Save
Busy. Please wait.
Log in with Clever
or

show password
Forgot Password?

Don't have an account?  Sign up 
Sign up using Clever
or

Username is available taken
show password


Make sure to remember your password. If you forget it there is no way for StudyStack to send you a reset link. You would need to create a new account.
Your email address is only used to allow you to reset your password. See our Privacy Policy and Terms of Service.


Already a StudyStack user? Log In

Reset Password
Enter the associated with your account, and we'll email you a link to reset your password.
focusNode
Didn't know it?
click below
 
Knew it?
click below
Don't Know
Remaining cards (0)
Know
0:00
Embed Code - If you would like this activity on your web page, copy the script below and paste it into your web page.

  Normal Size     Small Size show me how

vip-main voc

general

QuestionAnswer
a couple of birkaç, iki üç, a few
a good many birçok, hayli, a large number of
a great deal (of) oldukça fazla, çok, a lot, much, zıt anl.; a little, a bit
a major step forward ileriye doğru büyük bir adım
a matter of time an meselesi
a number of çok sayıda, (belli) bir miktar, a lot of, plenty of
a range of 1) çeşitli, various; 2) bir dizi, a series of
a series of bir dizi, a range of
a sure sign (of) (bir şey)’in kesin bir işareti / göstergesi
a whole range of her çeşit, her tür, çok çeşitli
A. D. Milattan / İsa’dan sonra, anno Domini, zıt anl.; B. C. , before Christ
abandon bırakmak, terk etmek, vazgeçmek, discontinue, stop, zıt anl.; pursue, carry on
abandoned terk edilmiş, boş, (bina için) viran halde, desolate, zıt anl.; occupied
abate azal(t)mak, hızını kesmek, die away, diminish, zıt anl.; amplify, intensify
ability yetenek, kabiliyet, capability, capacity, zıt anl.; inadequacy, limitation
abnormally anormal şekilde, alışılmışın dışında, unusually
aboard (gemi, uçak, tren gibi taşıtlar için) içine, içinde
abolish kaldırmak, feshetmek, cancel
abolition (ortadan) kaldırma, ilga, fesih, cancellation, repulsion
abound in / with (bir şey)’i bolca / çokça bulundurmak / içermek, be abundant with, zıt anl.; be lacking, be short of
above all hepsinden ziyade, en başta, mostly
abroad yurt dışına, yurt dışında
abrupt 1) ani, beklenmedik, ani ve kaba, sudden; 2) dik, sarp
abruptly aniden, birdenbire, ani ve kaba bir şekilde, suddenly, (The talks ended abruptly when one of the delegations walked out in protest.
absence yokluk, bulunmama, zıt anl.; presence, existence
absent namevcut, yok, unavailable, zıt anl.; present, available
absolute 1) tam, halis, saf, mutlak, pure, zıt anl.; imperfect; 2) (bir şey)’in hepsi, tamamı, complete, zıt anl.; limited
absolutely tamamen, kesinlikle, totally, definitely
absorb emmek, soğurmak, suck in, zıt anl.; discharge, emit
abstract soyut, conceptual, intangible, zıt anl.; concrete, actual
abundance bolluk, çokluk, zenginlik, copiousness, wealth, zıt anl.; scarcity
abundant bol, bereketli, ample, zıt anl.; scarce, inadequate
abundantly bolca, büyük miktarda, copiously, profusely, zıt anl.; rarely, scarcely
abuse kötüye kullanmak, suiistimal etmek, misuse, mistreat, spoil, zıt anl.; defend, respect
accelerate hızlan(dır)mak, ivme kazan(dır)mak, speed up, zıt anl.; decelerate, retard
accept as (bir şey)’i öyle kabul etmek, kabullenmek
access girmek, nüfuz etmek, enter
access to (bir şey)’e giriş / geçiş / erişim, (birisi) ile görüşme imkanı, (bir şey)’den faydalanma hakkı / imkanı, entry, contact
accessible ulaşılabilir, yararlanılabilir, available, approachable, usable, zıt anl.; inaccessible, restricted
accident kaza
accidentally kazara, yanlışlıkla, tesadüfen
accommodate 1) yer / yaşam alanı sağlamak, be home to; 2) (ihtiyaçlarına) cevap vermek, hizmet etmek, serve
accompany eşlik etmek, (bir şey)’in beraberinde gelmek, come / go with, be associated with
accomplishment başarı, üstesinden gelme, success, achievement, zıt anl.; failure, defeat
accord mutabakat, anlaşma, uyuşma, agreement, zıt anl.; discord, disagreement
according to (bir kişi ya da şey)’e göre
accordingly dolayısıyla, bu nedenle, so, consequently
account saymak, addetmek, consider, deem
account 1) anlatım, narrative; 2) hesap
account for 1) hesap vermek, (bir şey)’den sorumlu olmak / tutulmak, be (held) responsible for; 2) (nedenlerini) anlatmak, açıklamak, izah etmek, clarify, explain, justify; 3) (bir şey)’in sebebi olmak, be the reason for *accumulate
accumulation birikme, birikinti
accuracy doğruluk, kesinlik, precision, exactness, zıt anl.; inaccuracy
accurate doğru, titiz, eksiksiz, precise, zıt anl.; erroneous, inaccurate
accurately doğru, tam (olarak), correctly, exactly, zıt anl.; inaccurately, erroneously
accuse of (bir şey) ile suçlamak / itham etmek, blame with, zıt anl.; acquit
achieve başarmak, (zorlu bir uğraştan sonra) elde etmek, kazanmak, accomplish, zıt anl.; fail, lose, quit
achievement başarı, elde etme, kazanma, accomplishment, success, zıt anl.; failure, defeat
acknowledge (bir gerçeği) kabul etmek, bildirmek, belirtmek, beyanda bulunmak, admit, recognise, zıt anl.; deny, ignore
acquire elde etmek, kazanmak, obtain, gain, zıt anl.; forfeit, lose
acquisition elde etme, sahip olma, gain, earning
acquit of (bir suç)’tan aklamak / temize çıkarmak, prove the innocence of, zıt anl.; accuse of, blame with
across 1) karşısına, diğer yakasına, to the other side of; 2) boyunca, çapında, bir uçtan bir uca, throughout
act 1) yasa; 2) (tiyatroda) perde; 3) hareket, eylem
act as (bir şey) gibi / (bir şey)’e benzer şekilde davranmak, (bir şey) görevi görmek, (bir şey)’in görevini üstlenmek
action 1) hareket, eylem, zıt anl.; inaction; 2) etki, efffect
activity faaliyet, etkinlik
actually aslında, gerçekten, aslına bakılırsa, as a matter of fact, to tell the truth, in fact
actuate harekete geçirmek, çalıştırmak, activate
adapt to (bir şey)’e adapte etmek, uyarlamak, intibak etmek, adjust, accommodate, zıt anl.
adapt oneself to kendini (bir şey)’e adapte etmek / uyarlamak, get used to
adaptation adaptasyon, uyum
add to (bir şey)’e katkı sağlamak
add up to toplam olarak (bir değer) etmek
addicted to (bir şey)’e bağımlı
additional ek, fazladan, extra
additionally ek olarak, in addition, also
address (bir şey)’e değinmek, (bir şey) ile uğraşmak, point (to), deal with, handle
adequate yeterli, enough, sufficient, zıt anl.; inadequate, insufficient
adequately yeterince, yeterli bir biçimde / oranda, enough, sufficiently, zıt anl.; inadequately, insufficiently
adjacent yan yana, bitişik
adjust ayarlamak, arrange, tune, zıt anl.; confuse, upset
adjustment ayarlama, adapte olma / etme, regulation, setting, orientation
administration 1) idare; 2) (ilaç) verme / uygulama
administrator yönetici, idareci
admiration takdir, beğeni
admire takdir etmek, beğenmek, hayran olmak, esteem, zıt anl.; look down (on / upon)
admission 1) kabul etme, acceptance, zıt anl.; denial; 2) (işe, üniversiteye vs.) girme / kabul edilme, entrance; 3) itiraf, confession
admit itiraf etmek, kabul etmek, (gelmesine, girmesine vs.) izin vermek, accept, allow, zıt anl.; deny, reject
admittedly genel kabule göre, kuşkusuz, confessedly
adopt 1) benimsemek, accept, assume, zıt anl.; reject, turn down; 2) evlat edinmek
adult yetişkin
advance ilerlemek, gelişmek, progress, develop, zıt anl.; regress
advanced gelişmiş, ileri düzeyde
advantage avantaj, üstünlük sağlayan şey, yarar, zıt anl.; disadvantage
advantageous avantajlı, yararlı, beneficial, zıt anl.; disadvantageous
advent geliş, başlama, arrival, beginning, zıt anl.; departure, end
adversary düşman, enemy, foe, zıt anl.; friend, ally
adverse kötü, elverişsiz, zararlı,menfaatine aykırı, aleyhte, ters (yönlü), harmful, contrary, reverse, zıt anl.; beneficial, favourable
adverse effect ters / olumsuz / yan etki
adversely kötü bir şekilde, elverişsiz şartlarda, aleyhte, negatively, zıt anl.; positively
adversely affect ters / kötü yönde etkilemek
advice öğüt, tavsiye, nasihat, proposal
advisable akıllıca, makul, doğru, appropriate, sensible, zıt anl.; improper, unwise
advise öğüt vermek, tavsiyede bulunmak, counsel, suggest
affair iş, mesele, business, matter
affect etkilemek, have an effect on, influence, involve
affected etkilenmiş
afford (bir şey) yapmaya gücü / parası yetmek, (maliyetini) karşılayacak durumda olmak
affordable maliyeti karşılanabilir, satın almaya para yetirilebilir
after a while bir süre sonra
aftermath (örn. bir felaketin) sonrası
against (bir kişi / bir şey)’e karşı (I am against the sale of alcohol to minors.
age 1) yaşlanmak, grow old; 2) (şarap vs. için) yıllanmak
age 1) çağ, devir, period; 2) yaş
age-related yaşa bağlı, yaşla ilgili
aggravate 1) (zaten olumsuz bir durumu daha da) kötüleştirmek, zorlaştırmak, ağırlaştırmak, deteriorate, worsen, zıt anl.; facilitate, alleviate, ease; 2) canını sıkmak, irritate, make worse
aggressive iddialı, hırslı, saldırgan, assertive, offensive, hostile, zıt anl.; passive, peaceful
aggressively girişken / saldırgan bir şekilde, offensively, zıt anl.; passively
agree to (bir şey yapma)’ya razı olmak, (bir şey yapma)’yı kabul etmek, zıt anl.; object to
agree with aynı fikri paylaşmak, katılmak, zıt anl.; disagree (with)
agreeable 1) hoş, tatlı, pleasant, delightful, zıt anl.; unpleasant; 2) kabul edilebilir
agreement anlaşma, sözleşme
ahead gelecek, yaklaş(ıl)makta / gelmekte olan, ilerideki
ahead of (bir şey)’in önüne / önünde
aid katkı, destek, yardım, help, relief, support
aim (at) hedeflemek, amaçlamak, nişan almak, target (to)
aim hedef, amaç, goal, target
akin to (bir şey) ile ilgili, yakın, benzer, similar to
alarming ürkütücü, korkutucu, appalling, frightening
alarmingly endişe verici bir şekilde, shockingly, disturbingly
alert uyarmak
alert uyanık, tetikte
alike 1) benzer, similar, zıt anl.; different; 2) eşit / aynı şekilde; 3) hem. . . , hem. . . , similar, in the same way, both
alleged iddia edilen
alleviate yatıştırmak, dindirmek, hafifletmek, azaltmak, rahatlatmak, ferahlatmak, relieve, ease, comfort, zıt anl.; intensify, aggravate
alliance ittifak, birleşme, association, accord
Allies (theAllies şeklinde kullanılır) Müttefikler, İttifak Devletleri (Bu kelime, İngilizce kaynaklarda genellikle 2. Dünya Savaşı’nda ABD, İngiltere ve bu ülkelerin yanında yer alan diğer ülkeleri ifade eder.)
allocate ayırmak, tahsis etmek, appropriate
allow izin vermek, sağlamak, imkân vermek, mümkün kılmak, yetki vermek, enable, let, empower, permit, zıt anl.; forbid, hinder, prohibit
allow for (bir şey)’i dikkate almak / hesaba katmak / göz önünde tutmak, take (smt) into account
allusion ima, dolaylı atıf / alıntı, kinaye, indirect reference
alone yalnız, tek başına
along with (bir şey) ile birlikte, yanı sıra, together with
alongside yanında, together with
alter (özüne dokunmadan kısmen) değiş(tir)mek, change, modify
alternate between (iki durum) arasında gidip gelmek, shift, fluctuate, zıt anl.; remain
alternate with (bir şey) ile dönüşümlü olarak meydana gelmek
alternately dönüşümlü olarak, in turns
alternative diğer, başka, alternatif, (farklı bir) seçenek, option
altogether tamamen, hepten, bütünüyle, completely, on the whole, all in all
amazing insanı hayrete düşüren, şaşırtıcı, astonishing, surprising, startling, zıt anl.; banal, dull
ambiguous belirsiz, bulanık, muğlak, unclear, vague, zıt anl.; explicit, lucid
ambiguously belirsizce, muğlak bir şekilde, unclearly, vaguely, zıt anl.; explicitly, lucidly
ambition hırs, ihtiras, passion, zıt anl.; contentment
amount miktar, quantity
amount to 1) (miktar olarak) karşılık gelmek, add up to, sum up to, zıt anl.; differ from; 2) (bir şey) ile eşanlamlı olmak, . . . anlamına gelmek, correspond to
ample 1) geniş, büyük; 2) çok, bol
amusing eğlendirici, komik, funny
ancestor ata
ancestry atalar, kök
ancient eski, antik (genellikle Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden önceki dönemlere ait), antique, archaic, zıt anl.; modern
and so forth ve benzerleri, and so on, and the like
and the like ve benzerleri, and so on, and so forth
announce ilan etmek, duyurmak
annoy can sıkmak, rahatsız etmek, sinir bozmak, irritate, bother
annoying sıkıntı veren, sinir bozucu, disturbing, exasperating
annual yıllık, yılda bir yapılan / yayınlanan, yearly
anti- aleyhinde, -e karşı
anticipate (olacakları) sezinlemek / tahmin edip ona göre davranmak, beklemek, ummak, (başkasından) önce davranmak, foresee, predict
antigen antijen (vücutta bağışıklık sisteminin harekete geçmesine yol açan toksin ya da enzim)
anxiety endişe, kaygı, tasa, huzursuzluk hali, iç sıkıntısı, worry, uneasiness, zıt anl.; tranquillity
anxious kaygılı, endişeli, tedirgin, worried, uneasy
any longer artık. . . , hala, any more, (He doesn’t come here any longer.
any more artık (değil), any longer
anyway hem . . . ki, zaten . . . ki, yine de, anyhow, (How long have you been so interested in Broadway theatre, anyway?
anywhere else başka hiçbir yer(de)
apart from (bir şey)’den başka, (bir şey)’in haricinde, other than, except for
apparatus (çoğul: apparatus ya da apparatuses) düzen, aygıt, cihaz, aparat, system, equipment
apparent açık, belli, aşikâr, görünürdeki, göze çarpan, obvious, visible, evident, zıt anl.; obscure, hidden
apparently belli ki, görünüşe göre, evidently, obviously
appeal to (birisi)’ne çekici gelmek, (birisi)’nin hoşuna gitmek, attract, charm, zıt anl.; repel
appeal 1) çekicilik, cazibe, attraction, charm; 2) başvuru, request, application
appealing çekici, attractive, zıt anl.; repulsive
appear 1) ortaya çıkmak, belirmek, emerge, arise, zıt anl.; disappear, vanish, fade; 2) (gibi) görünmek, seem, look
appearance 1) görünüş, görünüm, image, feature; 2) ortaya çıkma, emergence
application 1) uygulama, tatbikat, exercise, practice; 2) başvuru
apply 1) uygulamak, tatbik etmek, implement, utilize, practice; 2) başvurmak
apply to (bir şey)’i içermek / kapsamak / ilgilendirmek
appoint atamak, görevlendirmek, assign, zıt anl.; discharge, dismiss
appreciate değerini anlamak, takdir etmek, take account of, be fully aware of, be grateful for
approach 1) yaklaşmak, yanaşmak, reach, near; 2) düşünmeye / üzerinde durmaya / ilgilenmeye / uğraşmaya başlamak
approach tutum, tavır, yaklaşım, attitude, stance
appropriate (sıfat) uygun, yerinde, suitable, proper, zıt anl.; inappropriate, unsuitable
appropriately uygun bir şekilde, yerinde olarak, suitably, properly, zıt anl.; inappropriately, unsuitably
appropriateness uygunluk
approve of (bir şey)’i onaylamak, ratify, zıt anl.; disapprove of, deny, reject
approximately yaklaşık olarak, roughly
arbitrary keyfi, despotça, gelişigüzel, random, zıt anl.; reasonable, democratic, objective
architectural mimari, mimarlık ile ilgili
arguably (tartışmaya açık olmakla birlikte) muhtemelen, (She is arguably the best actress.
argue 1) tartışmak, münakaşa etmek, müzakere etmek, discuss, debate; 2) kavga etmek, atışmak, çekişmek; 3) (bir fikri vs.) savunmak, (belli bir) görüşte olmak
argue over (bir konu) üzerinde tartışmak, debate
argue that (bir fikir / bir görüş)’ü savunmak, (bir şey)’i iddia etmek
argument 1) sav, iddia, assertion; 2) tartışma, debate; 3) çekişme, controversy
arise from / out of (bir şey)’den meydana gelmek / ortaya çıkmak, baş göstermek, appear, emerge, come forth, come up, zıt anl.; disappear, fade
around civarında, dolayında, aşağı yukarı, yaklaşık, approximately, roughly
arousal uyarma, harekete geçirme, uyanış, canlandırılma, activation, stirring, zıt anl.; pacification
arouse canlandırmak, harekete geçirmek, (tartışma vs.) yaratmak, uyandırmak, activate, stir, stimulate, provoke, zıt anl.; dampen, pacify
arrange düzenlemek, yerleştirmek, organise
arrange for (bir şey)’i ayarlamak, (bir şey) için hazırlık / plan yapmak, organise for
arrangement düzenleme, anlaşma, dizilim, yerleştir(il)me, plan, agreement, system, setup, order
arrest 1) durdurmak, kesmek, stop; 2) tutuklamak, seize
arrival geliş, zıt anl.; departure
article gazete / dergi makalesi, yazı, paper
artificial yapay, suni, sahte, man-made, imitation, zıt anl.; real, genuine
artificially yapay / suni olarak, zıt anl.; naturally
as a consequence sonuç olarak, consequently
as a result sonuç olarak, sonuçta, therefore, consequently
as a rule kural olarak
as a whole bir bütün olarak
as compared with (bir şey) ile karşılaştırıldığında
as ever her zamanki gibi, as always, as usual
as far as … kadar uzaklar(d)a, (I travelled as far as the Arctic Circle.
as far as . . . is concerned söz konusu . . . olduğunda, . . . yı ilgilendirdiği kadarıyla, as far as . . . goes
as far as … goes söz konusu . . . olduğunda, . . . yı ilgilendirdiği kadarıyla, as far as . . . is concerned
as for (bir şey)’e gelince, (bir şey) ile ilgili olarak
as if güya, sanki … miş / . . . mış gibi, as though
as little as . . . kadar / gibi küçük (bir miktar), . . . kadar / gibi kısa (bir zaman), (His wage is as little as 300 YTL a month.
as long as sürece, müddetçe, so long as
as opposed to (bir şey)’den farklı olarak, in contrast to
as regards (bir şey)’e gelince, . . . konusunda, considering
as soon as –er… –mez (bir şeyi yapar yapmaz)
as soon as possible mümkün olduğu kadar çabuk, ASAP
as such 1) bu sıfatla, in that capacity; 2) kendi içinde, o şekilde, in itself, (He is only a child and must be treated as such.
as to (bir şey)’e gelince, . . . konusunda, (bir şey)’e uygun olarak, about, relating to
as well as 1) (bir şey)’e ek olarak, de / da, ve; 2) (hem) …hem de…, in addition to; 3) hem de . . . , (onu) da, and also
as yet daha, henüz, şimdiye kadar, so far, until now
ascertain (araştırarak) tespit etmek, belirlemek, saptamak, ensure, determine, verify
ascribe to (bir şey)’e atfetmek, attribute to
aspect açı, yön, bakım, görünüş, feature, facet, perspective, view, side
aspire to (bir şey)’i şiddetle istemek, kuvvetle arzu etmek, seek, desire
assault saldırmak, attack
assault saldırı, attack
assemble 1) topla(n)mak, gather; 2) monte etmek, kurmak, parçaları bir araya getirerek oluşturmak, install, zıt anl.; dismantle, disassemble
assert 1) (hakkını vs.) güçlü bir şekilde savunmak / kabul ettirmeye çalışmak, declare, insist, press; 2) ileri sürmek, iddia etmek, put forward
assertion 1) savunma, iddia, affirmation; 2) açıklama, bildiri, declaration
assess değerlendirmek, değer biçmek, hesaplamak, evaluate, appraise
assessment değerlendirme, değer biçme, evaluation, judgement
asset kazanç, fayda getirecek şey, meziyet, plus
assign 1) (görev) vermek, tahsis etmek, ayırmak, allot, allocate, portion; 2) atamak, tayin etmek, appoint, designate
assist in (birine bir şey)’de yardım etmek / yardımcı olmak, help in
associate with (bir şey / olay) ile ilgisi olmak, bağlantısı olmak
associated with (bir şey) ile ilgili / alakalı / lişkili, related to
association 1) ilişki, relation; 2) dernek, birlik, kurum, society
assume 1) farz etmek, varsaymak, suppose; 2) (iş, görev vs.) üstlenmek, undertake; 3) benimsemek, kabul etmek, believe, presume
assumption varsayım, farz etme, sanı, supposition
assure temin etmek, güvence vermek, certify, guarantee
astonish şaşırtmak, hayrete düşürmek, astound
astonishingly şaşırtıcı / hayrete düşürücü bir şekilde, astoundingly, amazingly, surprisingly
astounding şoke eden, hayret verici, surprising, breathtaking, zıt anl.; normal, ordinary
at all hiç mi hiç, hiçbir surette / şekilde, whatsoever
at all costs ne pahasına olursa olsun
at best en iyi durumda, en iyi şartlarda, under the most favourable conditions, zıt anl.; at worst
at ease 1) rahat, huzurlu; 2) (askeri) ’Rahat’ komutu
at fault suçlu, kabahatli, in the wrong, guilty, zıt anl.; innocent
at first sight ilk bakışta
at great risk büyük risk altında
at large genelinde, çoğu, çoğunluğu, in general
at least en azından, at any rate, zıt anl.; at most
at least to a certain extent en azından belli bir dereceye / düzeye kadar
at most en fazla, maksimum, maximum
at once 1) tek seferde, bir defada; 2) derhal, hemen, immediately, right away; 3) aynı anda, at a time, at one time
at present 1) hali hazırda, şu an için, currently, presently, at this time; 2) şimdi, now
at smo’s disposal birisinin emrinde / kullanımında / elinde (olma durumu)
at the expense of (bir şey) pahasına
at the time o zamanlar, back then
at the turn of (bir şey)’in sonu ile takip edenin başı arasında, dönüm noktasında, (at the turn of the century
at this rate bu hızla
at times zaman zaman, occasionally
at will istendiğinde, istenilen zamanda, istendiği gibi, as / when one wishes
attach tutturmak, takmak, iliştirmek
attach importance (bir şey)’e önem vermek, give importance
attached to (bir şey)’e bağlı
attack saldırmak, assault, zıt anl.; defend
attack 1) saldırı; 2) nöbet, atak, kriz
attain (bir hedef vs.)’ye ulaşmak, elde etmek, kazanmak, achieve, fulfil, zıt anl.; fail
attainable erişilebilir, ulaşılabilir, (The objectives put forward by the leading party do not seem to be attainable.
attempt girişimde bulunmak, teşebbüs etmek, try
attempt deneme, girişim, teşebbüs, effort, trial
attend katılmak, hazır bulunmak, (okula, kursa, spora vs.) devam etmek
attendance (okula, kursa, spora vs.) devam etme, devamlılık, hazır bulunma
attention dikkat, ilgi
attentiveness azami dikkat, care, thoughtfulness, zıt anl.; neglect
attitude tutum, tavır, yaklaşım, approach, stance
attract (ilgisini) çekmek, cezbetmek, etkilemek, appeal to
attract attention dikkat çekmek
attraction 1) cazibe, çekim gücü; 2) atraksiyon, eğlence programı
attractive çekici, güzel, appealing, zıt anl.; repulsive
attribute vasıf, nitelik, sıfat, aspect, element, feature
attribute to 1) (bir neden)’e bağlamak, yormak, associate with, connect to; 2) (bir şey)’e mal etmek, atfetmek, ascribe to
audience dinleyiciler, izleyiciler, hazır bulunanlar
authentic otantik, hakiki, gerçek, genuine
authorize izin vermek, yetki vermek, permit, empower
available bulunabilir, (piyasada) bulunan, ulaşılabilir, (alıma / kullanıma) hazır, attainable, ready, accessible, usable
availability hazır bulunma, bulunabilirlik, edinilebilirlik, erişilebilirlik, zıt anl.; unavailability
average to ortalama olarak (bir miktar)’a karşılık gelmek
avoid (bir şey)’den kaçınmak / sakınmak / kurtulmak, escape, stay away, zıt anl.; contact, face, confront
avoidable kaçınılabilir, önlenebilir, evitable, avertable, zıt anl.; inevitable, unavoidable
avoidance (bir şey)’den kaçınma / sakınma / kurtulma, escape, staying away, zıt anl.; contact, confrontation
await beklemek, gözlemek, expect
aware of (bir şey)’in farkında, zıt anl.; unaware of
aware bilinçli, farkında, alert, conscious, zıt anl.; unconscious
awareness farkında olma, perception, recognition, zıt anl.; unawareness
awful berbat, korkunç, terrible, horrible, zıt anl.; beautiful, nice
B. C. Milattan / İsa’dan önce, before Christ, zıt anl.; A. D. , anno Domini
back up desteklemek, arka çıkmak, support, reinforce, (In his time, there was hardly anyone to back up Darwin’s theories.
back up with (bir şey) ile desteklemek, arka çıkmak, support with, reinforce with
balance denge
balancing (sıfat) dengeleyici
ban yasaklamak, forbid, prohibit, bar, zıt anl.; allow, permit, (There was no ban on smoking on the train we travelled in.
bare yalın, çıplak, basit, mere
barely zar zor, güçlükle, çok az, hardly, zıt anl.; enough, sufficiently
base on (bir şey)’e dayandırmak, (bir şey)’in üzerine kurmak
basic temel, fundamental
basis temel, ana ilke
battle (against / with) ile / karşı savaşmak, mücadele etmek, fight (against / with)
be affiliated with (bir şey) ile ilgisi / ilişkisi olmak, be associated / connected with
be alarmed by (bir şey)’den ötürü korkuya / dehşete düşmek
be anxious to do smt bir şeyi yapmayı çok istemek
be associated with (bir şey) ile ilgisi / ilişkisi / bağlantısı olmak, be affiliated / connected with
be at fault kusurlu / hatalı olmak, be (in the) wrong
be aware of (bir şey)’in farkında olmak, be conscious of, realise
be based in (örn. bir kuruluş için) (bir yer)’de üslenmiş olmak, merkezinin (bir yer)’de bulunması
be based on / upon (bir şey)’e dayanmak, be built on, depend on
be biased against (bir şey)’e karşı önyargılı olmak, (bir şey)’in aleyhinde bir eğilime sahip olmak, (bir şey)’e karşı durmaya yatkın olmak
be bothered with (bir şey)’den ötürü rahatsız edilmek / rahatsızlık duymak
be bound to (bir şey yapması) kesin / kaçınılmaz olmak, be certain / sure to
be bound up with (bir şey) ile çok yakın ilişkisi / bağlantısı olmak
be committed to (bir şey)’e kendini adamak, devote oneself to
be composed of (bir şey)’den oluşmak, (bir şey)’den ibaret olmak, comprise, consist of
be concerned about (bir şey) hakkında kaygılanmak / endişe duymak
be concerned with (bir şey) ile ilgili olmak, (bir şey)’i konu etmek, be about, deal with
be connected with (bir şey) ile ilgisi / ilişkisi olmak, be associated / affiliated with
be conscious of (bir şey)’in farkında olmak, be aware of
be convinced of (bir şey)’e ikna olmak, inanmak
be critical of (bir şey)’e karşı eleştirel olmak, (bir şey)’i eleştirmek, criticize
be delighted with (bir şey)’e çok sevinmek
be deprived of (bir şey)’den mahrum olmak, lack
be disposed to (bir şey yapma) eğiliminde olmak, tend to, be inclined to
be due hak etmek, deserve
be engaged in (bir şey)’in içinde yer almak, (bir şey)’e dahil olmak, be involved in
be entitled to hakkı olmak, yetkisi olmak, be eligible for, (We are all entitled to equal protection under the law.
be equipped with (ekipman vs.) ile donanmış, donatılmış
be expected beklenmek, önceden kestirilmiş olmak, be foreseen / predicted, zıt anl.; be unforeseen / unpredicted
be expected to do smt bir şey yapması beklenmek
be exposed to (bir şey)’e maruz kalmak
be fascinated by / with (bir şey)’e kendini kaptırmak, be wrapped up in
be for desteklemek, lehinde olmak, support, favour, zıt anl.; be against
be given to (bir şey yapma) alışkanlığında olmak, huy edinmek
be grounded 1) yere konmak, uçma izni olmamak; 2) temeli sağlam olmak, donanımlı olmak
be home to (bir şey)’e ev sahipliği yapmak, (bir şey)’in anavatanı olmak, harbour
be in demand (bir mal vs. için) talep olmak, aranmak, istenmek
be in existence meydanda olmak, var olmak
be in possession of (bir şey)’e sahip olmak, (bir şey)’i elinde bulundurmak, have
be in the habit of (bir şey yapma) alışkanlığında olmak
be in the lead başta gitmek, lider / önde olmak
be in the making yapım / kurulum / üretim aşamasında olmak
be indicative of (bir şey)’in göstergesi / habercisi olmak, be a sign of
be involved in 1) (bir iş / yarış vs.)’nin içinde olmak, (bir iş / yarış vs.)’de yer almak, (bir şey)’e karışmak / katılmak, participate (in); 2) (bir şey) ile uğraşmak / görevli olmak
be involved with (bir şey) ile bağlantı / ilgi / ilişki içerisinde olmak, be in connection with
be likely to . . . eğiliminde olmak, . . . -ması muhtemel olmak, be disposed to, tend to
be likened to benzetilmek
be limited to (bir yer veya bir şey)’e sınırlandırılmış olmak
be linked with / to (bir konu vs.) ile bağlantılı / bağlantısı olmak
be made up of (bir madde vs.)’den yapılmak / oluşmak, be composed of
be marked by (bir şey) ile belirginleşmek
be no better daha iyi olmamak
be not necessarily concerned with her zaman / her durumda (bir şey) ile ilgili / alakalı olmamak, her durumda (bir şey) ile ilgilenmemek
be noted for (bir şey) ile ünlü / tanınmış olmak, be famous / well-known for
be of importance önem taşımak, önemli olmak, be important, be of significance
be of interest ilginç / ilgi çekici olmak, be interesting
be on the horizon ufukta belirmek
be over sona ermek, bitmek, end, zıt anl.; begin
be pleased with (bir şey)’den memnun / hoşnut olmak, be happy with
be prejudiced against (bir şey)’e karşı önyargılı olmak, be biased (against)
be prepared for (bir şey) için / (bir şey)’e karşı hazırlıklı olmak, be ready, zıt anl.; be unprepared for
be present var olmak, bulunmak, exist, zıt anl.; be absent
be prey to (bir şey)’e yenik düşmek, (bir şey)’in kurbanı olmak
be quick to do smt bir şey yapmakta çabuk davranmak / hızlı olmak
be reduced to (kötü) duruma düşmek, (bir şey) ile yetinmek zorunda kalmak
be referred to as . . . olarak anılmak, be called
be related to (bir şey) ile ilgili olmak
be required to (bir şey yapmak) zorunda olmak
be responsible for (bir şey)’den / (bir iş)’ten sorumlu olmak, in charge (of)
be restricted to (bir şey) ile kısıtlı / sınırlı olmak, be limited to
be rumoured söylentisi dolaşmak, ağızdan ağıza yayılmak
be set on kararlı / azimli olmak, be determined
be short of (bir şey)’in eksiği olmak, azalmış bulunmak, lack, (We are short of cheese.
be situated (bir yer)’de bulunmak, be located
be subject to (yasa, düzenleme vs.)’ye tabi olmak, maruz kalmak
be subjected to maruz kalmak / bırakılmak, tabi tutulmak, go through, undergo, experience
be suited to (bir şey)’e uygun olmak
be supplied with (bir şey) ile donatılmış / teçhiz edilmiş, be furnished with
be supposed to (bir şey) yapması gerekmek / yapmak zorunda olmak / yapması beklenir olmak, should
be suspected of hakkında (bir suç vs.)’den ötürü kuşku duyulmak
be taken in kanmak, aldanmak, be deceived
be through bitirmiş olmak, (I am through with this studies.
be to olacak olmak, (be to remain friends
be unable to yapamamak, başaramamak, elinden gelmemek, fail to, zıt anl.; be able to, succeed in / at
be under way bekleniyor olmak, yolda olmak, (bir iş, proje vs. için) yapılmakta olmak
be unfamiliar with (bir şey)’e aşina olmamak, yabancı olmak
be up to 1) (bir şey)’i yapabilmek, be able to do / deal with; 2) bağlı olmak, be dependent on
be welcomed by (birisi) tarafından hoş karşılanmak
be worth (bir şey)’e değer olmak
be wrapped up in (kendini bir şey)’e kaptırmış olmak, (düşünce vs.)’ye dalmış olmak
bear 1) katlanmak, kaldırmak, put up with; 2) sahip olmak, taşımak, üzerinde bulundurmak, have, carry, (The baby bears a strong resemblance to its grandfather.
bear in mind akılda tutmak, akıldan çıkarmamak
bear out 1) desteklemek, support; 2) dışarı taşımak, carry out
bear the brunt of smt bir saldırıyı vs. göğüslemek (The soldiers in the front had to bear the brunt of the enemy attack.
bearable dayanılabilir, katlanılabilir
become extinct soyu / nesli tükenmek, be wiped out, (This dog race became extinct about 300 years ago.
being varlık, entity
belie örtmek, yanıltmak, conceal, deceive, zıt anl.; reveal
belief inanç, düşünce, opinion
beneath altına, altına doğru
beneficial yararlı, hayırlı, useful, helpful, zıt anl.; useless, harmful
benefit yaramak, yararına olmak, yarar / fayda sağlamak, advantage, work to the advantage of, zıt anl.; harm, damage
benefit yarar, fayda, advantage, use, zıt anl.; harm, loss
benefit from 1) (bir şey)’den yarar / fayda sağlamak, yararlanmak, capitalise, profit from, zıt anl.; suffer; 2) (bir şey)’den ders çıkarmak, learn from
benign yumuşak, iyi huylu, zararsız, mild, zıt anl.; severe,malign
benign applications zararsız / kötücül olmayan uygulamalar
benignly yumuşakça, tehlikesizce, kindly, harmlessly, zıt anl.
besides yanında, yanı sıra, (bir şey)’den başka
better daha iyi hale gelmek / getirmek
bewildering şaşırtıcı, hayret veren, overwhelming, (There is a bewildering variety of activities in this new entertainment.
beyond ötesi(ne), dışı(na), out of
beyond recognition tanınmaz halde, unnoticeable, zıt anl.; apparent
bind to (bir şey)’e bağla(n)mak, fasten to, attach to, zıt anl.; free from, loosen from
bitterly disappointed şiddetli bir hayalkırıklığına uğramış
blame with suçu (bir kişi)’nin üstüne atmak, (bir şey) ile suçlamak, accuse of, zıt anl.; acquit of
blame suç, suçlama, kabahat, töhmet
blanket üstünü örtmek, (bir duyguyu vs.) örterek bastırmak, kaplamak, cover, suppress, zıt anl.; uncover
bleed kana(t)mak
blend karıştırmak, harmanlamak, mix, zıt anl.; separate
block tıkamak, engellemek, kesmek, kapamak, faaliyetini durdurmak, obstruct, cut off, zıt anl.; let go, release
blockage tıkama, tıkanma, blokaj, obstruction, zıt anl.; release
blow savurmak, üfürmek, (rüzgar) esmek
blow out üfleyerek söndürmek
boast of 1) (kendisi) ile (aşırı) övünmek, brag; 2) (övünülecek bir şey)’e sahip olmak, own, possess
boil over 1) kontrolden çıkmak; 2) kaynayarak taşmak
bold cesur, gözüpek, daring, zıt anl.; coward
boost arttırmak, yükseltmek, destek olmak, improve, increase, support, zıt anl.; prevent, undermine, lessen, lower, reduce
booth kabin, kulübe
border (ülke için) sınır
boring (sıfat) can sıkıcı, sıkıntı veren, dull, tiresome
boundless sınırsız, sonsuz, tükenmez, infinite, unlimited, zıt anl.; limited, scarce
bountiful cömert, generous
branch off kollara / dallara ayrılmak, diverge, subdivide
branch out into (başka yerleri vs. içine alacak kadar) genişlemek, yeni alanlara açılmak, bölünerek yeni işlere girişmek, expand, zıt anl.; shrink
breadth 1) (bir uçtan bir uca) tamamı; 2) en, width, broadness
break away kırılıp / kopup ayrılmak
break down 1) parçalara ayırmak, analiz etmek, analyze; 2) (motor vs. için) bozulmak, fail; 3) ruhen veya zihnen çökmek; 4) (kimyasal olarak) yıkmak / ayrıştırmak
break into 1) (zorla) girmek, force an entry; 2) birden (bir şey yapmaya) başlamak, burst into
break off (birdenbire) dur(dur)mak, ara vermek
break out patlak vermek, birden ortaya çıkmak, erupt
break out of (hapishane vs.)’den kaçmak, escape (from)
break through (bir yerden engelleri aşarak) ilerlemek, zorla geçmek, pass through, force a way through
break up 1) (gösteri vs. türden bir etkinliği) dağıtmak, bitirmek, sona erdirmek; 2) (daha küçük) parçalara ayırmak / ayrılmak
breakthough çığır açan şey, great innovation / discovery
breakup 1) (gösteri, organizasyon vs. için) dağılma, bitme; 2) (daha küçük) parçalara ayrılma
brief kısa, short
briefly 1) kısa bir süre için, for a short time; 2) kısaca, shortly
bright parlak
brilliant dahice, parlak, harika, intelligent, bright, wonderful
brilliantly harika bir şekilde
bring in 1) (sorun, para, gelir vs.) getirmek, cause, earn; 2) (bir kişi)’yi veya (bir şey)’i (tanıdık bir ortama) getirmek, sunmak, introduce
bring about meydana getirmek, neden olmak, give rise, produce, effectuate, account for, (The new law brought about many complaints.
bring down 1) aşağıya çekmek, azaltmak; 2) yıkmak, yerle bir etmek
bring forth yaratmak, meydana getirmek, yol açmak, doğurmak, get, produce, yield
bring in 1) (birisini veya bir şeyi tanıdık bir ortama) getirmek, sunmak, introduce; 2) (para, gelir vs.) getirmek, earn
bring off başarmak, başarılı bir şekilde yapmak, accomplish
bring on ortaya çıkarmak, sebep olmak, produce
bring out (bir şey) geliştirmek, ortaya çıkarmak, neden olmak, develop, cause
bring through (birinin bir hastalığı, zor durumu vs.) atlatmasını sağlamak, save, pull through
bring to an end son vermek, terminate, zıt anl.; start, commence
bring to the fore ön plana çıkartmak
bring under control (bir durumu) kontrol altına almak
bring up 1) gündeme getirmek, değinmek, refer (to); 2) çocuk yetiştirmek, raise
bring up to (bir toplama, miktara) ulaştırmak
brisk canlı, hareketli, hızlı ve enerji harcatan tarzda, energetic
broad geniş, geniş çaplı
broaden genişle(t)mek, expand, (Literature greatly broadens a doctor’s horizons.
broadly geniş çaplı, generally
brutally vahşice, cruelly, barbarously, zıt anl.; gently, humanely
build on 1) üstüne çökmek, birikmek, (All the stress builds on my psychology and makes me depressive.
build up 1) oluş(tur)mak, form; 2) büyümek, birikmek, accumulate, develop, amplify, gather, zıt anl.; lessen
build-up birikme, accumulation
burden külfet, yük, strain
burn yakmak / yanmak
burnish cilalamak, parlatmak, polish, wax, zıt anl.; tarnish
by far çokça, ziyadesiyle, fersah fersah, far and away
by means of vasıtasıyla, yoluyla, aracılığı ile, sayesinde, yöntemiyle, through
by nature özü / doğası sebebiyle, doğası gereği
by no means asla, katiyen, hiçbir şekilde, in no sense, certainly not
by reference to (birşey)’e göre / ilişkin olarak
by this means bu yolla, using this
call isimlendirmek, term
call for (bir şey) istemek, (bir şey)’i gerektirmek, ask, require, (Great necessities call for great leaders.
call into question sorgulamak
call out 1) (yüksek sesle ad, numara vs.) söylemek; 2) (göreve / iş başına / yardıma) çağırmak
calm (down) sakinleş(tir)mek, pacify, zıt anl.; excite
campaign mücadele etmek, kampanya yapmak
cancel out ortadan kaldırmak, silip süpürmek, offset, wipe out
cannot help elinde olmamak, kendine hakim olamamak, (I can’t help eating chocolate even though I am on a diet.
capability yetenek, kabiliyet, kapasite, ability, capacity, zıt anl.; incompetence
capable of (bir şey)’i yapabilir / yapmaya gücü yeter, muktedir, able to, zıt anl.; incapable of, unable to
capitalize on (bir şey)’den yararlanmak, benefit from, exploit
captivate büyülemek, cezbetmek
captivating dikkat çeken
capture 1) yakalamak, esir etmek, tutuklamak, fethetmek, imprison, catch, zıt anl.; release;
care about 1) sevmek, hoşlanmak, be fond of; 2) (bir fikir vs.)’ye ilgi duymak / ile ilgilenmek
care for 1) özen göstermek; 2) hoşlanmak
carefully dikkatli / titiz bir şekilde
careless dikkatsiz, özensiz, zıt anl.; careful
carry on devam etmek, sürdürmek, continue, persevere, conduct, zıt anl.; give up
carry out yapmak, uygulamak, gerçekleştirmek, yerine getirmek, accomplish, fulfil, implement, perform, conduct, (The experiments were carried out by Dr. Preston.
case 1) vaka, olay, event; 2) dava; 3) durum, incident, situation
casual 1) tesadüfi, rastgele, gayriresmi, accidental, incidental, informal, zıt anl.; deliberate, formal; 2) profesyonel olmayan, (bir şey)’i arada bir yapan, zıt anl.; professional
catastrophic feci, felaket getiren, disastrous
catch up to / with (birinin ya da bir şeyin) (hızı)’na, (seviyesi)’ne vs. yetişmek, draw near, zıt anl.; fall behind
categorize sınıflandırmak, classify
cause neden olmak, yol açmak
cause 1) amaç, gaye, hedef, dava, ülkü, purpose, objective; 2) neden, sebep, reason
caution 1) ihtiyat, alertness, attention, zıt anl.; recklessness; 2) uyarı, ikaz, warning
caution uyarmak, ikaz etmek, warn
cautious ihtiyatlı, tedbirli, sakıngan, careful, prudent, zıt anl.; careless, thoughtless
cautiously ihtiyatlı, tedbirli, dikkatlice, carefully, thoughtfully, zıt anl.; carelessly, (The infected wound was very cautiously drained, for it was close to an artery.
cease (bir şey yapmayı) durdurmak, durmak, sona er(dir)mek, stop, end, halt, quit, zıt anl.; begin, continue
ceaselessly durmaksızın
celebrated ünlü, meşhur, şöhretli
celebrity ünlü kimse
celestial gök ile ilgili, göksel
central merkezi, ana, main, fundamental, zıt anl.; peripheral, minor, secondary
centre on / upon (bir şey) üzerine yoğunlaşmak / odaklanmak, focus on, concentrate on, zıt anl.; disregard, overlook
century yüzyıl, asır
certain 1) belli, fixed; 2) kesin, sure; 3) bazı, some
certainly kesinlikle, elbette ki, definitely, absolutely, zıt anl.; probably
certainty kesinlik, zıt anl.; uncertainty
challenge meydan okumak, kafa tutmak, (gücünü, yeteneğini vs.) sınamak, confront
challenge (insanameydan okuyan türden) zorluk, başarılması zor iş, (Mount Everest presented a challenge to Hillary.
challenging meydan okuyan, zorlayıcı, (gücünü, yeteneğini vs.) sınayan
chances şans
change değişiklik, değişim, alteration, modification, variety
change into (bir şey)’e dönüş(tür)mek, convert into
change one’s mind fikrini değiştirmek
change over to (bir şeyden bir şey)’e tamamen değiş(tir)mek, (The country has changed over from military to civilian rule.
chapter (örn. bir hikayedeki) bölüm, kısım, section, part
characteristic karakteristik özellik, (bir kişi ya da unsura) has özellik, feature
characterize nitelendirmek, tanımlamak, karakterize etmek, define, describe
charge 1) hücum etmek, saldırmak, hamle yapmak, attack; 2) bir masrafı birinin hesabına geçirmek / yazmak; 3) (bir silahı vs. belli bir miktar patlayıcı ile) doldurmak
charge with (bir şey) ile itham etmek / suçlamak
check kontrol etmek
check for (bir şey bulmak) amacı ile kontrol etmek, (check the building for gas leakage
chiefly başlıca, en çok, her şeyden önce, mostly, above all
choice seçenek, seçim, çare, alternative, option
circulate through (bir şey)’in içinde deveran etmek / dolaşmak, go about in, move around in
circumstance olay, vaka, durum, koşul, keyfiyet, situation, case, incident, condition
civil war iç savaş
civilization medeniyet, uygarlık
claim talep / iddia etmek, demand, request, zıt anl.; disclaim, deny
claim iddia, talep, hak talebi, assertion, demand, request, zıt anl.; disclaimer
clarify açıklığa kavuşturmak, make clear, illuminate
clarity açıklık, berraklık, netlik
class sınıf, tabaka, zümre, caste
classify sınıflandırmak, break down, sort, group
cleanse temizlemek, arıtmak, yıkamak, clean, wash, zıt anl.; pollute
clear açık, bariz, aşikar, net, belirgin, obvious, zıt anl.; unclear
clear away 1) kaybolmak, disappear; 2) ortadan kaldırmak, remove
clear out of (bir yer)’den sıvışmak, tüymek, slip out of
clear up 1) (hastalık) gidermek, geç(ir)mek, iyileş(tir)mek, heal, cure; 2) tamamen temizlemek, ortadan kaldırmak, remove
clearly açıkça, açık ve net olarak, obviously
clever zeki(ce), akıllı(ca), smart
climax zirve, doruk
closely yakın şekilde, yakından, sıkı sıkıya, dikkatlice, tightly, strongly, carefully, zıt anl.; remotely, distantly
clue ipucu, işaret, hint, sign, evidence
clumsy hantal, kaba, biçimsiz, awkward, ungainly
cluster küme, grup, dizi, group
coherent tutarlı, uygun, ahenkli, mantıklı, consistent, rational, zıt anl.; incoherent
coincide with (bir şey) ile rastlaşmak, (aynı zamana) denk gelmek, coexist, accompany, zıt anl.; differ, deviate
coincidental rastlantısal, tesadüfi
collaborate with (birisi) ile işbirliği yapmak, beraber çalışmak, cooperate with
collaboration birlikte çalışma, işbirliği, cooperation
collapse göçmek, çökmek, yıkılmak, fall in, fall down, topple, fail, zıt anl.; succeed, triumph
collapse göçme, çökme, yıkılma, fall in, downfall, topple, failure, zıt anl.; success, triumph, (These flimsy houses are liable to collapse in a heavy storm.
colleague meslektaş, iş arkadaşı, peer
collect toplamak, biriktirmek
collection toplama, koleksiyon
collective kolektif, ortaklaşa, joint, shared, zıt anl.; individual, solo
collide çarpışmak, çarpmak, clash, crash
collision çarpışma, çatışma
colonization kolonizasyon, sömürgeleştirme
combat with / against savaşmak, mücadele etmek, fight with / against, struggle with / against, zıt anl.; surrender (to), compromise
combination birleşme, birleşim, birleştirme, mixture, unification, zıt anl.; dissolution
combine birleş(tir)mek, unite, embody, zıt anl.; separate
come about meydana gelmek, ortaya çıkmak, olmak, take place, arise
come across rastlamak, tesadüf etmek, encounter, meet, zıt anl.; avoid
come along 1) gelmek, ulaşmak, birlikte gelmek; 2) ortaya çıkmak
come by 1) önceden haber vermeden (birisinin) yanına uğramak, drop by; 2) elde etmek, edinmek, acquire
come from 1) (bir şey)’den kaynaklanmak, result from; 2) (bir yer)’den gelmek, (oralı) olmak, ( I come from Manisa.
come in 1) gelmek, ulaşmak, (haber vs. için) alınmaya başlamak, ortaya çıkmak, arrive, appear; 2) (şu versiyonlarda / şekillerde / renk seçeneklerinde / tiplerde) bulunmak, (These pencils come in seven different color choices.
come into being ortaya çıkmak, belirmek, come into existence, come to life, emerge
come into force yürürlüğe girmek, uygulanmaya başlamak, go into effect
come on sahneye / ortaya çıkmak, appear, show up, zıt anl.; go off, disappear
come out görünmek, açıklığa kavuşmak, appear, become clear
come out against (bir şey)’e karşı çıkmak, oppose
come through (beklendiği gibi) ulaşmak / varmak, arrive (as expected)
come to an end sona ermek, cease, terminate
come to the attention of (bir kişi)’nin dikkatini çekmek
come to the fore ön plana çıkmak
come up ortaya çıkmak / meydana gelmek, happen, zıt anl.; submerge, sink, disappear, (A light wind came up.
come up with (genellikle olumlu bir plan, fikir vs.) ileri sürmek / ortaya atmak, (karşılık, yanıt, fikir vs.) bulmak, ortaya atmak, önermek, (çözüm vs.) ile ortaya çıkmak, think of, suggest, (He has come up with some brilliant scheme to double his income.
comfortable rahat, konforlu
comfortably kolaylıkla, rahatça, well, at ease, happily, (We could live fairly comfortably with our father’s salary.
command hakim olmak, etkisi altına almak, kumanda etmek, influence, rule, be dominant over, zıt anl.; follow
commence başlamak, begin, start, initiate, set out, zıt anl.; cease, finish, terminate
commendable övgüye değer, praiseworthy, zıt anl.; unworthy
comment on fikrini söylemek, yorumda bulunmak, express, remark
comment yorum
commercial ticari
commission atamak, görevlendirmek, ısmarlamak, assign, delegate, order
commit 1) söz vermek, taahhüt etmek, pledge; 2) (suç vs.) işlemek; 3) (intihar) etmek, (He committed suicide.
commit oneself to 1) kendini adamak, bağlanmak, devote oneself to; 2) söz vermek, promise
commitment 1) vaat, taahhüt, söz, yükümlülük, bağlılık, dedication, devotion, pledge, obligation, duty, promise; 2) (hapishane, akıl hastalıkları hastanesi gibi bir yere) kapat(ıl)ma
common olagelen, yaygın, prevalent, current, widespread, zıt anl.; rare, uncommon
commonly çoğunlukla, usually, zıt anl.; rarely, seldom
commonplace sıradan, olağan, bayağı, usual, ordinary, zıt anl.; exceptional, rare
communicate with (birisi) ile haberleşmek / iletişim kurmak, be in touch with
community 1) topluluk, toplum, halk, society; 2) yerleşim yeri
comparable to (bir şey) ile karşılaştırılabilir / kıyaslanabilir, (bir şey)’e benzer, equivalent to
comparatively oransal olarak, nispeten, relatively
compare with (bir şey) ile karşılaştırmak / kıyaslamak, liken to
compared to / with (bir şey) ile karşılaştırıldığında, in comparison to / with
comparison karşılaştırma, ilişki, benzerlik, relation, similarity
compatibility uyumluluk, harmony, agreement, zıt anl.; incompatibility
compatible birbiriyle uyumlu, well-matched, zıt anl.; incompatible, discordant
compel zorlamak, mecbur etmek, force, oblige
compelling zorlayıcı, compulsive, zıt anl.; flexible
compensate for telafi etmek, make up for, (Nothing can compensate for the death of a loved one.
compete with / against (birisi / bir şey) ile rekabet etmek / yarışmak, rival with / against
competency yeterlik, kifayet, yetenek, ability
competent 1) (dil, yetenek vs. için) iyi seviyede; 2) yetenekli, ehil, capable, able, zıt anl.; incompetent, unable
competition rekabet, yarışma
competitive 1) rekabetçi, rekabete dayanan; 2) iddialı; 3) yarışma amaçlı
competitor rakip, rival
compile derlemek, oluşturmak, collect, accumulate, zıt anl.; disperse
complain şikayet etmek, yakınmak
complaint şikayet, yakınma, grievance
complement tamamlayıcı, supplement
complete tamamlamak, bitirmek, finish
complete bütün, eksiksiz, whole
completely tamamen, bütünüyle, entirely, totally, zıt anl.; partly, partially
complex karmaşık, complicated, zıt anl.; simple, straightforward
complexity karmaşıklık, çapraşıklık, complication, zıt anl.; simplicity
compliance with (kanun ya da kural)’a uygunluk
complicated karmaşık, anlaşılması güç, complex, intricate, zıt anl.; simple
comply with uymak, uygun davranmak, itaat etmek, conform to, abide by, zıt anl.; disregard, resist
comprehend 1) (tam olarak) anlamak, kavramak, grasp, (As the patient failed to comprehend the seriousness of his situation, the surgeon made up her mind to frankly talk to his relatives.
comprehensive kapsamlı, geniş, etraflı, inclusive, overall, in depth, zıt anl.; exclusive, narrow, limited
comprise of kapsamak, içermek, (bir şeyler)’den oluşmak, oluşturmak, teşkil etmek, constitute, consist of, make up
comprised of (bir şey)’den oluşan, (bir şey)’den ibaret
compromise 1) (karşılıklı ödün vererek) uzlaşmak, agree; 2) (bir işin sonucunu) tehlikeye atmak, riske sokmak
compromise (karşılıklı ödün vererek) uzlaşma, uyuşma, orta yol bulma, agreement, settlement
compromised zayıf düşmüş, weak
compulsive zorlayıcı, compelling, zıt anl.; flexible
compulsively önüne geçilmez bir şekilde, obsessively, zıt anl.; flexibly
conceal saklamak, gizlemek, hide, zıt anl.; reveal
conceivable akla yatkın, makul, reasonable, zıt anl.; inconceivable
conceive 1) anlamak, kavramak, algılamak, düşünmek, tasarlamak, think, consider, devise, (Not very many people can conceive the works of modern art.
concentrate on (bir şey)’e odakla(n)mak / yoğunlaş(tır)mak, focus on
concentration 1) yoğunluk, density, intensity; 2) yoğunlaşma, odaklanma, intensification, focusing
concept konu, kavram
conception 1) kavram, düşünce, görüş, concept, idea, notion; 2) gebe kalma, gebelik, pregnancy
conceptual kavramsal
concern ilgilendirmek, endişelendirmek
concern 1) ilgi, ilgilenilen şey, interest, zıt anl.; indifference, neglect; 2) kaygı, worry, (There is a lot of public concern over dangerous toxins recently found in some food.
concerned with (bir şey) ile ilgili / alakalı
concerning (bir şey / kişi) ile alakalı / ilgili olarak, (bir şey / kişi)’yi ilgilendiren, regarding, relating to
concession imtiyaz, privilege
conclude 1) sonuç çıkarmak, determine; 2) bitirmek, sonuçlandırmak, complete
conclusion 1) karar, decision; 2) sonuç, netice, çıkarım, result, outcome, deduction
conclusive 1) kesin, son, nihai, definite, final, zıt anl.; questionable, uncertain; 2) ikna edici, inandırıcı, convincing, zıt anl.; unconvincing
conclusively 1) kesin olarak, nihai olarak, definitely, finally, indisputably, zıt anl.; questionably, (A case of malpractise is difficult to prove conclusively.
concrete 1) somut, actual, solid, tangible, zıt anl.; abstract, intangible, (What sort of concrete evidence do you have to show us?
condemn kınamak, ayıplamak, suçlu bulmak, blame, zıt anl.; acquit
condition 1) şartlandırmak, etkilemek, equip, adapt; 2) şart koşmak
condition 1) hal, durum, situation; 2) şart, koşul, requirement; 3) rahatsızlık, hastalık
conditional koşullara bağlı, contingent, zıt anl.; unconditional
conduct 1) (deney, araştırma vs.) yürütmek, yönetmek, uygulamak, administer, carry out, perform; 2) iletmek, götürmek, yön vermek, transmit, convey
confidence güven, itimat, trust, zıt anl.; distrust
confident güvenli, emin, sır paylaşılabilir, kendinden emin, trustworthy, sure of oneself
confidential gizli, secret, zıt anl.; open, public
confidently güvenle, fearlessly
confine to 1) (bir alan)’a hapsetmek, imprison in; 2) (yatağa, eve vs.) bağlamak, tutmak, (bir şey) ile sınırlandırmak, limit to, restrict to
confined to 1) (bir şey) ile sınırlı, (yatağa, eve vs.) bağlı, limited to, restricted to; 2) hapis, imprisoned, (The problem of underdevelopment does not appear to be confined only to a few African countries.
confined to bed yatağa bağlı / mahkum, yatalak, bedridden
confinement hapsedilme, kapatılma
confirm teyit etmek, doğrulamak, validate, affirm, substantiate, zıt anl.; deny, disprove
conflict with (birisi) ile çatışmak / çekişmek, clash with, disagree with, zıt anl.; agree with, conform to
conflict anlaşmazlık, ihtilaf, çatışma, disagreement, fight, zıt anl.; accord, peace
conflicting (birbiriyle) çatışan, çelişen, üzerinde anlaşılamayan, ihtilaflı, contradictory
conform to / with (bir şey)’e uymak / uygun davranmak, comply with, abide by, zıt anl.; object to, oppose, conflict with
confront (olumsuz bir şey) ile yüzleşmek, (istenmeyen bir şey / bir kişi) ile karşı karşıya gelmek / karşılaşmak, face, challenge, zıt anl.; avoid, retreat from
confrontation karşı karşıya gelme, çatışma
confuse 1) (kavramları) birbirine karıştırmak, mix up; 2) aklını karıştırmak, şaşırtmak, puzzle, zıt anl.; clarify
confused şaşkın, sersem, kafası karışık, bewildered
confusion 1) kafa karışıklığı, şaşkınlık, perplexity, zıt anl.; clarity; 2) düzensizlik, disorder, zıt anl.; order
congestion tıkanıklık, sıkışıklık, izdiham, blockage
connect with 1) (bir şey) ile birleş(tir)mek; 2) ilgi kurmak; 3) (taşıtlar için) aktarmalı hat içinde olmak / bulunmak
connection bağlantı, alaka, relationship
conscious bilinçli, farkında, bilinci yerinde, alert, aware, zıt anl.; unconscious, unaware
consecutive art arda, peş peşe, successive
consecutively ardışık olarak, arka arkaya, successively
consensus oy / görüş birliği, unanimous vote / opinion
consequence sonuç, semere, (bir şeyin ardından gelen) etki, result, effect, zıt anl.; cause, source
consequent on (bir şey)’in sonucunda ortaya çıkan, sonucu olan
consequently sonuç olarak, dolayısıyla, bu nedenle, accordingly, subsequently, as a result, therefore
conservation muhafaza etme, koruma, doğal kaynakları ya da çevreyi koruma, (One of the aims of TEMA Foundation is to make people realise the importance of conservation.
conservative 1) muhafazakar, tutucu; 2) (tedavi, ameliyat vb. durumlarda) aşırı / ağır tedavi girişimlerine başvurmayan, koruyucu, organ bütünlüğünü koruyan
conserve korumak, (enerji, güç vs.) saklamak, dikkatli / tutumlu kullanmak, economise (on), zıt anl.; waste
consider 1) (öyle olduğuna) inanmak, assume, regard, deem; 2) düşünmek, akılda tartmak, think about; 3) dikkate almak, göz önünde tutmak, take into account; 4) üzerinde düşünmek, think over
consider to be (bir şey) olarak görmek / kabul etmek, consider as
considerable önemli, hatırı sayılır, büyük, hayli, fazla, sizable, substantial, zıt anl.; little, insignificant
considerably epeyce, oldukça, significantly, quite a lot, zıt anl.; slightly, (Large windowsmake the car feel considerably bigger.
consideration ilgi, düşünce, özen, solicitude, zıt anl.; unconcern, disregard
considering (that) . . . dikkate alındığında, (bir şey)’e gelince, (bir şey) konusunda, as regards
consist of (bir şey)’den meydana gelmek / ibaret olmak, be made up of
consistent tutarlı, coherent, steady, undeviating, zıt anl.; changing, inconsistent
consistently tutarlı / değişmez bir şekilde, invariably, zıt anl.; divergently
constant 1) sürekli, devamlı, continuous, perpetual, relentless, zıt anl.; terminable; 2) sabit, değişmez, invariable, unvarying, stable, fixed, zıt anl.; variable
constantly devamlı, sürekli, invariably, continually, perpetually, zıt anl.; rarely, seldom, never
constitute 1) oluşturmak, comprise, make up; 2) kurmak, tesis etmek, establish
construct 1) kurmak, yapmak, form, compose; 2) inşa etmek, build
construction inşaat, yapı
constructive yapıcı, yardımcı, positive, helpful, zıt anl.; destructive
consult smo over smt birisine, bir şey hakkında / konusunda danışmak, confer smo on smt, seek advice from smo about smt
consultation danışma, müzakere, conference, discussion
consume 1) (yiyecek, içecek vs.) tüketmek, eat, drink; 2) bitirmek, tüketmek, harcamak, use up, deplete, zıt anl.; add, restock
consumer 1) tüketici; 2) piyasada bulunan / herkesin satın alabileceği (şey)
consumption tüketim, yeme-içme
contact temasa / bağlantıya geçmek, dokunmak
contain 1) kontrol altına almak, kontrol altında tutmak, control, zıt anl.; spread, (Our priority is to contain the spread of this fatal disease.
contamination 1) bulaştırma, bulaşık, kirlenme, pislik, pollution, blemish; 2) (radyasyon vs. sızıntısı nedeniyle oluşan) kirlilik
contemplate 1) (bir şey) üzerinde düşünmek, düşünüp taşınmak, tasarlamak; 2) seyretmek
contemporary 1) (birisinin) çağdaşı (olan), aynı çağda (yaşamış olan); 2) çağdaş, güncel, yaşıt, modern, current, zıt anl.; archaic, ancient
content 1) içerik, composition; 2) memnun, hoşnut, happy, satisfied
contentment tatmin, memnuniyet, hoşnutluk, satisfaction, zıt anl.; discontentment, dissatisfaction
contest 1) yarışma, mücadele, çekişme, competition, challenge, zıt anl.; cooperation; 2) karşı çıkmak, itiraz etmek
context bağlam, içerik, çevre ve koşullar
continual sürekli, devamlı, kesintisiz, constant, perpetual
continually devamlı, sürekli, constantly, perpetually
continuously daima, sürekli olarak, constantly, perpetually, zıt anl.; never, rarely
contradict aksini söylemek, yalanlamak, çelişmek, ters düşmek, oppose, deny, zıt anl.; agree
contradiction çelişki, aykırılık, tutarsızlık, conflict, inconsistency, zıt anl.; agreement
contradictory çelişkili, tutarsız, conflicting, inconsistent, zıt anl.; confirming, consistent
contrary ters, karşıt, zıt, aksi, opposite, (It is impossible to reconcile such contrary viewpoints.
contrary to karşın, aksine, as opposed to
contrast karşıtlık, zıtlık, fark, difference, distinction, zıt anl.; similarity, likeness
contrasting (birbirine) zıt olan, farklı, karşıt, different, distinct, zıt anl.; similar, alike
contribute to katkıda bulunmak, support, help
contribution to katkı, (He was awarded a prize for his contribution to world peace.
controllable denetlenebilir, kontrol edilebilir
controversial tartışma konusu olan, tartışmalı, ihtilaflı, debatable, zıt anl.; uncontroversial, unquestionable
controversy tartışma, çekişme, anlaşmazlık, debate, argument, dispute, zıt anl.; agreement, unanimity
convenience uygunluk, rahatlık, elverişlilik, comfort, facility, suitability
convenient elverişli, kullanışlı, müsait, uygun, useful, suitable, zıt anl.; inconvenient
convention uygulama, gelenek, practice, tradition
conventional geleneksel, konvansiyonel, traditional, (The country has the ability to use conventional as well as nuclear weapons.
conventionally konvansiyonel / geleneksel olarak, traditionally
conversely tersine, aksine, contrarily
convert into değiştirmek, dönüştürmek, çevirmek, transform, turn into, change into
convertible değiştirilebilir, çevrilebilir, versatile, zıt anl.; inflexible, rigid
convey 1) iletmek, taşımak, pass along; 2) bildirmek, express
convict of suçlu bulmak, mahkum etmek, declare guilty of, zıt anl.; acquit of, release
convince of inandırmak, ikna etmek, persuade, talk into
convincing inandırıcı, ikna edici, conclusive, credible, zıt anl.; far-fetched, unconvincing
convincingly doyurucu / inandırıcı bir şekilde, satisfactorily
cooperate with (birisi) ile işbirliği yapmak, beraber çalışmak, collaborate with
cooperation işbirliği, beraber çalışma, collaboration
coordinate bir arada idare etmek, manage
cope with (bir sorun vs.) ile baş etmek, başa çıkmak, üstesinden gelmek, deal with, manage, handle, tackle, zıt anl.; mismanage
correctivemeasure düzeltici / iyileştirici önlem
correlate karşılıklı ilişkisi olmak
correspond to (bir şey)’e karşılık gelmek / tekabül etmek
correspondence mektuplaşma, yazışma
corresponding karşılık olan, tekabül eden
corruption yolsuzluk, bozulma, yozlaşma, rüşvetçilik, dishonesty
cost mal olmak, fiyatı / bedeli . . . olmak
costly maliyetli, pahalı, expensive, zıt anl.; cheap, inexpensive
counsel öğütlemek, öğüt vermek, advise, suggest
counter karşı gelmek, karşılık vermek, gidermek, respond, oppose, ward off
countermeasure karşı tedbir
counterpart akran, muadil, karşılık, peer
countless sayısız, innumerable, myriad, zıt anl.; few, limited, (Once, there were countless ridiculous arguments among public that AIDS was confined to heterosexuals.
course 1) gidişat, süreç, progress; 2) ders, kurs; 3) yön, rota, route
court mahkeme, tribunal
cover 1) örtmek, kaplamak, encase; 2) kapsamak, içermek, involve, encompass, zıt anl.; leave out
cradle 1) beşik (bir medeniyetin vs. doğduğu ve geliştiği yer); 2) beşik (bebeğin yatırıldığı sallanır yatak)
crave çok istemek, (bir şey)’e can atmak, aşermek, die for, zıt anl.; detest
craving şiddetli arzu / özlem, aşerme
create yaratmak, oluşturmak, produce
credibility inanılırlık, güvenilirlik, reliability
credible inanılır, güvenilir, believable, reliable, zıt anl.; incredible, unreliable
crime suç
criminal 1) suç oluşturan, suça ait; 2) suçlu; 3) (mahkemenin türü için) ceza, ağır ceza
criterion (çoğul: criteria) ölçüt, kriter
critical 1) kritik, ciddi, yaşamsal, hayati, çok önemli, significant, vital, crucial, essential, zıt anl.; insignificant, trivial; 2) (görüş, yaklaşım vs. için) eleştirel
criticize eleştirmek
crop ekin, ürün, mahsul, harvest
crowded kalabalık
crucial can alıcı, kritik, çok önemli, pivotal, vital, zıt anl.; trivial, insignificant, (It is crucial that everyone strictly obeys the rules during the experiment.
crucially can alıcı bir şekilde, essentially, significantly
culminate 1) sonuçlanmak, end, zıt anl.; begin, start; 2) doruğa varmak, climax
culprit suçlu, guilty, offender, zıt anl.; innocent
cultivate geliştirmek, zenginleştirmek, yetiştirmek, (toprağı) işlemek, develop, enrich
culture 1) kültür; 2) (bir bakteri vs. için) kültür analizi yapılması
curb kısıtlamak, sınırlamak, gem vurmak, restrain, limit
cure iyileştirmek, tedavi etmek, remedy, relieve, treat
cure (isim) şifa, tedavi, çare, ilaç, remedy, relief
curious 1) tuhaf veya benzersiz olması nedeniyle ilgi çeken; 2) meraklı
current akıntı, akım
current (sıfat) 1) şimdiki, halihazırdaki, contemporary, present, güncel; 2) cari
currently şu sıralarda, bu günlerde, hâlihazırda
curtail azaltmak, kısaltmak, decrease, shorten, zıt anl.; increase, prolong
custom gelenek, adet, tradition
customary alışılmış, adet olan, accepted, common, zıt anl.; unusual, abnormal
customize isteğe göre küçük değişiklikler yapmak, modifiye etmek, modify, alter, zıt anl.; keep, preserve
cut kesmek, kısmak, azaltmak, kesinti yapmak
cut kesinti, kısıntı
cut down on (bir şey)’i kısmak / azaltmak, reduce, restrict, decrease, economise on, zıt anl.; increase, waste
cut free from (bağlayan bir şeyi) keserek (başka bir şey)’i serbest bırakmak, serbest kalmak
cut off (nefes / yol) kesmek, tıkamak, block
cut off from (aile vs.)’den ayrı kalmak / ayırmak, ilişkisini kesmek, separate, zıt anl.; reunite with
cut out (belli bir biçimde) kesip çıkarmak, (bir metinden vs.) çıkarmak, silmek, cut off
cycling bisiklete binme
daily gündelik, günlük, day-to-day
dairy süt ürünleri
damage zarar / hasar vermek, bozmak, harm
damage hasar, zarar, yara, harm, injury, wound
danger tehlike, risk, hazard, risk
dare to (bir şey)’i göze almak, (bir şey)’e cesaret etmek, venture
date back to (belli bir yıl vs.)’ye tarihlenmek, tarihine uzanmak, date from, date to, be dated to
date from tarihinden kalmak, tarihinden başlamak
daunting yıldırıcı, göz korkutucu, discouraging
daytime gündüz
deadly öldürücü, fatal
deal with 1) (bir ey)’i idare etmek, üstesinden gelmek, cope with, tackle, manage; 2) (bir ey)’i ele almak, ilgilenmek, get involved in, manage, zıt anl.; disregard, ignore
dealings iş, alışveriş, iş ilişkisi, ilişki, business, relations
debate tartışmak, müzakere etmek, argue, discuss
debate tartışma, müzakere, argument, discussion
debilitate kuvvetten düşürmek, zayıflatmak, takatini kesmek, incapacitate, undermine, weaken, zıt anl.; invigorate, strengthen
debilitating güçten düşüren, zayıflatan, incapacitating, zıt anl.; invigorating
decade on yıl
decay çürü(t)mek, decompose
decay 1) yıkılma, çürüme, bozulma, azalma, collapse, corrosion, degeneration, decline; 2) (radyoaktif) bozunma
deceive aldatmak, kandırmak, mislead, delude
decent saygın, makul, aklı başında, muntazam, respectable, acceptable, proper, zıt anl.; indecent
deception aldatma, aldanma, hile, düzen, deceit, fraud, zıt anl.; honesty
deceptive aldatıcı, yanıltıcı, false, misleading, zıt anl.; straightforward, upright
decision karar
decisive kesin, belirleyici, net, kararlı, definite, zıt anl.; indecisive, questionable
decisively kesin olarak, kararlı bir biçimde, certainly, determinately
declaration ilan, bildiri, announcement
declare ilan etmek, bildirmek, make known, announce, zıt anl.; deny, revoke
decline azalmak, düşmek, gerilemek, çökmek, drop, decay, deteriorate, zıt anl.; increase, progress, recover
decline azalma, düşüş, gerileme, çöküş, drop, decay, deterioration, zıt anl.; upturn, progress, recovery
decrease azal(t)mak, düş(ür)mek, eksil(t)mek, diminish, zıt anl.; increase
dedicate to vermek, adamak, devote to
deduce from (bir şey)’den (bir şey) anlamak, (anlam) çıkarmak, çıkarsamak, infer from, realize
deduction mantıksal çıkarım, mantık yürütülerek varılan yargı, implication
deed eylem, iş, fiil, achievement, action
deem saymak, addetmek, regard
deeply derinden, derinlemesine, profoundly, intensely, zıt anl.
defeat (fiil ) bozguna uğratmak, yenmek, overthrow
defeat bozgun, yenilgi, zıt anl.; victory
defect kusur, bozukluk, eksiklik, imperfection, deficiency, zıt anl.; excellence
defective kusurlu, bozuk, eksik, imperfect, deficient, zıt anl.; flawless, excellent
defer ertelemek, geciktirmek, put off, retard, zıt anl.; expedite
defiantly cüretkar / küstah / meydan okuyan bir şekilde, boldly, rebelliously
deficiency eksiklik, yetersizlik, kusur, inadequacy, insufficiency, shortage, zıt anl.; adequacy, sufficiency, excess
deficit açık, yetersizlik, inadequacy, shortage, zıt anl.; excess, surplus
define tanımlamak, specify, designate
definite kesin, net, certain, zıt anl.; indefinite
degenerate yozlaşmak, dejenere olmak, deteriorate
degenerate yozlaşmış, soysuz, dejenere, corrupt, deteriorated, zıt anl.; healthy
degrade düşürmek, kötüleştirmek, disgrace, put down, take down, zıt anl.; aggrade
degree büyüklük, derece (etki, bilgi vs.)
delay geciktirmek, ertelemek, hold up, slow down, postpone
delay gecikme, retardation
delayed gecikmiş, geç
delegate görevlendirmek, (bir işi) devretmek, commission, empower
delegate delege, temsilci
deliberate 1) kasıtlı, on purpose; 2) temkinli, careful
deliberately kasten, bile bile, intentionally, on purpose, zıt anl.; accidentally, unintentionally
delicate nazik, narin, hassas, fragile, subtle, tender, zıt anl.; tough, solid, rugged
delight sevinç, memnuniyet, keyif, joy, pleasure
delight sevindirmek, memnun etmek, keyif vermek, please
deliver teslim etmek, vermek, bırakmak, dağıtmak, mesaj iletmek, transfer, hand over, distribute, send, zıt anl.; keep, retain
delivery 1) teslim, dağıtım, handing over, distribution; 2) (bir annenin) bebek doğurması, doğum, giving birth
demand talep etmek, istemek, request, claim, call for
demand 1) talep, claim, request, zıt anl.; supply; 2) ihtiyaç, need; 3) durum, (bir durumun) gerektirdikleri, requirement
demanding (çok çaba, ilgi vs.) isteyen / bekleyen, zorlu (örn. a demanding job
demolish yok etmek, ortadan kaldırmak, destroy, exterminate, wipe out, zıt anl.; preserve, restore, construct
demonstrate kanıtlamak, göstermek, illustrate, depict
denote göstermek, belirtmek, anlamına gelmek, stand for, point to, mean
denounce kınamak, condemn, zıt anl.; praise
dense yoğun, sık
densely yoğun bir şekilde, heavily, zıt anl.; loosely, sparsely
density özkütle, yoğunluk (bir maddenin birim hacimdeki ağırlığı)
deny yadsımak, yalanlamak, reddetmek, yoksun bırakmak, refuse, reject, zıt anl.; admit, accept
departure 1) ayrılış, kalkış, leaving, take-off, moving out; 2) sapma, deviation, divergence
depend on / upon (bir şey)’e bağımlı / bağlı olmak, rely on, zıt anl.; be independent (from)
dependent on (bir şey)’e bağımlı, reliant (on), zıt anl.; independent, self-reliant
depict betimlemek, anlatmak, resmetmek, describe, picture
depiction betimleme, resmetme, description, picture
deplete tüketmek, bitirmek, exhaust, consume, zıt anl.; add, restock
deploy konuşlan(dır)mak,mevzilen(dir)mek, bir plana göre yerleş(tir)mek, position
deposit koymak, bırakmak, yığmak, place
depressed 1) morali bozuk, depresyonda, lowspirited; 2) azalmış, miktarı düşmüş, down
deprivation yoksunluk, mahrumiyet, lacking, zıt anl.; availability, surplus
deprive of (bir şey)’den yoksun bırakmak / mahrum etmek, strip of, zıt anl.; offer, supply with
derive from (bir şey)’den elde etmek / çıkarmak / türe(t)mek, obtain from, originate from
descend alçal(t)mak, in(dir)mek, lower, zıt anl.; ascend
descend from (bir kişi)’nin soyundan gelmek, originate from
describe betimlemek, resmetmek, anlatmak, depict, picture, explain
description betimleme, tarif, eşkal, depiction, picture
desert terk etmek, bırakmak, abandon, leave
deserve (iyi ya da kötü anlamda) hak etmek, layık olmak, earn
deservedly haklı olarak, hak ettiği gibi, justly
design dizayn etmek, tasarım yapmak, tasarlamak, geliştirmek, düzenlemek, formulate, invent, organise, devise
design dizayn, tasarım
designate 1) belirtmek, işaret etmek, specify; 2) atamak, görev vermek, assign
desirable arzulanır, çekici, cazip, preferred, attractive, zıt anl.; undesirable, unsuitable
desire istemek, arzu etmek
desire arzu, şiddetli istek
desired istenen, elde edilmesi amaçlanan, required, zıt anl.; undesired
desolate 1) terk edilmiş, ıssız, boş, abandoned; 2) harap, perişan, destroyed; 3) yalnız, kimsesiz, solitary
desperate 1) çaresiz, helpless; 2) ümitsiz, hopeless, zıt anl.; hopeful, promising
despise küçümsemek, hor görmek, adam yerine koymamak
despite (bir şey)’e karşın / rağmen, in spite of, regardless of
destination hedef, gidilecek yer, varış yeri
destiny kader, yazgı, talih, kısmet, fate
destroy yok etmek, ortadan kaldırmak, demolish, exterminate, wipe out, zıt anl.; preserve, restore, construct
destruction yıkım, yok etme, imha, extermination, zıt anl.; construction, renovation
destructive yıkıcı, zararlı, devastating, detrimental, zıt anl.; constructive, (This missile has sufficient destructive power to blow up a battleship.
destructively yıkıcı olarak, yıkıcı bir şekilde, damagingly, harmfully, zıt anl.; constructively
detail ayrıntı, detay
detain gözaltına almak, alıkoymak, apprehend, withhold, zıt anl.; release, liberate
detect ortaya çıkarmak, bulmak, fark etmek, keşfetmek, discover, identify
detectable bulunabilir, saptanabilir, noticeable
detention alıkoyma, engelleme, tutuklama, tevkif, restraint, custody, zıt anl.; release
deter from (bir şey)’den caydırmak / vazgeçirmek, discourage, inhibit, zıt anl.; encourage, promote
deteriorate bozulmak, kötüleşmek, decline, worsen, zıt anl.; recover
deterioration kötüleşme, bozulma, decline, worsening, zıt anl.; enhancement, improvement
determine 1) belirlemek, saptamak, establish, find out, calculate; 2) karar vermek, amaçlamak, decide, resolve, shape
determined kararlı, azimli, decisive, persistent, zıt anl.; irresolute, hesitating
detract from eksiltmek, (değerinden, öneminden, kalitesinden) düşürmek, belittle, lower, diminish
detrimental zararlı, harmful, damaging, zıt anl.; beneficial, helpful
devastate harap / perişan etmek, mahvetmek, destroy, ruin, zıt anl.; construct, restore
devastating yıkıcı, yok edici, harap edici, destructive, disastrous, zıt anl.; constructive
developed gelişmiş
developing gelişmekte olan
development ilerleme, gelişme, advancement, zıt anl.; regress
deviation sapma, ayrılma, diversion, variance, zıt anl.; conformity, uniformity
device alet, aygıt
devious dürüst olmayan, kaypak, sinsi, dolambaçlı, deceitful, insidious
devise tasarlamak, plan geliştirmek, düzenlemek, formulate, invent, organise, design, (It is necessary to devise a new computer program that will be easy for schoolchildren to learn.
devoid of (bir şey)’den yoksun / mahrum, lacking
devote to (bir şey)’e adamak / ayırmak, dedicate
devoted bağlı, kendini adamış, dedicated
devoted to (bir şey)’e adanmış / ayrılmış, dedicated to, (This land is devoted to mining.
devoutly içten, ciddi, kendini adamış, sincerely, devotedly
diagnose teşhis etmek / edilmek, tanı koy(ul)mak
diagnosis (çoğul: diagnoses) teşhis, tanı
diagnostic tanı, tanıyla ilgili
dictate zorla kabul ettirmek, emretmek, impose, command
die down hafiflemek, sönmeye yüz tutmak, azalmak, fade away
die out yok olmak, ortadan kalkmak, fade away, perish, zıt anl.; develop, expand, flourish
differ from (bir şey)’den farklı / değişik olmak, diverge from, zıt anl.; conform to, resemble
differ değişmek, farklılık göstermek, vary, diverge
differ sharply net / açıkça görülür bir şekilde farklılık göstermek
differentiate ayırmak, ayırt etmek, farklılaşmak, distinguish
differing birbirinden farklı, divergent
difficulty güçlük, zorluk, problem, trouble
diffuse yay(ıl)mak, dağıtmak, dağılmak, spread
dimension boyut, ölçü
diminish azal(t)mak, eksil(t)mek, decrease, zıt anl.; increase
dire 1) acil, çok ciddi, critical; 2) korkunç, dehşetli, berbat, dreadful, terrible, (Such an invasive interventionmay have dire consequences.
direct 1) yönlendirmek, guide; 2) talimat vermek, instruct
direction yön
director yönetici, idareci, yönetmen, manager
disability sakatlık, engel, maluliyet, handicap, invalidity
disabled sakat, engelli, handicapped
disadvantage dezavantaj, sakınca, drawback, inconvenience, zıt anl.; advantage, benefit
disagree with (bir şey / birisi) ile aynı fikirde olmamak, (deliller, veriler için) (bir şey) ile uyumlu olmamak, zıt anl.; agree with
disagreement anlaşmazlık, ihtilaf, çatışma, conflict, fight, zıt anl.; accord, peace
disappear ortadan kalkmak, yok olmak, kaybolmak, vanish, zıt anl.; appear, emerge
disappearance ortadan kalkma, yok olma, vanishing, zıt anl.; appearance, emergence
disappointing düş kırıklığı yaratan, discouraging, zıt anl.; encouraging, inspiring
disappointingly hayal kırıklığı yaratacak şekilde, discouragingly, zıt anl.; inspiringly
disappointment düş kırıklığı, discouragement, zıt anl.; fulfilment, success
disapproval onaylamama, doğru bulmama, itiraz, objection
disapprove of doğru bulmamak, onaylamamak, find unacceptable, zıt anl.; approve of
disaster felaket, yıkım, afet, catastrophe, tragedy
disastrous feci, yıkıcı, detrimental, terrible, zıt anl.; fortunate, successful
discharge from 1) (hastayı hastane)’den taburcu etmek; 2) tahliye etmek, release
discharge 1) (hasta için) taburcu olma; 2) tahliye, boşaltım, akma, release
discipline bilim dalı, disiplin
disclose açmak, ifşa etmek, açığa vurmak, reveal, display, zıt anl.; hide, conceal
discontent hoşnutsuzluk, memnuniyetsizlik, dissatisfaction, zıt anl.; contentment, satisfaction
discontinue kesmek, durdurmak, yarıda bırakmak, terk etmek, vazgeçmek, cease, quit, end, abandon, stop, zıt anl.; keep on, proceed, pursue, carry on, (The bank will discontinue its Saturday service.
discourage cesaretini / hevesini kırmak, gözünü korkutmak, deter, dissuade, zıt anl.; urge, encourage
discouraging cesaret kırıcı, unfavourable, zıt anl.; encouraging
discover keşfetmek, bulmak, ortaya çıkarmak, meydana çıkarmak, find
discovery keşif, buluş, bulgu
discredit gözden düşürmek, güvenini sarsmak, disapprove of, degrade, zıt anl.; praise, honor
discretely farklı bir şekilde, (birbirinden) ayrı olarak, distinctly, separately
discriminate against (aleyhine) ayrım(cılık) yapmak, disfavour, show prejudice against
discrimination ayrımcılık, ayrım yapma, bias, unfairness, zıt anl.; impartiality
discuss (bir konuyu) ele almak, görüşmek, tartışmak
disdain küçük / hor görmek, tepeden bakmak, scorn, zıt anl.; admire, praise
disgust iğrenme, tiksinti
disgusting iğrenç
disintegrate parçala(n)mak, böl(ün)mek, ufalanmak
dismiss göz ardı etmek, aklından çıkarmak, reddetmek, ignore, discard, reject
dismissive hafife alan, baştan savma, uninterested, zıt anl.; interested
disorder 1) bozukluk, hastalık, illness, ailment, zıt anl.; health; 2) düzensizlik, kargaşa, confusion, mess, trouble, chaos, turmoil, zıt anl.; order
disoriented yönünü kaybetmiş / şaşırmış
disparity eşitsizlik, farklılık, inequality, difference, zıt anl.; parity, equality
dispense with (bir şey)’siz yapmak, ihtiyaç duymamak, vazgeçmek, do away with, (We are dispensing with formalities.
disperse dağıtmak, yaymak, saçmak, disband, break up, zıt anl.; accumulate, gather
display göstermek, sergilemek, görüntülemek, show, illustrate, demonstrate
disposal (çöp vs.) atmak, (atık vs.) boşaltmak
dispose of 1) (bir şey)’i çöpe atmak, imha etmek, yok etmek, bertaraf etmek, get rid of; 2) (para, zaman vs.) (belirli bir biçimde) harcamak, elden çıkarmak, dağıtmak, consume, part with, zıt anl.; keep, save
disposition 1) yaradılış, mizaç, tabiat, temperament; 2) düzenleme, yerleştirme, tertip, düzen, dağılım, arrangement
disproportionate oransız, aşırı, unbalanced, excessive, zıt anl.; proportionate, balanced
disprove aksini kanıtlamak, invalidate, zıt anl.; prove, confirm
dispute 1) doğruluğundan kuşku duymak, doubt, question; 2) tartışmak, argue
dispute anlaşmazlık, uyuşmazlık, tartışma, çekişme, controversy, argument, zıt anl.; agreement, understanding
disregard hiçe saymak, boş vermek, aldırmamak, ignore, overlook, zıt anl.; consider, pay attention
disrupt bozulmasına yol açmak, altüst etmek, aksatmak, disturb, spoil, upset, zıt anl.; arrange, organise
disruption aksama, kesilme, failure, collapse, zıt anl.; success
disruptive aksatan, kargaşaya yol açan, yıkıcı, disorderly, troublesome, chaotic, zıt anl.; disciplined
dissatisfied with (bir şey)’den hoşnut / tatmin olmayan, disappointed, displeased, zıt anl.; satisfied
dissatisfy hoşnut / tatmin etmemek, disappoint, displease, zıt anl.; satisfy
disseminate (bir fikir, haber vs.) yaymak, spread, circulate, (The more widely the facts about AIDS are disseminated, the better our chances of halting the epidemic.
dissipation yay(ıl)ma, dağılma, saç(ıl)ma, dispersion
distance uzaklık, mesafe
distant uzak mesafedeki, uzak, remote, far away, zıt anl.; near
distinct ayrı, belirgin, farklı, müstakil, separate, apparent, discrete, zıt anl.; similar, associated
distinction 1) ayırt etme, differentiation; 2) fark, üstünlük, superiority, peculiarity, zıt anl.; resemblance, similarity
distinctive tipik, kendine özgü, kolaylıkla ayırt edilebilen, characteristic, zıt anl.; ordinary
distinctly açık / belirgin bir şekilde, clearly
distinguish between (iki kişinin ya da şeyin) arasında ayrım yapmak, ayırmak, ayırt etmek, recognize, identify, tell (the difference)
distinguishable ayırt edilebilir, recognizable
distinguished seçkin, güzide, remarkable, prominent, zıt anl.; common, ordinary
distort biçimini bozmak, çarpıtmak, deform
distorted çarpıtılmış, deformed
distract (dikkati) başka tarafa çekmek, meşgul etmek, confuse, disturb, zıt anl.; concentrate
distraction dikkat dağılması, disturbance, zıt anl.; concentration
distress üzüntü, acı, endişe, misery, pain, worry, zıt anl.; alleviation, comfort, relief
distressing üzücü, acı verici, disturbing, worrisome
distribute dağıtmak, bölüştürmek, allot, hand out
district mıntıka, bölge, yöre, area, region, distrust
disturb endişelendirmek, rahatsız etmek, huzurunu kaçırmak, bother, annoy, zıt anl.; calm, comfort
disturbance 1) kargaşa, çalkalanma, düzeni bozucu şey, turmoil, zıt anl.; order, stillness; 2) (uykuda) bozukluk / düzensizlik, interference
disturbed sıkıntıda, rahatsız
disturbing rahatsız edici, endişe verici, annoying, troublesome, zıt anl.; comforting
disturbingly rahatsız edici bir şekilde, alarmingly, dreadfully
disunite ayırmak, separate, sever, zıt anl.; unite, connect
disuse kullanmayı kesmek / bırakmak
diverge ayrılmak, (birbirinden) uzaklaşmak, sapmak, farklı olmak, branch off, deviate, zıt anl.; converge, unite
diverse çeşitli, farklı, different, various
diversely çeşitli şekillerde, variously
diversify çeşitlendirmek, farklılaştırmak, spread out, zıt anl.; narrow down
diversity çeşitlilik, farklılık, variety, assortment, zıt anl.; uniformity
divide böl(ün)me, split, zıt anl.; join
divorce ayırmak, ayrılmak, boşa(n)mak, separate, sever, zıt anl.; unite
do away with ortadan kaldırmak, eliminate
do good yaramak, iyi gelmek
do one’s best elinden geleni(n en iyisini) yapmak, do the best one can
do well by (bir şey) için iyi etmek, iyi yapmak, durumu iyi olmak, come along, recover, flourish, zıt anl.; fall back, fail
do with yetinmek, baş etmek, manage with, put up with
do without (bir şey) olmadan idare etmek, muhtaç olmamak
documentary belgesel
dominance egemenlik, hakimiyet, üstünlük
dominant başat, üstün, egemen, presiding, controlling, zıt anl.; inferior, recessive
dominate hakim / egemen olmak, govern, prevail
dominion egemenlik, hakimiyet, sovereignty
donate bağışlamak, hibe etmek, bestow on / upon, zıt anl.; retain, withdraw
dormant uykuda, sleeping, inactive
dot nokta, benek
doubt şüphe, kuşku
doubtful şüpheli, kuşkulu, dubious, zıt anl.; undoubted, certain
downfall çöküş, yıkılış, düşüş, collapse, destruction
draft 1) taslak, outline, sketch; 2) geminin su çekimi (yüzer haldeyken, su seviyesinden geminin en alt noktasına kadar olan toplam yükseklik), draught (draft okunur)
drag on uzayıp gitmek, (uzun zamandır) sürmek, keep going, zıt anl.; shorten, curtail
dramatic 1) dramatik, çarpıcı, striking, remarkable, sensational, zıt anl.; unexciting; 2) çok yüksek miktarda, heavy, zıt anl.; mild
dramatically dramatik / çarpıcı bir biçimde, strikingly, sensationally, zıt anl.; unexcitingly, undramatically
drastic şiddetli ve çabuk etki eden, sert, şiddetli, severe, dire, zıt anl.; mild, modest
drastically radikal şekilde, büyük ölçüde, sert şekilde, hugely, zıt anl.; mildly
draw 1) (çizgi, şekil vs.) çizmek; 2) almak, elde etmek, extract; 3) çekmek, pull, zıt anl.; push, repel
draw a conclusion sonuç çıkarmak
draw attention to (bir şey)’e ilgi / dikkat çekmek, attract attention to
draw in içine çekmek, pull in
draw the line at (bir şey)’e sınır koymak
draw up 1) kaleme almak, write out; 2) (bir araç vs. için) bir yerde durmak, (kenara vs.) çekmek, come to a stop
drawback sakınca, mahzur, dezavantaj, disadvantage, setback, inconvenience, zıt anl.; advantage, convenience
drift sürüklenmek
drive 1) hareket ettirmek, döndürmek, move, turn; 2) sevk etmek, tahrik etmek, urge, impel, zıt anl.; inhibit
drive off kovmak, defetmek, chase away, dispel
drive out çıkarmak, yerinden oynatmak
driven by (bir şey ya da biri tarafından) güdümlenmiş
drop off uykuya dalmak, fall asleep
drought kuraklık
drug 1) ilaç, ecza, medication; 2) uyuşturucu madde
dubious kuşkulu, şüpheli, belirsiz, kararsız, doubtful, unreliable, zıt anl.; certain, definite
due zamanı / vadesi gelmiş, mature
due to nedeniyle, because of, owing to, on account of
dull 1) sıkıcı, donuk, duygusuz, tekdüze, boring, zıt anl.; interesting; 2) anlama güçlüğü çeken, dumb, dense, zıt anl.; bright, sharp
duplicate kopyalamak, aynısını yapmak, copy
durability dayanıklılık
durable dayanıklı, sağlam, sturdy, long-lasting, zıt anl.; fragile
duration süre, süreklilik, term, continuity, (Amazingly, the boy lay quietly through the whole duration of the physical examination.
dysfunction (ya da disfunction) bir organın görevini yapmaması, disorder
eager istekli, gönüllü, willing, keen, ready, zıt anl.; reluctant, unwilling
eagerly istekli / hevesli bir şekilde, willingly, keenly, zıt anl.; reluctantly, unenthusiastically
early erken, (tarihsel olarak) önce gelen, zıt anl.; late
earn (para, hak vs.) kazanmak, edinmek, hak etmek, gain, zıt anl.; lose
earthquake deprem
ease 1) kolaylaştırmak, sıkıntıdan kurtarmak, improve, facilitate, simplify, zıt anl.; aggravate, worsen; 2) gerilemek, çekilmek; 3) gevşemek, baskıyı azaltmak
easygoing uysal, rahat, mild, gentle, zıt anl.; fractious
edge kenar, sınır, yan, border
edible yenilebilir, yemeye uygun
edit redaksiyon yapmak, inceleyerek küçük değişiklikler yapmak, alter, modify
educational eğitici
effect yerine getirmek, gerçekleştirmek, başarmak, carry out, actualise, perform, zıt anl.; fail
effect etki, sonuç, influence, outcome
effective 1) verimli, randımanlı, etkili, efficient, powerful, zıt anl.; inefficient, ineffective; 2) yürürlükte; 3) efektif, gerçek, fiili, actual
effectively etkin / verimli bir şekilde, efficiently, zıt anl.; ineffectively, inefficiently
effectiveness 1) etki, nüfuz / etki derecesi, efficiency, power, zıt anl.; ineffectiveness, inefficiency; 2) etkinlik, yararlılık, istenilen etkiyi üretme güç veya kapasitesi, efficacy, zıt anl.; inefficacy, inefficiency
efficacy etkinlik, yararlılık, istenilen etkiyi üretme güç veya kapasitesi, effectiveness, zıt anl.; inefficacy, inefficiency
efficiency (çalışmada, işte) verim, etkinlik, productivity, effectiveness, zıt anl.; inefficiency
efficient verimli, randımanlı, etkin, effective, zıt anl.; inefficient, ineffective
efficiently etkin / verimli bir şekilde, effectively, zıt anl.; inefficiently
effort çaba, gayret, hard work
elaborate (sıfat) karmaşık, girift, ayrıntılı, intricate, zıt anl.; simple
elastic esnek, flexible, zıt anl.; rigid
elder (iki kardeş ya da kişiden) daha yaşlı / daha büyük (olan)
election seçim, seç(il)me, (parliamentary election
elementary temel
elevate yükseltmek, arttırmak, raise
elevated art(tırıl)mış, yüksek, yükseltilmiş
eligible uygun, (seçilmeye) elverişli, gerekli koşullara sahip, suitable, (According to the exclusion criteria of the survey, five cases were not found eligible due to their diabetes problem.
eliminate ortadan kaldırmak, yok etmek, gidermek, elemek, eradicate, cut out, (Poverty must be eliminated.
elimination eleme, çıkarma, discharge, deduction, zıt anl.; inclusion
elsewhere başka yer / yerde / yere
elude kaçmak, kaçınmak, (bir şey)’den sıyrılmak, escape, evade
embark on / upon girişmek, başlamak, begin, engage in, zıt anl.; cease, end
embarrassed utanan, mahçup, uncomfortable
emerge çıkmak, meydana çıkmak, appear, arise, come forth, zıt anl.; disappear, fade
emergence ortaya çıkma, appearance, zıt anl.; disappearance
emergency acil durum, urgency
emerging yükselen, gelişen, ortaya çıkan, arising, zıt anl.; fading
emigrant ülkeyi / kenti terk eden göçmen, zıt anl.; immigrant
emigrate göç ile ülkeyi / kenti terk etmek, move out, zıt anl.; immigrate
emigration göç ile ülkeyi / kenti terk etme, zıt anl.; immigration
emission dışarı ver(il)me, yay(ıl)ma, (gaz vs. için) sal(ın)ma
emit dışarı vermek, göndermek, yaymak, çıkarmak, discharge, zıt anl.; absorb
emotion duygu, his, heyecan, feeling, sentiment
emotional duygusal, duygulu, passionate, sentimental, zıt anl.; cold, unemotional
emotionally duygusal olarak, duygusal yönde
emphasis (çoğul: emphases) önem, vurgu, importance, significance
emphasise vurgulamak, altını çizmek, stress, underline
emphatic 1) ısrarlı; 2) göze çarpan, vurgulu
employ 1) kullanmak, yararlanmak, use, utilize; 2) çalıştırmak, istihdam etmek, iş vermek, işe almak, hire, recruit, zıt anl.; fire
empower yetki / izin vermek
enable sağlamak, imkân vermek, mümkün kılmak, yetki vermek, allow, let, empower, ensure, make it possible, zıt anl.; forbid, hinder, (New techniques enable surgeons to open and repair the heart.
encircle çevrelemek
enclosed kapalı, kapatılmış
encompass kuşatmak, sarmak, etrafını çevirmek, içine almak, cover, include
encounter karşı karşıya gelmek, rastlamak, face, come across
encounter karşılaşma, yüz yüze gelme
encourage teşvik etmek, özendirmek, cesaret vermek, yüreklendirmek, promote, zıt anl.; deter, discourage
encouragement teşvik, özendirme, yüreklendirme, zıt anl.; discouragement
encouraging umut verici, özendirici, yüreklendirici, favourable, promising, zıt anl.; discouraging, unfavourable
end in (bir şey) ile sonuçlanmak, result in
end up sonunda (bir şey) olmak, sonunda (bir şey / yer)’e varmak, kendini (bir yer)’de bulmak
endanger tehlikeye düşürmek, riske atmak, jeopardise, risk, zıt anl.; save, aid
endangered tehdit altındaki
endeavour çabalamak, gayret etmek, struggle, try
endeavour çaba, gayret, uğraşı, mücadele, effort, struggle
endure dayanmak, katlanmak, çekmek, bear
enforce 1) kuvvetlendirmek, takviye etmek, strengthen; 2) mecbur etmek, (uymaya) zorlamak, uygulamak, yerine getirmek, impose, prosecute
engage 1) işe almak, tutmak, angaje etmek, employ; 2) kullanıma / işin içine sokmak, put to use, bring into action; 3) (vites, dişli vs. için) (birbirine) geçmek
engage in (bir şey) ile meşgul olmak, be involved in
engaged kullanımda, çalışır vaziyette
engender doğurmak, yaratmak, yol açmak, produce, create, bring about
enhance arttırmak, yükseltmek, çoğaltmak, geliştirmek, zenginleştirmek, çeşitlendirmek, make better, increase, improve, zıt anl.; decrease, weaken
enhanced gelişmiş
enjoy (bir şey)’in tadını / keyfini çıkarmak
enlarge büyü(t)mek, genişle(t)mek, amplify, broaden, zıt anl.; reduce, diminish
enlargement büyütme, genişletme, broadening, zıt anl.; reduction
enlighten aydınlatmak, bilgilendirmek, explain, advise, educate
enormous muazzam, çok büyük, tremendous, immense, huge, zıt anl.; tiny, little, insignificant
enormously muazzam bir şekilde, çok büyük miktarlarda, immensely, zıt anl.; minimally
enough yeterince, adequate, sufficient, zıt anl.; inadequate, insufficient
enrich zenginleştirmek, improve
ensure garanti etmek, sağlamak, temin etmek, make it possible, secure, guarantee, (Taking vitamin pills does not necessarily ensure good health.
entail içermek, gerektirmek, involve, require
entangle karıştırmak, dolaştırmak, karmakarışık etmek, snarl, complicate
entertain eğlendirmek, meşgul etmek
enthusiasm şevk, istek, heves, eagerness, willingness, zıt anl.; reluctance
enthusiastic şevkli, hararetli, heyecanlı, excited, devoted, zıt anl.; disinterested
entire tüm, bütün, complete, whole, zıt anl.; partial, (an entire generation
entirely tümüyle, tamamen, completely, totally, zıt anl.; partially, (When he came back to his hometown, he noticed that the place was entirely different from what he had left two decades ago.
entrance giriş, entry
entry giriş
enviable gıpta edilecek, desirable, zıt anl.; unenviable, unfavourable
environment çevre, ortam
envision zihninde canlandırmak, tasavvur etmek, visualize, envisage
envy kıskanmak, imrenmek, be jealous of
envy kıskançlık, haset, gıpta, jealousy
epidemic salgın hastalık, salgın
equality eşitlik, denklik, zıt anl.; inequality
equate eşit saymak, eşitlemek
equip donatmak, furnish
equivalent to (bir şey)’e eşit / eşdeğer, same, alike, zıt anl.; different, unequal
era devir, çağ, dönem, period
eradicate yıkmak, yok etmek, ortadan kaldırmak, eliminate, exterminate, wipe out, demolish, destroy, zıt anl.; construct, preserve, restore
erect dikmek, kurmak, inşa etmek, build, put up, zıt anl.; demolish, destroy
erode aşın(dır)mak, erozyona uğramak / uğratmak, kemirmek
erosion aşınma, erozyon, deterioration, attrition
error 1) defekt, hata, defect; 2) yanlış, yanlışlık, mistake
escape kaçmak, firar etmek, flee, break out
escape kaçış, firar, flee, breakout
especially özellikle, özel olarak, particularly, in particular, specifically, zıt anl.; generally, in general
essence öz, temel, asıl, core
essential 1) asıl, esas, temel, fundamental, zıt anl.; incidental, peripheral; 2) gerekli, zaruri, crucial, vital
essentially aslında, esas itibariyle, primarily, fundamentally, actually
establish 1) oluşturmak, oturtmak, form, found, lay down, constitute; 2) saptamak, tespit etmek, authenticate, verify, show, prove; 3) kurmak, tesis etmek, institute, found, set up
establishment 1) kur(ul)ma, tesis etme / edilme, foundation; 2) kuruluş, enterprise
estimate tahmin etmek, kestirmek, guess, reckon
estimated tahmini, predicted
estimation tahmin, kanı, guess, belief
ethical ahlaki, ahlakla ilgili, (The doctor had no ethical objection to drinking but he simply said that it was unhealthy.
ethically etik olarak, ahlaki değerler bakımından, morally
evacuate tahliye etmek, boşaltmak, vacate
evaluate değerlendirmek, değer biçmek, hesaplamak, assess, appraise
evaluation değerlendirme, assessment, appraisal
even so bununla birlikte, her şeye rağmen, yine de, however, nonetheless, nevertheless
even wider daha da geniş çaplı, daha da yaygın
evenly eşit şekilde, dengeli şekilde, zıt anl.; unevenly, uniformly
event olay, hadise, incident
eventual daha sonraki, nihai, future, consequent
eventually sonunda, nihayet, at last, finally
ever her seferinde artan / azalan bir şekilde
evidence belirti, delil, gösterge, işaret, indication, hint, proof, clue
evident açık, belli, apparent, clear, zıt anl.; concealed, obscure
evoke (bir duygu) uyandırmak, aklına getirmek, çağrıştırmak, recall, stimulate
evolve (uzun bir zaman diliminde) geliş(tir)mek, evrim geçirmek, progress, develop
exact (sıfat) kesin, kusursuz, tam, accurate, precise, zıt anl.; inaccurate
exactly tam olarak, tamı tamına, precisely, accurately, zıt anl.; roughly
exactness kesinlik, kusursuzluk, accuracy, precision, zıt anl.; inaccuracy, inexactness
exaggerate abartmak, gözünde büyütmek, overemphasise, zıt anl.; underestimate
examination inceleme, denetim, teftiş, inspection
examine 1) dikkatle gözden geçirmek, incelemek; 2) muayene etmek
excavate kazı / hafriyat yapmak, kazıp ortaya çıkarmak, unearth, zıt anl.; bury
exceed aşmak, (limit / miktar vs.)’nin üzerine çıkmak, taşmak, fazla gelmek, surpass, go beyond, be more than necessary, zıt anl.; fall behind (of), be less than, be inferior to
exceedingly aşırı bir şekilde, son derece, ihtiyaçtan çok fazla bir şekilde, extremely, passing, zıt anl.
excel in 1) (bir konuda) başarılı olmak, be successful in / at; 2) üstün olmak, surpass, outperform, zıt anl.; be inferior
excellent mükemmel, perfect
except haricinde, dışında
exception istisna, (An exception to the rule.
exceptional olağandışı, istisnai, unusual, extraordinary, zıt anl.; ordinary, (General principles should not be based on exceptional cases.
exceptionally olağandışı / istisnai bir şekilde, extremely, zıt anl.; slightly, moderately
excess aşırılık, fazlalık, artık, surplus, zıt anl.; shortage
excess (sıfat) aşırı, (haddinden) fazla, (He is trying to lose excess weight.
excessive aşırı miktarda, fazla, toomuch, redundant, zıt anl.; moderate, reasonable
excessively aşırı derecede, overly, redundantly, zıt anl.
exchange değiş tokuş etmek, alış veriş etmek, trade, swap
excited heyecanlı, rahat durmayan, zıt anl.; calm
excitement heyecan
exciting heyecan verici, zıt anl.; unexciting
exclude çıkarmak, dahil etmemek, dışarda bırakmak, hariç turmak, leave out, zıt anl.; include
exclusive 1) (kişiye, kuruluşa vs.) özel, sadece belli bir zümreye açık, restricted, zıt anl.; open, public, shared; 2) dışta bırakan; 3) tam / bütün (bölünmemiş veya paylaşılmayan), complete
exclusively sadece, yalnızca, solely, entirely
excuse mazur görmek, bağışlamak, pardon, forgive, zıt anl.; blame with, accuse of
execute uygulamak, yerine getirmek, (cezayı / kişiyi) infaz etmek, carry out
execution uygulama, yerine getirme, yapma, infaz etme, completion, realisation
exemplify örnek olmak / sunmak, örneğiyle açıklamak
exemption from (bir vergi vs.)’denmuafiyet, bağışıklık, immunity to
exertion çaba, gayret, emek, effort
exhaust gücünü tüketmek, wear out, impoverish, zıt anl.; revive, invigorate
exhausted bitmiş, tükenmiş
exhausting yorucu, bitap düşürücü, very tiring, zıt anl.; refreshing
exhibit sergilemek, göstermek, ibraz etmek, teşhir etmek, reveal, illustrate, present, zıt anl.; conceal, cover, hide
exhibition sergi, display, show
exist var olmak, bulunmak, mevcut olmak, be present
existence varlık, mevcudiyet, (bir şey)’in var olması, var oluş, presence, zıt anl.; absence
existing var olan, hali hazırda bulunan, present, current
expand genişle(t)mek, büyü(t)mek, extend, broaden, zıt anl.; shrink, contract, compress
expanding genişleyen
expansion genişle(t)me, büyü(t)me, development, growth
expansive geniş, engin, yayılıp genişlemeye elverişli, yaygın, kapsamlı, extensive, zıt anl.; narrow
expect 1) beklemek, beklenti içinde olmak, anticipate; 2) tahmin etmek, kestirmek, predict
expectation beklenti, anticipation
expected olması beklenen, umulan, predicted, foreseen, anticipated
expenditure gider, harca(n)ma, masraf, expense, zıt anl.; income
expense masraf, harcama, expenditure
experience (bir dönemden) geçmek, yaşamak, go through, undergo, zıt anl.; avoid
experience deneyim, tecrübe
experienced deneyimli, tecrübeli, zıt anl.; inexperienced
experiment deney
experimental deneye dayanan, deneysel
expert uzman
explanation açıklama, izahat, clarification
explicit belirli, açık, definite, specific, zıt anl.; ambiguous, unclear
explicitly tam ve açık bir biçimde, expressly, zıt anl.; implicitly
exploit 1) (kendi çıkarı için) kullanmak, yararlanmak, utilize, (The opposition aims to exploit the economic crisis.
exploration araştırma, inceleme, keşif
explore (keşif için) dolaşmak, araştırmak, incelemek, search, examine
explorer kaşif
explosive patlayıcı
expose açığa çıkarmak, reveal, uncover, zıt anl.; shroud, conceal
expose to (bir şey)’e maruz bırakmak, (bir şey)’in etkisine açık bırakmak, make prone to, zıt anl.; protect from, shield from
express ifade etmek, anlatmak, beyan etmek, state, articulate
expression ifade, deyim, anlatım, dışavurum, exposition
expressive anlamlı,manalı, açıklayıcı, meaningful, indicative, zıt anl.; expressionless
expressly açıkça, clearly
extend uza(t)mak, sürmek, prolong, protrude, zıt anl.; shorten
extended uzun süren, long, zıt anl.; short
extension büyüme, genişleme, uzatma, development, expansion, zıt anl.; curtailment, shrinkage
extensive yaygın, geniş çaplı, kapsamlı, comprehensive, zıt anl.; limited, narrow
extensively büyük miktarda, yaygın bir şekilde, largely, substantially, comprehensively, zıt anl.; partly, narrowly
extent 1) tamamı, bütünü; 2) kapsam, oran, büyüklük, derece, degree
exterior dış, dış yüzey, zıt anl.; interior
exterminate imha etmek, yok etmek, eradicate, destroy
external dış / harici, zıt anl.; internal
externalise dışa vurmak, nesnelleştirmek
extinction soyu / nesli tükenme, yok olma, (They think a meteor caused the extinction of the dinosaurs.
extinguish 1) öldürmek, yok etmek, kill, eliminate, zıt anl.; build, create; 2) söndürmek, put out, zıt anl.; ignite, light
extort (para) sızdırmak, (haraç) almak, zorla veya gözdağı vererek almak, squeeze
extraordinary olağanüstü, fevkalade, exceptional, outstanding, zıt anl.; common, usual, ordinary
extravagance israf, savurganlık, aşırılık, wastefulness, exaggeration, zıt anl.; economy, thrift
extravagant tutumlu olmayan, savurgan, thriftless, zıt anl.; thrifty
extravagantly müsrifçe, aşırı, savurganca, abundantly, bountifully, zıt anl.; sparingly
extreme aşırı boyutta, ekstrem, çok fazla, maximal, utmost, uttermost, zıt anl.; mild, moderate
extremely aşırı şekilde, çok, maximally, zıt anl.; mildly,moderately
extremity son, uç nokta, frontier, limit, zıt anl.; minimum
face (birisi / bir şey) ile karşı karşıya gelmek, yüzleşmek, yüz yüze gelmek, (birisi / bir şey)’in karşısına çıkmak, confront, encounter, challenge, zıt anl.; avoid, evade, retreat (from)
facilitate kolaylaştırmak, bir şeyin olma ihtimalini arttırmak, alleviate, help, zıt anl.; worsen, hamper, impede, (You could facilitate the process by sharing your knowledge with us.
facility 1) tesisat, tesis; 2) kolaylık, imkan, (özel bir) hizmet
fact gerçek, var olan olgu
fail 1) bozulmak, çalışmaz hale gelmek, break; 2) başarısız olmak, be unsuccessful, zıt anl.; succeed, achieve
failing kusur, zaaf, çöküş, gerileme, yetersizlik, weakness, flaw
failure yetersizlik, yetmezlik, bozukluk, malfunction
fair (derece, not vs. için) orta, ne iyi, ne kötü, average, mediocre
fairly 1) oldukça, somewhat, quite, zıt anl.; extremely; 2) adilce, justly, equitably, zıt anl.; unfairly
faithfully sadakatle, vefakarca, devotedly
fall düşmek, azalmak, decrease
fall 1) düşüş, çöküş; 2) meyil, decline; 3) sonbahar, autumn
fall behind geri kalmak, lag behind, zıt anl.; lead, outperform
fall into disfavour gözden düşmek, rağbet görmemek, fall into disrepute
fall into disrepute adı kötüye çıkmak, gözden düşmek, fall into disfavour
fall short of expectations bekleneni karşılamamak
false sahte, güvenilmez, yanlış, hatalı, wrong, unreal, fake, zıt anl.; real, genuine
falsify çarpıtmak, tahrif etmek, misrepresent
fame ün, şöhret, reputation
famed ünlü, famous
familiar alışıldık, bildik, aşina, common, known, acquainted, zıt anl.; unfamiliar, (The older I grow, the more I distrust the familiar doctrine that age brings wisdom.
familiar with (bir şey)’e aşina / alışkın
familiarize with 1) (bir kişi / bir şey)’i tanıtmak, bilgilendirmek, inform; 2) (bir kişiyi bir şey)’e alıştırmak, acquaint with
familiarly tanıdık / bildik / aşina bir şekilde, zıt anl.; unfamiliarly
famine kıtlık, açlık
far çok daha, much (more)
far behind çok gerisinde, way behind
far below çok çok altında
far better çok daha iyi, much better
far beyond çok aşkın, çok ilerisinde, way ahead
far exceed (her hangi bir şeyi miktar vs. açısından) kat kat aşmak, (bir değer vs.)’nin fazlasına sahip olmak
far from (bir şey olmak)’tan çok uzak
far greater çok daha fazla / büyük
far less çok daha az
far more çok daha fazla, much more
far more often çok daha sık
far too aşırı, normal olandan çok daha (fazla)
far too much aşırı miktarda
far-fetched gerçek payı çok az olan, uydurma, doubtful, unconvincing, zıt anl.; likely, realistic
far-flung çok yaygın, uzak yerlere yayılmış
far-off uzak, sapa, distant, zıt anl.; close, near
far-reaching geniş kapsamlı
fascinating çok ilginç, etkileyici, büyüleyici, interesting, attractive, zıt anl.; boring, dull
fasten bağlamak, tutturmak, iliştirmek, affix, attach
fatal ölümcül, vahim, deadly, mortal, (A hospital spokesman said that the minister had suffered a fatal heart attack.
fate akıbet, yazgı, kader, destiny
faultless kusursuz, flawless, perfect, zıt anl.; faulty, imperfect
faulty kusurlu, defolu, defective, imperfect, zıt anl.; flawless, perfect
favour 1) tarafını tutmak, kayırmak, lehin(d)e olmak, tercih etmek, fancy, prefer, zıt anl.; dislike; 2) meydana gelme ihtimalini arttırmak, kolaylaştırmak, encourage
favour 1) beğenme, sevgi, sempati; 2) iyilik, lütuf
favourable avantajlı, uygun, advantageous, zıt anl.; unfavourable
favourably olumlu biçimde, approvingly, positively, zıt anl.; unfavourably
favoured tutulan, beğenilen
feasible (örn. ekonomik veya pratik olarak) yapılabilir, uygulanabilir, beneficial, practicable, worthwhile, zıt anl.; unfeasible, impractical
feature 1) özellik, ayırıcı / belirgin nitelik, property, characteristic, element; 2) (bir toprak parçası ya da harita üzerindeki yol, tümsek gibi) işaret
feedback geri bildirim, response
feel the urge to do smt bir şey yapmak için kuvvetli istek duymak, be tempted to
feel up to (kendini bir şey)’i yapacak kadar güçlü hissetmek
female dişi, zıt anl.; male
fertile verimli, bereketli, prolific, productive, zıt anl.; infertile, fruitless
fertility 1) verimlilik, bereketlilik, productivity; 2) doğurganlık, kısır olmama
fiction kurgu, roman ve hikaye edebiyatı, zıt anl.; non-fiction
fierce şiddetli, sert, brutal, violent, zıt anl.; tame, gentle
fight dövüşmek, savaşmak, mücadele etmek, struggle
fight off püskürtmek, yanına yaklaştırmamak, drive back, repel
fight out (bir sonuç çıkıncaya dek) savaşmak, dövüşmek
figure 1) rakam, sayı, number; 2) şekil, shape
figure out düşünerek ve hesap yaparak (cevabı vs.) ortaya çıkarmak
fill in 1) tamamen doldurmak; 2) (boşluk) doldurmak, yazmak, write out
fill out (form vs.) doldurmak, fill in, complete
final son, nihai, last, zıt anl.; first
find no way çare bulamamak
finding bulgu
fingerprint parmak izi
finite sonu olan, sınırlı, ölçülebilir, limited, zıt anl.; infinite
firm (sıfat) sıkı, sert, sağlam, katı, rigid, solid, zıt anl.; flexible
firmly kararlılıkla, ödün vermez biçimde, sıkıca, sağlam bir şekilde, tightly, strongly, zıt anl.; loosely, (Our government is firmly committed to eradicatingmalaria.
fit in with 1) (bir şey)’e uymak / uygun düşmek, be suited to; 2) (bir yere, gruba vs.) ait olmak, belong to
fit to bağdaşmak, uymak, match, suit
fix onarmak, repair
fixed sabit, constant, zıt anl.; variable
flare up 1) (ateş için) parlamak, erupt; 2) (fırtına için) patlamak, break out; 3) (hastalık için) birden alevlenmek, aniden ortaya çıkmak, intensify suddenly
flatten dümdüz etmek, yerle bir etmek
flaw kusur, defo, zayıflık, fault, (Beautiful scenery does not make up for the flaws of this film.
flawed hatalı, kusurlu, erroneous, zıt anl.; flawless, perfect
flawless kusursuz, noksansız, faultless, perfect, zıt anl.; faulty, defective, flawed
flee kaçmak, firar etmek, run away, escape
flexibility esneklik
flexible esnek, elastiki, gevşek, tolerant, adjustable, elastic, relaxed, zıt anl.; inflexible, rigid
flood 1) su altında bırakmak, swamp; 2) (görüntü, anı vs. için) aklına üşüşmek
floor (vadi, deniz için) taban
flourish gelişmek, büyümek, ilerlemek, grow, develop, zıt anl.; fade
flow akmak, run
flow akış, akım, debi, stream
fluctuate inip çıkmak, değişmek, dalgalanmak, alternate, vary
fluctuating inip çıkan, değişen, dalgalanan, alternating, variable
fluctuation dalgalanma, oynama, inip çıkma
fluent akıcı, açık, pürüzsüz
focus on / upon üzerinde / üzerine odaklanmak, yoğunlaşmak, ağırlık vermek, concentrate on
focus (çoğul: (edebi kullanımda) focuses, (bilimsel kullanımda) foci) odak noktası
follow izlemek, takip etmek, track
follow up 1) (hastayı) takip etmek; 2) (bir öneriyi, talimatı vs.) yerine getirmek; 3) (daha önce başlanmış bir işi) bitirmeye veya daha etkin hale getirmeye yönelik işler yapmak
following (bir olay / şey / kişi)’yi takiben, (bir olay / şey / kişi)’nin ardından, after, zıt anl.; prior to, before
fondness düşkünlük, büyük sevgi, fancy, preference, zıt anl.; aversion
food supply besin rezervi / deposu
foot (çoğul: feet) ayak (30. 48 cm’ye eşdeğer uzunluk ölçüsü)
for ages çok uzun bir zamandır, for a very long time
for instance mesela, örneğin, sözgelimi, for example
for themost part genel olarak, generally, mostly
forbidden yasak, banned, prohibited, zıt anl.; allowed
force zorlamak, mecbur etmek, zorla yaptırmak, oblige
force kuvvet
force a way through (zorlayarak, engelleri aşarak) kendine yol açmak, break through
force on / upon zorla vermek / yüklemek, enforce
forcefully zorla, şiddetle, vehemently, zıt anl.; feebly
foreign dış, yabancı, yabancı uyruklu
foremost en önemli, başta gelen
forerunner haberci, müjdeci
foresee önceden görmek / sezmek, anticipate, predict
foreseeable önceden görülebilir / sezilebilir, öngörülebilir, öngörülebilen, predictable, zıt anl.; unpredictable, unforeseeable
foreseen önceden sezilmiş / görülmüş, predicted
foreshadow (bir şey)’in habercisi olmak, foretell, anticipate
foretell tahmin etmek, önceden söylemek, predict, guess, anticipate
form 1) oluşturmak, teşkil etmek, produce, make up; 2) şekil vermek, biçimlendirmek, shape
form çeşit, tür, type, kind
formation oluşum
former önceki, eski, previous, old, zıt anl.; latter, future, next
formerly önceden, eskiden, previously, zıt anl.; in the future
formulate 1) formülize etmek, formül halinde ifade etmek; 2) açık şekilde ortaya koymak; 3) düzenlemek, prepare
forthcoming yakında(ki), önümüzde(ki), approaching, upcoming
fortunate şanslı, lucky, zıt anl.; unfortunate, unlucky
fortunately iyi ki, neyse ki, şükürler olsun ki, luckily, zıt anl.; unfortunately
found kurmak, tesis etmek, establish, institute
fragile nazik, narin, hassas, kırılgan, delicate, subtle, tender, zıt anl.; tough, solid
free kurtarmak, rahatlatmak, liberate
free (sıfat) bedava, without charge
frequency sıklık, frekans
frequent sık, sık karşılaşılan / tekrarlanan, common, zıt anl.; rare
frequently sık sık, çokça, often, zıt anl.; seldom
fresh taze, yeni, new
from the point of view (belli bir) bakış açısından / açısına göre
from time to time zaman zaman, arada sırada, now and then, once in a while, occasionally
frustrated (başarısızlık veya olumsuz koşullar sebebiyle) engellenmiş, hüsrana uğramış, kösteklenmiş, thwarted, discouraged, zıt anl.; encouraged
frustrating (yoğun çabaların karşılıksız kaldığı durumlar için) asap bozucu, sinirlendirici, annoying, exasperating
frustration (bir amaca ulaşamama veya uygunsuz koşullar sebebiyle) cesaretin kırılması, hayal kırıklığı, huzursuzluk, discouragement, disappointment
fuel körüklemek, şiddetlendirmek, tahrik etmek, energize, stimulate, (This budget fuels inflation and cuts our living standards.
fulfil yerine getirmek, yapmak, accomplish, satisfy, meet, zıt anl.; fail tomeet
function 1) fonksiyon, işlev; 2) fonksiyon (matematikte, iki değerler kümesi arasındaki ilişkiyi tanımlayan argüman veya eğri)
functional işlevsel, fonksiyonel
functioning işleyiş, çalışma
fund sermaye sağlamak, parasal destek vermek
fundamental esas, temel, asıl, önemli, basic, central, primary, essential, central, zıt anl.; secondary, (Hard work is fundamental to success.
furiously hiddetle, öfkeyle
furnish with 1) sağlamak, provide, supply; 2) döşemek
furniture mobilya
further daha ileriye / daha öteye taşımak, advance
further (sıfat / zarf) 1) daha da, ayrıca, daha öteye (ötede), daha fazla, (mevcut olana) ek / ilave, more; 2) başka, some more, other
furthermore dahası, bundan başka, ayrıca, üstelik, additionally, moreover
gain kazanmak, elde etmek
gain acceptance kabul görmeye başlamak
gain ground yayılmak, ilerlemek, rağbet kazanmak, advance, make progress, zıt anl.; lose ground
gain in (bir şey)’de artış veya ilerleme göstermek
gain in favour rağbet görmek, taraftar toplamak
gain popularity popüler olmak, ün kazanmak
gain recognition kabul görmek, tanınmak
gap açık, fark, gedik, boşluk, aralık, uçurum
generalization genelleme
generalize genelleme yapmak
generate üretmek, yaratmak, yield, render, produce
generous cömert, eli açık, zıt anl.; tight-fisted
generously cömertçe, bountifully, abundantly, zıt anl.; sparingly, inadequately
genuinely gerçekten, içtenlikle, really, sincerely, (If you are genuinely interested in one thing, it will always lead to something else.
get along with (birisi) ile (iyi) geçinmek, uzlaşmak, get on well with, be in good terms with
get in (bir şey / bir yer)’in içine girmek, enter, zıt anl.; get out
get in touch with (birisi) ile temasa geçmek / iletişim kurmak, connect, contact, communicate, (In the event of excessive bleeding, you should get in touch with your doctor at once.
get involved in (olaya) karışmak, get pulled in
get off 1) (bir taşıttan) inmek; 2) paçayı kurtarmak, (birini) cezadan kurtarmak; 3) yola çık(ar)mak, yolculuğa başla(t)mak
get over (hastalık, zorluk vs.) atlatmak, savmak, üstesinden gelmek, recover from, defeat, overcome, zıt anl.; retreat, surrender
get rid of kurtulmak, elden çıkarmak, başından savmak, defetmek, yakayı sıyırmak, abolish, eliminate, (As he is in a financial difficulty, the owner needs to get rid of the car.
get through 1) (telefon vs. için) bağlantı kurmak, ulaşmak, reach; 2) bitirmek, atlatmak, survive
get used to (bir şey)’e alışmak, adapte olmak, adapt oneself to, familiarize oneself with
giant devasa, çok büyük, huge, gigantic, zıt anl.; miniature
gift tanrı vergisi yetenek, talent
gigantic devasa, muazzam, enormous, huge, zıt anl.; tiny
give an account of (bir şey)’in hesabını vermek / (bir şey)’i sunmak / açıklamak
give birth to doğum yapmak, (bir şey) doğurmak
give in to (birisi)’ne yenilmek, teslim olmak, surrender to, succumb to, submit to, zıt anl.; conquer, resist
give off dışarı vermek, salmak, send out, emit
give rise to (bir şey)’e yol açmak / neden olmak, meydana getirmek, lead to, bring about, produce, zıt anl.; eradicate, destroy
give up 1) (bir şey)’den vazgeçmek, (bir şey)’i terketmek / bırakmak, let go of, zıt anl.; seize, stick to; 2) teslim olmak, pes etmek, quit, zıt anl.; go on
give way to (bir şey)’in önünü / yolunu açmak, (bir şey)’e yol açmak
given belli, belirli, belirlenmiş, set
given (that) (bir şey)’i gerçek / gerçekleşmiş / olmuş kabul edersek, taking smt into consideration
given time zamana bırakıldığında…, zaman verildiğinde …
go ahead devam etmek, ileri gitmek
go along with 1) (bir şey / bir kişi) ile beraber gitmek; 2) (bir şey)’e razı olmak, (bir şey)’i kabul etmek
go for 1) (bir şey) yerine geçmek, sayılmak, count as; 2) peşinde olmak, aramak, seek, look for
go into effect geçerli olmak, yürürlüğe girmek, come into force, take effect, zıt anl.; annul, repeal
go on sürmek, devam etmek, continue, zıt anl.; end, (ongoing
go unnoticed fark edilmemek, farkına varılmamak, go undetected, zıt anl.; get noticed
goal amaç, hedef, aim, target, objective
good ticari mal / eşya / ürün
govern 1) yönetmek, yönlendirmek, etkisi altında tutmak, administer, guide, influence; 2) (bir şey)’in kurallarını belirlemek, (Laws which govern the production and sale of drugs in the USA are very strict.
governance yönetim, idare
government hükümet, devlet
grade (ders, sınav vs. için) not, puan, mark
gradual aşamalar halinde, yavaş yavaş, step-bystep, slow, zıt anl.; abrupt, sudden
gradually aşamalar halinde, yavaş yavaş, azar azar, ağır ağır, bit by bit, step-by-step, progressively, zıt anl.; abruptly, suddenly
graduate from (kurs, okul vs.)’den mezun olmak
grand büyük, görkemli, ulu, majestic, impressive
grave (sıfat) ciddi, vahim, serious
great büyük, muazzam, ulu, big
greatly büyük oranda, enormously, immensely, zıt anl.; slightly
greenhouse sera
grievance yakınma, şikayet, şikayete yol açan şey, complaint
gross 1) geniş çaplı, büyük, broad; 2) brüt, total
grossly 1) fazlaca, aşırı bir biçimde, fena halde, overly; 2) genellikle, büyük ölçüde, generally
grow higher yükselmek, rise
grow older yaşlanmak
grow out of (sorunları) zamanla geride bırakmak
grow up 1) meydana gelmek, vuku bulmak, develop; 2) büyümek, mature
growth büyüme, artış, boom
guess tahmin etmek, sanmak, zıt anl.; know for sure
guidelines (yol gösterici) ilkeler, kurallar, ana hatlar, road map
guilt suçluluk, zıt anl.; innocence
habitat doğal ortam, doğal yaşama ortamı
halt dur(dur)mak, stop, zıt anl.; start
hamper engellemek, güçleştirmek, prevent, hinder, impede, obstruct, zıt anl.; help, facilitate
hand (elle) vermek, uzatmak, give, bestow
hand out (elden bir şey) dağıtmak, bölüştürmek, (ceza) vermek, (adalet) dağıtmak, give out, distribute, deliver
handicap engel, elverişsiz durum
handle 1) işlemek, kullanmak, ele almak, manipulate; 2) başa çıkmak, ilgilenmek, idare etmek, üstesinden gelmek, manage, deal with, tackle
hard zorlu, sıkı, zahmetli, tough, laborious
harden sertleşmek, katılaşmak
hardly 1) nadiren, çok az, hemen hemen hiç, scarcely, barely; 2) zar zor, güç bela, güçlükle
hardness 1) (duygusal anlamda) soğukluk, insensitivity, unfeelingness; 2) sertlik, acımasızlık, harshness, stiffness
hardship güçlük, sıkıntı, darlık, burden, trouble, zıt anl.; ease, prosperity
harm zarar, hasar, damage
harmful zararlı, damaging, zıt anl.; harmless
harmless zararsız, zıt anl.; harmful
harness (doğal bir gücü dizginleyerek) yararlanmak, kullanmak, employ, utilize
harsh sert, katı, acımasız, rough, bitter, zıt anl.; mild
harvest ürün almak, hasat yapmak, get crops
harvest hasat, crop
have a chance fırsat yakalamak, şansı olmak
have an effect on (bir şey) üzerinde etkisi olmak / etki yaratmak
have little in common with (birisi / bir şey) ile çok az ortak yönleri olmak
have nothing to do with hiç ilgisi / bağlantısı olmamak, have no connection with
have on hand elde bulundurmak
have smt in common with (birisi / bir şey) ile ortak yönleri olmak / noktaları bulunmak
have to do with (bir şey) ile ilgisi / bağlantısı olmak, have connection with
have trouble with (bir şey) ile başı dertte olmak, sorun yaşamak
have yet to be henüz…-medi, daha…-meyi bekliyor
hazard tehlike, risk, danger, risk, zıt anl.; safety, security, (Drinking alcohol is a real health hazard if carried to excess.
hazardous tehlikeli, dangerous, zıt anl.; safe, secure
head for / to / towards (bir yer)’e doğru gitmek, yolculuğa hazırlanmak, yönünü (o yer)’e doğru çevirmek
heal iyileş(tir)mek, sağaltmak, cure
health care sağlık bakımı
healthy sağlıklı / yerinde / haklı, (healthy relations between the two countries
heated hararetli
heatedly hararetli bir şekilde (tartışmak)
heavily büyük ölçüde, ciddi şekilde
height 1) boy, yükseklik, tallness; 2) doruk, peak
heighten yüksel(t)mek, art(tır)mak, çoğal(t)mak, raise / rise, intensify, increase, zıt anl.; lessen, lower, decrease
helpful yararlı, faydalı, useful, beneficial, zıt anl.; useless, harmful
hence böylece, dolayısıyla, thus, therefore
hesitate çekinmek, duraksamak
hesitation çekinme, duraksama, tereddüt
hidden saklı, gizli, out of sight
hide away sakla(n)mak, conceal (oneself)
highlight öne çıkarmak, dikkat çekecek hale getirmek, make prominent, play up
highly çok, büyük oranda, vastly, greatly
highly so daha da fazla
high-profile göze çarpan, dikkat çeken
high-risk yüksek riski olan
high-stress çok stresli
hinder engellemek, impede, obstruct, (Landslides and bad weather are continuing to hinder the arrival of relief supplies to the area.
hint 1) belirti, emare, sign; 2) ipucu, clue
hint at akla getirmek, izlenim bırakmak, ima etmek, point to, suggest
hit acı / zarar vermek, vurmak, damage, strike
hold 1) (toplantı vs.) düzenlemek; 2) (elinde) tutmak, sahip olmak; 3) (bir) görüş / inanç sahibi olmak, maintain; 4) öyle kabul etmek, regard
hold on dayanmak, bırakmamak
hold the view that …görüşünde olmak
hold up geciktirmek, engellemek, delay, obstruct
hope umut etmek, ummak
hopefully 1) umutla, (The little boy looked at the woman hopefully as she handed out the sweets.
horrify korkutmak, dehşete düşürmek, scare, terrify
horrifying korkunç, dehşete düşürücü, frightful, horrible
horror büyük korku, dehşet, terror
hospitality konukseverlik, zıt anl.; inhospitality
host ev sahipliği yapmak
hostile düşmanca, düşman, saldırgan, karşı olan, aggressive, antagonistic, adversary, enemy, zıt anl.; friendly
hostility düşmanlık, husumet, enmity, antagonism
hot spot tehlikeli bölge
hotly yoğun ve çok ihtilaflı / hararetli bir şekilde, heatedly, (The committee hotly discussed the matter.
huge çok büyük, devasa, muazzam, immense, gigantic, enormous, zıt anl.; tiny
hugely büyük oranda, geniş çapta, greatly, zıt anl.; slightly
humble mütevazı, alçakgönüllü, modest
hunger açlık
hurt incitmek, zarar vermek, harm, damage
hypothesis (çoğul: hypotheses) hipotez, varsayım (belirli olayları açıklamak için yapılan önerme)
i. e. yani, başka şekilde ifade etmek gerekirse. . . (Lat. id est), that is
identical aynı, tıpkı, özdeş, alike, same, zıt anl.; different, unlike
identify 1) tanı(m)lamak, teşhis etmek, determine, diagnose; 2) kimliğini teşhis etmek; 3) tip belirlemek / tanımlamak
if any eğer varsa / olursa
if anything 1) eğer herhangi bir etki yarattıysa (o da şudur. . .); 2) eğer bir fark varsa
if there are any eğer varsa (bir şeyin varlığına inanılmadığı ya da buna ait bir kanıt bulunmadığı durumlarda kullanılır), (Good people, if there are any, are hard to find.
ignorance 1) bilgisizlik; 2) aldırmazlık, görmezden gelme
ignore göz ardı etmek, aldırmamak, boş vermek, görmezden gelmek, disregard, overlook, zıt anl.; care for, notice
illegal yasa dışı, kanuna aykırı, illicit, prohibited, zıt anl.; legal, legitimate
ill-treat kötü davranmak, abuse, injure
ill-treatment kötümuamele, zıt anl.; hospitality
imaginable hayal edilebilen, göz önüne getirilebilen
imaginary imgesel, hayali, fictitious, zıt anl.; actual, real
imaginative yaratıcı, creative
imagine hayal etmek, envisage, guess
imbalance dengesizlik, zıt anl.; balance
imitate taklit etmek, taklidini yapmak, copy, simulate
imitation taklit, imitasyon
immature olgunlaşmamış, toy, gelişmemiş, undeveloped, young, unripe, zıt anl.; mature, ripe
immediate 1) anında, hemen o anda, acil, urgent; 2) yakın; 3) şimdiki, ilk akla gelen, current
immediately derhal, hemen, anında, at once, right away
immense muazzam, çok büyük, tremendous, enormous, zıt anl.; tiny, little
immensely gayet, pek çok, büyük oranda, son derece, oldukça, extremely, enormously, zıt anl.; slightly
immigrant göçmen, ülkeye / kente göç ederek gelen kimse, zıt anl.; emigrant
immigrate göç ile ülkeye / kente gelip yerleşmek, move in, zıt anl.; emigrate
immigration göç ile ülkeye / kente gelip yerleşme, zıt anl.; emigration
immobile sabit, hareketsiz, motionless, zıt anl.; mobile
impact 1) etki, tesir, nüfuz, effect, influence; 2) darbe, çarpma, hit, collision
impair bozmak, zayıflatmak, (Whilemy brain and brawn remain unimpaired, I will continue to lead this party.
imperative zorunlu,mecburi
imperfect eksik, kusurlu, faulty, defective, zıt anl.; perfect, flawless
imperfectly eksik, kusurlu bir şekilde, kısmen, partially, defectively
implement uygulamak, yerine getirmek, put through, carry out, perform
implicate 1) sorumlu saymak, hold responsible; 2) ima etmek, imply
implicated (bir şey)’in altında aranan, altta yatan
implication saklı anlam, ima, suggestion, connotation, zıt anl.; explicit statement
implications (bir şey)’in olası sonuçları
implicit 1) ifade edilmeden anlaşılan, saklı, zıt anl.; explicit; 2) ima edilen, dolaylı olarak anlaşılan
imply (dolaylı olarak) göstermek, ima etmek, (bir şey)’e işaret etmek, indicate, suggest, state indirectly, zıt anl.; express
import ithal etmek, zıt anl.; export
impose on / upon zorla kabul ettirmek, dayatmak, (yasa, kural, yaptırım vs.) uygulamak, empoze etmek, assert
imposing etkileyici, impressive
impossible imkansız, olanaksız
impractical uygulanamaz, gerçekleştirilemez, mantıksız
impress (genelde iyi yönde) etkilemek, (iyi) izlenim bırakmak, influence
impressive (iyi yönde) etkileyici, çarpıcı, remarkable, striking, zıt anl.; ordinary
impressively (iyi yönde) etkileyici bir şekilde, remarkably, strikingly, zıt anl.; ordinarily
improve düzel(t)mek, yoluna koymak, geliş(tir)mek, arttırmak, enhance, upgrade, increase, zıt anl.; deteriorate, worsen, decrease, weaken
improved iyileştirilmiş, düzeltilmiş
improvement düzelme, ilerleme, iyileştirme, gelişme, enhancement, progress, advance, zıt anl.; impairment, deterioration
improvise birdenbire çaresini bulmak, doğaçlama yapmak
in a sense bir bakıma, in a way
in a way bir bakıma, in some way, in a sense
in accord with (bir şey)’e uygun olarak, uyarınca, uyumlu, tam bir anlaşma içinde, in compliance with, in unison with, in accordance with, zıt anl.; contrary to, in conflict with, in dispute with
in accordance with (bir şey)’e uygun olarak, uyarınca, in compliance (with), zıt anl.; contrary to
in addition to (bir şey)’e ek olarak, additionally, also
in any way hiçbir şekilde
in case of halinde, durumunda
in combination with (bir şey) ile birlikte, together with
in common ortak olarak, genel olarak
in comparison with (bir şey, bir kişi) ile kıyaslandığında, in relation to, with reference to
in connection with (bir şey) ile bağlantılı olarak
in consequence (bunun) sonucunda, (buna) bağlı olarak, as a result
in contrast to / with (bir şey)’in / (bir kişi)’nin tersine / aksine, (bir şey) ile karşı_____laştırıldığında, contrary to
in detail detaylı / ayrıntılı / kapsamlı olarak
in excess of smt bir şeyden fazla, bir şeyi geçen
in fact aslında, esasen, in reality, in truth, indeed
in fear korkuyla
in fulfilment of (bir şey)’i gerçekleştirmek / yerine getirmek için
in line with (bir görüş vs.) ile aynı doğrultuda, in conjunction with
in no way hiçbir bakımdan, hiçbir surette, (He is in no way ready for the exam. He hasn’t touched his textbook yet.
in number sayıca
in opposition to (bir şey)’e karşı / muhalif olarak, contrary to
in order to amacıyla, (bir şey yapmak) için, so as to, to
in part kısmen, bazı açılardan, partly, zıt anl.; wholly
in practice gerçekte, pratikte, zıt anl.; in theory
in rational terms mantık kapsamında, rasyonel düşünce ile
in reality gerçekte, aslında
in regard to (bir şey)’e gelince, (bir şey) ile ilgili olarak, with respect to
in response to (bir şey)’e cevaben / karşılık vermek amacıyla, as a reaction to
in retrospect geçmişe bakıldığında
in return for karşılığında, karşılık olarak
in search of (bir şey)’in arayışı içinde
in so far as olduğu sürece, olduğundan ötürü, because
in some respects bazı açılardan, in a way
in some ways bazı yönlerden / açılardan
in spite of (bir şey)’e rağmen / karşın, regardless of, despite
in terms of ilgili olarak, açısından, bakımından, on the basis of, in relation to
in that yüzünden, dolayı, nedeniyle, şu bakımdan ki, as, because, since
in the case of (bir şey) halinde / durumunda, (bir şeyin / bir olayın) olması durumunda
in the first place en başta
in the form of … şeklinde / formunda
in the hope of (bir şeyin olması) umuduyla
in the light of (bir şey)’in ışığında / ışığı altında, in viewof
in the long run uzun vadede, in the end, eventually, (Patience and determination will pay in the long run.
in the meantime bu arada, bu süre zarfında, aynı zamanda, meanwhile
in the meanwhile bu süre içinde, bu arada
in the midst of ortasında, arasında
in the wake of (bir felaketin) ardından, peşinden
in this respect bu bakımdan, bu hususta, bundan yola çıkarak
in time zaman içinde, zamanla
in turn sırasıyla, successively, (I talked to each of my students in turn.
in view of (bir şey)’i göz önüne alarak, (bir şey)’den dolayı, in the light of
inability beceriksizlik, yeteneksizlik, güçsüzlük, yetersizlik, incapability, weakness, zıt anl.; ability
inaccessible girilemez, ulaşılamaz, unreachable, zıt anl.; accessible
inaccurate yanlış, kusurlu, hatalı, erroneous, zıt anl.; accurate
inadequacy yetersizlik, eksiklik, insufficiency, shortage, zıt anl.; adequacy, sufficiency
inadequate yetersiz, eksik, elverişsiz, insufficient, zıt anl.; adequate, enough, ample, (His income is inadequate to meet his basic needs.
inappropriate yanlış, uygunsuz, yersiz, improper, awkward, zıt anl.; appropriate, proper
inborn tabiatında olan, doğuştan gelen, kalıtsal, congenital, hereditary, innate, zıt anl.; acquired
incapable (of) ehliyetsiz, yeteneksiz, unable, incompetent, zıt anl.; capable (of)
incentive özendirici şey, bonus, inducement
incessant sürekli, ardı arkası kesilmeyen, neverending, zıt anl.; occasional
incidence tekrar oranı, oluş sıklığı, insidans, occurrence, happening
incident (genellikle kötü sonuçları olan) olay, hadise, occurrence, event, happening
include içermek, dahil etmek, katmak, kapsamak, birleştirmek, embody, incorporate, consolidate, combine, zıt anl.; exclude, separate, divide
incomparable kıyaslanamaz, eşsiz, uncomparable
incompatible with (bir şey) ile bağdaşmaz, uyuşmaz, conflicting, unsuitable, zıt anl.; compatible
incompetent 1) yetersiz, yeteneksiz, incapable, unskilled, zıt anl.; competent, capable; 2) yetkisiz
inconclusive bir sonuca varmayan, inandırıcı olmayan, incomplete, unsatisfactory, zıt anl.; conclusive
inconsistent 1) istikrarsız, unreliable, zıt anl.; consistent; 2) çelişkili, tutarsız, conflicting, contradictory, zıt anl.; confirming, consistent
inconvenient uygunsuz, elverişsiz, zahmetli, müşkül, awkward, inappropriate, zıt anl.; convenient, appropriate
incorporate (into) dahil etmek, katmak, birleştirmek, include, amalgamate, consolidate, zıt anl.; exclude, separate
incorrect yanlış, hatalı, wrong, zıt anl.; correct
increase art(tır)mak, çoğal(t)mak, yüksel(t)mek, geliştirmek, grow, enhance, rise / raise, improve, zıt anl.; decrease, weaken, fall, drop
increase artış, rise, zıt anl.; decrease, fall
increased artmış olan, zıt anl.; decreased
increasingly gittikçe artan bir şekilde
incredible inanılmaz, akıl almaz, unbelievable, zıt anl.; credible, reasonable
incredibly inanılmaz şekilde, unbelievably, zıt anl.; credibly, reasonably
indeed gerçekten, hakikaten, doğrusu, certainly, without a doubt, in fact, actually
indefinite belirsiz, zıt anl.; definite
indefinitely belirsiz bir süre için, sürekli, sonu gelmeyen bir şekilde, continually, zıt anl.; temporarily, (Due to renovation works, the Regency Hotel was closed indefinitely.
independence bağımsızlık, zıt anl.; dependence
independent bağımsız, özgür, self-reliant, free, zıt anl.; dependent (on)
independently bağımsız olarak, zıt anl.; dependently
indicate belirtmek, işaret etmek, göstermek, denote, point to
indication belirti, delil, gösterge, işaret, evidence, hint
indicator indikatör, gösterge, belirteç, ibre, sign
indifference aldırmazlık, umursamazlık, kayıtsızlık, disinterest, zıt anl.; concern
indifferent aldırmaz, umursamaz, disinterested, zıt anl.; careful, thoughtful, heedful
indirectly dolaylı bir şekilde
indispensable vazgeçilmez, essential, vital, zıt anl.; dispensable
indistinguishable ayırt edilemez, seçilemez
individual birey, fert
individual (sıfat) bireysel, kişisel, ferdi, personal
induce 1) neden olmak, sevk etmek, cause, activate; 2) ikna etmek, kandırıp yaptırmak, convince, persuade, zıt anl.; prevent; 3) (elektrik akımı) meydana getirmek
industrialize sanayileş(tir)mek
ineffective etkisiz, useless, unproductive, zıt anl.; effective
inefficiency etkisiz olma, verimsizlik, randımansızlık, ineffectiveness, zıt anl.; efficiency, effectiveness
inefficiently verimsiz bir şekilde
inequality eşitsizlik, zıt anl.; equality
inevitable kaçınılmaz, inescapable, unavoidable, zıt anl.; avoidable, avertable, evitable
inevitably kaçınılmaz bir şekilde, unavoidably, inescapably, zıt anl.; avoidably
infallible yanılmaz, şaşmaz, güvenilir, unfailing, reliable, zıt anl.; fallible
infer from 1) (bir şey)’den anlamak / çıkarmak, derive from; 2) (bir şey)’den sonuç çıkarmak, deduce from
infirm zayıf, güçsüz, ill, weak, zıt anl.; healthy, well
inflexible esnemeyen, esnek olmayan, unbendable, zıt anl.; flexible
influence etkilemek, lead, affect, shape
influence etki, tesir, nüfuz, effect, impact
influential etkili, sözü geçen, nüfuzlu, hatırlı, powerful
informed bilgili, haberdar, knowledgeable
infrequent seyrek, sık olmayan, occasional, irregular, zıt anl.; frequent
ingenious akıllıca, ustalıklı, dahice, clever, brilliant
ingeniously zekice,maharetle, ustalıkla, brilliantly
ingredient bir karışımı oluşturan maddelerden her biri, içerik, öğe, parça, eleman
inhabit içinde oturmak, yuvalanmak, barınmak, dwell, occupy, (Only birds and small animals inhabit these remote islands.
inherent doğuştan gelen, doğasında var olan, intrinsic, innate
inherit (atadan) (kalıtımla) almak, miras kalmak, acquire, receive
inherited kalıtsal, irsi, congenital, ancestral
initial ilk, başlangıç, baştaki, birinci
initially öncelikle, aslında, esasen, önceleri, başlangıçta, primarily, essentially, at first, originally, in the beginning, zıt anl.; finally
initiate başlatmak, start, launch, pioneer, zıt anl.; complete, terminate
injure yaralamak
injured yaralı
injury yara, hasar, yaralanma, wound, harm, damage
innocence masumiyet, suçsuzluk, zıt anl.; guilt
innocent masum, suçsuz, zıt anl.; guilty
innovation yenilik, değişiklik, buluş, icat, novelty
innovative yenilikçi, yaratıcı, creative, zıt anl.; conservative
innumerable sayısız, sayılamaz, countless
insight anlayış, olayların iç yüzünü kavrama, awareness, comprehension, zıt anl.; ignorance, dullness
insignificant önemsiz, değersiz, unimportant, zıt anl.; significant, important
insist on (bir konuda) diretmek / direnmek / ısrar etmek, assert (that)
inspiration ilham, esin, influence, stimulus
inspire 1) ilham vermek, esinlemek, teşvik etmek, encourage, stimulate; 2) telkin etmek / vermek, duygu aşılamak
install yerleştirmek, (cihaz vs.) kurmak, (bilgisayar programı vs.) yüklemek, tesis etmek, (We have had central heating installed in our flat.
instantly hemen, anında, urgently, immediately
instead yerine, onun yerine. . . , (Don’t buy the red shirt; buy the blue one instead.
instead of yerine, onun yerine. . . , (Instead of the red shirt, I bought the blue one.
institution 1) kurum, müessese; 2) yerleşmiş gelenek, devamlı olan şey
instruct (on) (hakkında) talimat vermek, yol göstermek, enlighten (about), inform (about)
instructions direktif, yönerge
insufficient yetersiz, eksik, inadequate, zıt anl.; sufficient, enough, ample
intact bozulmamış, zarar görmemiş, sağlam
intake 1) herhangi bir maddenin vücuda girişi, (içeri) alım, (yeme içme vasıtasıyla) alınan (şey), consumption; 2) giriş, giriş ağzı, inlet
integral bir bütünün ayrılmaz bir parçası olan, essential, intrinsic, zıt anl.; incidental
integrate into / with (bir şey)’e katmak, (bir şey) ile birleş(tir)mek, entegre etmek / olmak, incorporate into, unify with, zıt anl.; separate from
integrity 1) doğruluk, dürüstlük; 2) bütünlük
intellect zeka, akıl
intend niyet etmek, tasarlamak, amaçlamak, planlamak, aim, plan
intense şiddetli, güçlü, fierce, powerful, zıt anl.; mild
intensely yoğun bir şekilde, greatly, zıt anl.; slightly
intensify şiddetlen(dir)mek, yoğunlaş(tır)mak, aggravate, concentrate, zıt anl.; lessen
intensive yoğun, şiddetli, in-depth, thorough, zıt anl.; partial, superficial
intentional kasıtlı, bilerek yapılan, deliberate, zıt anl.; unintentional, accidental
interact with birbirini etkilemek, birbiriyle ilişkide olmak, relate to / with, (While the other children interacted and played together, Ted ignored them.
interaction etkileşim
interdependent birbirine bağlı, dependent on each other, zıt anl.; independent
interest 1) çıkar, menfaat, kar, kazanç, stake; 2) faiz; 3) ilgi alanı, ilgilenilen şey, involvement
interested in (bir şey) ile ilgilenen / ilgili, (bir şey)’e ilgi duymak
interfere in (bir şey)’e karışmak / müdahale etmek, meddle with, intervene in
interfere with (bir şey) ile çatışmak, engellemek, mani olmak, müdahale etmek, hinder, prevent, intervene in, step in, zıt anl.; facilitate, (Childbearing should not interfere with a career, but it usually does.
interference müdahale, karışma, meddling
intermediary aracı, arabulucu, mediator, negotiator
internal dahili, iç, ülke içi ile ilgili, iç tarafta, zıt anl.; external
international uluslararası
interrelated birbiriyle ilgili / ilişkili
interrupt sözünü kesmek, engellemek, yarıda kesmek, bother, break in, suspend
intertwined iç içe geçmiş
intervene in araya girmek, interfere in, mediate
intervening araya giren, interfering
intervention müdahale, girişim, intercession
intimately derin bir bağ ile, ayrılmaz şekilde, iç içe
intolerably dayanılmaz bir şekilde, unbearably
intricate karışık, çapraşık, girift, complicated, complex, zıt anl.; simple, straightforward
intriguing merak uyandıran
intrinsic kendine özgü, kendi tabiatında olan, peculiar, innate, zıt anl.; acquired
introduce smt to (örn. bir ortam ya da piyasa)’ya arz etmek / sunmak / getirmek
introduce 1) başlatmak, initiate, institute; 2) ortaya koymak, tanıtmak, present
introduction 1) giriş, önsöz, takdim, tanıtım, sun(ul)ma, entry, presentation; 2) devreye girme / sokma; 3) piyasaya çıkma / arz edilme, creation, foundation
invalid 1) geçersiz, hükümsüz, null, void, zıt anl.; valid; 2) (yatalak) hasta, sakat, disabled
invaluable paha biçilemeyen, çok önemli / değerli, zıt anl.; worthless
invariable değişmez, her zaman olan, constant
invariably değişmez / şaşmaz bir şekilde, her zaman, always, ever, constantly, zıt anl.; never, rarely, (Incompetents invariablymake trouble for people other than themselves.
invent icat etmek, yaratmak, uydurmak, create, make up
inventive yaratıcı, bulucu, creative, innovative, zıt anl.; uninventive
invert tersine çevirmek, tersyüz etmek, reverse
invest in (bir şey)’e yatırım yapmak
investigate araştırmak, soruşturmak, teftiş etmek, incelemek, inquire, inspect, examine
investigation araştırma, soruşturma, teftiş, inceleme, inspection, examination
investigator müfettiş, araştırmacı, dedektif, inspector
investment yatırım
invigorating canlandırıcı, güçlendirici, enerji verici, stimulating, zıt anl.; tiresome
involuntarily gönülsüzce, isteksiz olarak, unwillingly, reluctantly, zıt anl.; willingly
involuntary gönülsüz, istemsiz, unintentional, unwilling, reflexive, zıt anl.; voluntary, deliberate
involve 1) içermek, kapsamak, include, contain, entail, zıt anl.; exclude; 2) karıştırmak, bulaştırmak; 3) söz konusu olmak, işin içinde olmak; 4) gerektirmek, istemek, require
involved (in) (olaya) karışmış, işin içinde olan
involvement ilgi, ilişki, katılma, içinde yer / rol alma, karışma, bulaşma, concern, engagement, participation
involving kapsayan
irony 1) ironi (beklenmeyenin gerçekleşmesi, umulanın aksi bir sonuç çıkması); 2) alay, kinaye, sarcasm; 3) (alaycı veyamanalı) zıtlık
irrational mantıksız, akıldışı, illogical
irregularly düzensiz olarak, randomly, zıt anl.; regularly, steadily
irrelevant konu dışı, alakasız, ilgisiz, unrelated, inappropriate, zıt anl.; relevant
irreparable onarılamaz, tamir edilemez, çaresi olmayan, tedavisi imkansız, irremediable
irresponsible sorumsuz, sorumsuzca, incautious, thoughtless, zıt anl.; responsible, thoughtful
irreversible geri döndürülemez
irrigation sulama, watering
isolate (from) ayırmak, tecrit / izole etmek, separate (from), zıt anl.; integrate (into)
isolated toplumdan uzak, (diğerlerinden) ayrı, kendi başına, bağlantısız, detached
issue 1) (belge, karne, cüzdan vs.) çıkartmak / vermek; 2) yayınlamak, release, publish
issue konu, sorun, mesele, point, matter, question
jeopardise tehlikeye atmak, tehlikeye sokmak, risk
join (in) katılmak, yer almak, take part (in)
joint (sıfat) ortak, müşterek, collective, mutual, zıt anl.; individual, unilateral
jointly ortaklaşa, birlikte, together, (The research was jointly performed by microbiologists and ENT specialists.
jokingly şaka yollu, şaka ederek, zıt anl.; seriously
judge yargılamak, hüküm vermek, değerlendirmek, decide, conclude, evaluate, appraise
judgement yargı, değerlendirme, assessment, evaluation
junior 1) genç, kıdemsiz, zıt anl.; senior; 2) az, küçük
just before hemen önce
justify haklı çıkarmak, temize çıkarmak, doğrulamak, substantiate, validate, (Time justified his theories.
keen (on) hevesli, düşkün, meraklı, istekli, eager (to)
keenly hevesli / düşkün / meraklı / istekli bir şekilde
keep tutmak, muhafaza etmek, korumak, preserve, retain, hold, protect, zıt anl.; release, let go
keep down düşük düzeyde tutmak, restrain, restrict, zıt anl.; encourage
keep off uzak durmak, stay away (from)
keep on devam etmek, proceed, carry on, zıt anl.; stop, cease, quit
keep out of (bir şey)’in dışında kalmak, dışarıda bırakmak
keep to sadık / bağlı kalmak, stick to, adhere to
keep up with 1) (bir şey)’e yetişmek, (bir şey)’den geri kalmamak, keep abreast of; 2) karşılamak, meet
keep up devam etmek, sürdürmek, sustain, maintain
keep within (bir şey)’in belli sınırlar içinde kalmasını sağlamak
key çok önemli, crucial, vital, zıt anl.; minor
key point anahtar nokta, önemli ayrıntı, (key points in a structure
known bilinen, zıt anl.; unknown
label etiketlemek, tanımlamak, isimlendirmek
laborious yorucu, zahmetli, güç, ardous, heavy, hard
laboriously yorucu / zahmetli bir şekilde, güç bela, ardously
labour union iş_____çi sendikası, trade-union
labourer işçi, worker
lack (bir şey)’den yoksun olmak, mahrum olmak, be short of, be without, zıt anl.; have, own
lack of (bir şey)’den yoksunluk, mahrum olma, (bir şey)’in eksikliği, shortness (of), deficiency, zıt anl.; abundance
largely büyük ölçüde, greatly, mostly
large-scale geniş çaplı, büyük ölçekli
last 1) sürmek, devam etmek, endure; 2) tükenmemek, dayanmak
last resort son çare
lasting devamlı, sürekli, kalıcı, enduring, long-term, permanent, zıt anl.; temporary, (She left a lasting impression on her boyfriend that she had broken off with.
late eski, former
latest en son, en yeni, newest, most recent
launch 1) başlatmak, initiate, zıt anl.; terminate; 2) (füze, roket veya uzay aracı için) fırlatmak; 3) (gemi vs. için) denize indirmek
launch 1) kuruluş, başlama, hizmete girme, kullanıma sunma, initiation, introduction, zıt anl.; termination; 2) (uzay aracı, roket, füze vs. için) fırlat(ıl)ma; 3) (gemi için) denize indirilme
law yasa, kanun
lay down koymak, yapmak, sermek, set down, put down
layer 1) tabaka, katman, kat; 2) (anlam vs. açısından) derinlik
lead (smo) (to) (birisini) yönetmek, (birisine) önderlik etmek, (birisini bir yere) (doğru) götürmek, guide (smo) (to), conduct
lead into (bir şey)’e yönlendirmek / yöneltmek
lead to (bir şey)’e yol açmak, neden olmak, cause
leading önde gelen, başlıca, outstanding, zıt anl.; secondary
leak sızıntı
leakage (bir sıvı ya da bilgi için) sızıntı / sızdırma
leave behind geride bırakmak
leave out hesaba katmamak, dışarıda bırakmak, hariç tutmak, atlamak, count out, exclude, zıt anl.; include, (Leave this case out. He has got nothing to do with our retrospective study.
leftover artan, fazlalık, excess
legislation 1) yasama, kanun yapma, enactment; 2) yasalar, kanunlar, laws
legitimate yasal, meşru, legal, valid, credible, zıt anl.; illegitimate, illicit, illegal
lend ödünç vermek, zıt anl.; borrow
length 1) uzunluk; 2) süre, müddet, duration
lengthy uzun, uzun uzadıya
lesser daha aşağı / düşük, inferior, zıt anl.; greater, superior
let alone bırak. . . , . . . şöyle dursun, (I can’t even make a phone call let alone send images.
let down 1) (ağır ağır) inmesini sağlamak; 2) boşa çıkarmak, yüzüstü bırakmak, hayal kırıklığına uğratmak, forsake, disappoint
lethal öldürücü, ölümcül, deadly, fatal, mortal, zıt anl.; harmless, safe
level 1) eşit hale getirmek, (level social differences
level 1) seviye, düzey; 2) düz, düzayak
level out dengeye gelmek, dengelenmek
liberate özgürlüğüne kavuşturmak, serbest bırakmak, free, zıt anl.; enslave, restrict
liberty özgürlük, hürriyet, serbesti, freedom, zıt anl.; slavery
lie ahead gelecekte (birisini) (kötü / zor bir işin) beklemesi, başına gelecek olmak, (Following the diagnosis of her disease as cancer, she will need all her strength and bravery to cope with what lies ahead.
lie in 1) mevcut olmak, ( . . . şeklinde) bulunmak, exist in the form of; 2) (bir şey)’den kaynaklanmak, originate in, (The causes of the war lie in the greed and incompetence of politicians on both sides.
lie under (deri, neden vs.) altında bulunmak / yatmak
lift yükseltmek, raise, elevate
likelihood olasılık, ihtimal, possibility, chance
likely to olası, muhtemel, beklenen, probable, expected, zıt anl.; improbable, unlikely
likewise benzer şekilde, keza, bunun gibi, similarly
limit (to) (bir şey ile) sınırlandırmak / sınırlamak / kısıtlamak
limitation sınırlama, limitasyon
limited (to) (bir şey ile) kısıtlı / sınırlı, confined (to), zıt anl.; free (of / from)
link to / with (bir şey) ile / (bir şey)’e bağla(n)mak, bağlantı kurmak, birleştirmek, connect to / with, combine with, zıt anl.; separate from, detach from
live up to expectations beklentileri karşılayacak düzeye gelmek
local 1) yerel, yöresel, bölgesel; 2) (tıbbi) lokal (vücudun sadece bir kısmını kapsayan), zıt anl.; general
locally yerel / mahalli olarak
locate konumlandırmak, yerini saptamak, (bir yerde) yerleşmek, position, spot, station
location belirli bir yer, konum, mahal, (A new job means a new employer, a new location and a new set of colleagues.
lock (kapıyı, valizi vs.) kilitlemek
logically mantıken, mantıklı olarak
long (for) hasretini çekmek, çok arzulamak, desire
long 1) uzun zamandır, for a long time, (Have you been waiting long?
look after (bebeğe, köpeğe vs.) bakmak, göz kulak olmak, keep an eye on
look down on küçümsemek, hor görmek, tepeden bakmak, despise, scorn, zıt anl.; exalt, glorify
look forward to sabırsızlıkla beklemek, iple çekmek, can atmak, expect, hope for
look out for (bir şey)’e dikkat etmek, watch out for, (The police warned the shopkeepers to look out for forged notes.
look over incelemek, göz gezdirmek, examine, inspect
look through 1) gözden geçirmek, incelemek, examine, search; 2) (bir şeyin arasından / içinden) bakmak
loosely gevşekçe, zıt anl.; tightly
lose ground gerilemek, rağbet görmemek, regress, fall back, zıt anl.; gain ground
lose out başarısız olmak, fail, zıt anl.; succeed
loss azalma, eksilme, kayıp, zarar, ziyan, (loss of life
lost in 1) tamamen (bir şey)’e dalmış; 2) (bir şey)’in içinde kaybolmuş
loudly yüksek sesle, (speak loudly
lower azaltmak, düşürmek, decrease, reduce, zıt anl.; increase
loyal (to) sadık, vefalı, faithful (to), zıt anl.; disloyal (to)
loyalty sadakat, vefa, bağlılık
luckily iyi ki, şükürler olsun ki, fortunately, zıt anl.; unfortunately
lurk gizlenmek, saklanmak, pusuya yatmak, hide, lie in wait
lush bitkisel yaşam ile dopdolu, zıt anl.; arid
made up of (bir madde vs.)’den yapılmış / oluşan
magnificent görkemli, harika, marvellous
main ana, temel, birincil, primary, principle, zıt anl.; secondary, subordinate
mainly büyük ölçüde, esas olarak, mostly, chiefly
mainstream 1) bir topluluğa hakim tutum, düşünce veya davranışları temsil eden; 2) ana / genel görüş
maintain 1) bakım yapmak, muhafaza etmek, bakmak, service, keep, retain; 2) sürdürmek, devam ettirmek, sustain; 3) sağlamak, temin etmek, provide
maintain (that) iddia etmek, (belli bir fikri) savunmak, (fikirsel) pozisyonunu korumak, assert (that), claim (that)
maintenance 1) (makine vs. için) bakım, onarım, muhafaza, idame, upkeep; 2) sürdürme / koruma / direnme gücü
major geniş / büyük çaplı, büyük, başlıca, asıl, chief, primary, great, zıt anl.; minor, unimportant, little
majority çoğunluk, büyük kısım, zıt anl.; minority
make a point of özen göstermek, dikkat etmek ( I always make a point of spending Saturdays withmy children.
make clear açıklığa kavuşturmak, clarify, illuminate
make do with (bir şey) ile yetinmek / idare etmek, subsist, get by, (When we were young, we had to make do with second-hand clothes.
make effort çaba / gayret göstermek, struggle
make for 1) (bir yer)’e doğru yönelmek, (bir yer)’e ulaşmaya çalışmak; 2) yapmak, ortaya çıkarmak, ileriye götürmek, produce, advance, contribute to, facilitate; 3) (bir şey)’e neden olmak, cause (smt) to happen
make it clear (that) açıklıkla ifade etmek, açıkça belirtmek
make it possible mümkün kılmak, olanaklı hale getirmek, allow, enable, zıt anl.; disable
make no use of kullanmamak, yararlanmamak, zıt anl.; utilise, make use of
make off aceleyle gitmek / çıkmak / terk etmek, make away, escape
make one’s way ilerlemek, yol kat etmek, hayatta başarılı olmak, advance
make out 1) (bir şeyin ne olduğunu) kestirmek, çıkarmak, seçmek, anlamak, çözmek, perceive, understand; 2) başarmak, be successful
make over (bir malın) mülkiyetini (başkasına) vermek, devretmek
make sense mantıklı gelmek, anlaşılır olmak
make sense of (bir şey)’den anlam çıkarmak, doğru yorumlamak
make sure (of / that) emin olmak, garanti etmek, ascertain, zıt anl.; be uncertain, (Before leaving home, make sure that the gas heater is turned off.
make up düzenlemek, hazırlamak, oluşturmak, uydurmak, teşkil etmek, comprise, compose, form, invent
make up for (kaybedilen veya eksik kalan bir şeyi) tamamlamak, yerine koymak, kapatmak, telafi etmek, compensate for
make up one’s mind (about) (konusunda) karara varmak, decide (on)
make use of kullanmak, yararlanmak, utilise, benefit from, zıt anl.; make no use of
makeup yapı, içerik, structure, composition, formation
malnutrition kötü beslenme, beslenme bozukluğu
man insan(lık), human(ity)
manage 1) yönetmek, idare etmek, kontrol etmek, administer, run, conduct; 2) başa çıkmak, üstesinden gelmek, becermek, accomplish, succeed (in / at), handle, tackle, deal (with), cope (with), zıt anl.; fail (to)
management 1) yönetim, idare, administration; 2) (hastalık vs. için) başa çıkma
mandatory zorunlu
mankind insanlık, humanity, man
man-made insan eliyle yapılmış, artificial, zıt anl.; natural
manner 1) şekil, biçim, way; 2) tavır, usul
manufacture imal etmek, produce
manufactured imal edilmiş / üretilmiş
manufacturer üretici, imalatçı, producer
mark göstermek, işaret etmek, ortaya çıkarmak, point out, show
markedly belirgin şekilde, açıkca, noticeably, clearly
mass hacim, yığın
massive büyük, muazzam, çok büyük, büyük kütleli, ağır, enormous, immense, heavy, zıt anl.; tiny, (The social impact of this economic crisis will be massive.
master iyice öğrenmek, uzmanlaşmak, learn, grasp
match (with) uymak, benzemek, eşleş(tir)mek, bağdaşmak, uy(uş)mak, correspond (to)
match for (bir şey) ile denk, (bir şey) ile karşılaştırılabilir
mate (with) (hayvanlar için) çiftleş(tir)mek
mate (genellikle hayvanlar için) eş
materialise gerçekleşmek, be realised, actualise, zıt anl.; fail
matter 1) konu, sorun, mesele, point, issue, question; 2) madde, özdek
maturity olgunluk, full development, zıt anl.; immaturity
may well pekala…(olabilir / yapabilir) de
meagre yetersiz, eksik, az, inadequate, poor, zıt anl.; abundant, sufficient
mean (matematikte) ortalama
mean (sıfat) 1) ortalama, average; 2) saldırgan, tehlikeli, hostile, dangerous, zıt anl.; kind
means (of) 1) (hem tekil hem çoğul) yol, yöntem, vasıta, vesile, way, method; 2) imkan, bütçe, varlık, gelir, para, wealth, income, funds
meanwhile bu arada, bu esnada
measure ölçmek, ölçüsü / değeri …olmak, . . . olarak ölçülmek, sayıya dökmek, calculate
measure 1) önlem, tedbir, precaution; 2) miktar, ölçü, düzey
mediate aracılık / arabuluculuk etmek, araya girmek, intercede
medicine 1) tıp; 2) ilaç, medication, drug
meet yerine getirmek, karşılamak, (belli bir gün için) uymak, kaçırmamak, atlamamak, accomplish, satisfy, fulfil, zıt anl.; fail tomeet
melt erimek, ergimek, eritmek
menace başa bela olmak, tehdit etmek, threaten
menace tehdit, baş belası
mental mental, zihinsel (akıl, bellek, bilinç, zeka ile ilgili)
mention 1) söz etmek, bahsetmek, disclose, bring up; 2) başvurmak, turn to, resort to
mere sadece, yalnızca, basit, sole, simple
merely sadece, yalnızca, only, just, solely
middle-aged orta yaşlı
migrant göçmen
migrate göç etmek
migration göç
mild hafif, ılımlı, ılıman, moderate, slight, zıt anl.; severe, intense
milestone kilometre taşı, (önemli) aşama
mind akıl, akıl sahibi kişi
mine (kömür, maden vs.) çıkarmak
minimize minimize etmek, en aza indirmek, zıt anl.
minor önemsiz, küçük, yok denecek kadar az, unimportant, insignificant, trivial, zıt anl.; major, considerable, significant
minority azınlık
minuscule çok küçük, minnacık, (For some time, that great painter had to live in this minuscule room.
minute 1) dakika; 2) tutanak
minute (sıfat) (maynyut şeklinde okunur) çok küçük, very small, tiny
miserable perişan, sefil, mutsuz, unhappy, depressed
mishandle kötü yönetmek, kötü kullanmak, misconduct, maltreat, (The PrimeMinister admitted that the crisis had been mishandled.
mislead yanıltmak, yanlış yönlendirmek, deceive, misguide
misleading yanıltıcı, deceptive, zıt anl.; true, actual
missing var olmayan, kayıp, absent, zıt anl.; present
mission (uçuş, operasyon vb.) görev
mistakenly yanlışlıkla, yanılgı içinde, incorrectly
moderate hafifletmek, yumuşatmak, ılımanlaştırmak, curb, soften
moderate (sıfat) ılımlı, orta, ölçülü, sınırlı, reasonable, zıt anl.; extreme
moderately ölçülü / sınırlı şekilde, reasonably, zıt anl.; extremely
modest 1) ölçülü, sınırlı, moderate, zıt anl.; excessive; 2) alçakgönüllü, gösterişsiz, ılımlı, humble, plain, zıt anl.; grand, immodest
modify (küçük) değişiklikler yapmak, tadil etmek, alter
monitor izlemek, denetlemek, gözetlemek, gözlemlemek, takip altında tutmak, observe, supervise
mood ruh hali, mizaç
more or less aşağı yukarı, az çok, hemen hemen
moreover bundan başka, ayrıca, üstelik, additionally, furthermore
mostly en çok
motivate motive etmek, harekete geçirmek, teşvik etmek, cesaretlendirmek, excite, inspire, encourage, zıt anl.; discourage
motivated motive olmuş / edilmiş, güdülenmiş
motive güdü, motivasyon, neden
move hareket etmek
move about dolaşmak, dolanmak
move in 1) (eve vb.) taşınmak; 2) içeri girmek
move out taşınarak / göçerek bir yerden ayrılmak
murder öldürmek, katletmek, kill
mutual karşılıklı, common, reciprocal
mystery gizem, sır, esrar, secret, enigma, zıt anl.; revelation, explanation
narrative anlatım, account
nasty kötü, çirkin, ayıp, pis
native yerli, zıt anl.; foreign
native to (sıfat) (bir yer)’in yerlisi, (bir yer)’e ait / özgü, indigenous, zıt anl.; foreign, (Kangaroo is native toAustralia.
nature doğa, mizaç, nitelik, tür, character, type
naughty yaramaz, haylaz
nearby yakın, yakın(lar)da, yakında(ki), close
nearly neredeyse, hemen hemen, almost
necessarily ister istemez, muhakkak, illa ki, unquestionably, undoubtedly, zıt anl.; possibly
necessary gerekli, zorunlu, zaruri, önemli, essential, zıt anl.; unnecessary
necessitate gerektirmek, zorunlu kılmak, require, call for
needlessly boşu boşuna, ortada hiçbir şey yokken, gereksiz yere, unnecessarily
needy yoksul, ihtiyaç sahibi
neglect ihmal etmek, savsaklamak, aldırmamak, ignore, zıt anl.; care for, concern
negligible önemsiz, yok denecek kadar az, ihmal edilebilir, insignificant, minor, zıt anl.; considerable, significant
negotiate müzakere etmek, görüşmek, discuss, debate
nervous sinirli, asabi, anxious, zıt anl.; calm
neutrality tarafsızlık
never before daha önce asla
nevertheless yine de, bununla birlikte, however, even so
no grounds for… (bir davranış vs.) için hiçbir gerekçe / neden yok
no less than en az (başka bir şey ya da birisi) kadar
no longer artık / daha fazla bir durumun olmaması, artık değil, no more, (I no longer trust him.
no point in doing smt bir şey yapmanın yararı / anlamı yok
nomadic göçebe, göçebelere ait, (These tribes have a nomadic way of life.
not at all hiç . . . değil, (be not at all helpful
notable dikkate değer, remarkable
notably bilhassa, dikkat çekecek derecede, dikkate değer bir şekilde, particularly, remarkably
note 1) belirtmek, (bir şey)’e dikkat çekmek, (bir şey)’den söz etmek, dikkat etmek, fark etmek, farkına varmak, notice; 2) not tutmak
noticeable belirgin, dikkate değer açık, farkedilir, apparent, conspicuous, visible, detectable, zıt anl.; ambiguous, hidden, (The new tax system did not have any noticeable effect upon the rate of economic growth.
notion düşünce, fikir, inanç, idea, thought
notorious dile düşmüş, adı çıkmış, (kötü) ün yapmış, aşikâr, well-known, obvious
nourish beslemek, feed
nourishment beslenme
novel (sıfat) yeni, yeni çıkmış, orijinal, original, fresh, unique, zıt anl.; old, traditional
novelty yenilik, yeni çıkmış şey, freshness
now that artık şöyle olduğuna göre…, madem ki…
nuisance rahatsızlık, rahatsız eden şey, baş belası, irritation, annoyance, pain in the neck
numb uyuşmuş, hissizleşmiş, (I will give you an injection and the tooth will go completely numb.
numerous sayısız, çok, pek çok, many, several, zıt anl.; few
nutrient 1) besleyici madde; 2) yemek, gıda, food
nutrition beslenme, nourishment, (There are alternative sources of nutrition to animal meat.
nutritious besin değeri yüksek, besleyici, nourishing, wholesome
object (to) itiraz etmek, karşı çıkmak, disagree (with), disapprove (of), zıt anl.; agree (with), approve (of)
object amaç, hedef, purpose, goal, objective
objection (to) itiraz, karşı çıkma, onaylamama, doğru bulmama, disapproval (of), opposition (to / against), criticism (of), zıt anl.; agreement (to)
obligation yükümlülük, sorumluluk, zorunluluk, responsibility, commitment
oblige to (bir şey)’e mecbur etmek, zorunlu / yükümlü kılmak, compel, obligate
obliged (to) zorunlu, mecbur, yükümlü, compelled (to), forced (to)
obscure (sıfat) belirsiz, bulanık, karanlık, dim, mysterious, zıt anl.; clear
observe 1) gözetlemek, gözlemlemek, gözlemek, izlemek, monitor; 2) fark etmek, görmek, notice, zıt anl.; be unaware of
obsolete (yenisi ve daha gelişmişi çıktığı için) modası geçmiş, kullanılmayan, eski, demode olmuş, terk edilmiş, yürürlükten kalkmış, oldfashioned, outmoded, zıt anl.; new, contemporary, modern
obstacle engel, difficulty, hindrance
obstinately inatla, dik başlılıkla, stubbornly
obstruct engellemek, tıkamak, block, impede, zıt anl.; clear
obstructive engelleyen
obtain elde etmek, acquire, earn, get
obtainable elde edilebilir, ulaşılabilir, acquirable, within reach
obtrusive göze batan, kendini belli eden, conspicuous, prominent, zıt anl.; unobtrusive, inconspicuous
obvious açık, belli, aşikâr, görünürdeki, göze çarpan, apparent, visible, evident, clear, zıt anl.; obscure, hidden, ambiguous
obviously açıkça, bariz bir şekilde, belli ki, görünüşe göre, evidently, apparently
occasion 1) (genellikle) önemli, büyük olay, event; 2) fırsat, vesile, opportunity; 3) gerek, neden, cause
occasional ara sıra olan, infrequent, zıt anl.; frequent
occasionally bazen, ara sıra, (every) now and then, from time to time, once in a while, zıt anl.; frequently, often
occupy 1) işgal etmek, invade; 2) (bir yer)’de yerleşik olmak, reside (in)
occur olmak, meydana gelmek, happen, take place
occurrence tekrar oranı, oluş sıklığı, insidans, incidence, happening
odd 1) garip, tuhaf, funny, strange, peculiar, (It is odd that an anaesthetist’s role in an operation is usually ignored.
of no importance önemsiz, of no account
offensive saldırgan, aggressive, zıt anl.; defensive
offensively kaba şekilde, rudely, zıt anl.; politely
offer 1) sunmak, arzetmek, sağlamak, provide, present; 2) önermek, teklif etmek, propose, suggest
offered sunulan
oil ham ya da işlenmiş halde petrol
old-fashioned geleneksel, eski moda
on account of (bir şey)’den dolayı, için, nedeniyle, because of, for the sake of
on average ortalama olarak
on behalf of (bir kişi)’nin / (bir şey)’in adına / namına
on condition that şartıyla, koşuluyla, in the event that
on occasion zaman zaman, bazı durumlarda
on the contrary aksine, tersine, bilakis, contrarily
on the grounds that. . . (bir olay vs.)’nin olması / meydana gelmesi nedeniyle / gerekçesiyle, on the basis (of / that), because
on the increase artışta
on the issue of … konusu üzerinde / … hakkında
on the one hand . . . on the other . . . bir yandan . . . diğer yandan . . .
on the one side bir yandan, bir tarafta, on the one hand
on the other hand . . . diğer / öte yandan
on the other side öte yandan, on the other hand
on the verge of (bir şey olma)’nın sınırında, on the brink of
on the whole genel olarak, bütün olarak alındığında, generally, by and large, overall
once bir kez / sefer / defa
once more bir kez daha, yeniden, again
one another birbirleri(ni / ne), each other
one for one bire bir
only recently daha yeni
onset (of) (bir şeyin) başlangıcı, ilk adım, hamle, atılım, beginning, start, zıt anl.; end, termination
onwards (bir zaman)’dan başlayarak / itibaren
open up 1) başlatmak, yol açmak, pave the way for; 2) (bir yerin) gelişmesine imkân vermek, ulaşılabilir hale getirmek
openness açıklık, şeffaflık
operate çalış(tır)mak, işle(t)mek, run, function, work
operating çalışmakta / işlemekte olan, running, functioning
operation 1) operasyon, harekat, ameliyat; 2) çalışma, işleme, iş, running, functioning
opponent rakip, hasım, düşman, muhalif, karşıt, antagonist, competitor, enemy, rival, opposition
opportunist fırsatçı, (Some opportunist bacteria are known to wait for years until a person’s immune system is weakened.
opportunity fırsat, prospect, chance
oppose karşı koymak, karşı çıkmak, itiraz etmek, direnç göstermek, protest, resist, zıt anl.; support
opposed to karşı, aleyhinde, against, zıt anl.; in favour of
opposing karşı / karşıt, zıt
opposition muhalefet, karşı koyma, direniş, resistance
optimism iyimserlik, zıt anl.; pessimism
optimistic iyimser, zıt anl.; pessimistic
option opsiyon, seçenek, seçim hakkı, alternative, choice
order 1) düzen, işleyiş, zıt anl.; chaos; 2) sebep
orderly düzenli, düzgün, sistemli, regulated, zıt anl.; disorderly, chaotic
ordinary 1) sıradan, alelade; 2) olağan, alışılmış, her zamanki, usual, regular, zıt anl.; unusual
orientated odaklı, (chemically orientated
origin köken
originally ilk başta, başlangıçta, in the beginning
originate (ilk defa) ortaya çıkmak, doğmak, meydana gelmek, emerge, arise, zıt anl.; terminate
other than dışında, haricinde
ought to -meli / -malı, should
outbreak (of) 1) ortaya çıkma, baş gösterme, patlak verme, happening; 2) salgın, epidemic
outcome sonuç, result, aftermath
outline taslak, sketch, draft
out-of-date modası geçmiş, tarihi geçmiş, eski tarihli, işe yaramaz, obsolete, outdated, zıt anl.; up-to-date, (I don’t trust that dentist. He is still using some out-of-date equipment and apparatus.
output 1) randıman, çıktı, üretim, verim, product, yield, zıt anl.; input; 2) belli bir zaman süresi içinde bir organda oluşan ve organ aracılığıyla dışarı atılan maddemiktarı
outrage büyük öfke
outrageous haddi aşan, ahlaksız, çirkin, insafsız, (fiyat için) fahiş, disgraceful, horrible, wicked, zıt anl.; decent
outset başlangıç noktası, beginning
outstanding önde gelen, başlıca, leading, zıt anl.; ordinary
outweigh daha ağır basmak, exceed, surpass, be superior to
over against tersine, karşısında, kıyaslandığında, as opposed to, in contrast with, (Over against heaven is hell.
overall genel, toplam, kapsamlı, general, total, comprehensive, zıt anl.; particular, specific
overcome aşmak, üstesinden gelmek, yenmek, defeat, get over, zıt anl.; retreat, surrender (to), (She overcame her fear of the dark by the help of a psychiatrist.
overestimate fazla tahmin etmek, abartmak, overrate, zıt anl.; underestimate
overflow taşmak
overlook dikkate almamak, gözden kaçırmak, disregard, ignore, miss, zıt anl.; notice, spot
overly fazla, aşırı derecede, excessively
overrate gereğinden fazla önemsemek, magnify, overestimate, zıt anl.; underrate
oversight gözetim
overtake (yönetimi / idareyi / mülkiyeti) devralmak, ele geçirmek, yerinden ederek yerine yerleşmek
overturn altüst etmek, devirmek, bozmak, upset
overuse aşırı kullanım, over-consumption, zıt anl.; economizing
overview genel bakış, özet(leme) şeklinde sunum
overwhelmingly büyük / ezici bir çoğunlukla, predominantly
owe borçlu olmak
owing to nedeniyle, yüzünden, because of, due to
owner sahip
pace 1) hız, tempo, rate, tempo; 2) adım, step, footstep
pain ağrı, sızı, acı, ache, hurting
paralyze felç / kötürüm etmek, sakatlamak, çalışamaz hale getirmek, cripple, disable
partial kısmi, incomplete, zıt anl.; complete
partially kısmen, partly, zıt anl.; completely
participant katılımcı
participate (in) katılmak, yer almak, pay sahibi olmak, rol almak, take part (in), share (in)
participation katılma, yer alma, taking part
particle parçacık
particular belirli, özel, specific, special, zıt anl.; common, overall
particularly özellikle, özel olarak, especially, specifically, zıt anl.; generally
partly kısmen, partially, zıt anl.; completely
pass (yasa) geçirmek / çıkarmak, enact
pass by (bir yer / birisi)’nin önünden geçmek, go past
pass on smt to smo (bilgi, söz vs. için) kişiden kişiye iletmek / göndermek, (hastalık vs.) geçirmek, send, (Will you please pass on this message to your friends?
pass through (bir şey)’in içinden / arasından geçmek
passionate heyecanlı, ateşli, aşırı tutkulu, (She made a passionate speech on women’s rights.
passionately heyecanlı / ateşli / aşırı tutkulu / hiddetli bir şekilde, intensely, movingly, zıt anl.
patient hasta
patient (sıfat) sabırlı, zıt anl.; impatient
pattern tür, tarz, model, şablon, yöntem, oluş düzeni, diziliş şekli, yinelenen şekil, style, type, method, system, order
pause duraklamak, mola vermek
pay attention (to) dikkat etmek, ilgilenmek, önemsemek, dikkate almak, mind, consider, take notice (of), zıt anl.; disregard, ignore
pay consideration saygı göstermek, (birisine) karşı düşünceli davranmak, göz önüne almak, pay attention (to)
peak doruğa çıkmak, en yüksek düzeye ulaşmak, climax, crest
peak zirve, doruk (noktası), en üst seviye, en yüksek düzey, zenith, maximum
peculiar 1) (bir şeye) özgü, kendine has, specific (to), (This type of building is peculiar to the south of the country.
penetrate girmek, içine işlemek, nüfuz etmek, enter, get in, go through
perceive algılamak, anlamak, kavramak, fark etmek, sezmek, understand, comprehend, notice, recognise, zıt anl.; misunderstand, miss
percent yüzde
percentage yüzde, yüzde oranı
perception algılama, algı, idrak, sezgi, understanding, apprehension, viewpoint
perfect (sıfat) mükemmel, kusursuz, excellent, flawless, zıt anl.; imperfect, flawed
perfectly tamamen, tam anlamıyla, totally
perform yapmak, yerine getirmek, uygulamak, (mücadele, uğraş vs.) vermek, gerçekleştirmek, başarmak, do, accomplish, fulfil, implement, carry out, function, actualise, zıt anl.; fail
perhaps belki, muhtemelen, possibly, probably, zıt anl.; certainly, absolutely
period dönem, süre
periodically periyodik olarak, düzenli / belirli aralıklarla, belirli zamanlarda, zaman zaman, occasionally, seasonally
perish yok olmak, ölmek
perishable dayanıksız, kolay bozulur, short-lived, spoilable, zıt anl.; durable
permanent kalıcı, daimi, sürekli, lasting, unchanging, zıt anl.; temporary
permanently kalıcı, daimi, sürekli olarak, for good, zıt anl.; temporarily, (He was permanently disabled after the accident.
permission izin
permit izin vermek, ruhsat / yetki vermek, imkan vermek, (bir şey) için elverişli olmak, allow, zıt anl.; ban, forbid
perpetually daima, sürekli olarak, constantly, continuously, zıt anl.; never, rarely
perplex kafasını karıştırmak, şaşırtmak, confuse, astonish
persecution zulüm, eziyet, cruelty, brutality, zıt anl.; benevolence
persist 1) (bir şeyde) ısrar etmek, inat etmek, direnmek, persevere, zıt anl.; give up, (My son persists in asking awkward questions.
persistent ısrarlı, inatçı, sürekli, determined, insistent, relentless, zıt anl.; irresolute
personal kişisel, bireysel, zıt anl.; public
perspective perspektif, bakış açısı, viewpoint, approach
persuade ikna / razı etmek, inandırmak, convince, induce, zıt anl.; dissuade (from)
persuasion ikna etme, inandırma, convincing
perverse ters, aksi
phenomenon (çoğul: phenomena) önemli / olağanüstü olay, fenomen, occurence
pick out (dikkatle) seçmek, ayırt etmek, (The witness picked out the wrong man in the identification parade.
pick up 1) (başkasından bir alışkanlık, hastalık vs.)’yi kapmak, contract, zıt anl.; infect, transmit, (He seems to have picked up the infection while he was in hospital for another reason.
pioneering öncülük eden, öncü, leading
pitifully 1) acıklı / acınası bir şekilde; 2) gülünç derecede
pivotal asıl, esas, çok önemli, birinci derecede önem ve etkisi olan, crucial, vital
place in charge (of) (bir işin, görevin) başına getirmek, sorumluluğunu vermek
plague acı / dert / rahatsızlık vermek, annoy, bother, (My shoulder has been plaguing me all week.
plague 1) veba, black fever; 2) bela, trouble
plant 1) fabrika, tesis, enerji santrali; 2) bitki
plausible akla yakın, makul, reasonable, logical, zıt anl.; implausible, unlikely
plausibly makul / akla yakın bir şekilde, reasonably
play down hafife almak, önemsememek
play up 1) (bir şey)’e dikkat çekmek, olduğundan önemli göstermek, draw attention (to); 2) kötü davranışlarda bulunmak, yaramazlık yapmak, misbehave
pleasingly hoşnut edici bir şekilde, memnuniyet verici bir şekilde, pleasantly
pledge 1) söz, vaat, promise; 2) teminat, rehin, guarantee, surety
plentiful bol, çok, bereketli, verimli, abundant, fertile, zıt anl.; meagre, scarce
plenty pek çok (şey), a lot, zıt anl.; very little
plenty of bolca, lots of
plot 1) fesat, entrika; 2) (sinemada) olayların kurgusu veya ana öykü
point 1) gaye, maksat, goal; 2) nokta, durum, mesele
point out (bir şey)’e dikkat çekmek, belirtmek, call attention (to), indicate, bring up
point to işaret etmek, göstermek, denote, indicate
poisonous zehirli, toxic
policy 1) sigorta poliçesi; 2) (bir konuda izlenecek) siyaset, politika, tutum
poll gayri resmi anket
pollute kirletmek, contaminate
polluted kirletilmiş, pisletilmiş, kirli, contaminated, (Our water supply is becoming polluted with nitrates disposed of by several industries.
pollution kirlenme, kirlilik, contamination
poor kötü, düşük kalitede, yetersiz, eksik, az, inadequate, zıt anl.; abundant, sufficient
population nüfus, popülasyon (biyolojide, bir türün, belli bir alanda yaşayan bireylerinin tamamı)
pose (sorun, zorluk, risk vs.) yaratmak / oluşturmak, present
pose a serious danger ciddi bir tehlike oluşturmak
pose a threat tehdit oluşturmak
possess ele geçirmek, sahip olmak, have, own
possessions sahip olunan mallar
possibility olasılık, ihtimal, zıt anl.; impossibility
possible mümkün, olanaklı, zıt anl.; impossible
post- sonrası, (post-World War II
postpone ertelemek, put off
potent güçlü, etkili, strong, effective, zıt anl.; weak, impotent
potential potansiyel, olası, possible
potentially potansiyel olarak, muhtemelen, pekala
pour out (of) (bir yer)’den dışarı / (bir şey)’in dışına ak(ıt)mak / dök(ül)mek
poverty yoksulluk, fakirlik, zıt anl.; wealth
power itici güç vermek
power güç, kabiliyet
powerful güçlü, etkili, yetkili, effective, strong, zıt anl.; weak
practicable uygulanabilir, yapılabilir, elverişli, possible, zıt anl.; impracticable
practical pratik, elverişli, uygulamaya yönelik, practicable, feasible, zıt anl.; impractical, theoretical
practically 1) pratik olarak, pratikte, uygulamada, in practice, zıt anl.; theoretically; 2) hemen hemen, almost
practice 1) tatbik etmek, uygulamak; 2) (bir bilim ya da spor dalında çalışma) yapmak, icra etmek, do
practice uygulama, aktivite, iş
praise övmek, appreciate, zıt anl.; criticize
praise övgü, appreciation, zıt anl.; criticism
precaution önlem, tedbir, safeguard, (Effective precautions were taken during the Olympic games held in Athens.
precede (bir şey)’den önce gelmek, (bir şey)’in önünde / öncesinde olmak, come before, come first, zıt anl.; succeed, follow
precedence öncelik, priority, (Applications arriving first will have precedence.
precious değerli, kıymetli, yararlı, valuable, (Salt was nearly as precious as gold in the ancient world.
precise 1) tam, kesin, definite; 2) dikkatli, titiz, rigorous, zıt anl.; indefinite, inaccurate
precisely tam olarak, kesinlikle, titizlikle, exactly, definitely, zıt anl.; probably, questionably
precision kesinlik, doğruluk, açıklık, accuracy, zıt anl.; imprecision, inaccuracy
predator yırtıcı / alıcı / avcı hayvan
predecessor 1) ata, cet, ancestor; 2) selef (aynı alanda mevcut kişilerden daha önce çalışma yapmış veya aynı görevdemevcut kişilerden daha önce görev almış kişi), forerunner; 3) aynı amaçla daha önce yapılmış araç vs. , öncü, forerunner
predict tahmin etmek, öngörmek, anticipate, guess
predictable önceden söylenebilir, öngörülebilir, foreseeable, zıt anl.; unpredictable
prediction tahmin, öngörü, kestirim, anticipation
prefer tercih etmek
preferably tercihen, more desirably, rather, sooner, more readily / willingly
prejudice ön yargı, peşin hüküm, bias
premature 1) zamansız, gereğinden önce, vakitsiz, zamanı gelmemiş, early, untimely, zıt anl.; overdue; 2) prematüre, erken doğmuş, gelişmemiş, olgunlaşmamış, immature, undeveloped, unripe, zıt anl.; mature, developed
prepare düzenlemek, hazırlamak, get (smt) ready
prepared (to) (bir şey yapmaya) hazır / hazırlıklı, ready (to)
presence varlık, (hazır) bulunma, existence, attendance, zıt anl.; absence
present 1) ortaya koymak, tanıtmak, sunmak, takdim etmek, demonstrate, manifest, introduce; 2) sergilemek, göstermek, ibraz etmek, reveal, illustrate, exhibit, zıt anl.; conceal, cover, hide
present hediye, gift
preserve korumak, saklamak, maintain, conserve, secure
president başkan, devlet başkanı
press ahead (zorluklara rağmen) ilerlemek, devam etmek, push ahead
pressure basınç
prestigious saygın, itibarlı, prestijli, respectable
presumably tahminen, herhalde, galiba, by reasonable assumption, probably, (The bomb was presumably intended to go off while the meeting was in progress.
presume sanmak, tahmin etmek, varsaymak, believe, suppose, think
pretend numara yapmak, -miş gibi davranmak, act
pretty 1) güzel, şirin; 2) oldukça, epey, quite, rather
pretty much büyük ölçüde
prevail hüküm sürmek, hakim olmak, yaygın olmak, be common, dominate
prevailing geçerli, yaygın, hakim olan, dominant, current, widespread, zıt anl.; unusual, rare
prevalence yaygınlık, etkinlik, sıklık, prevalans (bir hastalığın görülme oranı), predominance, pervasiveness, zıt anl.; rarity
prevalent 1) olagelen, yaygın, sıkça rastlanan, prevailing, common, current, widespread, zıt anl.; rare, uncommon; 2) hüküm süren, etkin, predominant, ruling
prevent (bir şey)’den alıkoymak, önlemek, önüne geçmek, engellemek, hinder, stop, zıt anl.; let, allow
preventable önlenebilir
prevention önleme, engelleme, avoidance, protection
previous önceki, eski, former, old, zıt anl.; latter, future, next
previously önceden, daha önceleri, earlier, formerly, zıt anl.; subsequently, in the future
prey av, game, zıt anl.; predator
pride oneself on (doing) smt bir şeyden / bir şey yapmaktan gurur / kibir duymak, (He prides himself on being a good singer.
primarily başlıca, öncelikle, aslında, esasen, initially, essentially, mainly, mostly
primary birincil, ana, temel, main, principle, zıt anl.; secondary, subordinate
prime 1) asıl, baş, başlıca, chief; 2) mükemmel, birinci kalite, perfect
primitive 1) basit, simple; 2) primitif, ilkel, uncivilised
principal müdür, okul müdürü, director, headmaster
principal (sıfat) başlıca, en önemli, ana, esas, main, major
principally esas olarak, mainly, chiefly
principle prensip, ilke
prior (to) önceden, önceki, preceding
priority öncelik, precedence, (In an emergency ward it is hard to decide who to give priority to.
privacy gizlilik, (özel dolap, kapalı banyo / tuvalet vs. gibi) kişinin bazı özel ihtiyaçlarını gizlilik içinde görebilme olanağı, (May I have some privacy, please?
private özel, hususi, zıt anl.; public
privilege ayrıcalık, concession
privileged ayrıcalıklı, imtiyazlı, advantaged, favoured, zıt anl.; underprivileged
probability olasılık, possibility
probably muhtemelen, olasılıkla
probe araştırmak, incelemek, investigate, explore
probe sonda (insansız, küçük uzay aracı)
problematic sorunlu, problemli
procedure işlemler sırası, yol, yöntem, prosedür (araştırma, tanı koyma, tedavi etme vb. amaçla uygulanan, belli bir yönteme dayalı işlem)
process süreç, procedure, progression
processing işleme, treating, working on
produce üretmek, generate, make
product ürün
production yapım, prodüksiyon, eser, yapıt
profit kar, zıt anl.; loss
profitable kârlı, kazançlı, rantabl, profit-making
profound derin, büyük, kapsamlı, deep, serious, intense, zıt anl.; superficial
profoundly derin, kuvvetli, deeply, thoroughly, zıt anl.; weakly, superficially
progress ilerlemek, gelişmek, advance
progress ilerleme, gelişme, advancement, development, zıt anl.; regress
progressively gittikçe, gitgide, gradually
prohibit yasaklamak, forbid, ban
prohibition yasak, ban
prolific üretken, verimli, doğurgan, productive, fruitful
prolong uzatmak, sürdürmek, extend, carry on, zıt anl.; shorten
prolonged uzun süreli
prominence ün, çarpıcı şey, şöhret, distinction, fame
prominent öne çıkan, dikkat çeken, ünlü, şeçkin, önemli, well-known, famed, remarkable, outstanding
promise (bir olguya) işaret etmek, (bir şeyin olacağını) vaat etmek, söz vermek, give one’s word
promise vaat, söz
promising umut verici, geleceği parlak, hopeful, bright, zıt anl.; discouraging, unfavourable, unpromising
promote desteklemek, geliştirmek, oluşmasına izin vermek, uygun ortam hazırlamak, (reklamla) tanıtmak, advocate, encourage, publicise, zıt anl.; impede, obstruct
prompt harekete geçir(t)mek, teşvik etmek, bring about, encourage
prompt (sıfat) çabuk, acele, speedy, rapid, zıt anl.; late, slow
promptly çabucak, hızla, kolayca, rapidly, easily, readily, zıt anl.; slowly, late
prone (to) eğilimli, yatkın, sensitive, susceptible, zıt anl.; immune, resistant
proof kanıt, delil, evidence
proper 1) doğru, uygun, münasip, olması gereken, correct, suitable, appropriate, right, zıt anl.; wrong, improper, (We are in the middle of an operation. This is not a proper moment for a joke.
properly doğru dürüst / düzgün, gerektiği gibi, uygun bir şekilde, doğru olarak, adam gibi, adequately, correctly, duly, zıt anl.; improperly, unduly, (He didn’t close the door properly, and the room got colder and colder in a few minutes.
property 1) (bir madde vs. için) özellik, nitelik, characteristic, feature; 2) mülkiyet, mal-mülk, belongings
proportion oran, orantı, nispet, percentage, zıt anl.; disproportion
proportional orantılı, (directly proportional
proposal öneri, teklif, evlenme teklifi, suggestion
propose 1) önermek, teklif etmek, ileri sürmek, recommend, offer, suggest, put forward, (The Minister proposed that tobacco advertising should be banned.
proposition öneri, teklif, suggestion
prospective müstakbel, olası, expected, likely, (a prospective mother
prosper gelişmek, zenginleşmek, flourish, thrive, develop
prosperity refah
prosperous başarılı, kazançlı, karlı, zengin, refah içinde, affluent, (He was born sixty-four years ago to a prosperous family.
protect korumak, kollamak, defend, keep safe, secure
protect against (bir şey / birisi)’ne karşı koru(n)mak
protection koruma, shelter, security
protocol 1) protokol (yapılacak bir iş ya da araştırma ya da işlem için hazırlanan ayrıntılı plan, izlenecek yöntem ve işlem sırası); 2) (tıpta) bir ilaç veya tedavi için uygulama planı
prove 1) (bir şey olduğu) ortaya çıkmak / anlaşılmak, (proved problematic
prove (smo) right (birisi)’ni haklı çıkarmak
prove useful yararlı olduğu ortaya çıkmak
provide (with) sağlamak, bulmak, temin etmek, supply, render, zıt anl.; withhold
provided that koşuluyla, şartıyla
public kamu, halk
publicity 1) aleniyet, herkesçe bilinme, şöhret; 2) reklam, propaganda, tanıtım, promotion, advertising
publish 1) ilan etmek, açıklamak; 2) yayımlamak, basmak
published açıklanmış, ilan edilmiş, yayınlanmış
pull apart ayırarak uzaklaştırmak
pull in toplamak, gather
pull through (bir bela veya hastalıktan) kurtulmak / kurtarmak, paçayı kurtarmak
pull up to / with (diğer bir yarışmacı vs.) ile aynı düzeye gelmek, (diğeri)’ni yakalamak
punishment ceza, cezalandırma, penalty
pure saf
pursue izlemek, peşine düşmek, aramak, (bir uğraşı) sürdürmek, chase, trail, seek, zıt anl.; give up, quit
push up yukarı çekmek / itmek, yükseltmek, raise, zıt anl.; push down, lower
put a stop bir son vermek, (kötü bir gidişe vs.) dur demek
put across etkili bir şekilde anlatmak / açıklamak / söylemek, convey, express
put ahead of (bir şey)’in önüne / ilerisine geçirmek
put emphasis on vurgulamak, emphasise, stress
put forward 1) önermek, öne çıkarmak, ileri sürmek, fikir ortaya atmak, assert, propose; 2) (tarihi, saati vs.) ileri almak
put into effect yürürlüğe koymak, put into force
put into force yürürlüğe koymak, put into effect
put into practise uygulamaya koymak / geçmek
put off 1) ertelemek, postpone; 2) (bir şey)’den soğutmak, tiksindirmek, repel
put on 1) (elbise vs.) giymek, wear; 2) (ışık vs.) açmak, turn on; 3) eklemek, add
put out 1) söndürmek, extinguish; 2) sinirlendirmek, upset
put over 1) başarılı / güzel bir şekilde ifade etmek / anlatmak, (bir şeyin) anlaşılmasını sağlamak, put across, (She is very good at putting her views over inmeetings.
put pressure on baskı yapmak, (bir şey yapmaya) zorlamak
put together (parçaları) bir araya getirerek üretmek, birleştirmek, toplamak
put up 1) (çadır vs.) kurmak, zıt anl.; take down; 2) (poster, ilan, not vs.) asmak, post; 3) (fiyatı) yükseltmek, arttırmak, increase, (Sales began to decline after they put up the prices.
put up with tahammül etmek, dayanmak, tolerate, (There are many inconveniences and pain that have to be put up with after you have undergone a major operation.
puzzle şaşır(t)mak, hayrete düş(ür)mek, confuse, baffle
puzzle over anlamaya / çözmeye çalışmak
puzzlingly şaşırtıcı, hayret verici, confusing, baffling
qualify (for) (bir iş) için gerekli niteliklere sahip olmak, hak kazanmak, be eligible (for)
quality kalite, nitelik, vasıf
quantity miktar, nicelik, amount
query sorgulamak, question
question 1) doğruluğundan kuşku duymak, sorgulamak, doubt, dispute; 2) tartışmak, argue
quit bırakmak, vazgeçmek, leave, give up, halt
quite 1) oldukça, pek, epey; 2) tamamen, (You are quite right.
race yarışmak
race yarış
radical radikal, kökten, esaslı, fundamental
radically alışılmışın çok dışında bir şekilde, extraordinarily
rage şiddetle devam etmek, storm, surge
raise 1) yükseltmek, arttırmak, elevate, increase, zıt anl.; lower, decrease; 2) (para) toplamak, collect, gather; 3) yetiştirmek, büyütmek, nurture, breed; 4) (soru) sormak
random rasgele, tesadüfi, haphazard, accidental, zıt anl.; systematic
randomly düzensiz olarak, rasgele, arbitrarily, zıt anl.; systematically
range (from . . . to . . .) 1) (bir şey ile) (başka bir şey arasında) değişmek, vary (between . . . and . . .); 2) dizmek, sıralamak, sınıflandırmak, rate, rank, classify
range 1) seri, dizi, sıra; 2) erim, menzil; 3) mutfak ocağı; 4) pek çok, farklı, variety
rank sırala(n)mak, (örn. bir listede) belli bir sırada olmak, (Harry Potter series rank first among the best-selling books of all-time.
rank above / below (birisi)’nden yüksek / aşağı rütbede / düzeyde olmak
rapid çabuk, hızlı, tez, quick, zıt anl.; slow
rapidly hızla, çabucak, quickly, fast, zıt anl.; slowly
rare nadir, az görülür / bulunur, uncommon, scarce, zıt anl.; common
rarely nadiren, barely, seldom, zıt anl.; often, frequently
rarity nadirlik, seyreklik, rareness, infrequency, zıt anl.; commonness, amplitude
rate 1) hız, sürat, pace; 2) oran, nispet
rather oldukça, epeyce, bir hayli, quite, somewhat
rather than (bir şey)’den çok / ziyade
ratio oran
raw ham, işlenmemiş
reach ulaşmak, varmak, arrive, come
react to (bir şey ya da bir kişi)’ye tepki göstermek, respond to, oppose
react with (bir şey) ile (kimyasal) tepkimeye girmek
readily çabucak, hızla, kolayca, hazırda / kolayda, zamanında, seve seve, promptly, willingly, rapidly, easily, zıt anl.; slowly, late, (These bacteria can be identified readily.
realize 1) farkına varmak; 2) gerçekleştirmek
rearrange yeniden düzenlemek, reorganize
reason sebep, neden, cause
reasonable 1) makul, mantıklı, fair, sound, logical, zıt anl.; unreasonable; 2) yeteri kadar, uygun miktarda / ölçüde, (All we need is a reasonable amount of land and sunlight to grow our vegetables.
reasonably makul oranda / düzeyde, oldukça, acceptably
rebuild yeniden yapmak / inşa etmek
recall anımsamak, hatırlamak, remember, zıt anl.; forget
receive 1) almak, pick up, take, zıt anl.; give, emit; 2) (bakım, ilgi vs.) görmek
recent (yakın geçmişten bahsederken) en son, en yakın / yeni, late, current, zıt anl.; past
recent finding en son bulgu
recently yakın zamanda, son zamanlarda, lately
recession (ekonomide) durgunluk
reckon sanmak, düşünmek, saymak, hesaplamak, think, calculate, (Do you reckon it is going to rain tomorrow?
recognise (as) (olarak) tanımak, remember, identify, distinguish, zıt anl.; forget
recognise 1) farkına varmak, realise, acknowledge, be aware of; 2) (resmi olarak) tanımak, varlığını kabul etmek
recognition kabul, onay, tanıma, popülarite, acceptance, approval, acknowledgement, zıt anl.; refusal, rejection
recommend tavsiye etmek, önermek, teklif etmek, ileri sürmek, offer, suggest
recommendation tavsiye, öneri, advice, suggestion, proposal
recommended tavsiye olunur / edilir, suggested
reconcile aralarını bulmak, uzlaş(tır)mak, harmonise, integrate, zıt anl.; alienate
reconsider tekrar ele almak, yeniden incelemek
record kaydetmek, kayda geçirmek
record 1) kayıt; 2) rekor
recover 1) iyileşmek, kendine gelmek, improve, get well, zıt anl.; deteriorate; 2) kurtarmak, geri kazanmak, salvage
recovery 1) (hastalıktan, yok olmaktan vs.) kurtulma, iyileşme, cure, remedy, healing, revival, zıt anl.; deterioration, worsening; 2) yeniden elde etme, telafi, retrieval
recreate yeniden yaratmak, reinstitute
recruit 1) asker toplamak, asker yazmak, enlist; 2) (bir iş için) eleman aramak, işe almak, employ
recur (hastalık, öksürük vs. için) nüksetmek, tekrarla(n)mak, happen again, repeat itself
recurrent yinelenen, tekrarlayan, repetitive, zıt anl.; single, unique
redistribute dağılımını değiştirmek, yeniden dağıtmak
reduce azal(t)mak, cut down, diminish, decrease, lower, zıt anl.; increase
reduction azal(t)ma, in(dir)me, indirim, decrease, zıt anl.; increase
re-establish yeniden kurmak, eski haline dön(dür)mek, restore
refer to 1) atıfta / göndermede bulunmak, direct to, guide; 2) söz etmek, bahsetmek, mention, bring up; 3) başvurmak, turn to, resort to; 4) (bir şey) ile ilgili olmak, be related to
refined 1) rafine, arıtılmış, processed, zıt anl.; coarse, crude; 2) ince, kibar, zarif
refit yeniden kullanıma hazır hale getirmek
reflect yansıtmak, göstermek, show, (The words of thematron clearly reflected concern over the patient’s situation.
reform reform, yenilik, improvement, revision
refrain (from) çekinmek, sakınmak, kendini tutmak, abstain (from), avoid, zıt anl.; give in, indulge
refreshed yenilenmiş, tazelenmiş, canlanmış, revitalized
refuse geri çevirmek, kabul etmemek, reddetmek, turn down, reject, zıt anl.; accept
regard ilgilen(dir)mek, dikkate almak, pay attention, consider
regard as saymak, gözüyle bakmak, (olduğuna) inanmak, (olarak) görmek / değerlendirmek, believe, deem, consider as, view as
regard with (şüphe, korku vs.) ile bakmak / yaklaşmak
regarding ile ilgili, with reference to, concerning, about
regardless of (bir şey)’e bakılmaksızın / bağlı olmaksızın, in spite of, without considering
regardless of the fact that. . . . . . gerçeğine bakılmaksızın, although, despite the fact that
regenerate yenilemek, yeniden oluş(tur)mak, iyileşmek, regrow
region yöre, bölge, alan, çevre, zone, area, location
regret pişmanlık duymak, esef etmek, feel sorry (about), repent, zıt anl.; welcome
regrettable üzüntü veren, pişmanlık uyandıran, unfortunate, pitiful, zıt anl.; desirable
regrettably ne yazık ki,maalesef, unfortunately
regular düzenli, tutarlı, istikrarlı, devamlı, consistent, steady, zıt anl.; irregular, unsteady, inconsistent
regulate denetim altında tutmak, düzene sokmak, düzenlemek, ayarlamak, monitor, adjust, arrange, zıt anl.; upset, confuse, mess up
regulation düzenleme, denetim, ayarlama, kontrol, işleyiş, çalışma, arrangement, monitoring, adjustment, zıt anl.; confusion, messing up
rehabilitate hasarını gidermek, rehabilite etmek, restore
reinforce desteklemek, takviye etmek, sağlamlaştırmak, güçlendirmek, pekiştirmek, strengthen, zıt anl.; weaken, (The final technical report of the accident reinforces the findings of initial investigations.
reiterate tekrarlamak, repeat
reject yadsımak, reddetmek, dismiss, refuse, deny, zıt anl.; accept
rejected reddedilmiş, geri çevrilmiş
relate 1) (olaylar, durumlar, insanlar) arasında bağlantı kurmak, connect, link; 2) (bir şey) ile ilgili olmak, have a connection with
related ilgili, bağlantılı, in connection, zıt anl.; unrelated
relating to (bir şey) ile ilgili olarak
relation bağlantı, ilişki, münasebet
relationship ilişki, ilinti
relative akraba
relative (sıfat) göreceli
relatively göreceli olarak, nispeten, comparatively
relax gevşemek, rahatlamak, loosen, zıt anl.; tighten up
relay aktarmak, nakletmek, pass on, transmit
release 1) salıvermek, kurtarmak, dışarı vermek, discharge, liberate, zıt anl.; detain, imprison; 2) (ilacı bedene) yaymak; 3) (haber, bildiri vs.) basıp yaymak, (film, albüm vs.) piyasaya çıkarmak, issue
release salma / salıverilme, dışarı verme, yayma, discharge
relentless 1) bitmez tükenmez, endless, (Her relentless efforts in the clinic were at last rewarded by a promotion.
reliability güvenilirlik, credibility
reliable güvenilir, emin, sağlam, trustworthy, dependable, zıt anl.; unreliable
reliably güvenilir bir biçimde, trustily, zıt anl.; unreliably
reliance güvenme, bel bağlama, dependence
reliant on (bir şey)’e güvenen / güvenir bir halde, bağımlı
relief 1) ferahlama, rahatlatma, alleviation; 2) yardım, help; 3) nöbeti devralan kişi
relieve 1) rahatlatmak, ferahlatmak, dindirmek, hafifletmek, yatıştırmak, azaltmak, alleviate, ease, comfort, zıt anl.; aggravate, intensify; 2) kurtarmak, rescue; 3) nöbeti devralmak
reluctance isteksizlik, gönülsüzlük, unwillingness, zıt anl.; keenness, (It was with reluctance that I accepted their invitation because I was too busy to attend any such occasion.
reluctant isteksiz, gönülsüz, unwilling, hesitant, uneager, zıt anl.; willing, eager
reluctantly isteksizce, gönülsüzce, unwillingly, zıt anl.; willingly, eagerly
rely on 1) (bir şey ya da bir kişi)‘ye güvenmek / itimat etmek / bel bağlamak / bağımlı olmak, depend on, entrust, zıt anl.; distrust; 2) (bir şey ya da birisi)’nin yardımıyla (bir işi) başarmak, (Today we rely on computers to perform innumerable tasks.
remain değişmeden kalmak, durumunu korumak, stay, zıt anl.; vary
remain awake uyanık kalmak, stay awake, zıt anl.; fall asleep
remains (çoğul kullanılır) 1) kalıntı(lar), arta kalan, harabe, ruin, leftover; 2) ceset, corpse, (His remains were never found.
remarkable dikkate değer, olağanüstü, notable, extraordinary, zıt anl.; ordinary
remarkably dikkate değer bir şekilde, belirgin bir şekilde, considerably, noticeably, zıt anl.; slightly
remedy çare, ilaç, deva, cure, relief
remote 1) uzak, distant, (His stories are too remote from everyday life.
remotely uzaktan, uzaktan kumanda ile, from a distance, zıt anl.; closely
removal yerini değiştirme, ortadan kaldırma
remove 1) ortadan kaldırmak, çıkarmak, take away, eliminate, zıt anl.; install; 2) (kabuk, kılçık vs. için) temizlemek, çıkarmak; 3) (vücuttan dışarı) atmak, çıkarmak
renew yenilemek, onarmak, re-establish, mend
renewable yenilenebilir
repair onarmak, düzeltmek, iyileştirmek
repay geri vermek, ödemek, return, pay back
repeat tekrarla(n)mak, yinele(n)mek, (Will you please repeat what I say?
repetitive yinelenen, tekrarlayan, recurrent, zıt anl.; single, unique
replace (bir başkası)’nın yerini almak / yerine geçmek, yenilemek, change, substitute, supplant
replace with (bir şeyi başka bir şey) ile değiştirmek, substitute
replacement replasman, yenileme, değiştirme, yerine koyma, yerini alma, yer değiştirme, substitution
replenish tekrar doldurmak
report rapor etmek, bildirmek
report 1) rapor; 2) karne; 3) haber
represent 1) temsil etmek, simgelemek, örneği olmak, act as; 2) göstermek, betimlemek, depict, display, correspond to
representation tasvir, betimleme
representative 1) örnek, tipik, exemplary, typical; 2) mümessil, temsilci
reproduce 1) kopyalamak, taklit etmek, imitate, redo, make more; 2) üremek, çoğalmak, yavrulamak, propagate
repulsive itici, tiksindirici, repellent, revolting
reputable saygın, respectable, esteemed, zıt anl.; disreputable
reputation ün, şöhret, nam, ad, credit, esteem
request talep etmek, demand, ask for
request istek, rica, dilek, demand
require (bir şey) istemek, (bir şey)’i gerektirmek, zorunlu kılmak, ask, call for, compel, oblige, demand
requirement gereksinim, ihtiyaç, talep, necessity, claim
research araştırma
researcher araştırmacı
resemblance benzerlik, similarity, zıt anl.; distinction
resemble benzemek, andırmak, look / be like, take after, zıt anl.; differ from
resent içerlemek
reshape yeniden şekillendirmek, alter
resident bir yerde oturan kimse, sakin, dweller, inhabitant
resist direnmek, karşı koymak, oppose, withstand, confront, zıt anl.; surrender, yield to
resistance direniş, karşı koyma, hindrance, opposition
resolution 1) karar, çözüm, decision; 2) çözünürlük (bilgisayar ekranı, fotoğraf makinesi gibi cihazların detayları görüntüleme kapasitesi)
resolve 1) çözmek, solve; 2) karar vermek, decide; 3) azalmak, iyiye gitmek, recover
resource kaynak, olanak, supply, means
respect 1) (kurala) uymak, obey; 2) itibar göstermek, regard highly
respectively sırasıyla, (birden fazla unsur için) her birinin ayrı ayrı (özelliklerinden bahsederken), (The cities of Basle and Brussles are in Switzerland and in Belgium respectively.
respond (to) karşılık vermek, tepki göstermek, react (to)
response yanıt, karşılık, tepki, reply, reaction
responsibility sorumluluk, yükümlülük, blame, liability, zıt anl.; immunity, exemption
responsible (for) (bir şeyden) sorumlu, (bir şeyin) sorumlusu, zıt anl.; irresponsible
rest 1) (‘the rest’ şeklinde kullanılır) geri kalan kısım; 2) dinlenme
rest on (bir şey)’e dayanmak, (bir şey)’den destek almak, (kökünü / temelini bir yerden) almak, üzerinde bulunmak, count on, depend on, be supported by
rest with (bir kişi)’nin sorumluluğunda olmak, be (under) the responsibility of
rested dinlenmiş, relaxed
restless hiç durmayan, huzursuz, hurried, uneasy, zıt anl.; calm, peaceful
restore restore etmek, eski haline döndürmek, fix, reestablish, reconstruct
restrain 1) dizginlemek, kontrol altına almak, control, zıt anl.; set free; 2) kısıtlamak, sınırlamak, suppress, zıt anl.; relieve
restraint kısıtlama, dizginleme, baskı, restriction, control, suppression, zıt anl.; relief, indulgence
restrict kısıtlamak, sınırlamak, limit, restrain, zıt anl.; broaden, enlarge
restricted 1) yasak, forbidden; 2) kısıtlı, sınırlı, limited, confined, zıt anl.; free, unlimited
restricted kısıtlı, sınırlı, yasaklanmış, yasak, limited, zıt anl.; free, unlimited, (The town is announced to be a restricted area barred to people and journalists without special authorisation.
restriction kısıtlama, limitation
restrictive kısıtlayıcı, sınırlayıcı, limiting
result from (bir şey)’den meydana gelmek / çıkmak / doğmak / kaynaklanmak, (bir şey)’in sonucu olmak, be caused by, come from
result in (bir şey) ile sonuçlanmak, (bir şey)’e yol açmak / neden olmak, cause
resulting sonuç olarak ortaya çıkan, sonuçtaki
resume yeniden başlamak, kalınan yerden devam etmek, continue, restart, carry on, zıt anl.; abandon, suspend
retain 1) tutmak, alıkoymak, muhafaza etmek, kendinde saklamak, sahip olmak, keep, hold, zıt anl.; give up, let go; 2) akılda tutmak, keep in (one’s) mind
return 1) geri dön(dür)mek, geri gitmek, go back; 2) geri verme, iade etme
return to the fore tekrar ön plana çıkmak
reveal göstermek, açığa vurmak, ortaya çıkarmak, tell, show, disclose, zıt anl.; conceal, hide
revenue gelir, kazanç, hasılat, income
reverse (pervaneyi vs.) ters yönde çalıştırmak, tornistan etmek, tersine / geri çevirmek, change to the contrary
reverse (sıfat) aksi, ters, geri, opposite, contrary, backward, zıt anl.; forward, parallel, same
reversible geri döndürülebilir, eski haline getirilebilir, zıt anl.; irreversible
review yeniden gözden geçirmek, yeniden incelemek, go over
revise gözden geçirip düzeltmek, modify
revision gözden geçirip düzeltme, modification
revival 1) yeniden canlanma, diriliş, uyanış; 2) (film, tiyatro oyunu için) geçmişte sahnelenmiş bir eseri (farklı oyuncular ve farklı yorum ile) yeniden sahneleme, remake
revolution devrim
reward ödül, prize, zıt anl.; punishment
rewarding doyurucu, tatmin edici, satisfactory
riches zenginlikler
rid of (bir şey)’den kurtarmak, free from, relieve
rid (oneself) of (kendini) (bir şey)’den kurtarmak, break free from
ridicule alay konusu etmek, gülünç duruma düşürmek
ridiculous gülünç, saçma, silly
right 1) hak, (Arabic women must stand up for their voting rights.
right across her tarafına, throughout, (The disease spread right across the country.
right away hemen, derhal, at once, immediately
rigid katı, sert, şekli bozulmayan, eğilip bükülmeyen, sağlam, dayanıklı, firm, zıt anl.; flexible, floppy, deformable
rigorous özenli, dikkatli, sıkı, kurallardan şaşmayan, strict, tight, zıt anl.; lax, relaxed
rise yükselmek, artmak, tırmanmak, increase, zıt anl.; decrease
risk-free tehlikesiz
risky riskli, unsafe, zıt anl.; safe
rival (birisi) ile rekabet etmek, (birisi) kadar iyi olmak, compete with
rival rakip, opponent, competitor
rivalry rekabet, competition
rob (of) yağma / talan etmek, elinden almak, çalmak, yoksun bırakmak, take, steal
rotate 1) (kendi ekseni veyamerkezi etrafında) dön(dür)mek; 2) (bir işi) sırayla yapmak
rough 1) kaba, takribi, approximate, zıt anl.; accurate, precise, exact; 2) zor, sıkıntılı; 3) engebeli
roughly kabaca, yaklaşık olarak, aşağı yukarı, approximately, about, more or less; zıt anl.; accurately, exactly
routine rutin, düzen (aynı işin / işlerin belli aralıklarla tekrar edilmesi)
ruin harap / perişan etmek, yıkmak, devastate, destroy, zıt anl.; restore, construct
ruin yıkım, yıkılma, çöküş, tahrip, downfall
ruined harabe halinde, yıkıntı halde, devastated, derelict, destroyed, zıt anl.; restored, reconstructed
rule out yok saymak, ortadan kaldırmak, devre dışı bırakmak, önlemek, meydan vermemek, engellemek, elemek, exclude, zıt anl.; include
run 1) işletmek, çalıştırmak, yönetmek, operate, manage; 2) (ilacı damarlara vs.) enjekte etmek
run about etrafta koş(uş)turmak
run away from (bir yer / birisi / bir şey)’den kaçmak, escape from
run down 1) kötülemek, aleyhinde konuşmak; 2) azal(t)mak, küçül(t)mek
run in a family bir aileye ait bir vasıf / özellik olmak, o ailede sıkça görülmek
run out (of) 1) yit(ir)mek, bit(ir)mek, tükenmek, tüketmek, exhaust, use up, deplete, (I am afraid we have run out of antibiotics.
rural kırsal, taşra, köy hayatına ait, kentsel olmayan, zıt anl.; urban
rush 1) koşarak gitmek, acele et(tir)mek, hurry, zıt anl.; delay, linger; 2) saldırmak, hızla akmak
rush koşuşturma, acele etme
sacrifice feda etmek, give up, forfeit
sad üzgün, üzücü, depressed, depressing, zıt anl.; cheerful
safe emniyetli, güvenli, secure, harmless, zıt anl.; dangerous, hazardous
safely güvenli bir şekilde
safety emniyet, güvenlik, security, refuge, zıt anl.; danger, hazard
sample denemek, try
sample örnek, numune, example, specimen
sane aklı başında, zihinsel bir hastalığı olmayan, zıt anl.; insane
satisfactorily tatmin edici bir şekilde, adequately, zıt anl.; unsatisfactorily, poorly
satisfactory doyurucu, tatmin edici, rewarding, acceptable, adequate, zıt anl.; unsatisfactory, poor
save up bir süre içinde yavaş yavaş biriktirmek
scale ölçek, derece, skala
scant sınırlı, yetersiz, az, limited, inadequate, zıt anl.; abundant, ample
scarce az bulunur, kıt, rare, scant
scarcely nadiren, güçlükle, çok az, barely, hardly, zıt anl.; enough, sufficiently, (She is not a friend of mine. I scarcely know her.
scattered (oraya buraya) dağılmış, yayılmış, dispersed
scene manzara, görüntü, sahne, olay, sight
sceptically kuşkucu bir şekilde, suspiciously
schedule program, tarife, ders programı
scheme hareket planı, proje, düzen, tertip, strategy, (If one scheme of happiness fails, human nature turns to another.
scientific bilimsel
scope 1) kapsam, saha, alan, faaliyet alanı, range, extent; 2) fırsat, olanak
score puan
season sezon, mevsim, dönem, period
secondary ikinci derecede, sekonder, ikincil, tali, subordinate, subsidiary, zıt anl.; fundamental, essential, primary
secret sır, gizem, esrar
section kısım, kesim, parça, dilim, kesit, part
secure güvence altına almak, ele geçirmek, sağlamak, ensure
security güvenlik, protection
seek 1) (bir şey yapma)’ya çalışmak, try (to); 2) aramak, araştırmak, peşine düşmek, inquire, look for, pursue
seek to do smt bir şey yapmaya çabalamak, bir şey yapmak için uğraşmak
seem to (bir şey yapar) gibi görünmek, (bir şey) olduğu anlaşılmak, appear to
seem to be gibi görünmek, appear to be
seemingly görünüşe göre, apparently
segment parça, bölüm, kısım, kesim, dilim
seize tutmak, yakalamak, el koymak, ele geçirmek, grab, catch, get, take, take over, zıt anl.; give up, release, free
seldom nadiren, pek az, seyrek, rarely, zıt anl.; often
selection seçim, seçme şeyler bütünü, seçki, collection
self-confidence kendine güven
self-sufficient kendine yeterli, zıt anl.; dependent
send for (birisi)’ni çağırtmak, (bir şey) getirtmek, summon
sensation 1) duyu, duygu, duyarlık, feeling, emotion; 2) heyecan uyandıran olay, sansasyon
sense of humour espri / mizah anlayışı
sensibility ayırt etme yetisi, duyarlılık
sensible mantıklı, akla uygun, aklı başında, realistic, rational, zıt anl.; foolish, insensible
sensibly mantıklı bir şekilde, akıllıca, reasonably, zıt anl.; foolishly
sensitive duygulu, duyarlı, hassas, alıngan, emotional, delicate, zıt anl.; insensitive, thickskinned
sensitively duyarlı şekilde, hassas biçimde, sympathetically
sensitivity duyarlılık, hassasiyet, responsiveness, zıt anl.; insensitivity
sentiment duygu, düşünce, emotion, opinion
separate ayırmak, birbirinden uzaklaştırmak, bölmek, zıt anl.; unify
separate (birbirinden) ayrı, bağımsız, farklı, unconnected, unrelated, zıt anl.; united
separation ayrılma, ayırma, birbirinden uzaklaştırma, break-up, split, zıt anl.; unification
sequence ardışıklık, sıra, dizi, sekans, (The paintings of the artist are exhibited in a chronological sequence.
serious ciddi, önemli, significant
seriously önemli ölçüde, ciddi miktarda
serve (to) (bir şey)’e faydası olmak / hizmet etmek, cevap vermek, perform
serve as görevini görmek, (bir şey)’e yaramak, …olarak hizmet etmek
serve to (bir şey)’e yaramak
set 1) ayarlamak, yerleştirmek; 2) (ateş için) yakmak
set seri, dizi
set a good example iyi örnek olmak, iyi bir örnek oluşturmak
set aside 1) bir tarafa koymak, kenara bırakmak; 2) feshetmek, iptal etmek
set back (ilerlemesini) geciktirmek, geriye atmak, delay
set in 1) (hastalık vs. için) kalıcı hale gelmek, yerleşmek, develop, become, established; 2) yerine otur(t)mak, yerleş(tir)mek, fit into, fix in
set off 1) çalıştırmak, başlatmak, start; 2) (bir işe) girişmek; 3) yola çıkmak
set out başlamak, yola koyulmak, girişmek, embark (on), start, begin, commence, leave, set off, zıt anl.; stay, halt
set up (sistem, bina vs.) kurmak, dikmek, inşa etmek, institute, erect, build, found, zıt anl.; destroy, demolish, abolish
setback aksama, başarısızlık, misfortune, disappointment, zıt anl.; breakthrough
settle 1) (bir yere) yerleş(tir)mek, iskân etmek, dwell, inhabit; 2) halletmek, çözmek, karara varmak / bağlamak, conclude, resolve
settle down 1) (bir yere) yerleşmek / yerleşmeyi tamamlamak; 2) uslanmak, yola gelmek, sakinleşmek, calm
settlement 1) yerleşim yeri, community; 2) ödeme, payment
several ikiden çok, çok, pek çok, many, various
severe sert, katı, şiddetli, ciddi, firm, hard, rigid, serious, difficult, zıt anl.; soft, mild
severely sertçe, şiddetle, harshly, sharply, zıt anl.; softly, leniently
severity sertlik, şiddet, ciddiyet, harshness, seriousness
shake sarsmak, sallamak
share paylaşmak
share 1) kısım, kesim; 2) pay
share in pay sahibi olmak, rol almak, participate in
sharply 1) sertçe, harshly, sternly, zıt anl.; lightly, gently; 2) keskin bir şekilde, aniden büyük miktarda
shed 1) (yaprak, gözyaşı, tüy vs.) dökmek; 2) (bir şey)’i aydınlatmak (bilgi vermek); 3) (ışık vs.) yaymak, diffuse; 4) (bir şey)’den kurtulmak, üstünden atmak
shed light on (bir olay vs.)’yi aydınlatmak, (bir olay)’a ışık tutmak
shelter 1) korumak, örtmek, cover; 2) sığınmak, take refuge (in)
shelter sığınak, barınak, korunak
sheltered korunmuş, korunaklı
shield korumak, siper olmak, protect
shift kaymak, yönelmek, değişmek, switch, alter
shift from …to . . . (bir şey)’den (bir şey)’e kaymak, yön değiştirmek, sapmak, switch from . . . to . .
shortage eksiklik, kıtlık, deficiency, scarcity, zıt anl.; abundance
short-term kısa vadeli / süreli, yakın zamanlı, zıt anl.; long-term
show off gösteriş yapmak, caka satmak
show up 1) gözükmek, meydana / ortaya çıkmak, appear, zıt anl.; disappear; 2) (bir toplantı vs.)’ye gelmek / katılmak, attend
shrink 1) (kumaş vs. için) çekmek, contract; 2) azal(t)mak, değeri(ni) azal(t)mak, diminish
sick hasta, rahatsız
side effect yan etki, adverse effect
side with (bir şey / birisi)’nin tarafını tutmak / yanında yer almak
sight görüş, görme yetisi, manzara, vision, scene
sign işaret, belirti, gösterge, signal, indication
signal (bir olayın) sinyalini vermek, habercisi olmak, indicate, signify
significance önem, importance
significant kayda / dikkate değer, önemli, considerable, important, zıt anl.; insignificant, unimportant, (Meat offers a significant amount of protein.
significantly epeyce, oldukça, önemli ölçüde, büyük oranda, considerably, substantially, zıt anl.; slightly, insignificantly
signify 1) göstermek, belirtmek, show; 2) anlamına gelmek, mean, stand for
similar (to) yakın, benzer, akin (to), alike, zıt anl.; different
similarity benzerlik, resemblance, zıt anl.; distinction
similarly keza, bunun gibi, benzer şekilde, likewise
simple sade, basit, easy, uncomplicated, elementary, zıt anl.; complicated, difficult
simplistic (gerçekçi olmayan ve aşırı bir şekilde) basite indirgenmiş, dar kapsamlı, zıt anl.; comprehensive
simultaneously aynı anda (olan / yapılan), eşzamanlı, concurrently, synchronically, zıt anl.; consecutively
sincere içten, samimi, açık yürekli, frank, genuine, zıt anl.; insincere, false
single tek, bir, one, sole
singly tek başına, individually
sink 1) (değer, seviye vs. için) azalmak, decrease; 2) batmak
site 1) yer, yerleşim; 2) sit alanı; 3) inşaat sahası, şantiye; 4) bölge, bölüm, location
situation durum, vaziyet, state of affairs
skill ustalık, hüner, beceri, expertise, ability
skilled yetenekli,marifetli, ehil
slave köle, esir, zıt anl.; master
slavery kölelik
slight ufak ve ince yapılı, küçük
slightly az miktarda, yüzeysel, bir parça, a little, insignificantly, zıt anl.; immensely
smart zeki, yetenekli, işlevsel, brilliant
smoothly pürüzsüzce, sorunsuzca
so as to (bir şey) yapabilmek için / yapacak şekilde, in order to
so far şimdiye kadar, bugüne dek, şu ana kadar, up to now, (up) until now, to date
so far as kadar, kadarıyla, as far as, (So far as I am concerned. . .
so long as sürece, müddetçe, as long as
so that öyle ki …, . . . mek / . . . mak için, in order that
so-called 1) sözde, (It was one of his so-called friends who supplied him with the drugs that killed him.
society dernek, topluluk, toplum
soil toprak(lar)
sole yalnız, tek, yegane, only
solely sadece, yalnızca, tek başına, only, just, merely
solid (sıfat) 1) katı; 2) sağlam, güvenilir, sound, reliable, zıt anl.; unreliable; 3) bütün
solitary yalnız, tek başına, lonely
some 1) bazı; 2) yaklaşık; 3) tam, certain, particular
somehow bir şekilde, her nasılsa, bir yolunu bulup, nedense, in some way, for some reason, (Her recovery has somehow encouraged others who are suffering from the same ailment.
somewhat biraz, bir dereceye kadar
sooner or later er (ya da) geç
sophisticated ileri düzeyde, gelişmiş, komplike, rafine, ince zevk sahiplerine hitap eden, advanced, elaborated, refined, complex, zıt anl.; simple, naive
sort out 1) düzenlemek, sınıflandırmak, classify; 2) (sorun vs.) çözmek, yoluna koymak, settle, solve
sound 1) sağlam, sağlıklı, esaslı, güvenilir, solid, healthy, reliable, safe, secure, zıt anl.; unhealthy, unreliable; 2) makul, akla yakın, mantıklı, reasonable, intelligent, fair
source kaynak, köken, origin, root, supply
spare kıymamak, (tatsız bir şeyden) kurtarmak, relieve / save (from)
sparingly tutumlu bir şekilde, thriftily, zıt anl.; extravagantly
sparsely seyrek bir şekilde, zıt anl.; densely
species (hem tekil hem çoğul) cins, tür
specific belirli, distinct, particular, zıt anl.; general
spectacular muhteşem, harika, görkemli, wonderful, astonishing
speculate (elde yeterli veri olmadan bir şey hakkında) fikir yürütmek, spekülasyon yapmak
speculation spekülasyon (kaynağı belli olmayan ve / veya dayanağı güçlü olmayan iddia), (borsa, ticari değer vs. için) spekülasyon, tahmin
speed up hızlandırmak, çabuklaştırmak, accelerate, zıt anl.; delay, retard
split (into) (ikiye, üçe, gruplara vs.) böl(ün)mek / ayırmak / ayrılmak, break up (into), divide (into), zıt anl.; join, come / bring together
spoil boz(ul)mak, berbat etmek / olmak, ruin, impair, zıt anl.; enhance, help
spontaneously aynı anda
spot seçmek, görmek, (yerini) bulmak, detect, locate
spot bölge, nokta, (küçük) yer
spread yay(ıl)mak, yaygınlaşmak, dağılmak, kaplamak, istila etmek, bürümek, sarmak, (duvara boya, ekmeğe reçel vs.) sürmek, disperse, disseminate, circulate, expand, zıt anl.; shrink
spread yay(ıl)ma, yaygınlaşma, expansion, zıt anl.; reduction
spring up türemek, birdenbiremeydana gelmek, emerge, zıt anl.; disappear, fade
spur mahmuzlamak, dürtüklemek, teşvik etmek, incite, trigger
stabilisation sabitlenme, dengelenme, steadiness, zıt anl.; variation
stabilize sabitle(n)mek, dengele(n)mek, otur(t)mak, settle, balance
stable tutarlı, istikrarlı, kararlı, sabit, değişmeyen, devamlı, sağlam, steady, consistent, zıt anl.; unstable, unsteady, shaky, variable
stage aşama, evre, safha, phase
stance tutum, duruş, attitude, approach
stand a chance şansı olmak
stand for simgelemek, yerine geçmek, signify, represent
standardize standartlaştırmak
standstill durma noktası
start off başlamak, başlangıç yapmak, begin, set off, zıt anl.; finish, end
startling çok şaşırtıcı, astonishing, amazing, zıt anl.; ordinary, dull
starvation şiddetli açlık, açlıktan ölme / öleyazma, starving
starve aç bırakmak / kalmak, açlık çek(tir)mek, açlıktan ölmek
starve to death açlıktan ölmek
starving açlık çeken, açlık çekme
state belirtmek, ifade etmek, express
state 1) devlet; 2) hal, durum, form
statement 1) belge, döküman; 2) demeç, beyanat; 3) ifade, expression
stature 1) başarı sonucu kazanılmış önem, ün; 2) boy, pos, endam
status statü, durum, düzey, vaziyet
stay kalmak
steadily tutarlı / istikrarlı / devamlı bir şekilde, invariably, regularly, zıt anl.; falteringly, unsteadily
steady tutarlı, istikrarlı, sabit, değişmeyen, devamlı, sağlam, stable, consistent, zıt anl.; unsteady, shaky, (There has been a steady improvement in her condition.
stem (bitki için) sap, beyin sapı
stem from (bir şey)’den gelmek / kaynaklanmak, originate from
step önlem, tedbir, measure
step up arttırmak, çoğaltmak, hızlandırmak, speed up, (The police step up security at airports
stiffness sağlamlık, dayanıklılık, sertlik, firmness, rigidness
stifle boğmak, bastırmak, gelişmesini engellemek, choke, prevent, suppress
still 1) dingin, durgun, hareketsiz, sessiz, calm, stable, silent, zıt anl.; active; 2) yine de, hala, even now, nevertheless
stimulate uyarmak, teşvik etmek, excite, inspire, motivate, spur, zıt anl.; discourage
stimulation uyarma, teşvik, harekete geçirme, encouragement
stimulator uyarıcı, teşvik eden şey, motivator
stipulate şart koşmak, condition, specify
storage depolama
store (away / up) saklamak, muhafaza etmek, depolamak
storm fırtına
straightforward 1) basit, kolay, simple, zıt anl.; complicated; 2) apaçık, gizlisi saklısı olmayan, açık sözlü, candid, zıt anl.; evasive
strain 1) germek, gerginleştirmek, aşırı gerilme, zorlanma, stress, stretch, zıt anl.; relax; 2) (kendini) zorlamak, çok gayret etmek, strive, struggle, zıt anl.; unstrain
strain 1) gerginlik, tension; 2) stres, stress; 3) suş (benzer gruplarla arasında küçük farklar bulunan, belli bir türe bağlı bir organizma grubu)
strained gergin, stressed
strength güç, dayanıklılık, power, zıt anl.; weakness
strengthen güçlendirmek, sağlamlaştırmak, geliştirmek, reinforce, invigorate, support, zıt anl.; weaken, undermine
stress vurgulamak, altını çizmek, emphasise, underline
stressful gerginlik yaratan, stresli, demanding
stretch (along) (boyunca) uzanmak
strict 1) tam, birebir, exact; 2) sert, katı, sıkı, kurallara tam olarak uyan, tight, rigorous, zıt anl.; lax, relaxed
strictly tartışmasızca, tamamen, katı bir şekilde, exclusively, entirely, (obey the rules strictly
striking göze çarpan, dikkat çeken, göz kamaştıran, astonishing, outstanding, zıt anl.; ordinary
stringent sert, sıkı, strict
structural yapısal, temel
structure yapı
struggle çabalamak, uğraşmak, mücadele etmek
study araştırma, çalışma
subject 1) denek, kobay; 2) konu, mevzu
subject to (bir şey)’e maruz bırakmak, (bir şey)’in etkilerine açık bırakmak, expose to
submit 1) arz etmek, sunmak, present; 2) boyun eğmek, teslim olmak, surrender
subsequent sonraki, sonra gelen, (zaman ya da sıra olarak öncekini) takip eden, (Those explosions must have been subsequent to our departure, because we did not hear anything.
subsequently sonraları, daha sonra, afterwards, zıt anl.; previously
subsidize sübvansiyon yoluyla desteklemek, sübvanse etmek, (kısmen) finanse etmek, (Commonly subsidized fields include agriculture, housing and regional development.
subsidy sübvansiyon, mali yardım / destek
substance 1) madde, material, entity; 2) öz, esas, asıl anlam, essence
substantial önemli, bol, epey, (zaman için) uzun, important, ample, significant, large, zıt anl.; small
substantially önemli ölçüde, oldukça çok, considerably, (The new tax legislation will substantially change our buying habits.
substitute yerine koymak, ikame etmek, exchange, replace
substitute (bir şeyin veya kişinin) yerine geçen, yedek, replacement, reserve, (Only art can be a substitute for nature.
subtle ince, narin, fark edilmesi zor, incelikli, delicate, insidious
successfully başarılı şekilde, effectively
successive peş peşe, art arda, consecutive, zıt anl.; interrupted
successively peş peşe / üst üste / arka arkaya gelen / olan, consecutively
such as …gibi, like
suddenly aniden, birdenbire, abruptly, zıt anl.; step-by-step, progressively
suffer from (bir hastalık, problem vs.)’den muzdarip olmak, sıkıntısını çekmek, (bir şey)’den zarar görmek
sufficient yeterli, enough, adequate, zıt anl.; insufficient, inadequate
sufficiently yeterince, enough, adequately, zıt anl.; insufficiently
suggest 1) ileri / öne sürmek, önermek, advise, propose, offer; 2) izlenimini bırakmak, hissini vermek, akla getirmek, indicate, imply
suggestion öneri, ileri sürülen fikir, advice, proposal
suggestive (of) (bir düşünceyi) akla getiren (şey), (His behaviour was suggestive of a cultured man.
suit uygun gelmek / düşmek, (bir şey ya da birisi)’ne göre olmak, be appropriate (for), fit in (to)
suitable uygun, yerinde, appropriate, proper, zıt anl.; inappropriate, unsuitable
suitably uygun bir şekilde, gereği gibi, appropriately
summarise özetlemek
superficial 1) derin olmayan, yüzeysel, shallow, external, zıt anl.; deep, profound; 2) sahte, özensiz, gelişigüzel, false, inattentive, zıt anl.; genuine
superficially yüzeysel olarak, lightly, partially, zıt anl.; profoundly, thoroughly
superior üstün nitelikli, kaliteli, üstün, better, highclass, zıt anl.; inferior, worse
superiority üstünlük, dominance, supremacy, zıt anl.; inferiority
supervision gözetim ve denetim, superintendence, administration
supplement ek, tamamlayıcı şey, additive, complement
supplementary tamamlayıcı, tali, secondary
supplies erzak, malzeme
supply sağlamak, bulmak, temin etmek, tedarik etmek, provide (with), render, zıt anl.; withhold
supply arz, stok, rezerv, stock, reserve, zıt anl.; demand
support desteklemek, arka çıkmak
support destek (verme), besleme, katkı
supporter (bir kişiyi / görüşü vs.) destekleyen kimse, destekçi, taraftar, admirer
supportive destekleyici, helpful, encouraging, zıt anl.; unhelpful
suppose sanmak, tahmin etmek, varsaymak, believe, presume, think
supposed gerçekleştiği / gerçek olduğu varsayılan, gerçek kabul edilen
suppress bastırmak, durdurmak, çıkmasını önlemek, restrain, withhold, zıt anl.; encourage
sure emin, kesin, garantili
surely elbette, muhakkak, for certain, for sure
surface yüzey
surge aniden yükselmek, soar, climb
surgery ameliyat, cerrahi
surpass geçmek, geride bırakmak, aşmak, exceed, overweigh, zıt anl.; fall behind
surplus fazlalık, artakalan miktar, herhangi bir şeyin fazlası, excess, zıt anl.; shortage
surprise şaşırtmak, hayrete düşürmek
surprising şaşırtıcı
surprisingly şaşırtıcı bir şekilde, intriguingly
surround çevrelemek, çevirmek, kuşatmak, etrafında yer almak, enclose, border
surrounding çevresindeki, etrafındaki, encircling
surroundings çevre, muhit, ortam, environment
survey inceleme / araştırma yapmak, etüt etmek, examine, observe
survey anket, inceleme, genel bakış, inquiry, scrutiny, scan, review
survival sağ kalma, yaşamı sürdürme
survive ayakta / sağ kalmak, var olmayı / yaşamayı sürdürebilmek, live on, remain, zıt anl.; perish, die
survivor (bir kaza, afet vs. sonrası) sağ kalan, kurtulan (kişi)
susceptibility (to) dirençsizlik, kolay hedef olma, yatkınlık, vulnerability (to)
susceptible (to) kolaylıkla etkilenen, dirençsiz, vulnerable (to), nonresistant (to); zıt anl.; resistant (to)
suspect şüphelenmek, kuşku duymak, have doubt, zıt anl.; know
suspected (varolduğundan) şüphelenilen
suspend 1) asmak, asılı durmak, hang, (He was suspended from the ceiling by his feet and beaten gravely by metal bars.
suspicion şüphe, kuşku, doubt, distrust, zıt anl.; trust
suspicious kuşkulu, şüpheli, doubtful, zıt anl.; trustworthy
sustain sürdürmek, belli bir sıklıkla ve ara vermeden yapmak, devamını sağlamak, devam ettirmek, keep up, maintain
sustainable 1) çabuk tükenmeyen, kolay bulunur; 2) sürdürülebilir, maintainable
sustained sürdürülen; belli bir sıklıkla, ara vermeden yapılan, maintained, continued, constant, zıt anl.; temporary
swell şişmek, kabarmak, expand, zıt anl.; contract
switch off (elektrik, lamba, düğme, gaz vs. için) kapatmak, turn off, zıt anl.; switch on, turn on
tackle (bir sorunu) ele almak, çözmeye çalışmak, deal with, work on, zıt anl.; avoid
take 1) (bakış, yaklaşım vs.) sahibi olmak / içerisinde olmak, ele almak; 2) (form, şekil vs.) almak; 3) (zaman) sürmek, last; 4) (bir yere) götürmek
take a look at bakmak, gözden geçirmek
take action harekete geçmek, önlem almak, intervene
take advantage of (bir şey)’den faydalanmak / istifade etmek / yararlanmak, zaafından yararlanmak, istismar etmek, capitalise, benefit, make use of, (She took advantage of her father’s absence to meet her lover.
take after 1) (birisine fiziki olarak) benzemek, resemble; 2) (birisi gibi) davranmak, do as one does, zıt anl.; differ from
take away elinden almak, alıp götürmek
take back 1) (bir sözü, malı vs.) geri almak, retract; 2) anılara götürmek, bring back
take care of gözetmek, bakmak, attend (to)
take down 1) sökmek, parçalara ayırmak, dismantle; 2) gururunu kırmak
take effect geçerli olmak, yürürlüğe girmek, come into force, go into effect, zıt anl.; annul, repeal
take effort çaba gerektirmek
take for granted doğal karşılamak, olmuş farz etmek, öyle varsaymak
take hold of (bir yer)’e yerleşmek, (bir yer)’i eline geçirmek
take in 1) kandırmak, fool; 2) almak, kazanmak, girdi sağlamak, gain
take into account dikkate almak, hesaba katmak, göz önünde tutmak, allow for, take into consideration
take into consideration dikkate almak, göz önünde bulundurmak, keep in mind, take into account
take kindly to (bir şey ya da kişi)’den hoşlanmaya başlamak
take measures önlem / tedbir almak, take precautions
take no time çok kısa sürmek, hiç vakit almamak
take off 1) (kıyafet vs. için) çıkarmak, zıt anl.; put on; 2) (uçak için) havalanmak, zıt anl.; land
take office (idari) göreve başlamak, makamın başına geçmek
take on 1) girişmek, (The surgeon decided to take on amore radical intervention.
take one’s time acele etmemek, (bir şeye) yeterli vakit ayırmak
take over 1) (bir şeyin) yerini almak / yerine geçmek, replace, supersede; 2) (yönetimi, nöbeti vs.) devralmak, assume; 3) egemen olmak, predominate, zıt anl.; abandon, obey
take part in (bir şey)’e katılmak, (bir şey)’de yer almak, participate in, join in (to)
take place olmak, yer almak, meydana gelmek, occur, happen
take precedence başta / önce gelmek, öncelikli olmak, come first, be prior to, zıt anl.; be secondary to
take pride in (bir şey)’den gurur duymak
take seriously ciddiye almak
take so long çok uzun sürmek
take steps 1) önlem / tedbir almak; 2) girişimde bulunmak, (belli bir hedefe yönelik olarak) adımlar atmak
take things easy aldırmamak, dert etmemek, (take it easy
take time zaman almak
take to 1) alışkanlık edinmek, hoşlanmaya başlamak, düzenli olarak bir işi (hobi, spor vs.) yapmaya başlamak; 2) kaçmak ve (bir yerde) saklanmak
take up 1) ele almak, başlamak, start; 2) (gaz, sıvı) tutmak, içine almak, absorb; 3) (süre) doldurmak, kullanmak, (zaman) almak
takeover devralma
talented kabiliyetli, yetenekli, gifted, skilled
tangible elle tutulur, somut, real, concrete, zıt anl.; intangible, conceptual, abstract
target hedeflemek, hedef almak, amaçlamak, aim (at), (The company has targeted adults as its primary customers.
target 1) hedef, amaç, goal, aim; 2) kurban, victim
task iş, görev, ödev, job, duty, work
taste tat
tax vergi
tear yırtmak, kuvvetle çekerek parçalamak
tear gözyaşı
temperament mizaç, huy, tabiat, yaradılış, disposition
temporarily geçici olarak, for the time being, zıt anl.; permanently, (In the postoperative period, the case temporarily lost his vision.
temporary geçici, kesin olmayan, interim, provisional, transitory, zıt anl.; permanent
tempt (to) ayartmak, kandırmak, imrendirmek, cezbetmek, lure (into), charm
tend (to) eğiliminde olmak, be disposed (to), be likely (to)
tendency eğilim, inclination
tense gergin, stressed, zıt anl.; relaxed
tension gerilme kuvveti, gerilim, gerginlik, stress, strain, zıt anl.; calmness, relaxation
terrible berbat, korkunç, horrible, awful, zıt anl.; beautiful, nice
terribly son derece, awfully
test for (bir yeteneği / özelliği ortaya çıkarma amacı ile) test etmek
than ever hiç olmadığı kadar
thanks to sayesinde, owing to, (Thanks to the nurse’s patient explanations, we now know what to do in this huge medical centre.
that is öyle ki…, bu demek ki…, yani
the rest geri kalan, gerisi
theme tema
then o zaman
theoretically teorik / kuramsal olarak, zıt anl.; in practice
theorize teori üretmek, kuram ortaya koymak
therapeutic tedavi amaçlı
there is no point (in) hiçbir mantığı yok, tamamen amaçsız / gereksiz
these days bu günlerde, nowadays
thorough tam, baştan aşağı, complete, whole, zıt anl.; partial
thoroughly tam olarak, tamamen, baştan aşağı, completely, wholly, entirely, zıt anl.; partially
thoughtful düşünceli, saygılı
threat tehdit, warning, menace
threaten tehdit etmek, gözdağı vermek, warn, jeopardise, zıt anl.; relieve, protect
threshold eşik, giriş, başlangıç, limit, opening, beginning, limit
thrilling heyecan verici, ürpertici, hayret verici
thrive istikrarlı bir şekilde büyümek, gelişmek, prosper, flourish
thriving istikrarlı bir şekilde büyüyen / gelişen, prosperous
through 1) (bir kişi ya da şey) aracılığı ile / vasıtası ile / sayesinde, by means of, by, thanks to, via; 2) (bir şeyin / bir yerin) içinden / arasından
throughout 1) her yerinde, (bir şeyin) tamamında, around, all over; 2) baştanbaşa, boyunca, bir uçtan diğerine, end-to-end, all through
throw light on / upon aydınlatmak, açıklığa kavuşturmak, clarify, explain
thus böylece, bu yolla, bu nedenle, therefore, hence
thus far şimdiye kadar, so far
tied to (bir şey)’e bağlı, (bir şey) ile yakından ilişkili, attached to, zıt anl.; independent from
tighten up sıkılaştırmak
till then o zamana kadar
time-consuming zaman alıcı
timely uygun zamanda, vakitli, zamanında
tiny küçücük, minicik, minuscule, zıt anl.; enormous, huge
tireless bitmez tükenmez, yorulmak bilmez, energetic, vigorous, zıt anl.; weary, worn out
tissue doku
to a certain extent bir yere / dereceye kadar, to some extent
to a great extent büyük miktarda, büyük oranda, to a large extent
to a large extent büyük miktarda, büyük oranda, to a great extent
to date bugüne kadar, so far, until now
to one’s surprise (bir kişi için) şaşırtıcı şekilde, (To my surprise…
to some extent belli bir dereceye kadar, bir yere kadar, to a certain extent
to start with 1) ilk, evvela, ilk önce, to begin with, firstly; 2) örneğin, for instance
to such an extent that o kadar ki, o derece ki
to tell the truth doğruyu söylemek gerekirse, aslına bakarsanız, in fact
to the contrary tersine, aksine
to this day bugüne dek / bugüne kadar, hala, even today
to what extent ne derece, nereye kadar
tolerate 1) hoş görmek, müsamaha etmek, allow; 2) katlanmak, dayanmak, endure, bear
top (bir değer)’in üzerine çıkmak, (bir rakibi, değeri vs.) geçmek, başa geçmek
topic konu, mevzu, issue
torture işkence
tough zorlu, sıkı, zahmetli, hard, laborious
trace (ipuçları vs.) izleyerek saptamak / bulmak, track, trail
trace iz, belirti
trace back geriye / eskiye doğru izini sürmek / bulmak
track 1) izlemek, iz sürmek, izini takip etmek, follow, pursue, trail; 2) kaydını tutmak, record, follow
track down izleyip bulmak / yakalamak, pursue
trade ticaret, commerce
trading ticaret
tradition gelenek, adet, custom, convention
traditional geleneksel, conventional
traditionally geleneksel olarak, conventionally
train eğitim vermek, eğitmek, instruct
trait özellik
transaction işlem, action, deed
transform into (bir şey)’e dönüş(tür)mek, değiş(tir)mek, change into, convert to / into, zıt anl.; preserve
transient gelip geçici, transitory, zıt anl.; permanent
transmit (hastalık) bulaştırmak, iletmek, aktarmak, carry, convey
transport (bir yerden) (başka bir yere) götürmek, taşımak, nakletmek, move
transportation taşıma, nakliye
travel seyahat etmek, yolculuk etmek
treasure 1) hazine, define; 2) çok değerli / önemli şey
treat 1) davranmak, muamele etmek, behave, act; 2) tedavi etmek, cure
treatment 1) tedavi, cure, remedy; 2) işleme, muamele, işlem
treaty antlaşma, agreement
tremendous muazzam, enormous
tremendously son derece, çok büyük çapta, greatly, enormously, zıt anl.; slightly
trend eğilim, meyil, akım, tendency, current
trial 1) (mahkemede) duruşma, court action, litigation; 2) deneme, sınama, çalışma, experiment, test, (The comparative efficacy of these therapies was tested on volunteers in a clinical trial.
tribal culture sosyal yapısı kabile düzeninde olan kültür
trick (into) kandırmak, tuzağa düşürmek, kandırarak (bir şey yapmaya) yöneltmek
tricky incelikli, ustalık isteyen, (karmaşıklığı / riskleri sebebiyle) zor
trigger (off) tetiklemek, harekete geçirmek, başlatmak, ateşlemek, activate, spark, (Hypertension triggers off many other diseases.
trigger tetik, bir şeyin tetikleyicisi / nedeni
trivial cüzi, önemsiz, bayağı, sıradan, insignificant, unimportant, zıt anl.; significant, important, (There are one or two trivial errors in your essay.
troublesome 1) rahatsız edici, endişe verici, annoying, disturbing, zıt anl.; agreeable, convenient; 2) sorun çıkaran, zahmetli, burdensome
truly gerçekten, hakikaten, tam anlamıyla, really
trust güvenmek, inanmak, believe, zıt anl.; distrust
trust 1) güven, confidence, reliance, zıt anl.; distrust; 2) tröst (pazarda tekel yaratma amacı güden ve pek çok küçük şirketi gayriresmi olarak kontrol altına alan büyük şirket ya da şirketler topluluğu), cartel
try out (birisini / bir şeyi) denemek, test
turn against (bir kişi ya da şey)’e cephe almak
turn away 1) (kapıdan vs.) geri çevirmek; 2) reddetmek, refuse, turn down
turn down (bir teklifi vs.) geri çevirmek, reddetmek, refuse, turn away, (He proposed to her, but she turned him down.
turn into (bir şey)’e dönüş(tür)mek, convert to / into
turn off 1) (ışığı, suyu vs.) kapatmak, kesmek, aktif hali sonlandırmak, deactivate, put off; 2) (yolda) başka tarafa yönelmek
turn on 1) (radyo, TV vs. için) açmak, aktif hale getirmek; 2) (özellikle cinsel açıdan) heyecanlandırmak, excite, stimulate
turn out 1) (bir hatası nedeniyle birini) dışarı çıkarmak, throw out; 2) (ışık vs. için) kapamak, söndürmek; 3) üretmek, produce; 4) sonuçlanmak
turn out (that) / (to be) (bir şey olduğu) ortaya çıkmak, prove to be, (At first he seemed to be an honest person. But then he turned out to be a great liar.
turn over 1) devirmek, çevirmek, invert; 2) düşünmek, akılda tartmak, think about, consider
turn to (birisi)’ne başvurmak, (birisi)’nin yardımını istemek, invoke, refer to, resort to
turn up 1) (radyo, müzik vs. için) sesini yükseltmek, 2) (beklenmedik bir şekilde) ortaya çıkmak, gelmek
turn-of-the-century yüzyılın değişimine / bitişine yakın (bir yüzyılın başlangıcının / bitişinin hemen öncesi ve sonrasını kapsayan dönem), yüzyıl dönümü
twofold iki misli / kat
two-sided iki taraflı, iki yönlü
two-thirds üçte iki
typical tipik
typically tipik / karakteristik olarak, genellikle, characteristically
ultimate 1) en büyük, en yüksek, greatest; 2) esas, temel, fundamental; 3) son, nihai, final, eventual, (Someone’s initial successmay be deceptive; what matters is his ultimate success.
ultimately 1) esasen, asıl olarak, primarily, fundamentally; 2) son / nihai olarak, finally, zıt anl.; originally
unable ehliyetsiz, yeteneksiz, incapable, incompetent, zıt anl.; capable
unacceptable kabul edilemez
unaffected etkilenmemiş, etkilenmeden kalmış, intact, zıt anl.; affected
unambiguous açık, net, ikilem içermeyen, clear, zıt anl.; ambigous
unanimous oybirliğiyle
unappreciated değeri anlaşılmamış, küçümsenmiş, underrated, zıt anl.; appreciated
unavoidable kaçınılmaz, inevitable, inescapable, zıt anl.; avoidable, avertable
unaware of (bir şey)’in farkında olmayan, (bir şey)’den habersiz, unwitting, zıt anl.; aware of
unbiased tarafsız, nesnel, objektif, objective
uncertainty belirsizlik, doubtfulness, dubiousness, zıt anl.; certainty, sure thing
unclear muğlak, belirsiz, açık olmayan, vague, uncertain, zıt anl.; clear, well-defined
unconcerned ilgisiz, umursamaz, indifferent, inattentive, zıt anl.; concerned, interested
unconscious bilinçsiz, bilinçaltı, bilinçdışı, zıt anl.; conscious
uncontrollable kontrol altına alınamayan
uncover ortaya / meydana / açığa çıkarmak, reveal, unveil, zıt anl.; cover
undeniably inkâr edilemez şekilde
under consideration değerlendirilmekte, karar gündeminde
under trial deneme altında, denenmekte
underestimate küçümsemek, değerinin altında paha biçmek, hafife almak, undervalue, zıt anl.; overestimate, exaggerate
undergo 1) (ameliyat, değişim vs.) geçirmek, (tamirat, eğitim vs.) görmek, have, go through; 2) (sıkıntı, acı vs.) çekmek, experience; 3) (zorluk, işkence vs.)’ye maruz kalmak, be subjected to, be exposed to
underline vurgulamak, altını çizmek, stress, emphasise
underlying altında yatan, temelindeki
undermine temelini aşındırmak, yavaş yavaş yok etmek, zayıflatmak, zorlaştırmak, weaken, zıt anl.; strengthen, build up, (His friends’ criticism undermines his self-confidence.
underneath altına / altında
underperform daha düşük performans göstermek, daha az icra etmek, (gereğinden veya olabileceğinden) az ilerleme kaydetmek
understandable anlaşılabilir, reasonable, zıt anl.; unreasonable
understandably anlaşılır, makul bir şekilde, conceivably, reasonably, zıt anl.; ambiguously, unreasonably
understanding anlayış, anlama, comprehension
undertake üstlenmek, taahhüt etmek, bir işe girişmek, get in charge (of), carry out
undeserved hak edilmemiş, unmerited, zıt anl.; deserved
undeservedly hak etmediği şekilde, hak edilmemiş bir biçimde, zıt anl.; deservedly
undesirable istenmeyen, tatsız, unwanted, zıt anl.; desirable
undetectable fark edilmesi / bulunması mümkün olmayan, unnoticeable
undetected gözden kaçmış, farkedilmemiş, unnoticed
undoubtedly şüphesiz / kuşkusuz bir şekilde, kesinlikle, obviously, unmistakably, convincingly, zıt anl.; doubtfully, questionably
unduly boş yere, gereksizce, unnecessarily, zıt anl.; sensibly
unease huzursuzluk, endişe, kaygı, unrest, worry, zıt anl.; ease
uneasy kaygılı, tedirgin, restless, uncomfortable, zıt anl.; at ease
unemotional duygusuz, detached, aloof, zıt anl.; emotional
unemployment işsizlik
unenviable istenmeyen, uygunsuz, kıskanılacak türden olmayan, undesirable, zıt anl.; enviable, desirable
uneven eşit olmayan, dengesiz, imbalanced, zıt anl.; even, uniform
unevenly eşit olmayan şekilde, dengesizce, zıt anl.; evenly, uniformly
unexpected beklenmedik
unfair haksız, unjust, zıt anl.; fair, just
unfairly haksız bir şekilde, adaletsizce, unjustly, zıt anl.; fairly, justly
unfamiliar aşina olmayan, yabancı, unknown, strange, zıt anl.; familiar, known
unforeseen beklenmedik, umulmadık, unexpected, zıt anl.; expected
unfortunate üzüntü veren, talihsiz, pitiful, zıt anl.; fortunate
unfortunately ne yazık ki, maalesef, regrettably, zıt anl.; fortunately
unfounded temelsiz, dayanaksız, groundless
unharmed zarar görmemiş, sağlam, intact, undamaged, zıt anl.; harmed, damaged
unified birleştirilmiş, birleşmiş
uniform 1) her yanı / bölümü aynı, even; 2) tutarlı, bir örnek, consistent, similar, zıt anl.; different, variable
uniformity 1) aynılık; 2) tutarlılık, bir örnek oluş, consistency, similarity, zıt anl.; diversity
uniformly aynen, eşit bir şekilde, her yanı aynı şekilde, equally, evenly, zıt anl.; differently
unify birleştirmek, bir bütün haline getirmek, combine, unite, zıt anl.; detach, separate
unimaginable hayal / tasavvur edilemez, incredible, unbelievable, zıt anl.; believable
unintended istemeden gerçekleşen, accidental, unintentional, zıt anl.; deliberate
unintentionally istemeden, kazara, accidentally, zıt anl.; deliberately, on purpose
unique benzersiz, eşsiz, yegane, tek, (bir kişiye ya da şeye) özgü, unparalleled
uniqueness benzersizlik, eşsizlik, yeganelik
unit birim (tek bir bütün olarak algılanabilen bir kavramlar veya objeler grubu)
unite birleştirmek, bir araya getirmek, combine, consolidate, zıt anl.; disunite, sever
universal evrensel
universe evren, cosmos
unjustifiable gerekçesiz, haksız, yersiz, inexcusable, indefensible
unknown bilinmeyen, unidentified, zıt anl.; known
unlike (bir şey)’den farklı olarak, tersine, tam aksine, as opposed to, zıt anl.; like
unlikely mümkün olmayan, olanaksız, çok az bir olasılıkla, improbable, zıt anl.; likely
unlimited sonsuz, sınırsız
unmatchable emsalsiz, benzersiz, incomparable, unrivalled, zıt anl.; ordinary
unmet (ihtiyaç, beklenti, talep vs. için) karşılanmamış
unnecessarily boş yere, gereksizce, unduly, zıt anl.; reasonably, sensibly
unobtrusive dikkat çekmeyen, göze çarpmayan, alçak gönüllü, unnoticeable, humble, zıt anl.; obtrusive, noticeable
unparalleled eşsiz, emsalsiz, benzeri olmayan, unmatched, zıt anl.; inferior
unpleasant hoş olmayan, tatsız, undesirable, nasty, zıt anl.; pleasant, delightful
unpopular rağbet görmeyen, gözden düşmüş
unprecedented görülmemiş, emsalsiz, exceptional, zıt anl.; usual
unpredictable önceden bilinmez, kestirilemez, unforeseeable, variable, zıt anl.; predictable, unchanging
unrelenting amansız, acımasız, merciless, zıt anl.; compassionate, merciful
unreliable güvenilmez, sağlıksız, uncertain, dubious, zıt anl.; reliable
unrest huzursuzluk, kargaşa, disturbance, dissatisfaction, zıt anl.; peace, harmony
unsafe emniyetsiz, tehlikeli, dangerous, zıt anl.; safe
unsatisfying tatmin etmeyen
unstable dengesiz, kararsız, değişken, sabit olmayan, inconstant, zıt anl.; stable
unsuccessful başarısız, zıt anl.; successful
until fairly recently oldukça yakın zamana kadar
untold tarifsiz
unusual alışılmadık, tuhaf, ender, olağandışı, uncommon, strange, zıt anl.; familiar, normal
unusually sıra dışı / alışılmadık şekilde, uncommonly, zıt anl.; commonly
unwanted istenmeyen
unwary dikkatsiz, tedbirsiz, zıt anl.; careful, watchful
unwilling isteksiz, gönülsüz, reluctant, uneager, zıt anl.; willing, eager, ready
unwillingly isteksizce, gönülsüzce, reluctantly, zıt anl.; willingly, eagerly
unwillingness isteksizlik, gönülsüzlük, reluctance, zıt anl.; eagerness, willingness
unwise akıllıca olmayan, foolish, silly, unintelligent, zıt anl.; wise, thoughtful
unwisely akılsızca, foolishly, (He invested unwisely and lost a fortune.
unyielding sert, mukavim, geçit vermez
upbringing (çocuk için) yetiştir(il)me, büyütme
update modernleştirmek, güncelleştirmek, modernise, renew
upgrade geliştirmek, düzeyini yükseltmek, improve, advance, zıt anl.; worsen, weaken
upset 1) bozmak, altüst etmek, disturb, disrupt; 2) üzmek, sinirlendirmek, bother, afflict
upset (sıfat) üzgün, üzüntülü, distressed
upsetting üzücü, üzüntü veren, sinir bozucu, annoying, hurtful, distressing, zıt anl.; pleasing
urban kentsel, kentle ilgili, şehirlerde oturan, zıt anl.; rural, (Crime rate is usually higher in urban areas than in rural areas.
urge (birisini bir şey yapmaya) teşvik etmek, kışkırtmak, encourage, incite, zıt anl.; discourage, deter
urgency aciliyet, ivedilik, emergency
urgent 1) acil, ivedi; 2) zorunlu; 3) ısrarlı, ısrar eden
urgently acilen, acil olarak, ivedilikle, önemle, immediately
use kullanım
use up kullanarak azaltmak, bitirmek, tüketmek, deplete, run through
used to bir fiilden once geldiği zaman “(eskiden) … idi (ama artık değil)” anlamı verir, (He used to write to me frequently; he doesn’t any more.
useful yararlı, faydalı, beneficial, helpful, zıt anl.; useless, harmful
useless işe yaramaz, worthless
usual alışılmış, olağan, zıt anl.; unusual
utilize yararlanmak, use, make use of
utmost en büyük, en çok
utterly tamamen, hepten, absolutely, totally, completely, (After the crisis, he tried hard to save his company from bankruptcy but failed utterly.
vaccine aşı
vague belirsiz, bulanık, şüpheli, dim, obscure, zıt anl.; defined
vaguely tam anlamını vermeyecek şekilde, belli belirsiz, ambiguously, zıt anl.; clearly, explicitly
valid geçerli, sağlam, yasal, credible, solid, legitimate, zıt anl.; invalid, unacceptable
value değerini / kıymetini bilmek, appreciate
valued değerli, esteemed, highly-regarded
variable değişken, etmen
variation 1) düzensizlik; 2) varyasyon, farklılaşma, çeşitleme, diversity
varied değişiklik gösteren, çeşitli
variety cins, tür, çeşitlilik, değişiklik, farklılık
various çeşitli, miscellaneous, numerous
vary çeşitlilik göstermek, farklılık göstermek, değiş(tir)mek, çeşitlen(dir)mek, change, differ, alter, zıt anl.; remain, stay
vast çok büyük, çok geniş, engin, huge, immense, (They are building these roads at vast expense.
vast majority büyük çoğunluk
vehemently şiddetli / hiddetli / ateşli bir şekilde, passionately
venture 1) tehlikeye at(ıl)mak, stake, jeopardize; 2) göze almak, dare, stake
verbally sözlü olarak, orally
verification doğrulama, teyit etme, confirmation, validation, zıt anl.; invalidation
verify doğrulamak, gerçeklemek, teyit etmek, onaylamak, confirm, validate, zıt anl.; invalidate
versatile değişme kabiliyeti yüksek, çok yönlü, adaptable, all-purpose, many-sided
versatility çok yönlülük / fonksiyonluluk, adaptability
version 1) versiyon, tür; 2) yorum, (The Prime Minister’s version of the economic matters was quite different from that of the Opposition.
versus (bir şey ya da kişi)’ye karşı, in opposition to
very first ilk
viable (örneğin, ekonomik olarak) yapılabilir / uygulanabilir, feasible, practicable, zıt anl.; unachievable
vice versa tersi(ne), aksi(ne), öbür türlüsü (de), tersi (de), the other way round
victim kurban, mağdur
view 1) değerlendirmek, consider, regard; 2) dikkatlice incelemek, look at; 3) (film vs.) izlemek, watch
view 1) görüş, fikir, düşünce, inanç, bakış açısı, opinion, conception; 2) görünüş, manzara, panorama
view as olarak görmek, (view as important
vigorous 1) terleten, zahmetli; 2) kuvvetli, etkin, gayretli, enerjik, zealous, energetic, zıt anl.; impotent, inactive
vigorously kuvvetlice, gayretli bir şekilde, actively, energetically
violate (yasa, kural vs.) çiğnemek, ihlal etmek, breach, infringe, zıt anl.; obey, observe
violation (yasa, kural vs. için) ihlal (etme) / aykırı davranış, breach
violent yıkıcı, sert, şiddetli, zorlu, destructive, strong, zıt anl.; mild, passive
violently yıkıcı şekilde, şiddetlice, destructively, strongly, zıt anl.; mildly, passively
virtually neredeyse, hemen hemen, nearly, actually
virtue 1) meziyet, yarar, avantaj, asset, advantage; 2) erdem, fazilet, goodness, zıt anl.; vice, merit
visible görünebilir, görülür, açık, belli, apparent, conspicuous, detectable, zıt anl.; obscured, concealed, hidden
vision 1) görme kabiliyeti, eyesight; 2) görüntü, image; 3) hayal, düş, daydream; 4) öngörü, foresight
visual görsel
vital 1) yaşamsal, hayati, yaşam için gerekli; 2) çok önemli, critical, essential, pivotal, zıt anl.; insignificant, trivial
vivid canlı, etkili, güçlü, intense, colourful, zıt anl.; weak, dull
vividly çok canlı / güçlü bir şekilde, lively, clearly, zıt anl.; vaguely
voice dile getirmek, anlatmak, tell, narrate
voluntarily isteyerek, gönüllü olarak, willingly, zıt anl.; forcibly
voluntary (sıfat) gönüllü, isteğe bağlı, willing, zıt anl.; involuntary, obligatory
volunteer gönüllü olmak, offer
volunteer gönüllü
vote (for) (birisine) oy vermek
vote oy
vulnerability saldırıya açık olma, susceptibility, weakness
vulnerable to (bir şeye) karşı savunmasız, kolaylıkla yaralanabilir, saldırıya / eleştiriye / riske açık / maruz, susceptible to, exposed to, at risk of, weak, zıt anl.; protected, secure
wage (savaş vs.) açmak, başlatmak, sürdürmek, carry on, undertake, zıt anl.; cease, stop
wage maaş, salary
wane azalmak, eksilmek, tükenmek, diminish, decrease, zıt anl.; increase
war savaş, battle, zıt anl.; peace
warfare (genel kavram olarak) savaş, (nuclear warfare
warn uyarmak, ikaz etmek, ihtar etmek
warning uyarı
waste boşa harcamak, israf etmek, (He wasted his inheritance in casinos.
waste 1) boş arazi, ıssız yer; 2) atık madde, israf
wasteful savurgan, müsrif
wastefully müsrifçe, savurganca, extravagantly, zıt anl.; thriftily
wasting zayıflama, kuvvetten düşme, (wasting disease
watch out for (bir tehlikeye) karşı uyanık olmak, dikkat etmek, look out for
way off çok dışında / uzağında
weaken zayıfla(t)mak, hafifle(t)mek, güçsüzleş(tir)mek, lessen, undermine, zıt anl.; strengthen, build up
weakness zaaf, güçsüzlük, vice
wealth zenginlik, servet, varlık
wealthy varlıklı, zengin, refah içinde, rich, affluent, zıt anl.; poor
weapon silah
wear yıpranma
wear down yıpranmak, yıpratmak, erode, wear out, (The illness wore her down.
weary yorgun, usanmış, bıkkın, bored
weather hava (durumu)
weigh 1) hesaplamak (kıyaslamak), consider, (I weighed the benefits of the plan against its risks.
well after (bir olaydan / bir zamandan) çok sonra
well beyond oldukça ötesinde / üzerinde
well over (bir değer)’in oldukça üzerinde, far more than
well under epeyce altında
well-being çıkar, yarar, refah, iyilik, saadet
well-developed iyi gelişmiş, büyümüş
well-nourished iyi beslenmiş, iyi gıda almış, wellfostered, zıt anl.; ill-nourished
well-preserved (örn. kayanın / buzun içinde) iyi korunmuş
what goes on olup bitenler, ne olup bittiği. . .
what is more dahası. . . , furthermore, moreover
whatever bütünü, hepsi, herhangi, her ne, ne olursa
what’s more bkz. what is more
whatsoever hiçbir surette, at all
whereas oysa, iken, while, inasmuch as
whereby onunla, onun vasıtasıyla, by means of which, through which
whether (or not) olup olmadığını, (yap)’ıp (yap)’mayacağını, (yap)’sa da (yap)’masa da, ister … ister …, (I am not sure whether or not he is guilty.
whole foods doğal yiyecekler
widely 1) büyük ölçüde, açık farkla, uzak ara; 2) genellikle, geniş çapta, yaygın olarak, commonly, usually
widely available yaygın olarak ulaşılabilir / edinilebilir
widen genişle(t)mek, (arası) açılmak
wide-ranging çok çeşitli konularla ilgili
widespread yaygın, extensive, prevalent, zıt anl.; limited, rare, (There is a widespread belief that the newspapers had invented the story.
willing istekli, gönüllü, eager, ready, zıt anl.; reluctant, unwilling
willingness isteklilik, gönüllülük, enthusiasm, eagerness, readiness, zıt anl.; reluctance, unwillingness
wipe out silip süpürmek, ortadan kaldırmak, destroy
wire haberleşmek
wise akıllı, akıllıca, bilge, bilinçli, sensible, knowing, zıt anl.; foolish
wish istemek, arzu etmek, dilemek, want, be willing
with a view to doing smt bir şey yapmak amacıyla / niyetiyle, with the intention of doing smt
with ease kolaylıkla, zorluk çekmeden, easily, zıt anl.; with difficulty
with reference to (bir şey)’e ilişkin olarak, ile ilgili olarak, regarding
with regard to (bir şey)’e gelince, (bir şey) ile ilgili olarak, with respect to
with respect to (bir şey)’e gelince / ile ilgili olarak, with regard to
with the exception of dışında, haricinde
withdraw (from) 1) geri çek(il)mek, retreat, zıt anl.; attack, assault; 2) (para) çekmek; 3) (sıvıyı damardan) geri çekmek
withdrawal içine kapanma, çekilme, ayrılma, alienation
withhold 1) saklamak, vermemek, detain, hide, zıt anl.; release, let go; 2) kesmek, discontinue
within içinde, içerisinde
within reach ulaşılabilir, erişim dahilinde, available, attainable, zıt anl.; remote, distant
withstand (bir şey)’e dayanmak, (birisi ya da bir şey)’e karşı koymak, direnmek, resist
witness tanık / şahit olmak, tanıklık / şahitlik etmek, observe
witness tanık, şahit
wonder merak etmek, düşünmek, hayret etmek, question, think
wonder 1) merak; 2) hayret, şaşkınlık; 3) mucize, harika
work 1) işlemek, çalışmak; 2) işe yaramak, iyi sonuç vermek
work iş, çalışma, eser
work at çalışmak, çabalamak
work for (birisi) için / (birisi)’nin emrinde çalışmak
work on (bir şey)’in üzerinde çalışmak
work out 1) (plan, proje vs.) planlamak, başarmak, iyi sonuçlandırmak, (bir sorunu) çözmek, (uğraşarak) ortaya çıkarmak, accomplish, solve, zıt anl.; fail, miss; 2) (hesaplayarak) bulmak, calculate
work through çalışarak bitirmek / içinden çıkmak, başarı ile üstesinden gelmek, deal with
working işleme tarzı, işleyiş, functioning
worldwide dünya çapında
worrisome endişe / kaygı verici
worry about (bir şey) hakkında endişe / kaygı duymak
worsen kötüleş(tir)mek, ağırlaş(tır)mak, aggravate, deteriorate, zıt anl.; relieve, ease, facilitate, alleviate
worthily hak ederek, bileğinin hakkıyla
worthy of (bir şey)’e değer / layık, kıymetli, deserving, valuable, zıt anl.; unworthy of
would rather tercihen, daha ziyade, (bir şey)’den ziyade
wound yara, lesion
wounded yaralı
wreck harap / paramparça etmek, enkaz haline getirmek, ruin, shatter
wreck 1) enkaz, harabe; 2) batık gemi; 3) araba / uçak / tren kazası
yet yine de, buna rağmen, however
yield (sonuç, ürün vs.) vermek, (kar, kazanç) getirmek, produce, (The investigation yielded some unexpected results.
yield verim, kar, kazanç, sonuç, ürün
yield to teslim olmak, boyun eğmek, yenik düşmek, submit, capitulate, succumb, give in
zone bölge, mıntıka
Created by: vipokul
Popular Stadlier Oxford Voca sets

 

 



Voices

Use these flashcards to help memorize information. Look at the large card and try to recall what is on the other side. Then click the card to flip it. If you knew the answer, click the green Know box. Otherwise, click the red Don't know box.

When you've placed seven or more cards in the Don't know box, click "retry" to try those cards again.

If you've accidentally put the card in the wrong box, just click on the card to take it out of the box.

You can also use your keyboard to move the cards as follows:

If you are logged in to your account, this website will remember which cards you know and don't know so that they are in the same box the next time you log in.

When you need a break, try one of the other activities listed below the flashcards like Matching, Snowman, or Hungry Bug. Although it may feel like you're playing a game, your brain is still making more connections with the information to help you out.

To see how well you know the information, try the Quiz or Test activity.

Pass complete!
"Know" box contains:
Time elapsed:
Retries:
restart all cards