteşem, harika, görkemli, wonderful, astonishing |
speculate | (elde yeterli veri olmadan bir şey hakkında) fikir yürütmek, spekülasyon yapmak |
speculation | spekülasyon (kaynağı belli olmayan ve / veya dayanağı güçlü olmayan iddia), (borsa, ticari değer vs. için) spekülasyon, tahmin |
speed up | hızlandırmak, çabuklaştırmak, accelerate, zıt anl.; delay, retard |
split (into) | (ikiye, üçe, gruplara vs.) böl(ün)mek / ayırmak / ayrılmak, break up (into), divide (into), zıt anl.; join, come / bring together |
spoil | boz(ul)mak, berbat etmek / olmak, ruin, impair, zıt anl.; enhance, help |
spontaneously | aynı anda |
spot | seçmek, görmek, (yerini) bulmak, detect, locate |
spot | bölge, nokta, (küçük) yer |
spread | yay(ıl)mak, yaygınlaşmak, dağılmak, kaplamak, istila etmek, bürümek, sarmak, (duvara boya, ekmeğe reçel vs.) sürmek, disperse, disseminate, circulate, expand, zıt anl.; shrink |
spread | yay(ıl)ma, yaygınlaşma, expansion, zıt anl.; reduction |
spring up | türemek, birdenbiremeydana gelmek, emerge, zıt anl.; disappear, fade |
spur | mahmuzlamak, dürtüklemek, teşvik etmek, incite, trigger |
stabilisation | sabitlenme, dengelenme, steadiness, zıt anl.; variation |
stabilize | sabitle(n)mek, dengele(n)mek, otur(t)mak, settle, balance |
stable | tutarlı, istikrarlı, kararlı, sabit, değişmeyen, devamlı, sağlam, steady, consistent, zıt anl.; unstable, unsteady, shaky, variable |
stage | aşama, evre, safha, phase |
stance | tutum, duruş, attitude, approach |
stand a chance | şansı olmak |
stand for | simgelemek, yerine geçmek, signify, represent |
standardize | standartlaştırmak |
standstill | durma noktası |
start off | başlamak, başlangıç yapmak, begin, set off, zıt anl.; finish, end |
startling | çok şaşırtıcı, astonishing, amazing, zıt anl.; ordinary, dull |
starvation | şiddetli açlık, açlıktan ölme / öleyazma, starving |
starve | aç bırakmak / kalmak, açlık çek(tir)mek, açlıktan ölmek |
starve to death | açlıktan ölmek |
starving | açlık çeken, açlık çekme |
state | belirtmek, ifade etmek, express |
state | 1) devlet; 2) hal, durum, form |
statement | 1) belge, döküman; 2) demeç, beyanat; 3) ifade, expression |
stature | 1) başarı sonucu kazanılmış önem, ün; 2) boy, pos, endam |
status | statü, durum, düzey, vaziyet |
stay | kalmak |
steadily | tutarlı / istikrarlı / devamlı bir şekilde, invariably, regularly, zıt anl.; falteringly, unsteadily |
steady | tutarlı, istikrarlı, sabit, değişmeyen, devamlı, sağlam, stable, consistent, zıt anl.; unsteady, shaky, (There has been a steady improvement in her condition. |
stem | (bitki için) sap, beyin sapı |
stem from | (bir şey)’den gelmek / kaynaklanmak, originate from |
step | önlem, tedbir, measure |
step up | arttırmak, çoğaltmak, hızlandırmak, speed up, (The police step up security at airports |
stiffness | sağlamlık, dayanıklılık, sertlik, firmness, rigidness |
stifle | boğmak, bastırmak, gelişmesini engellemek, choke, prevent, suppress |
still | 1) dingin, durgun, hareketsiz, sessiz, calm, stable, silent, zıt anl.; active; 2) yine de, hala, even now, nevertheless |
stimulate | uyarmak, teşvik etmek, excite, inspire, motivate, spur, zıt anl.; discourage |
stimulation | uyarma, teşvik, harekete geçirme, encouragement |
stimulator | uyarıcı, teşvik eden şey, motivator |
stipulate | şart koşmak, condition, specify |
storage | depolama |
store (away / up) | saklamak, muhafaza etmek, depolamak |
storm | fırtına |
straightforward | 1) basit, kolay, simple, zıt anl.; complicated; 2) apaçık, gizlisi saklısı olmayan, açık sözlü, candid, zıt anl.; evasive |
strain | 1) germek, gerginleştirmek, aşırı gerilme, zorlanma, stress, stretch, zıt anl.; relax; 2) (kendini) zorlamak, çok gayret etmek, strive, struggle, zıt anl.; unstrain |
strain | 1) gerginlik, tension; 2) stres, stress; 3) suş (benzer gruplarla arasında küçük farklar bulunan, belli bir türe bağlı bir organizma grubu) |
strained | gergin, stressed |
strength | güç, dayanıklılık, power, zıt anl.; weakness |
strengthen | güçlendirmek, sağlamlaştırmak, geliştirmek, reinforce, invigorate, support, zıt anl.; weaken, undermine |
stress | vurgulamak, altını çizmek, emphasise, underline |
stressful | gerginlik yaratan, stresli, demanding |
stretch (along) | (boyunca) uzanmak |
strict | 1) tam, birebir, exact; 2) sert, katı, sıkı, kurallara tam olarak uyan, tight, rigorous, zıt anl.; lax, relaxed |
strictly | tartışmasızca, tamamen, katı bir şekilde, exclusively, entirely, (obey the rules strictly |
striking | göze çarpan, dikkat çeken, göz kamaştıran, astonishing, outstanding, zıt anl.; ordinary |
stringent | sert, sıkı, strict |
structural | yapısal, temel |
structure | yapı |
struggle | çabalamak, uğraşmak, mücadele etmek |
study | araştırma, çalışma |
subject | 1) denek, kobay; 2) konu, mevzu |
subject to | (bir şey)’e maruz bırakmak, (bir şey)’in etkilerine açık bırakmak, expose to |
submit | 1) arz etmek, sunmak, present; 2) boyun eğmek, teslim olmak, surrender |
subsequent | sonraki, sonra gelen, (zaman ya da sıra olarak öncekini) takip eden, (Those explosions must have been subsequent to our departure, because we did not hear anything. |
subsequently | sonraları, daha sonra, afterwards, zıt anl.; previously |
subsidize | sübvansiyon yoluyla desteklemek, sübvanse etmek, (kısmen) finanse etmek, (Commonly subsidized fields include agriculture, housing and regional development. |
subsidy | sübvansiyon, mali yardım / destek |
substance | 1) madde, material, entity; 2) öz, esas, asıl anlam, essence |
substantial | önemli, bol, epey, (zaman için) uzun, important, ample, significant, large, zıt anl.; small |
substantially | önemli ölçüde, oldukça çok, considerably, (The new tax legislation will substantially change our buying habits. |
substitute | yerine koymak, ikame etmek, exchange, replace |
substitute | (bir şeyin veya kişinin) yerine geçen, yedek, replacement, reserve, (Only art can be a substitute for nature. |
subtle | ince, narin, fark edilmesi zor, incelikli, delicate, insidious |
successfully | başarılı şekilde, effectively |
successive | peş peşe, art arda, consecutive, zıt anl.; interrupted |
successively | peş peşe / üst üste / arka arkaya gelen / olan, consecutively |
such as | …gibi, like |
suddenly | aniden, birdenbire, abruptly, zıt anl.; step-by-step, progressively |
suffer from | (bir hastalık, problem vs.)’den muzdarip olmak, sıkıntısını çekmek, (bir şey)’den zarar görmek |
sufficient | yeterli, enough, adequate, zıt anl.; insufficient, inadequate |
sufficiently | yeterince, enough, adequately, zıt anl.; insufficiently |
suggest | 1) ileri / öne sürmek, önermek, advise, propose, offer; 2) izlenimini bırakmak, hissini vermek, akla getirmek, indicate, imply |
suggestion | öneri, ileri sürülen fikir, advice, proposal |
suggestive (of) | (bir düşünceyi) akla getiren (şey), (His behaviour was suggestive of a cultured man. |
suit | uygun gelmek / düşmek, (bir şey ya da birisi)’ne göre olmak, be appropriate (for), fit in (to) |
suitable | uygun, yerinde, appropriate, proper, zıt anl.; inappropriate, unsuitable |
suitably | uygun bir şekilde, gereği gibi, appropriately |
summarise | özetlemek |
superficial | 1) derin olmayan, yüzeysel, shallow, external, zıt anl.; deep, profound; 2) sahte, özensiz, gelişigüzel, false, inattentive, zıt anl.; genuine |
superficially | yüzeysel olarak, lightly, partially, zıt anl.; profoundly, thoroughly |
superior | üstün nitelikli, kaliteli, üstün, better, highclass, zıt anl.; inferior, worse |
superiority | üstünlük, dominance, supremacy, zıt anl.; inferiority |
supervision | gözetim ve denetim, superintendence, administration |
supplement | ek, tamamlayıcı şey, additive, complement |
supplementary | tamamlayıcı, tali, secondary |
supplies | erzak, malzeme |
supply | sağlamak, bulmak, temin etmek, tedarik etmek, provide (with), render, zıt anl.; withhold |
supply | arz, stok, rezerv, stock, reserve, zıt anl.; demand |
support | desteklemek, arka çıkmak |
support | destek (verme), besleme, katkı |
supporter | (bir kişiyi / görüşü vs.) destekleyen kimse, destekçi, taraftar, admirer |
supportive | destekleyici, helpful, encouraging, zıt anl.; unhelpful |
suppose | sanmak, tahmin etmek, varsaymak, believe, presume, think |
supposed | gerçekleştiği / gerçek olduğu varsayılan, gerçek kabul edilen |
suppress | bastırmak, durdurmak, çıkmasını önlemek, restrain, withhold, zıt anl.; encourage |
sure | emin, kesin, garantili |
surely | elbette, muhakkak, for certain, for sure |
surface | yüzey |
surge | aniden yükselmek, soar, climb |
surgery | ameliyat, cerrahi |
surpass | geçmek, geride bırakmak, aşmak, exceed, overweigh, zıt anl.; fall behind |
surplus | fazlalık, artakalan miktar, herhangi bir şeyin fazlası, excess, zıt anl.; shortage |
surprise | şaşırtmak, hayrete düşürmek |
surprising | şaşırtıcı |
surprisingly | şaşırtıcı bir şekilde, intriguingly |
surround | çevrelemek, çevirmek, kuşatmak, etrafında yer almak, enclose, border |
surrounding | çevresindeki, etrafındaki, encircling |
surroundings | çevre, muhit, ortam, environment |
survey | inceleme / araştırma yapmak, etüt etmek, examine, observe |
survey | anket, inceleme, genel bakış, inquiry, scrutiny, scan, review |
survival | sağ kalma, yaşamı sürdürme |
survive | ayakta / sağ kalmak, var olmayı / yaşamayı sürdürebilmek, live on, remain, zıt anl.; perish, die |
survivor | (bir kaza, afet vs. sonrası) sağ kalan, kurtulan (kişi) |
susceptibility (to) | dirençsizlik, kolay hedef olma, yatkınlık, vulnerability (to) |
susceptible (to) | kolaylıkla etkilenen, dirençsiz, vulnerable (to), nonresistant (to); zıt anl.; resistant (to) |
suspect | şüphelenmek, kuşku duymak, have doubt, zıt anl.; know |
suspected | (varolduğundan) şüphelenilen |
suspend | 1) asmak, asılı durmak, hang, (He was suspended from the ceiling by his feet and beaten gravely by metal bars. |
suspicion | şüphe, kuşku, doubt, distrust, zıt anl.; trust |
suspicious | kuşkulu, şüpheli, doubtful, zıt anl.; trustworthy |
sustain | sürdürmek, belli bir sıklıkla ve ara vermeden yapmak, devamını sağlamak, devam ettirmek, keep up, maintain |
sustainable | 1) çabuk tükenmeyen, kolay bulunur; 2) sürdürülebilir, maintainable |
sustained | sürdürülen; belli bir sıklıkla, ara vermeden yapılan, maintained, continued, constant, zıt anl.; temporary |
swell | şişmek, kabarmak, expand, zıt anl.; contract |
switch off | (elektrik, lamba, düğme, gaz vs. için) kapatmak, turn off, zıt anl.; switch on, turn on |
tackle | (bir sorunu) ele almak, çözmeye çalışmak, deal with, work on, zıt anl.; avoid |
take | 1) (bakış, yaklaşım vs.) sahibi olmak / içerisinde olmak, ele almak; 2) (form, şekil vs.) almak; 3) (zaman) sürmek, last; 4) (bir yere) götürmek |
take a look at | bakmak, gözden geçirmek |
take action | harekete geçmek, önlem almak, intervene |
take advantage of | (bir şey)’den faydalanmak / istifade etmek / yararlanmak, zaafından yararlanmak, istismar etmek, capitalise, benefit, make use of, (She took advantage of her father’s absence to meet her lover. |
take after | 1) (birisine fiziki olarak) benzemek, resemble; 2) (birisi gibi) davranmak, do as one does, zıt anl.; differ from |
take away | elinden almak, alıp götürmek |
take back | 1) (bir sözü, malı vs.) geri almak, retract; 2) anılara götürmek, bring back |
take care of | gözetmek, bakmak, attend (to) |
take down | 1) sökmek, parçalara ayırmak, dismantle; 2) gururunu kırmak |
take effect | geçerli olmak, yürürlüğe girmek, come into force, go into effect, zıt anl.; annul, repeal |
take effort | çaba gerektirmek |
take for granted | doğal karşılamak, olmuş farz etmek, öyle varsaymak |
take hold of | (bir yer)’e yerleşmek, (bir yer)’i eline geçirmek |
take in | 1) kandırmak, fool; 2) almak, kazanmak, girdi sağlamak, gain |
take into account | dikkate almak, hesaba katmak, göz önünde tutmak, allow for, take into consideration |
take into consideration | dikkate almak, göz önünde bulundurmak, keep in mind, take into account |
take kindly to | (bir şey ya da kişi)’den hoşlanmaya başlamak |
take measures | önlem / tedbir almak, take precautions |
take no time | çok kısa sürmek, hiç vakit almamak |
take off | 1) (kıyafet vs. için) çıkarmak, zıt anl.; put on; 2) (uçak için) havalanmak, zıt anl.; land |
take office | (idari) göreve başlamak, makamın başına geçmek |
take on | 1) girişmek, (The surgeon decided to take on amore radical intervention. |
take one’s time | acele etmemek, (bir şeye) yeterli vakit ayırmak |
take over | 1) (bir şeyin) yerini almak / yerine geçmek, replace, supersede; 2) (yönetimi, nöbeti vs.) devralmak, assume; 3) egemen olmak, predominate, zıt anl.; abandon, obey |
take part in | (bir şey)’e katılmak, (bir şey)’de yer almak, participate in, join in (to) |
take place | olmak, yer almak, meydana gelmek, occur, happen |
take precedence | başta / önce gelmek, öncelikli olmak, come first, be prior to, zıt anl.; be secondary to |
take pride in | (bir şey)’den gurur duymak |
take seriously | ciddiye almak |
take so long | çok uzun sürmek |
take steps | 1) önlem / tedbir almak; 2) girişimde bulunmak, (belli bir hedefe yönelik olarak) adımlar atmak |
take things easy | aldırmamak, dert etmemek, (take it easy |
take time | zaman almak |
take to | 1) alışkanlık edinmek, hoşlanmaya başlamak, düzenli olarak bir işi (hobi, spor vs.) yapmaya başlamak; 2) kaçmak ve (bir yerde) saklanmak |
take up | 1) ele almak, başlamak, start; 2) (gaz, sıvı) tutmak, içine almak, absorb; 3) (süre) doldurmak, kullanmak, (zaman) almak |
takeover | devralma |
talented | kabiliyetli, yetenekli, gifted, skilled |
tangible | elle tutulur, somut, real, concrete, zıt anl.; intangible, conceptual, abstract |
target | hedeflemek, hedef almak, amaçlamak, aim (at), (The company has targeted adults as its primary customers. |
target | 1) hedef, amaç, goal, aim; 2) kurban, victim |
task | iş, görev, ödev, job, duty, work |
taste | tat |
tax | vergi |
tear | yırtmak, kuvvetle çekerek parçalamak |
tear | gözyaşı |
temperament | mizaç, huy, tabiat, yaradılış, disposition |
temporarily | geçici olarak, for the time being, zıt anl.; permanently, (In the postoperative period, the case temporarily lost his vision. |
temporary | geçici, kesin olmayan, interim, provisional, transitory, zıt anl.; permanent |
tempt (to) | ayartmak, kandırmak, imrendirmek, cezbetmek, lure (into), charm |
tend (to) | eğiliminde olmak, be disposed (to), be likely (to) |
tendency | eğilim, inclination |
tense | gergin, stressed, zıt anl.; relaxed |
tension | gerilme kuvveti, gerilim, gerginlik, stress, strain, zıt anl.; calmness, relaxation |
terrible | berbat, korkunç, horrible, awful, zıt anl.; beautiful, nice |
terribly | son derece, awfully |
test for | (bir yeteneği / özelliği ortaya çıkarma amacı ile) test etmek |
than ever | hiç olmadığı kadar |
thanks to | sayesinde, owing to, (Thanks to the nurse’s patient explanations, we now know what to do in this huge medical centre. |
that is | öyle ki…, bu demek ki…, yani |
the rest | geri kalan, gerisi |
theme | tema |
then | o zaman |
theoretically | teorik / kuramsal olarak, zıt anl.; in practice |
theorize | teori üretmek, kuram ortaya koymak |
therapeutic | tedavi amaçlı |
there is no point (in) | hiçbir mantığı yok, tamamen amaçsız / gereksiz |
these days | bu günlerde, nowadays |
thorough | tam, baştan aşağı, complete, whole, zıt anl.; partial |
thoroughly | tam olarak, tamamen, baştan aşağı, completely, wholly, entirely, zıt anl.; partially |
thoughtful | düşünceli, saygılı |
threat | tehdit, warning, menace |
threaten | tehdit etmek, gözdağı vermek, warn, jeopardise, zıt anl.; relieve, protect |
threshold | eşik, giriş, başlangıç, limit, opening, beginning, limit |
thrilling | heyecan verici, ürpertici, hayret verici |
thrive | istikrarlı bir şekilde büyümek, gelişmek, prosper, flourish |
thriving | istikrarlı bir şekilde büyüyen / gelişen, prosperous |
through | 1) (bir kişi ya da şey) aracılığı ile / vasıtası ile / sayesinde, by means of, by, thanks to, via; 2) (bir şeyin / bir yerin) içinden / arasından |
throughout | 1) her yerinde, (bir şeyin) tamamında, around, all over; 2) baştanbaşa, boyunca, bir uçtan diğerine, end-to-end, all through |
throw light on / upon | aydınlatmak, açıklığa kavuşturmak, clarify, explain |
thus | böylece, bu yolla, bu nedenle, therefore, hence |
thus far | şimdiye kadar, so far |
tied to | (bir şey)’e bağlı, (bir şey) ile yakından ilişkili, attached to, zıt anl.; independent from |
tighten up | sıkılaştırmak |
till then | o zamana kadar |
time-consuming | zaman alıcı |
timely | uygun zamanda, vakitli, zamanında |
tiny | küçücük, minicik, minuscule, zıt anl.; enormous, huge |
tireless | bitmez tükenmez, yorulmak bilmez, energetic, vigorous, zıt anl.; weary, worn out |
tissue | doku |
to a certain extent | bir yere / dereceye kadar, to some extent |
to a great extent | büyük miktarda, büyük oranda, to a large extent |
to a large extent | büyük miktarda, büyük oranda, to a great extent |
to date | bugüne kadar, so far, until now |
to one’s surprise | (bir kişi için) şaşırtıcı şekilde, (To my surprise… |
to some extent | belli bir dereceye kadar, bir yere kadar, to a certain extent |
to start with | 1) ilk, evvela, ilk önce, to begin with, firstly; 2) örneğin, for instance |
to such an extent that | o kadar ki, o derece ki |
to tell the truth | doğruyu söylemek gerekirse, aslına bakarsanız, in fact |
to the contrary | tersine, aksine |
to this day | bugüne dek / bugüne kadar, hala, even today |
to what extent | ne derece, nereye kadar |
tolerate | 1) hoş görmek, müsamaha etmek, allow; 2) katlanmak, dayanmak, endure, bear |
top | (bir değer)’in üzerine çıkmak, (bir rakibi, değeri vs.) geçmek, başa geçmek |
topic | konu, mevzu, issue |
torture | işkence |
tough | zorlu, sıkı, zahmetli, hard, laborious |
trace | (ipuçları vs.) izleyerek saptamak / bulmak, track, trail |
trace | iz, belirti |
trace back | geriye / eskiye doğru izini sürmek / bulmak |
track | 1) izlemek, iz sürmek, izini takip etmek, follow, pursue, trail; 2) kaydını tutmak, record, follow |
track down | izleyip bulmak / yakalamak, pursue |
trade | ticaret, commerce |
trading | ticaret |
tradition | gelenek, adet, custom, convention |
traditional | geleneksel, conventional |
traditionally | geleneksel olarak, conventionally |
train | eğitim vermek, eğitmek, instruct |
trait | özellik |
transaction | işlem, action, deed |
transform into | (bir şey)’e dönüş(tür)mek, değiş(tir)mek, change into, convert to / into, zıt anl.; preserve |
transient | gelip geçici, transitory, zıt anl.; permanent |
transmit | (hastalık) bulaştırmak, iletmek, aktarmak, carry, convey |
transport | (bir yerden) (başka bir yere) götürmek, taşımak, nakletmek, move |
transportation | taşıma, nakliye |
travel | seyahat etmek, yolculuk etmek |
treasure | 1) hazine, define; 2) çok değerli / önemli şey |
treat | 1) davranmak, muamele etmek, behave, act; 2) tedavi etmek, cure |
treatment | 1) tedavi, cure, remedy; 2) işleme, muamele, işlem |
treaty | antlaşma, agreement |
tremendous | muazzam, enormous |
tremendously | son derece, çok büyük çapta, greatly, enormously, zıt anl.; slightly |
trend | eğilim, meyil, akım, tendency, current |
trial | 1) (mahkemede) duruşma, court action, litigation; 2) deneme, sınama, çalışma, experiment, test, (The comparative efficacy of these therapies was tested on volunteers in a clinical trial. |
tribal culture | sosyal yapısı kabile düzeninde olan kültür |
trick (into) | kandırmak, tuzağa düşürmek, kandırarak (bir şey yapmaya) yöneltmek |
tricky | incelikli, ustalık isteyen, (karmaşıklığı / riskleri sebebiyle) zor |
trigger (off) | tetiklemek, harekete geçirmek, başlatmak, ateşlemek, activate, spark, (Hypertension triggers off many other diseases. |
trigger | tetik, bir şeyin tetikleyicisi / nedeni |
trivial | cüzi, önemsiz, bayağı, sıradan, insignificant, unimportant, zıt anl.; significant, important, (There are one or two trivial errors in your essay. |
troublesome | 1) rahatsız edici, endişe verici, annoying, disturbing, zıt anl.; agreeable, convenient; 2) sorun çıkaran, zahmetli, burdensome |
truly | gerçekten, hakikaten, tam anlamıyla, really |
trust | güvenmek, inanmak, believe, zıt anl.; distrust |
trust | 1) güven, confidence, reliance, zıt anl.; distrust; 2) tröst (pazarda tekel yaratma amacı güden ve pek çok küçük şirketi gayriresmi olarak kontrol altına alan büyük şirket ya da şirketler topluluğu), cartel |
try out | (birisini / bir şeyi) denemek, test |
turn against | (bir kişi ya da şey)’e cephe almak |
turn away | 1) (kapıdan vs.) geri çevirmek; 2) reddetmek, refuse, turn down |
turn down | (bir teklifi vs.) geri çevirmek, reddetmek, refuse, turn away, (He proposed to her, but she turned him down. |
turn into | (bir şey)’e dönüş(tür)mek, convert to / into |
turn off | 1) (ışığı, suyu vs.) kapatmak, kesmek, aktif hali sonlandırmak, deactivate, put off; 2) (yolda) başka tarafa yönelmek |
turn on | 1) (radyo, TV vs. için) açmak, aktif hale getirmek; 2) (özellikle cinsel açıdan) heyecanlandırmak, excite, stimulate |
turn out | 1) (bir hatası nedeniyle birini) dışarı çıkarmak, throw out; 2) (ışık vs. için) kapamak, söndürmek; 3) üretmek, produce; 4) sonuçlanmak |
turn out (that) / (to be) | (bir şey olduğu) ortaya çıkmak, prove to be, (At first he seemed to be an honest person. But then he turned out to be a great liar. |
turn over | 1) devirmek, çevirmek, invert; 2) düşünmek, akılda tartmak, think about, consider |
turn to | (birisi)’ne başvurmak, (birisi)’nin yardımını istemek, invoke, refer to, resort to |
turn up | 1) (radyo, müzik vs. için) sesini yükseltmek, 2) (beklenmedik bir şekilde) ortaya çıkmak, gelmek |
turn-of-the-century | yüzyılın değişimine / bitişine yakın (bir yüzyılın başlangıcının / bitişinin hemen öncesi ve sonrasını kapsayan dönem), yüzyıl dönümü |
twofold | iki misli / kat |
two-sided | iki taraflı, iki yönlü |
two-thirds | üçte iki |
typical | tipik |
typically | tipik / karakteristik olarak, genellikle, characteristically |
ultimate | 1) en büyük, en yüksek, greatest; 2) esas, temel, fundamental; 3) son, nihai, final, eventual, (Someone’s initial successmay be deceptive; what matters is his ultimate success. |
ultimately | 1) esasen, asıl olarak, primarily, fundamentally; 2) son / nihai olarak, finally, zıt anl.; originally |
unable | ehliyetsiz, yeteneksiz, incapable, incompetent, zıt anl.; capable |
unacceptable | kabul edilemez |
unaffected | etkilenmemiş, etkilenmeden kalmış, intact, zıt anl.; affected |
unambiguous | açık, net, ikilem içermeyen, clear, zıt anl.; ambigous |
unanimous | oybirliğiyle |
unappreciated | değeri anlaşılmamış, küçümsenmiş, underrated, zıt anl.; appreciated |
unavoidable | kaçınılmaz, inevitable, inescapable, zıt anl.; avoidable, avertable |
unaware of | (bir şey)’in farkında olmayan, (bir şey)’den habersiz, unwitting, zıt anl.; aware of |
unbiased | tarafsız, nesnel, objektif, objective |
uncertainty | belirsizlik, doubtfulness, dubiousness, zıt anl.; certainty, sure thing |
unclear | muğlak, belirsiz, açık olmayan, vague, uncertain, zıt anl.; clear, well-defined |
unconcerned | ilgisiz, umursamaz, indifferent, inattentive, zıt anl.; concerned, interested |
unconscious | bilinçsiz, bilinçaltı, bilinçdışı, zıt anl.; conscious |
uncontrollable | kontrol altına alınamayan |
uncover | ortaya / meydana / açığa çıkarmak, reveal, unveil, zıt anl.; cover |
undeniably | inkâr edilemez şekilde |
under consideration | değerlendirilmekte, karar gündeminde |
under trial | deneme altında, denenmekte |
underestimate | küçümsemek, değerinin altında paha biçmek, hafife almak, undervalue, zıt anl.; overestimate, exaggerate |
undergo | 1) (ameliyat, değişim vs.) geçirmek, (tamirat, eğitim vs.) görmek, have, go through; 2) (sıkıntı, acı vs.) çekmek, experience; 3) (zorluk, işkence vs.)’ye maruz kalmak, be subjected to, be exposed to |
underline | vurgulamak, altını çizmek, stress, emphasise |
underlying | altında yatan, temelindeki |
undermine | temelini aşındırmak, yavaş yavaş yok etmek, zayıflatmak, zorlaştırmak, weaken, zıt anl.; strengthen, build up, (His friends’ criticism undermines his self-confidence. |
underneath | altına / altında |
underperform | daha düşük performans göstermek, daha az icra etmek, (gereğinden veya olabileceğinden) az ilerleme kaydetmek |
understandable | anlaşılabilir, reasonable, zıt anl.; unreasonable |
understandably | anlaşılır, makul bir şekilde, conceivably, reasonably, zıt anl.; ambiguously, unreasonably |
understanding | anlayış, anlama, comprehension |
undertake | üstlenmek, taahhüt etmek, bir işe girişmek, get in charge (of), carry out |
undeserved | hak edilmemiş, unmerited, zıt anl.; deserved |
undeservedly | hak etmediği şekilde, hak edilmemiş bir biçimde, zıt anl.; deservedly |
undesirable | istenmeyen, tatsız, unwanted, zıt anl.; desirable |
undetectable | fark edilmesi / bulunması mümkün olmayan, unnoticeable |
undetected | gözden kaçmış, farkedilmemiş, unnoticed |
undoubtedly | şüphesiz / kuşkusuz bir şekilde, kesinlikle, obviously, unmistakably, convincingly, zıt anl.; doubtfully, questionably |
unduly | boş yere, gereksizce, unnecessarily, zıt anl.; sensibly |
unease | huzursuzluk, endişe, kaygı, unrest, worry, zıt anl.; ease |
uneasy | kaygılı, tedirgin, restless, uncomfortable, zıt anl.; at ease |
unemotional | duygusuz, detached, aloof, zıt anl.; emotional |
unemployment | işsizlik |
unenviable | istenmeyen, uygunsuz, kıskanılacak türden olmayan, undesirable, zıt anl.; enviable, desirable |
uneven | eşit olmayan, dengesiz, imbalanced, zıt anl.; even, uniform |
unevenly | eşit olmayan şekilde, dengesizce, zıt anl.; evenly, uniformly |
unexpected | beklenmedik |
unfair | haksız, unjust, zıt anl.; fair, just |
unfairly | haksız bir şekilde, adaletsizce, unjustly, zıt anl.; fairly, justly |
unfamiliar | aşina olmayan, yabancı, unknown, strange, zıt anl.; familiar, known |
unforeseen | beklenmedik, umulmadık, unexpected, zıt anl.; expected |
unfortunate | üzüntü veren, talihsiz, pitiful, zıt anl.; fortunate |
unfortunately | ne yazık ki, maalesef, regrettably, zıt anl.; fortunately |
unfounded | temelsiz, dayanaksız, groundless |
unharmed | zarar görmemiş, sağlam, intact, undamaged, zıt anl.; harmed, damaged |
unified | birleştirilmiş, birleşmiş |
uniform | 1) her yanı / bölümü aynı, even; 2) tutarlı, bir örnek, consistent, similar, zıt anl.; different, variable |
uniformity | 1) aynılık; 2) tutarlılık, bir örnek oluş, consistency, similarity, zıt anl.; diversity |
uniformly | aynen, eşit bir şekilde, her yanı aynı şekilde, equally, evenly, zıt anl.; differently |
unify | birleştirmek, bir bütün haline getirmek, combine, unite, zıt anl.; detach, separate |
unimaginable | hayal / tasavvur edilemez, incredible, unbelievable, zıt anl.; believable |
unintended | istemeden gerçekleşen, accidental, unintentional, zıt anl.; deliberate |
unintentionally | istemeden, kazara, accidentally, zıt anl.; deliberately, on purpose |
unique | benzersiz, eşsiz, yegane, tek, (bir kişiye ya da şeye) özgü, unparalleled |
uniqueness | benzersizlik, eşsizlik, yeganelik |
unit | birim (tek bir bütün olarak algılanabilen bir kavramlar veya objeler grubu) |
unite | birleştirmek, bir araya getirmek, combine, consolidate, zıt anl.; disunite, sever |
universal | evrensel |
universe | evren, cosmos |
unjustifiable | gerekçesiz, haksız, yersiz, inexcusable, indefensible |
unknown | bilinmeyen, unidentified, zıt anl.; known |
unlike | (bir şey)’den farklı olarak, tersine, tam aksine, as opposed to, zıt anl.; like |
unlikely | mümkün olmayan, olanaksız, çok az bir olasılıkla, improbable, zıt anl.; likely |
unlimited | sonsuz, sınırsız |
unmatchable | emsalsiz, benzersiz, incomparable, unrivalled, zıt anl.; ordinary |
unmet | (ihtiyaç, beklenti, talep vs. için) karşılanmamış |
unnecessarily | boş yere, gereksizce, unduly, zıt anl.; reasonably, sensibly |
unobtrusive | dikkat çekmeyen, göze çarpmayan, alçak gönüllü, unnoticeable, humble, zıt anl.; obtrusive, noticeable |
unparalleled | eşsiz, emsalsiz, benzeri olmayan, unmatched, zıt anl.; inferior |
unpleasant | hoş olmayan, tatsız, undesirable, nasty, zıt anl.; pleasant, delightful |
unpopular | rağbet görmeyen, gözden düşmüş |
unprecedented | görülmemiş, emsalsiz, exceptional, zıt anl.; usual |
unpredictable | önceden bilinmez, kestirilemez, unforeseeable, variable, zıt anl.; predictable, unchanging |
unrelenting | amansız, acımasız, merciless, zıt anl.; compassionate, merciful |
unreliable | güvenilmez, sağlıksız, uncertain, dubious, zıt anl.; reliable |
unrest | huzursuzluk, kargaşa, disturbance, dissatisfaction, zıt anl.; peace, harmony |
unsafe | emniyetsiz, tehlikeli, dangerous, zıt anl.; safe |
unsatisfying | tatmin etmeyen |
unstable | dengesiz, kararsız, değişken, sabit olmayan, inconstant, zıt anl.; stable |
unsuccessful | başarısız, zıt anl.; successful |
until fairly recently | oldukça yakın zamana kadar |
untold | tarifsiz |
unusual | alışılmadık, tuhaf, ender, olağandışı, uncommon, strange, zıt anl.; familiar, normal |
unusually | sıra dışı / alışılmadık şekilde, uncommonly, zıt anl.; commonly |
unwanted | istenmeyen |
unwary | dikkatsiz, tedbirsiz, zıt anl.; careful, watchful |
unwilling | isteksiz, gönülsüz, reluctant, uneager, zıt anl.; willing, eager, ready |
unwillingly | isteksizce, gönülsüzce, reluctantly, zıt anl.; willingly, eagerly |
unwillingness | isteksizlik, gönülsüzlük, reluctance, zıt anl.; eagerness, willingness |
unwise | akıllıca olmayan, foolish, silly, unintelligent, zıt anl.; wise, thoughtful |
unwisely | akılsızca, foolishly, (He invested unwisely and lost a fortune. |
unyielding | sert, mukavim, geçit vermez |
upbringing | (çocuk için) yetiştir(il)me, büyütme |
update | modernleştirmek, güncelleştirmek, modernise, renew |
upgrade | geliştirmek, düzeyini yükseltmek, improve, advance, zıt anl.; worsen, weaken |
upset | 1) bozmak, altüst etmek, disturb, disrupt; 2) üzmek, sinirlendirmek, bother, afflict |
upset (sıfat) | üzgün, üzüntülü, distressed |
upsetting | üzücü, üzüntü veren, sinir bozucu, annoying, hurtful, distressing, zıt anl.; pleasing |
urban | kentsel, kentle ilgili, şehirlerde oturan, zıt anl.; rural, (Crime rate is usually higher in urban areas than in rural areas. |
urge | (birisini bir şey yapmaya) teşvik etmek, kışkırtmak, encourage, incite, zıt anl.; discourage, deter |
urgency | aciliyet, ivedilik, emergency |
urgent | 1) acil, ivedi; 2) zorunlu; 3) ısrarlı, ısrar eden |
urgently | acilen, acil olarak, ivedilikle, önemle, immediately |
use | kullanım |
use up | kullanarak azaltmak, bitirmek, tüketmek, deplete, run through |
used to | bir fiilden once geldiği zaman “(eskiden) … idi (ama artık değil)” anlamı verir, (He used to write to me frequently; he doesn’t any more. |
useful | yararlı, faydalı, beneficial, helpful, zıt anl.; useless, harmful |
useless | işe yaramaz, worthless |
usual | alışılmış, olağan, zıt anl.; unusual |
utilize | yararlanmak, use, make use of |
utmost | en büyük, en çok |
utterly | tamamen, hepten, absolutely, totally, completely, (After the crisis, he tried hard to save his company from bankruptcy but failed utterly. |
vaccine | aşı |
vague | belirsiz, bulanık, şüpheli, dim, obscure, zıt anl.; defined |
vaguely | tam anlamını vermeyecek şekilde, belli belirsiz, ambiguously, zıt anl.; clearly, explicitly |
valid | geçerli, sağlam, yasal, credible, solid, legitimate, zıt anl.; invalid, unacceptable |
value | değerini / kıymetini bilmek, appreciate |
valued | değerli, esteemed, highly-regarded |
variable | değişken, etmen |
variation | 1) düzensizlik; 2) varyasyon, farklılaşma, çeşitleme, diversity |
varied | değişiklik gösteren, çeşitli |
variety | cins, tür, çeşitlilik, değişiklik, farklılık |
various | çeşitli, miscellaneous, numerous |
vary | çeşitlilik göstermek, farklılık göstermek, değiş(tir)mek, çeşitlen(dir)mek, change, differ, alter, zıt anl.; remain, stay |
vast | çok büyük, çok geniş, engin, huge, immense, (They are building these roads at vast expense. |
vast majority | büyük çoğunluk |
vehemently | şiddetli / hiddetli / ateşli bir şekilde, passionately |
venture | 1) tehlikeye at(ıl)mak, stake, jeopardize; 2) göze almak, dare, stake |
verbally | sözlü olarak, orally |
verification | doğrulama, teyit etme, confirmation, validation, zıt anl.; invalidation |
verify | doğrulamak, gerçeklemek, teyit etmek, onaylamak, confirm, validate, zıt anl.; invalidate |
versatile | değişme kabiliyeti yüksek, çok yönlü, adaptable, all-purpose, many-sided |
versatility | çok yönlülük / fonksiyonluluk, adaptability |
version | 1) versiyon, tür; 2) yorum, (The Prime Minister’s version of the economic matters was quite different from that of the Opposition. |
versus | (bir şey ya da kişi)’ye karşı, in opposition to |
very first | ilk |
viable | (örneğin, ekonomik olarak) yapılabilir / uygulanabilir, feasible, practicable, zıt anl.; unachievable |
vice versa | tersi(ne), aksi(ne), öbür türlüsü (de), tersi (de), the other way round |
victim | kurban, mağdur |
view | 1) değerlendirmek, consider, regard; 2) dikkatlice incelemek, look at; 3) (film vs.) izlemek, watch |
view | 1) görüş, fikir, düşünce, inanç, bakış açısı, opinion, conception; 2) görünüş, manzara, panorama |
view as | olarak görmek, (view as important |
vigorous | 1) terleten, zahmetli; 2) kuvvetli, etkin, gayretli, enerjik, zealous, energetic, zıt anl.; impotent, inactive |
vigorously | kuvvetlice, gayretli bir şekilde, actively, energetically |
violate | (yasa, kural vs.) çiğnemek, ihlal etmek, breach, infringe, zıt anl.; obey, observe |
violation | (yasa, kural vs. için) ihlal (etme) / aykırı davranış, breach |
violent | yıkıcı, sert, şiddetli, zorlu, destructive, strong, zıt anl.; mild, passive |
violently | yıkıcı şekilde, şiddetlice, destructively, strongly, zıt anl.; mildly, passively |
virtually | neredeyse, hemen hemen, nearly, actually |
virtue | 1) meziyet, yarar, avantaj, asset, advantage; 2) erdem, fazilet, goodness, zıt anl.; vice, merit |
visible | görünebilir, görülür, açık, belli, apparent, conspicuous, detectable, zıt anl.; obscured, concealed, hidden |
vision | 1) görme kabiliyeti, eyesight; 2) görüntü, image; 3) hayal, düş, daydream; 4) öngörü, foresight |
visual | görsel |
vital | 1) yaşamsal, hayati, yaşam için gerekli; 2) çok önemli, critical, essential, pivotal, zıt anl.; insignificant, trivial |
vivid | canlı, etkili, güçlü, intense, colourful, zıt anl.; weak, dull |
vividly | çok canlı / güçlü bir şekilde, lively, clearly, zıt anl.; vaguely |
voice | dile getirmek, anlatmak, tell, narrate |
voluntarily | isteyerek, gönüllü olarak, willingly, zıt anl.; forcibly |
voluntary (sıfat) | gönüllü, isteğe bağlı, willing, zıt anl.; involuntary, obligatory |
volunteer | gönüllü olmak, offer |
volunteer | gönüllü |
vote (for) | (birisine) oy vermek |
vote | oy |
vulnerability | saldırıya açık olma, susceptibility, weakness |
vulnerable to | (bir şeye) karşı savunmasız, kolaylıkla yaralanabilir, saldırıya / eleştiriye / riske açık / maruz, susceptible to, exposed to, at risk of, weak, zıt anl.; protected, secure |
wage | (savaş vs.) açmak, başlatmak, sürdürmek, carry on, undertake, zıt anl.; cease, stop |
wage | maaş, salary |
wane | azalmak, eksilmek, tükenmek, diminish, decrease, zıt anl.; increase |
war | savaş, battle, zıt anl.; peace |
warfare | (genel kavram olarak) savaş, (nuclear warfare |
warn | uyarmak, ikaz etmek, ihtar etmek |
warning | uyarı |
waste | boşa harcamak, israf etmek, (He wasted his inheritance in casinos. |
waste | 1) boş arazi, ıssız yer; 2) atık madde, israf |
wasteful | savurgan, müsrif |
wastefully | müsrifçe, savurganca, extravagantly, zıt anl.; thriftily |
wasting | zayıflama, kuvvetten düşme, (wasting disease |
watch out for | (bir tehlikeye) karşı uyanık olmak, dikkat etmek, look out for |
way off | çok dışında / uzağında |
weaken | zayıfla(t)mak, hafifle(t)mek, güçsüzleş(tir)mek, lessen, undermine, zıt anl.; strengthen, build up |
weakness | zaaf, güçsüzlük, vice |
wealth | zenginlik, servet, varlık |
wealthy | varlıklı, zengin, refah içinde, rich, affluent, zıt anl.; poor |
weapon | silah |
wear | yıpranma |
wear down | yıpranmak, yıpratmak, erode, wear out, (The illness wore her down. |
weary | yorgun, usanmış, bıkkın, bored |
weather | hava (durumu) |
weigh | 1) hesaplamak (kıyaslamak), consider, (I weighed the benefits of the plan against its risks. |
well after | (bir olaydan / bir zamandan) çok sonra |
well beyond | oldukça ötesinde / üzerinde |
well over | (bir değer)’in oldukça üzerinde, far more than |
well under | epeyce altında |
well-being | çıkar, yarar, refah, iyilik, saadet |
well-developed | iyi gelişmiş, büyümüş |
well-nourished | iyi beslenmiş, iyi gıda almış, wellfostered, zıt anl.; ill-nourished |
well-preserved | (örn. kayanın / buzun içinde) iyi korunmuş |
what goes on | olup bitenler, ne olup bittiği. . . |
what is more | dahası. . . , furthermore, moreover |
whatever | bütünü, hepsi, herhangi, her ne, ne olursa |
what’s more | bkz. what is more |
whatsoever | hiçbir surette, at all |
whereas | oysa, iken, while, inasmuch as |
whereby | onunla, onun vasıtasıyla, by means of which, through which |
whether (or not) | olup olmadığını, (yap)’ıp (yap)’mayacağını, (yap)’sa da (yap)’masa da, ister … ister …, (I am not sure whether or not he is guilty. |
whole foods | doğal yiyecekler |
widely | 1) büyük ölçüde, açık farkla, uzak ara; 2) genellikle, geniş çapta, yaygın olarak, commonly, usually |
widely available | yaygın olarak ulaşılabilir / edinilebilir |
widen | genişle(t)mek, (arası) açılmak |
wide-ranging | çok çeşitli konularla ilgili |
widespread | yaygın, extensive, prevalent, zıt anl.; limited, rare, (There is a widespread belief that the newspapers had invented the story. |
willing | istekli, gönüllü, eager, ready, zıt anl.; reluctant, unwilling |
willingness | isteklilik, gönüllülük, enthusiasm, eagerness, readiness, zıt anl.; reluctance, unwillingness |
wipe out | silip süpürmek, ortadan kaldırmak, destroy |
wire | haberleşmek |
wise | akıllı, akıllıca, bilge, bilinçli, sensible, knowing, zıt anl.; foolish |
wish | istemek, arzu etmek, dilemek, want, be willing |
with a view to doing smt | bir şey yapmak amacıyla / niyetiyle, with the intention of doing smt |
with ease | kolaylıkla, zorluk çekmeden, easily, zıt anl.; with difficulty |
with reference to | (bir şey)’e ilişkin olarak, ile ilgili olarak, regarding |
with regard to | (bir şey)’e gelince, (bir şey) ile ilgili olarak, with respect to |
with respect to | (bir şey)’e gelince / ile ilgili olarak, with regard to |
with the exception of | dışında, haricinde |
withdraw (from) | 1) geri çek(il)mek, retreat, zıt anl.; attack, assault; 2) (para) çekmek; 3) (sıvıyı damardan) geri çekmek |
withdrawal | içine kapanma, çekilme, ayrılma, alienation |
withhold | 1) saklamak, vermemek, detain, hide, zıt anl.; release, let go; 2) kesmek, discontinue |
within | içinde, içerisinde |
within reach | ulaşılabilir, erişim dahilinde, available, attainable, zıt anl.; remote, distant |
withstand | (bir şey)’e dayanmak, (birisi ya da bir şey)’e karşı koymak, direnmek, resist |
witness | tanık / şahit olmak, tanıklık / şahitlik etmek, observe |
witness | tanık, şahit |
wonder | merak etmek, düşünmek, hayret etmek, question, think |
wonder | 1) merak; 2) hayret, şaşkınlık; 3) mucize, harika |
work | 1) işlemek, çalışmak; 2) işe yaramak, iyi sonuç vermek |
work | iş, çalışma, eser |
work at | çalışmak, çabalamak |
work for | (birisi) için / (birisi)’nin emrinde çalışmak |
work on | (bir şey)’in üzerinde çalışmak |
work out | 1) (plan, proje vs.) planlamak, başarmak, iyi sonuçlandırmak, (bir sorunu) çözmek, (uğraşarak) ortaya çıkarmak, accomplish, solve, zıt anl.; fail, miss; 2) (hesaplayarak) bulmak, calculate |
work through | çalışarak bitirmek / içinden çıkmak, başarı ile üstesinden gelmek, deal with |
working | işleme tarzı, işleyiş, functioning |
worldwide | dünya çapında |
worrisome | endişe / kaygı verici |
worry about | (bir şey) hakkında endişe / kaygı duymak |
worsen | kötüleş(tir)mek, ağırlaş(tır)mak, aggravate, deteriorate, zıt anl.; relieve, ease, facilitate, alleviate |
worthily | hak ederek, bileğinin hakkıyla |
worthy of | (bir şey)’e değer / layık, kıymetli, deserving, valuable, zıt anl.; unworthy of |
would rather | tercihen, daha ziyade, (bir şey)’den ziyade |
wound | yara, lesion |
wounded | yaralı |
wreck | harap / paramparça etmek, enkaz haline getirmek, ruin, shatter |
wreck | 1) enkaz, harabe; 2) batık gemi; 3) araba / uçak / tren kazası |
yet | yine de, buna rağmen, however |
yield | (sonuç, ürün vs.) vermek, (kar, kazanç) getirmek, produce, (The investigation yielded some unexpected results. |
yield | verim, kar, kazanç, sonuç, ürün |
yield to | teslim olmak, boyun eğmek, yenik düşmek, submit, capitulate, succumb, give in |
zone | bölge, mıntıka |
Created by:
vipokul
Popular Stadlier Oxford Voca sets