Question | Answer |
a couple of | birkaç, iki üç, a few |
a good many | birçok, hayli, a large number of |
a great deal (of) | oldukça fazla, çok, a lot, much, zıt anl.; a little, a bit |
a major step forward | ileriye doğru büyük bir adım |
a matter of time | an meselesi |
a number of | çok sayıda, (belli) bir miktar, a lot of, plenty of |
a range of | 1) çeşitli, various; 2) bir dizi, a series of |
a series of | bir dizi, a range of |
a sure sign (of) | (bir şey)’in kesin bir işareti / göstergesi |
a whole range of | her çeşit, her tür, çok çeşitli |
A. D. | Milattan / İsa’dan sonra, anno Domini, zıt anl.; B. C. , before Christ |
abandon | bırakmak, terk etmek, vazgeçmek, discontinue, stop, zıt anl.; pursue, carry on |
abandoned | terk edilmiş, boş, (bina için) viran halde, desolate, zıt anl.; occupied |
abate | azal(t)mak, hızını kesmek, die away, diminish, zıt anl.; amplify, intensify |
ability | yetenek, kabiliyet, capability, capacity, zıt anl.; inadequacy, limitation |
abnormally | anormal şekilde, alışılmışın dışında, unusually |
aboard | (gemi, uçak, tren gibi taşıtlar için) içine, içinde |
abolish | kaldırmak, feshetmek, cancel |
abolition | (ortadan) kaldırma, ilga, fesih, cancellation, repulsion |
abound in / with | (bir şey)’i bolca / çokça bulundurmak / içermek, be abundant with, zıt anl.; be lacking, be short of |
above all | hepsinden ziyade, en başta, mostly |
abroad | yurt dışına, yurt dışında |
abrupt | 1) ani, beklenmedik, ani ve kaba, sudden; 2) dik, sarp |
abruptly | aniden, birdenbire, ani ve kaba bir şekilde, suddenly, (The talks ended abruptly when one of the delegations walked out in protest. |
absence | yokluk, bulunmama, zıt anl.; presence, existence |
absent | namevcut, yok, unavailable, zıt anl.; present, available |
absolute | 1) tam, halis, saf, mutlak, pure, zıt anl.; imperfect; 2) (bir şey)’in hepsi, tamamı, complete, zıt anl.; limited |
absolutely | tamamen, kesinlikle, totally, definitely |
absorb | emmek, soğurmak, suck in, zıt anl.; discharge, emit |
abstract | soyut, conceptual, intangible, zıt anl.; concrete, actual |
abundance | bolluk, çokluk, zenginlik, copiousness, wealth, zıt anl.; scarcity |
abundant | bol, bereketli, ample, zıt anl.; scarce, inadequate |
abundantly | bolca, büyük miktarda, copiously, profusely, zıt anl.; rarely, scarcely |
abuse | kötüye kullanmak, suiistimal etmek, misuse, mistreat, spoil, zıt anl.; defend, respect |
accelerate | hızlan(dır)mak, ivme kazan(dır)mak, speed up, zıt anl.; decelerate, retard |
accept as | (bir şey)’i öyle kabul etmek, kabullenmek |
access | girmek, nüfuz etmek, enter |
access to | (bir şey)’e giriş / geçiş / erişim, (birisi) ile görüşme imkanı, (bir şey)’den faydalanma hakkı / imkanı, entry, contact |
accessible | ulaşılabilir, yararlanılabilir, available, approachable, usable, zıt anl.; inaccessible, restricted |
accident | kaza |
accidentally | kazara, yanlışlıkla, tesadüfen |
accommodate | 1) yer / yaşam alanı sağlamak, be home to; 2) (ihtiyaçlarına) cevap vermek, hizmet etmek, serve |
accompany | eşlik etmek, (bir şey)’in beraberinde gelmek, come / go with, be associated with |
accomplishment | başarı, üstesinden gelme, success, achievement, zıt anl.; failure, defeat |
accord | mutabakat, anlaşma, uyuşma, agreement, zıt anl.; discord, disagreement |
according to | (bir kişi ya da şey)’e göre |
accordingly | dolayısıyla, bu nedenle, so, consequently |
account | saymak, addetmek, consider, deem |
account | 1) anlatım, narrative; 2) hesap |
account for | 1) hesap vermek, (bir şey)’den sorumlu olmak / tutulmak, be (held) responsible for; 2) (nedenlerini) anlatmak, açıklamak, izah etmek, clarify, explain, justify; 3) (bir şey)’in sebebi olmak, be the reason for *accumulate |
accumulation | birikme, birikinti |
accuracy | doğruluk, kesinlik, precision, exactness, zıt anl.; inaccuracy |
accurate | doğru, titiz, eksiksiz, precise, zıt anl.; erroneous, inaccurate |
accurately | doğru, tam (olarak), correctly, exactly, zıt anl.; inaccurately, erroneously |
accuse of | (bir şey) ile suçlamak / itham etmek, blame with, zıt anl.; acquit |
achieve | başarmak, (zorlu bir uğraştan sonra) elde etmek, kazanmak, accomplish, zıt anl.; fail, lose, quit |
achievement | başarı, elde etme, kazanma, accomplishment, success, zıt anl.; failure, defeat |
acknowledge | (bir gerçeği) kabul etmek, bildirmek, belirtmek, beyanda bulunmak, admit, recognise, zıt anl.; deny, ignore |
acquire | elde etmek, kazanmak, obtain, gain, zıt anl.; forfeit, lose |
acquisition | elde etme, sahip olma, gain, earning |
acquit of | (bir suç)’tan aklamak / temize çıkarmak, prove the innocence of, zıt anl.; accuse of, blame with |
across | 1) karşısına, diğer yakasına, to the other side of; 2) boyunca, çapında, bir uçtan bir uca, throughout |
act | 1) yasa; 2) (tiyatroda) perde; 3) hareket, eylem |
act as | (bir şey) gibi / (bir şey)’e benzer şekilde davranmak, (bir şey) görevi görmek, (bir şey)’in görevini üstlenmek |
action | 1) hareket, eylem, zıt anl.; inaction; 2) etki, efffect |
activity | faaliyet, etkinlik |
actually | aslında, gerçekten, aslına bakılırsa, as a matter of fact, to tell the truth, in fact |
actuate | harekete geçirmek, çalıştırmak, activate |
adapt to | (bir şey)’e adapte etmek, uyarlamak, intibak etmek, adjust, accommodate, zıt anl. |
adapt oneself to | kendini (bir şey)’e adapte etmek / uyarlamak, get used to |
adaptation | adaptasyon, uyum |
add to | (bir şey)’e katkı sağlamak |
add up to | toplam olarak (bir değer) etmek |
addicted to | (bir şey)’e bağımlı |
additional | ek, fazladan, extra |
additionally | ek olarak, in addition, also |
address | (bir şey)’e değinmek, (bir şey) ile uğraşmak, point (to), deal with, handle |
adequate | yeterli, enough, sufficient, zıt anl.; inadequate, insufficient |
adequately | yeterince, yeterli bir biçimde / oranda, enough, sufficiently, zıt anl.; inadequately, insufficiently |
adjacent | yan yana, bitişik |
adjust | ayarlamak, arrange, tune, zıt anl.; confuse, upset |
adjustment | ayarlama, adapte olma / etme, regulation, setting, orientation |
administration | 1) idare; 2) (ilaç) verme / uygulama |
administrator | yönetici, idareci |
admiration | takdir, beğeni |
admire | takdir etmek, beğenmek, hayran olmak, esteem, zıt anl.; look down (on / upon) |
admission | 1) kabul etme, acceptance, zıt anl.; denial; 2) (işe, üniversiteye vs.) girme / kabul edilme, entrance; 3) itiraf, confession |
admit | itiraf etmek, kabul etmek, (gelmesine, girmesine vs.) izin vermek, accept, allow, zıt anl.; deny, reject |
admittedly | genel kabule göre, kuşkusuz, confessedly |
adopt | 1) benimsemek, accept, assume, zıt anl.; reject, turn down; 2) evlat edinmek |
adult | yetişkin |
advance | ilerlemek, gelişmek, progress, develop, zıt anl.; regress |
advanced | gelişmiş, ileri düzeyde |
advantage | avantaj, üstünlük sağlayan şey, yarar, zıt anl.; disadvantage |
advantageous | avantajlı, yararlı, beneficial, zıt anl.; disadvantageous |
advent | geliş, başlama, arrival, beginning, zıt anl.; departure, end |
adversary | düşman, enemy, foe, zıt anl.; friend, ally |
adverse | kötü, elverişsiz, zararlı,menfaatine aykırı, aleyhte, ters (yönlü), harmful, contrary, reverse, zıt anl.; beneficial, favourable |
adverse effect | ters / olumsuz / yan etki |
adversely | kötü bir şekilde, elverişsiz şartlarda, aleyhte, negatively, zıt anl.; positively |
adversely affect | ters / kötü yönde etkilemek |
advice | öğüt, tavsiye, nasihat, proposal |
advisable | akıllıca, makul, doğru, appropriate, sensible, zıt anl.; improper, unwise |
advise | öğüt vermek, tavsiyede bulunmak, counsel, suggest |
affair | iş, mesele, business, matter |
affect | etkilemek, have an effect on, influence, involve |
affected | etkilenmiş |
afford | (bir şey) yapmaya gücü / parası yetmek, (maliyetini) karşılayacak durumda olmak |
affordable | maliyeti karşılanabilir, satın almaya para yetirilebilir |
after a while | bir süre sonra |
aftermath | (örn. bir felaketin) sonrası |
against | (bir kişi / bir şey)’e karşı (I am against the sale of alcohol to minors. |
age | 1) yaşlanmak, grow old; 2) (şarap vs. için) yıllanmak |
age | 1) çağ, devir, period; 2) yaş |
age-related | yaşa bağlı, yaşla ilgili |
aggravate | 1) (zaten olumsuz bir durumu daha da) kötüleştirmek, zorlaştırmak, ağırlaştırmak, deteriorate, worsen, zıt anl.; facilitate, alleviate, ease; 2) canını sıkmak, irritate, make worse |
aggressive | iddialı, hırslı, saldırgan, assertive, offensive, hostile, zıt anl.; passive, peaceful |
aggressively | girişken / saldırgan bir şekilde, offensively, zıt anl.; passively |
agree to | (bir şey yapma)’ya razı olmak, (bir şey yapma)’yı kabul etmek, zıt anl.; object to |
agree with | aynı fikri paylaşmak, katılmak, zıt anl.; disagree (with) |
agreeable | 1) hoş, tatlı, pleasant, delightful, zıt anl.; unpleasant; 2) kabul edilebilir |
agreement | anlaşma, sözleşme |
ahead | gelecek, yaklaş(ıl)makta / gelmekte olan, ilerideki |
ahead of | (bir şey)’in önüne / önünde |
aid | katkı, destek, yardım, help, relief, support |
aim (at) | hedeflemek, amaçlamak, nişan almak, target (to) |
aim | hedef, amaç, goal, target |
akin to | (bir şey) ile ilgili, yakın, benzer, similar to |
alarming | ürkütücü, korkutucu, appalling, frightening |
alarmingly | endişe verici bir şekilde, shockingly, disturbingly |
alert | uyarmak |
alert | uyanık, tetikte |
alike | 1) benzer, similar, zıt anl.; different; 2) eşit / aynı şekilde; 3) hem. . . , hem. . . , similar, in the same way, both |
alleged | iddia edilen |
alleviate | yatıştırmak, dindirmek, hafifletmek, azaltmak, rahatlatmak, ferahlatmak, relieve, ease, comfort, zıt anl.; intensify, aggravate |
alliance | ittifak, birleşme, association, accord |
Allies | (theAllies şeklinde kullanılır) Müttefikler, İttifak Devletleri (Bu kelime, İngilizce kaynaklarda genellikle 2. Dünya Savaşı’nda ABD, İngiltere ve bu ülkelerin yanında yer alan diğer ülkeleri ifade eder.) |
allocate | ayırmak, tahsis etmek, appropriate |
allow | izin vermek, sağlamak, imkân vermek, mümkün kılmak, yetki vermek, enable, let, empower, permit, zıt anl.; forbid, hinder, prohibit |
allow for | (bir şey)’i dikkate almak / hesaba katmak / göz önünde tutmak, take (smt) into account |
allusion | ima, dolaylı atıf / alıntı, kinaye, indirect reference |
alone | yalnız, tek başına |
along with | (bir şey) ile birlikte, yanı sıra, together with |
alongside | yanında, together with |
alter | (özüne dokunmadan kısmen) değiş(tir)mek, change, modify |
alternate between | (iki durum) arasında gidip gelmek, shift, fluctuate, zıt anl.; remain |
alternate with | (bir şey) ile dönüşümlü olarak meydana gelmek |
alternately | dönüşümlü olarak, in turns |
alternative | diğer, başka, alternatif, (farklı bir) seçenek, option |
altogether | tamamen, hepten, bütünüyle, completely, on the whole, all in all |
amazing | insanı hayrete düşüren, şaşırtıcı, astonishing, surprising, startling, zıt anl.; banal, dull |
ambiguous | belirsiz, bulanık, muğlak, unclear, vague, zıt anl.; explicit, lucid |
ambiguously | belirsizce, muğlak bir şekilde, unclearly, vaguely, zıt anl.; explicitly, lucidly |
ambition | hırs, ihtiras, passion, zıt anl.; contentment |
amount | miktar, quantity |
amount to | 1) (miktar olarak) karşılık gelmek, add up to, sum up to, zıt anl.; differ from; 2) (bir şey) ile eşanlamlı olmak, . . . anlamına gelmek, correspond to |
ample | 1) geniş, büyük; 2) çok, bol |
amusing | eğlendirici, komik, funny |
ancestor | ata |
ancestry | atalar, kök |
ancient | eski, antik (genellikle Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden önceki dönemlere ait), antique, archaic, zıt anl.; modern |
and so forth | ve benzerleri, and so on, and the like |
and the like | ve benzerleri, and so on, and so forth |
announce | ilan etmek, duyurmak |
annoy | can sıkmak, rahatsız etmek, sinir bozmak, irritate, bother |
annoying | sıkıntı veren, sinir bozucu, disturbing, exasperating |
annual | yıllık, yılda bir yapılan / yayınlanan, yearly |
anti- | aleyhinde, -e karşı |
anticipate | (olacakları) sezinlemek / tahmin edip ona göre davranmak, beklemek, ummak, (başkasından) önce davranmak, foresee, predict |
antigen | antijen (vücutta bağışıklık sisteminin harekete geçmesine yol açan toksin ya da enzim) |
anxiety | endişe, kaygı, tasa, huzursuzluk hali, iç sıkıntısı, worry, uneasiness, zıt anl.; tranquillity |
anxious | kaygılı, endişeli, tedirgin, worried, uneasy |
any longer | artık. . . , hala, any more, (He doesn’t come here any longer. |
any more | artık (değil), any longer |
anyway | hem . . . ki, zaten . . . ki, yine de, anyhow, (How long have you been so interested in Broadway theatre, anyway? |
anywhere else | başka hiçbir yer(de) |
apart from | (bir şey)’den başka, (bir şey)’in haricinde, other than, except for |
apparatus | (çoğul: apparatus ya da apparatuses) düzen, aygıt, cihaz, aparat, system, equipment |
apparent | açık, belli, aşikâr, görünürdeki, göze çarpan, obvious, visible, evident, zıt anl.; obscure, hidden |
apparently | belli ki, görünüşe göre, evidently, obviously |
appeal to | (birisi)’ne çekici gelmek, (birisi)’nin hoşuna gitmek, attract, charm, zıt anl.; repel |
appeal | 1) çekicilik, cazibe, attraction, charm; 2) başvuru, request, application |
appealing | çekici, attractive, zıt anl.; repulsive |
appear | 1) ortaya çıkmak, belirmek, emerge, arise, zıt anl.; disappear, vanish, fade; 2) (gibi) görünmek, seem, look |
appearance | 1) görünüş, görünüm, image, feature; 2) ortaya çıkma, emergence |
application | 1) uygulama, tatbikat, exercise, practice; 2) başvuru |
apply | 1) uygulamak, tatbik etmek, implement, utilize, practice; 2) başvurmak |
apply to | (bir şey)’i içermek / kapsamak / ilgilendirmek |
appoint | atamak, görevlendirmek, assign, zıt anl.; discharge, dismiss |
appreciate | değerini anlamak, takdir etmek, take account of, be fully aware of, be grateful for |
approach | 1) yaklaşmak, yanaşmak, reach, near; 2) düşünmeye / üzerinde durmaya / ilgilenmeye / uğraşmaya başlamak |
approach | tutum, tavır, yaklaşım, attitude, stance |
appropriate (sıfat) | uygun, yerinde, suitable, proper, zıt anl.; inappropriate, unsuitable |
appropriately | uygun bir şekilde, yerinde olarak, suitably, properly, zıt anl.; inappropriately, unsuitably |
appropriateness | uygunluk |
approve of | (bir şey)’i onaylamak, ratify, zıt anl.; disapprove of, deny, reject |
approximately | yaklaşık olarak, roughly |
arbitrary | keyfi, despotça, gelişigüzel, random, zıt anl.; reasonable, democratic, objective |
architectural | mimari, mimarlık ile ilgili |
arguably | (tartışmaya açık olmakla birlikte) muhtemelen, (She is arguably the best actress. |
argue | 1) tartışmak, münakaşa etmek, müzakere etmek, discuss, debate; 2) kavga etmek, atışmak, çekişmek; 3) (bir fikri vs.) savunmak, (belli bir) görüşte olmak |
argue over | (bir konu) üzerinde tartışmak, debate |
argue that | (bir fikir / bir görüş)’ü savunmak, (bir şey)’i iddia etmek |
argument | 1) sav, iddia, assertion; 2) tartışma, debate; 3) çekişme, controversy |
arise from / out of | (bir şey)’den meydana gelmek / ortaya çıkmak, baş göstermek, appear, emerge, come forth, come up, zıt anl.; disappear, fade |
around | civarında, dolayında, aşağı yukarı, yaklaşık, approximately, roughly |
arousal | uyarma, harekete geçirme, uyanış, canlandırılma, activation, stirring, zıt anl.; pacification |
arouse | canlandırmak, harekete geçirmek, (tartışma vs.) yaratmak, uyandırmak, activate, stir, stimulate, provoke, zıt anl.; dampen, pacify |
arrange | düzenlemek, yerleştirmek, organise |
arrange for | (bir şey)’i ayarlamak, (bir şey) için hazırlık / plan yapmak, organise for |
arrangement | düzenleme, anlaşma, dizilim, yerleştir(il)me, plan, agreement, system, setup, order |
arrest | 1) durdurmak, kesmek, stop; 2) tutuklamak, seize |
arrival | geliş, zıt anl.; departure |
article | gazete / dergi makalesi, yazı, paper |
artificial | yapay, suni, sahte, man-made, imitation, zıt anl.; real, genuine |
artificially | yapay / suni olarak, zıt anl.; naturally |
as a consequence | sonuç olarak, consequently |
as a result | sonuç olarak, sonuçta, therefore, consequently |
as a rule | kural olarak |
as a whole | bir bütün olarak |
as compared with | (bir şey) ile karşılaştırıldığında |
as ever | her zamanki gibi, as always, as usual |
as far as | … kadar uzaklar(d)a, (I travelled as far as the Arctic Circle. |
as far as . . . is concerned | söz konusu . . . olduğunda, . . . yı ilgilendirdiği kadarıyla, as far as . . . goes |
as far as … goes | söz konusu . . . olduğunda, . . . yı ilgilendirdiği kadarıyla, as far as . . . is concerned |
as for | (bir şey)’e gelince, (bir şey) ile ilgili olarak |
as if | güya, sanki … miş / . . . mış gibi, as though |
as little as | . . . kadar / gibi küçük (bir miktar), . . . kadar / gibi kısa (bir zaman), (His wage is as little as 300 YTL a month. |
as long as | sürece, müddetçe, so long as |
as opposed to | (bir şey)’den farklı olarak, in contrast to |
as regards | (bir şey)’e gelince, . . . konusunda, considering |
as soon as | –er… –mez (bir şeyi yapar yapmaz) |
as soon as possible | mümkün olduğu kadar çabuk, ASAP |
as such | 1) bu sıfatla, in that capacity; 2) kendi içinde, o şekilde, in itself, (He is only a child and must be treated as such. |
as to | (bir şey)’e gelince, . . . konusunda, (bir şey)’e uygun olarak, about, relating to |
as well as | 1) (bir şey)’e ek olarak, de / da, ve; 2) (hem) …hem de…, in addition to; 3) hem de . . . , (onu) da, and also |
as yet | daha, henüz, şimdiye kadar, so far, until now |
ascertain | (araştırarak) tespit etmek, belirlemek, saptamak, ensure, determine, verify |
ascribe to | (bir şey)’e atfetmek, attribute to |
aspect | açı, yön, bakım, görünüş, feature, facet, perspective, view, side |
aspire to | (bir şey)’i şiddetle istemek, kuvvetle arzu etmek, seek, desire |
assault | saldırmak, attack |
assault | saldırı, attack |
assemble | 1) topla(n)mak, gather; 2) monte etmek, kurmak, parçaları bir araya getirerek oluşturmak, install, zıt anl.; dismantle, disassemble |
assert | 1) (hakkını vs.) güçlü bir şekilde savunmak / kabul ettirmeye çalışmak, declare, insist, press; 2) ileri sürmek, iddia etmek, put forward |
assertion | 1) savunma, iddia, affirmation; 2) açıklama, bildiri, declaration |
assess | değerlendirmek, değer biçmek, hesaplamak, evaluate, appraise |
assessment | değerlendirme, değer biçme, evaluation, judgement |
asset | kazanç, fayda getirecek şey, meziyet, plus |
assign | 1) (görev) vermek, tahsis etmek, ayırmak, allot, allocate, portion; 2) atamak, tayin etmek, appoint, designate |
assist in | (birine bir şey)’de yardım etmek / yardımcı olmak, help in |
associate with | (bir şey / olay) ile ilgisi olmak, bağlantısı olmak |
associated with | (bir şey) ile ilgili / alakalı / lişkili, related to |
association | 1) ilişki, relation; 2) dernek, birlik, kurum, society |
assume | 1) farz etmek, varsaymak, suppose; 2) (iş, görev vs.) üstlenmek, undertake; 3) benimsemek, kabul etmek, believe, presume |
assumption | varsayım, farz etme, sanı, supposition |
assure | temin etmek, güvence vermek, certify, guarantee |
astonish | şaşırtmak, hayrete düşürmek, astound |
astonishingly | şaşırtıcı / hayrete düşürücü bir şekilde, astoundingly, amazingly, surprisingly |
astounding | şoke eden, hayret verici, surprising, breathtaking, zıt anl.; normal, ordinary |
at all | hiç mi hiç, hiçbir surette / şekilde, whatsoever |
at all costs | ne pahasına olursa olsun |
at best | en iyi durumda, en iyi şartlarda, under the most favourable conditions, zıt anl.; at worst |
at ease | 1) rahat, huzurlu; 2) (askeri) ’Rahat’ komutu |
at fault | suçlu, kabahatli, in the wrong, guilty, zıt anl.; innocent |
at first sight | ilk bakışta |
at great risk | büyük risk altında |
at large | genelinde, çoğu, çoğunluğu, in general |
at least | en azından, at any rate, zıt anl.; at most |
at least to a certain extent | en azından belli bir dereceye / düzeye kadar |
at most | en fazla, maksimum, maximum |
at once | 1) tek seferde, bir defada; 2) derhal, hemen, immediately, right away; 3) aynı anda, at a time, at one time |
at present | 1) hali hazırda, şu an için, currently, presently, at this time; 2) şimdi, now |
at smo’s disposal | birisinin emrinde / kullanımında / elinde (olma durumu) |
at the expense of | (bir şey) pahasına |
at the time | o zamanlar, back then |
at the turn of | (bir şey)’in sonu ile takip edenin başı arasında, dönüm noktasında, (at the turn of the century |
at this rate | bu hızla |
at times | zaman zaman, occasionally |
at will | istendiğinde, istenilen zamanda, istendiği gibi, as / when one wishes |
attach | tutturmak, takmak, iliştirmek |
attach importance | (bir şey)’e önem vermek, give importance |
attached to | (bir şey)’e bağlı |
attack | saldırmak, assault, zıt anl.; defend |
attack | 1) saldırı; 2) nöbet, atak, kriz |
attain | (bir hedef vs.)’ye ulaşmak, elde etmek, kazanmak, achieve, fulfil, zıt anl.; fail |
attainable | erişilebilir, ulaşılabilir, (The objectives put forward by the leading party do not seem to be attainable. |
attempt | girişimde bulunmak, teşebbüs etmek, try |
attempt | deneme, girişim, teşebbüs, effort, trial |
attend | katılmak, hazır bulunmak, (okula, kursa, spora vs.) devam etmek |
attendance | (okula, kursa, spora vs.) devam etme, devamlılık, hazır bulunma |
attention | dikkat, ilgi |
attentiveness | azami dikkat, care, thoughtfulness, zıt anl.; neglect |
attitude | tutum, tavır, yaklaşım, approach, stance |
attract | (ilgisini) çekmek, cezbetmek, etkilemek, appeal to |
attract attention | dikkat çekmek |
attraction | 1) cazibe, çekim gücü; 2) atraksiyon, eğlence programı |
attractive | çekici, güzel, appealing, zıt anl.; repulsive |
attribute | vasıf, nitelik, sıfat, aspect, element, feature |
attribute to | 1) (bir neden)’e bağlamak, yormak, associate with, connect to; 2) (bir şey)’e mal etmek, atfetmek, ascribe to |
audience | dinleyiciler, izleyiciler, hazır bulunanlar |
authentic | otantik, hakiki, gerçek, genuine |
authorize | izin vermek, yetki vermek, permit, empower |
available | bulunabilir, (piyasada) bulunan, ulaşılabilir, (alıma / kullanıma) hazır, attainable, ready, accessible, usable |
availability | hazır bulunma, bulunabilirlik, edinilebilirlik, erişilebilirlik, zıt anl.; unavailability |
average to | ortalama olarak (bir miktar)’a karşılık gelmek |
avoid | (bir şey)’den kaçınmak / sakınmak / kurtulmak, escape, stay away, zıt anl.; contact, face, confront |
avoidable | kaçınılabilir, önlenebilir, evitable, avertable, zıt anl.; inevitable, unavoidable |
avoidance | (bir şey)’den kaçınma / sakınma / kurtulma, escape, staying away, zıt anl.; contact, confrontation |
await | beklemek, gözlemek, expect |
aware of | (bir şey)’in farkında, zıt anl.; unaware of |
aware | bilinçli, farkında, alert, conscious, zıt anl.; unconscious |
awareness | farkında olma, perception, recognition, zıt anl.; unawareness |
awful | berbat, korkunç, terrible, horrible, zıt anl.; beautiful, nice |
B. C. | Milattan / İsa’dan önce, before Christ, zıt anl.; A. D. , anno Domini |
back up | desteklemek, arka çıkmak, support, reinforce, (In his time, there was hardly anyone to back up Darwin’s theories. |
back up with | (bir şey) ile desteklemek, arka çıkmak, support with, reinforce with |
balance | denge |
balancing (sıfat) | dengeleyici |
ban | yasaklamak, forbid, prohibit, bar, zıt anl.; allow, permit, (There was no ban on smoking on the train we travelled in. |
bare | yalın, çıplak, basit, mere |
barely | zar zor, güçlükle, çok az, hardly, zıt anl.; enough, sufficiently |
base on | (bir şey)’e dayandırmak, (bir şey)’in üzerine kurmak |
basic | temel, fundamental |
basis | temel, ana ilke |
battle (against / with) | ile / karşı savaşmak, mücadele etmek, fight (against / with) |
be affiliated with | (bir şey) ile ilgisi / ilişkisi olmak, be associated / connected with |
be alarmed by | (bir şey)’den ötürü korkuya / dehşete düşmek |
be anxious to do smt | bir şeyi yapmayı çok istemek |
be associated with | (bir şey) ile ilgisi / ilişkisi / bağlantısı olmak, be affiliated / connected with |
be at fault | kusurlu / hatalı olmak, be (in the) wrong |
be aware of | (bir şey)’in farkında olmak, be conscious of, realise |
be based in | (örn. bir kuruluş için) (bir yer)’de üslenmiş olmak, merkezinin (bir yer)’de bulunması |
be based on / upon | (bir şey)’e dayanmak, be built on, depend on |
be biased against | (bir şey)’e karşı önyargılı olmak, (bir şey)’in aleyhinde bir eğilime sahip olmak, (bir şey)’e karşı durmaya yatkın olmak |
be bothered with | (bir şey)’den ötürü rahatsız edilmek / rahatsızlık duymak |
be bound to | (bir şey yapması) kesin / kaçınılmaz olmak, be certain / sure to |
be bound up with | (bir şey) ile çok yakın ilişkisi / bağlantısı olmak |
be committed to | (bir şey)’e kendini adamak, devote oneself to |
be composed of | (bir şey)’den oluşmak, (bir şey)’den ibaret olmak, comprise, consist of |
be concerned about | (bir şey) hakkında kaygılanmak / endişe duymak |
be concerned with | (bir şey) ile ilgili olmak, (bir şey)’i konu etmek, be about, deal with |
be connected with | (bir şey) ile ilgisi / ilişkisi olmak, be associated / affiliated with |
be conscious of | (bir şey)’in farkında olmak, be aware of |
be convinced of | (bir şey)’e ikna olmak, inanmak |
be critical of | (bir şey)’e karşı eleştirel olmak, (bir şey)’i eleştirmek, criticize |
be delighted with | (bir şey)’e çok sevinmek |
be deprived of | (bir şey)’den mahrum olmak, lack |
be disposed to | (bir şey yapma) eğiliminde olmak, tend to, be inclined to |
be due | hak etmek, deserve |
be engaged in | (bir şey)’in içinde yer almak, (bir şey)’e dahil olmak, be involved in |
be entitled to | hakkı olmak, yetkisi olmak, be eligible for, (We are all entitled to equal protection under the law. |
be equipped with | (ekipman vs.) ile donanmış, donatılmış |
be expected | beklenmek, önceden kestirilmiş olmak, be foreseen / predicted, zıt anl.; be unforeseen / unpredicted |
be expected to do smt | bir şey yapması beklenmek |
be exposed to | (bir şey)’e maruz kalmak |
be fascinated by / with | (bir şey)’e kendini kaptırmak, be wrapped up in |
be for | desteklemek, lehinde olmak, support, favour, zıt anl.; be against |
be given to | (bir şey yapma) alışkanlığında olmak, huy edinmek |
be grounded | 1) yere konmak, uçma izni olmamak; 2) temeli sağlam olmak, donanımlı olmak |
be home to | (bir şey)’e ev sahipliği yapmak, (bir şey)’in anavatanı olmak, harbour |
be in demand | (bir mal vs. için) talep olmak, aranmak, istenmek |
be in existence | meydanda olmak, var olmak |
be in possession of | (bir şey)’e sahip olmak, (bir şey)’i elinde bulundurmak, have |
be in the habit of | (bir şey yapma) alışkanlığında olmak |
be in the lead | başta gitmek, lider / önde olmak |
be in the making | yapım / kurulum / üretim aşamasında olmak |
be indicative of | (bir şey)’in göstergesi / habercisi olmak, be a sign of |
be involved in | 1) (bir iş / yarış vs.)’nin içinde olmak, (bir iş / yarış vs.)’de yer almak, (bir şey)’e karışmak / katılmak, participate (in); 2) (bir şey) ile uğraşmak / görevli olmak |
be involved with | (bir şey) ile bağlantı / ilgi / ilişki içerisinde olmak, be in connection with |
be likely to | . . . eğiliminde olmak, . . . -ması muhtemel olmak, be disposed to, tend to |
be likened to | benzetilmek |
be limited to | (bir yer veya bir şey)’e sınırlandırılmış olmak |
be linked with / to | (bir konu vs.) ile bağlantılı / bağlantısı olmak |
be made up of | (bir madde vs.)’den yapılmak / oluşmak, be composed of |
be marked by | (bir şey) ile belirginleşmek |
be no better | daha iyi olmamak |
be not necessarily concerned with | her zaman / her durumda (bir şey) ile ilgili / alakalı olmamak, her durumda (bir şey) ile ilgilenmemek |
be noted for | (bir şey) ile ünlü / tanınmış olmak, be famous / well-known for |
be of importance | önem taşımak, önemli olmak, be important, be of significance |
be of interest | ilginç / ilgi çekici olmak, be interesting |
be on the horizon | ufukta belirmek |
be over | sona ermek, bitmek, end, zıt anl.; begin |
be pleased with | (bir şey)’den memnun / hoşnut olmak, be happy with |
be prejudiced against | (bir şey)’e karşı önyargılı olmak, be biased (against) |
be prepared for | (bir şey) için / (bir şey)’e karşı hazırlıklı olmak, be ready, zıt anl.; be unprepared for |
be present | var olmak, bulunmak, exist, zıt anl.; be absent |
be prey to | (bir şey)’e yenik düşmek, (bir şey)’in kurbanı olmak |
be quick to do smt | bir şey yapmakta çabuk davranmak / hızlı olmak |
be reduced to | (kötü) duruma düşmek, (bir şey) ile yetinmek zorunda kalmak |
be referred to as | . . . olarak anılmak, be called |
be related to | (bir şey) ile ilgili olmak |
be required to | (bir şey yapmak) zorunda olmak |
be responsible for | (bir şey)’den / (bir iş)’ten sorumlu olmak, in charge (of) |
be restricted to | (bir şey) ile kısıtlı / sınırlı olmak, be limited to |
be rumoured | söylentisi dolaşmak, ağızdan ağıza yayılmak |
be set on | kararlı / azimli olmak, be determined |
be short of | (bir şey)’in eksiği olmak, azalmış bulunmak, lack, (We are short of cheese. |
be situated | (bir yer)’de bulunmak, be located |
be subject to | (yasa, düzenleme vs.)’ye tabi olmak, maruz kalmak |
be subjected to | maruz kalmak / bırakılmak, tabi tutulmak, go through, undergo, experience |
be suited to | (bir şey)’e uygun olmak |
be supplied with | (bir şey) ile donatılmış / teçhiz edilmiş, be furnished with |
be supposed to | (bir şey) yapması gerekmek / yapmak zorunda olmak / yapması beklenir olmak, should |
be suspected of | hakkında (bir suç vs.)’den ötürü kuşku duyulmak |
be taken in | kanmak, aldanmak, be deceived |
be through | bitirmiş olmak, (I am through with this studies. |
be to | olacak olmak, (be to remain friends |
be unable to | yapamamak, başaramamak, elinden gelmemek, fail to, zıt anl.; be able to, succeed in / at |
be under way | bekleniyor olmak, yolda olmak, (bir iş, proje vs. için) yapılmakta olmak |
be unfamiliar with | (bir şey)’e aşina olmamak, yabancı olmak |
be up to | 1) (bir şey)’i yapabilmek, be able to do / deal with; 2) bağlı olmak, be dependent on |
be welcomed by | (birisi) tarafından hoş karşılanmak |
be worth | (bir şey)’e değer olmak |
be wrapped up in | (kendini bir şey)’e kaptırmış olmak, (düşünce vs.)’ye dalmış olmak |
bear | 1) katlanmak, kaldırmak, put up with; 2) sahip olmak, taşımak, üzerinde bulundurmak, have, carry, (The baby bears a strong resemblance to its grandfather. |
bear in mind | akılda tutmak, akıldan çıkarmamak |
bear out | 1) desteklemek, support; 2) dışarı taşımak, carry out |
bear the brunt of smt | bir saldırıyı vs. göğüslemek (The soldiers in the front had to bear the brunt of the enemy attack. |
bearable | dayanılabilir, katlanılabilir |
become extinct | soyu / nesli tükenmek, be wiped out, (This dog race became extinct about 300 years ago. |
being | varlık, entity |
belie | örtmek, yanıltmak, conceal, deceive, zıt anl.; reveal |
belief | inanç, düşünce, opinion |
beneath | altına, altına doğru |
beneficial | yararlı, hayırlı, useful, helpful, zıt anl.; useless, harmful |
benefit | yaramak, yararına olmak, yarar / fayda sağlamak, advantage, work to the advantage of, zıt anl.; harm, damage |
benefit | yarar, fayda, advantage, use, zıt anl.; harm, loss |
benefit from | 1) (bir şey)’den yarar / fayda sağlamak, yararlanmak, capitalise, profit from, zıt anl.; suffer; 2) (bir şey)’den ders çıkarmak, learn from |
benign | yumuşak, iyi huylu, zararsız, mild, zıt anl.; severe,malign |
benign applications | zararsız / kötücül olmayan uygulamalar |
benignly | yumuşakça, tehlikesizce, kindly, harmlessly, zıt anl. |
besides | yanında, yanı sıra, (bir şey)’den başka |
better | daha iyi hale gelmek / getirmek |
bewildering | şaşırtıcı, hayret veren, overwhelming, (There is a bewildering variety of activities in this new entertainment. |
beyond | ötesi(ne), dışı(na), out of |
beyond recognition | tanınmaz halde, unnoticeable, zıt anl.; apparent |
bind to | (bir şey)’e bağla(n)mak, fasten to, attach to, zıt anl.; free from, loosen from |
bitterly disappointed | şiddetli bir hayalkırıklığına uğramış |
blame with | suçu (bir kişi)’nin üstüne atmak, (bir şey) ile suçlamak, accuse of, zıt anl.; acquit of |
blame | suç, suçlama, kabahat, töhmet |
blanket | üstünü örtmek, (bir duyguyu vs.) örterek bastırmak, kaplamak, cover, suppress, zıt anl.; uncover |
bleed | kana(t)mak |
blend | karıştırmak, harmanlamak, mix, zıt anl.; separate |
block | tıkamak, engellemek, kesmek, kapamak, faaliyetini durdurmak, obstruct, cut off, zıt anl.; let go, release |
blockage | tıkama, tıkanma, blokaj, obstruction, zıt anl.; release |
blow | savurmak, üfürmek, (rüzgar) esmek |
blow out | üfleyerek söndürmek |
boast of | 1) (kendisi) ile (aşırı) övünmek, brag; 2) (övünülecek bir şey)’e sahip olmak, own, possess |
boil over | 1) kontrolden çıkmak; 2) kaynayarak taşmak |
bold | cesur, gözüpek, daring, zıt anl.; coward |
boost | arttırmak, yükseltmek, destek olmak, improve, increase, support, zıt anl.; prevent, undermine, lessen, lower, reduce |
booth | kabin, kulübe |
border | (ülke için) sınır |
boring (sıfat) | can sıkıcı, sıkıntı veren, dull, tiresome |
boundless | sınırsız, sonsuz, tükenmez, infinite, unlimited, zıt anl.; limited, scarce |
bountiful | cömert, generous |
branch off | kollara / dallara ayrılmak, diverge, subdivide |
branch out into | (başka yerleri vs. içine alacak kadar) genişlemek, yeni alanlara açılmak, bölünerek yeni işlere girişmek, expand, zıt anl.; shrink |
breadth | 1) (bir uçtan bir uca) tamamı; 2) en, width, broadness |
break away | kırılıp / kopup ayrılmak |
break down | 1) parçalara ayırmak, analiz etmek, analyze; 2) (motor vs. için) bozulmak, fail; 3) ruhen veya zihnen çökmek; 4) (kimyasal olarak) yıkmak / ayrıştırmak |
break into | 1) (zorla) girmek, force an entry; 2) birden (bir şey yapmaya) başlamak, burst into |
break off | (birdenbire) dur(dur)mak, ara vermek |
break out | patlak vermek, birden ortaya çıkmak, erupt |
break out of | (hapishane vs.)’den kaçmak, escape (from) |
break through | (bir yerden engelleri aşarak) ilerlemek, zorla geçmek, pass through, force a way through |
break up | 1) (gösteri vs. türden bir etkinliği) dağıtmak, bitirmek, sona erdirmek; 2) (daha küçük) parçalara ayırmak / ayrılmak |
breakthough | çığır açan şey, great innovation / discovery |
breakup | 1) (gösteri, organizasyon vs. için) dağılma, bitme; 2) (daha küçük) parçalara ayrılma |
brief | kısa, short |
briefly | 1) kısa bir süre için, for a short time; 2) kısaca, shortly |
bright | parlak |
brilliant | dahice, parlak, harika, intelligent, bright, wonderful |
brilliantly | harika bir şekilde |
bring in | 1) (sorun, para, gelir vs.) getirmek, cause, earn; 2) (bir kişi)’yi veya (bir şey)’i (tanıdık bir ortama) getirmek, sunmak, introduce |
bring about | meydana getirmek, neden olmak, give rise, produce, effectuate, account for, (The new law brought about many complaints. |
bring down | 1) aşağıya çekmek, azaltmak; 2) yıkmak, yerle bir etmek |
bring forth | yaratmak, meydana getirmek, yol açmak, doğurmak, get, produce, yield |
bring in | 1) (birisini veya bir şeyi tanıdık bir ortama) getirmek, sunmak, introduce; 2) (para, gelir vs.) getirmek, earn |
bring off | başarmak, başarılı bir şekilde yapmak, accomplish |
bring on | ortaya çıkarmak, sebep olmak, produce |
bring out | (bir şey) geliştirmek, ortaya çıkarmak, neden olmak, develop, cause |
bring through | (birinin bir hastalığı, zor durumu vs.) atlatmasını sağlamak, save, pull through |
bring to an end | son vermek, terminate, zıt anl.; start, commence |
bring to the fore | ön plana çıkartmak |
bring under control | (bir durumu) kontrol altına almak |
bring up | 1) gündeme getirmek, değinmek, refer (to); 2) çocuk yetiştirmek, raise |
bring up to | (bir toplama, miktara) ulaştırmak |
brisk | canlı, hareketli, hızlı ve enerji harcatan tarzda, energetic |
broad | geniş, geniş çaplı |
broaden | genişle(t)mek, expand, (Literature greatly broadens a doctor’s horizons. |
broadly | geniş çaplı, generally |
brutally | vahşice, cruelly, barbarously, zıt anl.; gently, humanely |
build on | 1) üstüne çökmek, birikmek, (All the stress builds on my psychology and makes me depressive. |
build up | 1) oluş(tur)mak, form; 2) büyümek, birikmek, accumulate, develop, amplify, gather, zıt anl.; lessen |
build-up | birikme, accumulation |
burden | külfet, yük, strain |
burn | yakmak / yanmak |
burnish | cilalamak, parlatmak, polish, wax, zıt anl.; tarnish |
by far | çokça, ziyadesiyle, fersah fersah, far and away |
by means of | vasıtasıyla, yoluyla, aracılığı ile, sayesinde, yöntemiyle, through |
by nature | özü / doğası sebebiyle, doğası gereği |
by no means | asla, katiyen, hiçbir şekilde, in no sense, certainly not |
by reference to | (birşey)’e göre / ilişkin olarak |
by this means | bu yolla, using this |
call | isimlendirmek, term |
call for | (bir şey) istemek, (bir şey)’i gerektirmek, ask, require, (Great necessities call for great leaders. |
call into question | sorgulamak |
call out | 1) (yüksek sesle ad, numara vs.) söylemek; 2) (göreve / iş başına / yardıma) çağırmak |
calm (down) | sakinleş(tir)mek, pacify, zıt anl.; excite |
campaign | mücadele etmek, kampanya yapmak |
cancel out | ortadan kaldırmak, silip süpürmek, offset, wipe out |
cannot help | elinde olmamak, kendine hakim olamamak, (I can’t help eating chocolate even though I am on a diet. |
capability | yetenek, kabiliyet, kapasite, ability, capacity, zıt anl.; incompetence |
capable of | (bir şey)’i yapabilir / yapmaya gücü yeter, muktedir, able to, zıt anl.; incapable of, unable to |
capitalize on | (bir şey)’den yararlanmak, benefit from, exploit |
captivate | büyülemek, cezbetmek |
captivating | dikkat çeken |
capture | 1) yakalamak, esir etmek, tutuklamak, fethetmek, imprison, catch, zıt anl.; release; |
care about | 1) sevmek, hoşlanmak, be fond of; 2) (bir fikir vs.)’ye ilgi duymak / ile ilgilenmek |
care for | 1) özen göstermek; 2) hoşlanmak |
carefully | dikkatli / titiz bir şekilde |
careless | dikkatsiz, özensiz, zıt anl.; careful |
carry on | devam etmek, sürdürmek, continue, persevere, conduct, zıt anl.; give up |
carry out | yapmak, uygulamak, gerçekleştirmek, yerine getirmek, accomplish, fulfil, implement, perform, conduct, (The experiments were carried out by Dr. Preston. |
case | 1) vaka, olay, event; 2) dava; 3) durum, incident, situation |
casual | 1) tesadüfi, rastgele, gayriresmi, accidental, incidental, informal, zıt anl.; deliberate, formal; 2) profesyonel olmayan, (bir şey)’i arada bir yapan, zıt anl.; professional |
catastrophic | feci, felaket getiren, disastrous |
catch up to / with | (birinin ya da bir şeyin) (hızı)’na, (seviyesi)’ne vs. yetişmek, draw near, zıt anl.; fall behind |
categorize | sınıflandırmak, classify |
cause | neden olmak, yol açmak |
cause | 1) amaç, gaye, hedef, dava, ülkü, purpose, objective; 2) neden, sebep, reason |
caution | 1) ihtiyat, alertness, attention, zıt anl.; recklessness; 2) uyarı, ikaz, warning |
caution | uyarmak, ikaz etmek, warn |
cautious | ihtiyatlı, tedbirli, sakıngan, careful, prudent, zıt anl.; careless, thoughtless |
cautiously | ihtiyatlı, tedbirli, dikkatlice, carefully, thoughtfully, zıt anl.; carelessly, (The infected wound was very cautiously drained, for it was close to an artery. |
cease | (bir şey yapmayı) durdurmak, durmak, sona er(dir)mek, stop, end, halt, quit, zıt anl.; begin, continue |
ceaselessly | durmaksızın |
celebrated | ünlü, meşhur, şöhretli |
celebrity | ünlü kimse |
celestial | gök ile ilgili, göksel |
central | merkezi, ana, main, fundamental, zıt anl.; peripheral, minor, secondary |
centre on / upon | (bir şey) üzerine yoğunlaşmak / odaklanmak, focus on, concentrate on, zıt anl.; disregard, overlook |
century | yüzyıl, asır |
certain | 1) belli, fixed; 2) kesin, sure; 3) bazı, some |
certainly | kesinlikle, elbette ki, definitely, absolutely, zıt anl.; probably |
certainty | kesinlik, zıt anl.; uncertainty |
challenge | meydan okumak, kafa tutmak, (gücünü, yeteneğini vs.) sınamak, confront |
challenge | (insanameydan okuyan türden) zorluk, başarılması zor iş, (Mount Everest presented a challenge to Hillary. |
challenging | meydan okuyan, zorlayıcı, (gücünü, yeteneğini vs.) sınayan |
chances | şans |
change | değişiklik, değişim, alteration, modification, variety |
change into | (bir şey)’e dönüş(tür)mek, convert into |
change one’s mind | fikrini değiştirmek |
change over to | (bir şeyden bir şey)’e tamamen değiş(tir)mek, (The country has changed over from military to civilian rule. |
chapter | (örn. bir hikayedeki) bölüm, kısım, section, part |
characteristic | karakteristik özellik, (bir kişi ya da unsura) has özellik, feature |
characterize | nitelendirmek, tanımlamak, karakterize etmek, define, describe |
charge | 1) hücum etmek, saldırmak, hamle yapmak, attack; 2) bir masrafı birinin hesabına geçirmek / yazmak; 3) (bir silahı vs. belli bir miktar patlayıcı ile) doldurmak |
charge with | (bir şey) ile itham etmek / suçlamak |
check | kontrol etmek |
check for | (bir şey bulmak) amacı ile kontrol etmek, (check the building for gas leakage |
chiefly | başlıca, en çok, her şeyden önce, mostly, above all |
choice | seçenek, seçim, çare, alternative, option |
circulate through | (bir şey)’in içinde deveran etmek / dolaşmak, go about in, move around in |
circumstance | olay, vaka, durum, koşul, keyfiyet, situation, case, incident, condition |
civil war | iç savaş |
civilization | medeniyet, uygarlık |
claim | talep / iddia etmek, demand, request, zıt anl.; disclaim, deny |
claim | iddia, talep, hak talebi, assertion, demand, request, zıt anl.; disclaimer |
clarify | açıklığa kavuşturmak, make clear, illuminate |
clarity | açıklık, berraklık, netlik |
class | sınıf, tabaka, zümre, caste |
classify | sınıflandırmak, break down, sort, group |
cleanse | temizlemek, arıtmak, yıkamak, clean, wash, zıt anl.; pollute |
clear | açık, bariz, aşikar, net, belirgin, obvious, zıt anl.; unclear |
clear away | 1) kaybolmak, disappear; 2) ortadan kaldırmak, remove |
clear out of | (bir yer)’den sıvışmak, tüymek, slip out of |
clear up | 1) (hastalık) gidermek, geç(ir)mek, iyileş(tir)mek, heal, cure; 2) tamamen temizlemek, ortadan kaldırmak, remove |
clearly | açıkça, açık ve net olarak, obviously |
clever | zeki(ce), akıllı(ca), smart |
climax | zirve, doruk |
closely | yakın şekilde, yakından, sıkı sıkıya, dikkatlice, tightly, strongly, carefully, zıt anl.; remotely, distantly |
clue | ipucu, işaret, hint, sign, evidence |
clumsy | hantal, kaba, biçimsiz, awkward, ungainly |
cluster | küme, grup, dizi, group |
coherent | tutarlı, uygun, ahenkli, mantıklı, consistent, rational, zıt anl.; incoherent |
coincide with | (bir şey) ile rastlaşmak, (aynı zamana) denk gelmek, coexist, accompany, zıt anl.; differ, deviate |
coincidental | rastlantısal, tesadüfi |
collaborate with | (birisi) ile işbirliği yapmak, beraber çalışmak, cooperate with |
collaboration | birlikte çalışma, işbirliği, cooperation |
collapse | göçmek, çökmek, yıkılmak, fall in, fall down, topple, fail, zıt anl.; succeed, triumph |
collapse | göçme, çökme, yıkılma, fall in, downfall, topple, failure, zıt anl.; success, triumph, (These flimsy houses are liable to collapse in a heavy storm. |
colleague | meslektaş, iş arkadaşı, peer |
collect | toplamak, biriktirmek |
collection | toplama, koleksiyon |
collective | kolektif, ortaklaşa, joint, shared, zıt anl.; individual, solo |
collide | çarpışmak, çarpmak, clash, crash |
collision | çarpışma, çatışma |
colonization | kolonizasyon, sömürgeleştirme |
combat with / against | savaşmak, mücadele etmek, fight with / against, struggle with / against, zıt anl.; surrender (to), compromise |
combination | birleşme, birleşim, birleştirme, mixture, unification, zıt anl.; dissolution |
combine | birleş(tir)mek, unite, embody, zıt anl.; separate |
come about | meydana gelmek, ortaya çıkmak, olmak, take place, arise |
come across | rastlamak, tesadüf etmek, encounter, meet, zıt anl.; avoid |
come along | 1) gelmek, ulaşmak, birlikte gelmek; 2) ortaya çıkmak |
come by | 1) önceden haber vermeden (birisinin) yanına uğramak, drop by; 2) elde etmek, edinmek, acquire |
come from | 1) (bir şey)’den kaynaklanmak, result from; 2) (bir yer)’den gelmek, (oralı) olmak, ( I come from Manisa. |
come in | 1) gelmek, ulaşmak, (haber vs. için) alınmaya başlamak, ortaya çıkmak, arrive, appear; 2) (şu versiyonlarda / şekillerde / renk seçeneklerinde / tiplerde) bulunmak, (These pencils come in seven different color choices. |
come into being | ortaya çıkmak, belirmek, come into existence, come to life, emerge |
come into force | yürürlüğe girmek, uygulanmaya başlamak, go into effect |
come on | sahneye / ortaya çıkmak, appear, show up, zıt anl.; go off, disappear |
come out | görünmek, açıklığa kavuşmak, appear, become clear |
come out against | (bir şey)’e karşı çıkmak, oppose |
come through | (beklendiği gibi) ulaşmak / varmak, arrive (as expected) |
come to an end | sona ermek, cease, terminate |
come to the attention of | (bir kişi)’nin dikkatini çekmek |
come to the fore | ön plana çıkmak |
come up | ortaya çıkmak / meydana gelmek, happen, zıt anl.; submerge, sink, disappear, (A light wind came up. |
come up with | (genellikle olumlu bir plan, fikir vs.) ileri sürmek / ortaya atmak, (karşılık, yanıt, fikir vs.) bulmak, ortaya atmak, önermek, (çözüm vs.) ile ortaya çıkmak, think of, suggest, (He has come up with some brilliant scheme to double his income. |
comfortable | rahat, konforlu |
comfortably | kolaylıkla, rahatça, well, at ease, happily, (We could live fairly comfortably with our father’s salary. |
command | hakim olmak, etkisi altına almak, kumanda etmek, influence, rule, be dominant over, zıt anl.; follow |
commence | başlamak, begin, start, initiate, set out, zıt anl.; cease, finish, terminate |
commendable | övgüye değer, praiseworthy, zıt anl.; unworthy |
comment on | fikrini söylemek, yorumda bulunmak, express, remark |
comment | yorum |
commercial | ticari |
commission | atamak, görevlendirmek, ısmarlamak, assign, delegate, order |
commit | 1) söz vermek, taahhüt etmek, pledge; 2) (suç vs.) işlemek; 3) (intihar) etmek, (He committed suicide. |
commit oneself to | 1) kendini adamak, bağlanmak, devote oneself to; 2) söz vermek, promise |
commitment | 1) vaat, taahhüt, söz, yükümlülük, bağlılık, dedication, devotion, pledge, obligation, duty, promise; 2) (hapishane, akıl hastalıkları hastanesi gibi bir yere) kapat(ıl)ma |
common | olagelen, yaygın, prevalent, current, widespread, zıt anl.; rare, uncommon |
commonly | çoğunlukla, usually, zıt anl.; rarely, seldom |
commonplace | sıradan, olağan, bayağı, usual, ordinary, zıt anl.; exceptional, rare |
communicate with | (birisi) ile haberleşmek / iletişim kurmak, be in touch with |
community | 1) topluluk, toplum, halk, society; 2) yerleşim yeri |
comparable to | (bir şey) ile karşılaştırılabilir / kıyaslanabilir, (bir şey)’e benzer, equivalent to |
comparatively | oransal olarak, nispeten, relatively |
compare with | (bir şey) ile karşılaştırmak / kıyaslamak, liken to |
compared to / with | (bir şey) ile karşılaştırıldığında, in comparison to / with |
comparison | karşılaştırma, ilişki, benzerlik, relation, similarity |
compatibility | uyumluluk, harmony, agreement, zıt anl.; incompatibility |
compatible | birbiriyle uyumlu, well-matched, zıt anl.; incompatible, discordant |
compel | zorlamak, mecbur etmek, force, oblige |
compelling | zorlayıcı, compulsive, zıt anl.; flexible |
compensate for | telafi etmek, make up for, (Nothing can compensate for the death of a loved one. |
compete with / against | (birisi / bir şey) ile rekabet etmek / yarışmak, rival with / against |
competency | yeterlik, kifayet, yetenek, ability |
competent | 1) (dil, yetenek vs. için) iyi seviyede; 2) yetenekli, ehil, capable, able, zıt anl.; incompetent, unable |
competition | rekabet, yarışma |
competitive | 1) rekabetçi, rekabete dayanan; 2) iddialı; 3) yarışma amaçlı |
competitor | rakip, rival |
compile | derlemek, oluşturmak, collect, accumulate, zıt anl.; disperse |
complain | şikayet etmek, yakınmak |
complaint | şikayet, yakınma, grievance |
complement | tamamlayıcı, supplement |
complete | tamamlamak, bitirmek, finish |
complete | bütün, eksiksiz, whole |
completely | tamamen, bütünüyle, entirely, totally, zıt anl.; partly, partially |
complex | karmaşık, complicated, zıt anl.; simple, straightforward |
complexity | karmaşıklık, çapraşıklık, complication, zıt anl.; simplicity |
compliance with | (kanun ya da kural)’a uygunluk |
complicated | karmaşık, anlaşılması güç, complex, intricate, zıt anl.; simple |
comply with | uymak, uygun davranmak, itaat etmek, conform to, abide by, zıt anl.; disregard, resist |
comprehend | 1) (tam olarak) anlamak, kavramak, grasp, (As the patient failed to comprehend the seriousness of his situation, the surgeon made up her mind to frankly talk to his relatives. |
comprehensive | kapsamlı, geniş, etraflı, inclusive, overall, in depth, zıt anl.; exclusive, narrow, limited |
comprise of | kapsamak, içermek, (bir şeyler)’den oluşmak, oluşturmak, teşkil etmek, constitute, consist of, make up |
comprised of | (bir şey)’den oluşan, (bir şey)’den ibaret |
compromise | 1) (karşılıklı ödün vererek) uzlaşmak, agree; 2) (bir işin sonucunu) tehlikeye atmak, riske sokmak |
compromise | (karşılıklı ödün vererek) uzlaşma, uyuşma, orta yol bulma, agreement, settlement |
compromised | zayıf düşmüş, weak |
compulsive | zorlayıcı, compelling, zıt anl.; flexible |
compulsively | önüne geçilmez bir şekilde, obsessively, zıt anl.; flexibly |
conceal | saklamak, gizlemek, hide, zıt anl.; reveal |
conceivable | akla yatkın, makul, reasonable, zıt anl.; inconceivable |
conceive | 1) anlamak, kavramak, algılamak, düşünmek, tasarlamak, think, consider, devise, (Not very many people can conceive the works of modern art. |
concentrate on | (bir şey)’e odakla(n)mak / yoğunlaş(tır)mak, focus on |
concentration | 1) yoğunluk, density, intensity; 2) yoğunlaşma, odaklanma, intensification, focusing |
concept | konu, kavram |
conception | 1) kavram, düşünce, görüş, concept, idea, notion; 2) gebe kalma, gebelik, pregnancy |
conceptual | kavramsal |
concern | ilgilendirmek, endişelendirmek |
concern | 1) ilgi, ilgilenilen şey, interest, zıt anl.; indifference, neglect; 2) kaygı, worry, (There is a lot of public concern over dangerous toxins recently found in some food. |
concerned with | (bir şey) ile ilgili / alakalı |
concerning | (bir şey / kişi) ile alakalı / ilgili olarak, (bir şey / kişi)’yi ilgilendiren, regarding, relating to |
concession | imtiyaz, privilege |
conclude | 1) sonuç çıkarmak, determine; 2) bitirmek, sonuçlandırmak, complete |
conclusion | 1) karar, decision; 2) sonuç, netice, çıkarım, result, outcome, deduction |
conclusive | 1) kesin, son, nihai, definite, final, zıt anl.; questionable, uncertain; 2) ikna edici, inandırıcı, convincing, zıt anl.; unconvincing |
conclusively | 1) kesin olarak, nihai olarak, definitely, finally, indisputably, zıt anl.; questionably, (A case of malpractise is difficult to prove conclusively. |
concrete | 1) somut, actual, solid, tangible, zıt anl.; abstract, intangible, (What sort of concrete evidence do you have to show us? |
condemn | kınamak, ayıplamak, suçlu bulmak, blame, zıt anl.; acquit |
condition | 1) şartlandırmak, etkilemek, equip, adapt; 2) şart koşmak |
condition | 1) hal, durum, situation; 2) şart, koşul, requirement; 3) rahatsızlık, hastalık |
conditional | koşullara bağlı, contingent, zıt anl.; unconditional |
conduct | 1) (deney, araştırma vs.) yürütmek, yönetmek, uygulamak, administer, carry out, perform; 2) iletmek, götürmek, yön vermek, transmit, convey |
confidence | güven, itimat, trust, zıt anl.; distrust |
confident | güvenli, emin, sır paylaşılabilir, kendinden emin, trustworthy, sure of oneself |
confidential | gizli, secret, zıt anl.; open, public |
confidently | güvenle, fearlessly |
confine to | 1) (bir alan)’a hapsetmek, imprison in; 2) (yatağa, eve vs.) bağlamak, tutmak, (bir şey) ile sınırlandırmak, limit to, restrict to |
confined to | 1) (bir şey) ile sınırlı, (yatağa, eve vs.) bağlı, limited to, restricted to; 2) hapis, imprisoned, (The problem of underdevelopment does not appear to be confined only to a few African countries. |
confined to bed | yatağa bağlı / mahkum, yatalak, bedridden |
confinement | hapsedilme, kapatılma |
confirm | teyit etmek, doğrulamak, validate, affirm, substantiate, zıt anl.; deny, disprove |
conflict with | (birisi) ile çatışmak / çekişmek, clash with, disagree with, zıt anl.; agree with, conform to |
conflict | anlaşmazlık, ihtilaf, çatışma, disagreement, fight, zıt anl.; accord, peace |
conflicting | (birbiriyle) çatışan, çelişen, üzerinde anlaşılamayan, ihtilaflı, contradictory |
conform to / with | (bir şey)’e uymak / uygun davranmak, comply with, abide by, zıt anl.; object to, oppose, conflict with |
confront | (olumsuz bir şey) ile yüzleşmek, (istenmeyen bir şey / bir kişi) ile karşı karşıya gelmek / karşılaşmak, face, challenge, zıt anl.; avoid, retreat from |
confrontation | karşı karşıya gelme, çatışma |
confuse | 1) (kavramları) birbirine karıştırmak, mix up; 2) aklını karıştırmak, şaşırtmak, puzzle, zıt anl.; clarify |
confused | şaşkın, sersem, kafası karışık, bewildered |
confusion | 1) kafa karışıklığı, şaşkınlık, perplexity, zıt anl.; clarity; 2) düzensizlik, disorder, zıt anl.; order |
congestion | tıkanıklık, sıkışıklık, izdiham, blockage |
connect with | 1) (bir şey) ile birleş(tir)mek; 2) ilgi kurmak; 3) (taşıtlar için) aktarmalı hat içinde olmak / bulunmak |
connection | bağlantı, alaka, relationship |
conscious | bilinçli, farkında, bilinci yerinde, alert, aware, zıt anl.; unconscious, unaware |
consecutive | art arda, peş peşe, successive |
consecutively | ardışık olarak, arka arkaya, successively |
consensus | oy / görüş birliği, unanimous vote / opinion |
consequence | sonuç, semere, (bir şeyin ardından gelen) etki, result, effect, zıt anl.; cause, source |
consequent on | (bir şey)’in sonucunda ortaya çıkan, sonucu olan |
consequently | sonuç olarak, dolayısıyla, bu nedenle, accordingly, subsequently, as a result, therefore |
conservation | muhafaza etme, koruma, doğal kaynakları ya da çevreyi koruma, (One of the aims of TEMA Foundation is to make people realise the importance of conservation. |
conservative | 1) muhafazakar, tutucu; 2) (tedavi, ameliyat vb. durumlarda) aşırı / ağır tedavi girişimlerine başvurmayan, koruyucu, organ bütünlüğünü koruyan |
conserve | korumak, (enerji, güç vs.) saklamak, dikkatli / tutumlu kullanmak, economise (on), zıt anl.; waste |
consider | 1) (öyle olduğuna) inanmak, assume, regard, deem; 2) düşünmek, akılda tartmak, think about; 3) dikkate almak, göz önünde tutmak, take into account; 4) üzerinde düşünmek, think over |
consider to be | (bir şey) olarak görmek / kabul etmek, consider as |
considerable | önemli, hatırı sayılır, büyük, hayli, fazla, sizable, substantial, zıt anl.; little, insignificant |
considerably | epeyce, oldukça, significantly, quite a lot, zıt anl.; slightly, (Large windowsmake the car feel considerably bigger. |
consideration | ilgi, düşünce, özen, solicitude, zıt anl.; unconcern, disregard |
considering (that) | . . . dikkate alındığında, (bir şey)’e gelince, (bir şey) konusunda, as regards |
consist of | (bir şey)’den meydana gelmek / ibaret olmak, be made up of |
consistent | tutarlı, coherent, steady, undeviating, zıt anl.; changing, inconsistent |
consistently | tutarlı / değişmez bir şekilde, invariably, zıt anl.; divergently |
constant | 1) sürekli, devamlı, continuous, perpetual, relentless, zıt anl.; terminable; 2) sabit, değişmez, invariable, unvarying, stable, fixed, zıt anl.; variable |
constantly | devamlı, sürekli, invariably, continually, perpetually, zıt anl.; rarely, seldom, never |
constitute | 1) oluşturmak, comprise, make up; 2) kurmak, tesis etmek, establish |
construct | 1) kurmak, yapmak, form, compose; 2) inşa etmek, build |
construction | inşaat, yapı |
constructive | yapıcı, yardımcı, positive, helpful, zıt anl.; destructive |
consult smo over smt | birisine, bir şey hakkında / konusunda danışmak, confer smo on smt, seek advice from smo about smt |
consultation | danışma, müzakere, conference, discussion |
consume | 1) (yiyecek, içecek vs.) tüketmek, eat, drink; 2) bitirmek, tüketmek, harcamak, use up, deplete, zıt anl.; add, restock |
consumer | 1) tüketici; 2) piyasada bulunan / herkesin satın alabileceği (şey) |
consumption | tüketim, yeme-içme |
contact | temasa / bağlantıya geçmek, dokunmak |
contain | 1) kontrol altına almak, kontrol altında tutmak, control, zıt anl.; spread, (Our priority is to contain the spread of this fatal disease. |
contamination | 1) bulaştırma, bulaşık, kirlenme, pislik, pollution, blemish; 2) (radyasyon vs. sızıntısı nedeniyle oluşan) kirlilik |
contemplate | 1) (bir şey) üzerinde düşünmek, düşünüp taşınmak, tasarlamak; 2) seyretmek |
contemporary | 1) (birisinin) çağdaşı (olan), aynı çağda (yaşamış olan); 2) çağdaş, güncel, yaşıt, modern, current, zıt anl.; archaic, ancient |
content | 1) içerik, composition; 2) memnun, hoşnut, happy, satisfied |
contentment | tatmin, memnuniyet, hoşnutluk, satisfaction, zıt anl.; discontentment, dissatisfaction |
contest | 1) yarışma, mücadele, çekişme, competition, challenge, zıt anl.; cooperation; 2) karşı çıkmak, itiraz etmek |
context | bağlam, içerik, çevre ve koşullar |
continual | sürekli, devamlı, kesintisiz, constant, perpetual |
continually | devamlı, sürekli, constantly, perpetually |
continuously | daima, sürekli olarak, constantly, perpetually, zıt anl.; never, rarely |
contradict | aksini söylemek, yalanlamak, çelişmek, ters düşmek, oppose, deny, zıt anl.; agree |
contradiction | çelişki, aykırılık, tutarsızlık, conflict, inconsistency, zıt anl.; agreement |
contradictory | çelişkili, tutarsız, conflicting, inconsistent, zıt anl.; confirming, consistent |
contrary | ters, karşıt, zıt, aksi, opposite, (It is impossible to reconcile such contrary viewpoints. |
contrary to | karşın, aksine, as opposed to |
contrast | karşıtlık, zıtlık, fark, difference, distinction, zıt anl.; similarity, likeness |
contrasting | (birbirine) zıt olan, farklı, karşıt, different, distinct, zıt anl.; similar, alike |
contribute to | katkıda bulunmak, support, help |
contribution to | katkı, (He was awarded a prize for his contribution to world peace. |
controllable | denetlenebilir, kontrol edilebilir |
controversial | tartışma konusu olan, tartışmalı, ihtilaflı, debatable, zıt anl.; uncontroversial, unquestionable |
controversy | tartışma, çekişme, anlaşmazlık, debate, argument, dispute, zıt anl.; agreement, unanimity |
convenience | uygunluk, rahatlık, elverişlilik, comfort, facility, suitability |
convenient | elverişli, kullanışlı, müsait, uygun, useful, suitable, zıt anl.; inconvenient |
convention | uygulama, gelenek, practice, tradition |
conventional | geleneksel, konvansiyonel, traditional, (The country has the ability to use conventional as well as nuclear weapons. |
conventionally | konvansiyonel / geleneksel olarak, traditionally |
conversely | tersine, aksine, contrarily |
convert into | değiştirmek, dönüştürmek, çevirmek, transform, turn into, change into |
convertible | değiştirilebilir, çevrilebilir, versatile, zıt anl.; inflexible, rigid |
convey | 1) iletmek, taşımak, pass along; 2) bildirmek, express |
convict of | suçlu bulmak, mahkum etmek, declare guilty of, zıt anl.; acquit of, release |
convince of | inandırmak, ikna etmek, persuade, talk into |
convincing | inandırıcı, ikna edici, conclusive, credible, zıt anl.; far-fetched, unconvincing |
convincingly | doyurucu / inandırıcı bir şekilde, satisfactorily |
cooperate with | (birisi) ile işbirliği yapmak, beraber çalışmak, collaborate with |
cooperation | işbirliği, beraber çalışma, collaboration |
coordinate | bir arada idare etmek, manage |
cope with | (bir sorun vs.) ile baş etmek, başa çıkmak, üstesinden gelmek, deal with, manage, handle, tackle, zıt anl.; mismanage |
correctivemeasure | düzeltici / iyileştirici önlem |
correlate | karşılıklı ilişkisi olmak |
correspond to | (bir şey)’e karşılık gelmek / tekabül etmek |
correspondence | mektuplaşma, yazışma |
corresponding | karşılık olan, tekabül eden |
corruption | yolsuzluk, bozulma, yozlaşma, rüşvetçilik, dishonesty |
cost | mal olmak, fiyatı / bedeli . . . olmak |
costly | maliyetli, pahalı, expensive, zıt anl.; cheap, inexpensive |
counsel | öğütlemek, öğüt vermek, advise, suggest |
counter | karşı gelmek, karşılık vermek, gidermek, respond, oppose, ward off |
countermeasure | karşı tedbir |
counterpart | akran, muadil, karşılık, peer |
countless | sayısız, innumerable, myriad, zıt anl.; few, limited, (Once, there were countless ridiculous arguments among public that AIDS was confined to heterosexuals. |
course | 1) gidişat, süreç, progress; 2) ders, kurs; 3) yön, rota, route |
court | mahkeme, tribunal |
cover | 1) örtmek, kaplamak, encase; 2) kapsamak, içermek, involve, encompass, zıt anl.; leave out |
cradle | 1) beşik (bir medeniyetin vs. doğduğu ve geliştiği yer); 2) beşik (bebeğin yatırıldığı sallanır yatak) |
crave | çok istemek, (bir şey)’e can atmak, aşermek, die for, zıt anl.; detest |
craving | şiddetli arzu / özlem, aşerme |
create | yaratmak, oluşturmak, produce |
credibility | inanılırlık, güvenilirlik, reliability |
credible | inanılır, güvenilir, believable, reliable, zıt anl.; incredible, unreliable |
crime | suç |
criminal | 1) suç oluşturan, suça ait; 2) suçlu; 3) (mahkemenin türü için) ceza, ağır ceza |
criterion | (çoğul: criteria) ölçüt, kriter |
critical | 1) kritik, ciddi, yaşamsal, hayati, çok önemli, significant, vital, crucial, essential, zıt anl.; insignificant, trivial; 2) (görüş, yaklaşım vs. için) eleştirel |
criticize | eleştirmek |
crop | ekin, ürün, mahsul, harvest |
crowded | kalabalık |
crucial | can alıcı, kritik, çok önemli, pivotal, vital, zıt anl.; trivial, insignificant, (It is crucial that everyone strictly obeys the rules during the experiment. |
crucially | can alıcı bir şekilde, essentially, significantly |
culminate | 1) sonuçlanmak, end, zıt anl.; begin, start; 2) doruğa varmak, climax |
culprit | suçlu, guilty, offender, zıt anl.; innocent |
cultivate | geliştirmek, zenginleştirmek, yetiştirmek, (toprağı) işlemek, develop, enrich |
culture | 1) kültür; 2) (bir bakteri vs. için) kültür analizi yapılması |
curb | kısıtlamak, sınırlamak, gem vurmak, restrain, limit |
cure | iyileştirmek, tedavi etmek, remedy, relieve, treat |
cure (isim) | şifa, tedavi, çare, ilaç, remedy, relief |
curious | 1) tuhaf veya benzersiz olması nedeniyle ilgi çeken; 2) meraklı |
current | akıntı, akım |
current (sıfat) | 1) şimdiki, halihazırdaki, contemporary, present, güncel; 2) cari |
currently | şu sıralarda, bu günlerde, hâlihazırda |
curtail | azaltmak, kısaltmak, decrease, shorten, zıt anl.; increase, prolong |
custom | gelenek, adet, tradition |
customary | alışılmış, adet olan, accepted, common, zıt anl.; unusual, abnormal |
customize | isteğe göre küçük değişiklikler yapmak, modifiye etmek, modify, alter, zıt anl.; keep, preserve |
cut | kesmek, kısmak, azaltmak, kesinti yapmak |
cut | kesinti, kısıntı |
cut down on | (bir şey)’i kısmak / azaltmak, reduce, restrict, decrease, economise on, zıt anl.; increase, waste |
cut free from | (bağlayan bir şeyi) keserek (başka bir şey)’i serbest bırakmak, serbest kalmak |
cut off | (nefes / yol) kesmek, tıkamak, block |
cut off from | (aile vs.)’den ayrı kalmak / ayırmak, ilişkisini kesmek, separate, zıt anl.; reunite with |
cut out | (belli bir biçimde) kesip çıkarmak, (bir metinden vs.) çıkarmak, silmek, cut off |
cycling | bisiklete binme |
daily | gündelik, günlük, day-to-day |
dairy | süt ürünleri |
damage | zarar / hasar vermek, bozmak, harm |
damage | hasar, zarar, yara, harm, injury, wound |
danger | tehlike, risk, hazard, risk |
dare to | (bir şey)’i göze almak, (bir şey)’e cesaret etmek, venture |
date back to | (belli bir yıl vs.)’ye tarihlenmek, tarihine uzanmak, date from, date to, be dated to |
date from | tarihinden kalmak, tarihinden başlamak |
daunting | yıldırıcı, göz korkutucu, discouraging |
daytime | gündüz |
deadly | öldürücü, fatal |
deal with | 1) (bir ey)’i idare etmek, üstesinden gelmek, cope with, tackle, manage; 2) (bir ey)’i ele almak, ilgilenmek, get involved in, manage, zıt anl.; disregard, ignore |
dealings | iş, alışveriş, iş ilişkisi, ilişki, business, relations |
debate | tartışmak, müzakere etmek, argue, discuss |
debate | tartışma, müzakere, argument, discussion |
debilitate | kuvvetten düşürmek, zayıflatmak, takatini kesmek, incapacitate, undermine, weaken, zıt anl.; invigorate, strengthen |
debilitating | güçten düşüren, zayıflatan, incapacitating, zıt anl.; invigorating |
decade | on yıl |
decay | çürü(t)mek, decompose |
decay | 1) yıkılma, çürüme, bozulma, azalma, collapse, corrosion, degeneration, decline; 2) (radyoaktif) bozunma |
deceive | aldatmak, kandırmak, mislead, delude |
decent | saygın, makul, aklı başında, muntazam, respectable, acceptable, proper, zıt anl.; indecent |
deception | aldatma, aldanma, hile, düzen, deceit, fraud, zıt anl.; honesty |
deceptive | aldatıcı, yanıltıcı, false, misleading, zıt anl.; straightforward, upright |
decision | karar |
decisive | kesin, belirleyici, net, kararlı, definite, zıt anl.; indecisive, questionable |
decisively | kesin olarak, kararlı bir biçimde, certainly, determinately |
declaration | ilan, bildiri, announcement |
declare | ilan etmek, bildirmek, make known, announce, zıt anl.; deny, revoke |
decline | azalmak, düşmek, gerilemek, çökmek, drop, decay, deteriorate, zıt anl.; increase, progress, recover |
decline | azalma, düşüş, gerileme, çöküş, drop, decay, deterioration, zıt anl.; upturn, progress, recovery |
decrease | azal(t)mak, düş(ür)mek, eksil(t)mek, diminish, zıt anl.; increase |
dedicate to | vermek, adamak, devote to |
deduce from | (bir şey)’den (bir şey) anlamak, (anlam) çıkarmak, çıkarsamak, infer from, realize |
deduction | mantıksal çıkarım, mantık yürütülerek varılan yargı, implication |
deed | eylem, iş, fiil, achievement, action |
deem | saymak, addetmek, regard |
deeply | derinden, derinlemesine, profoundly, intensely, zıt anl. |
defeat (fiil ) | bozguna uğratmak, yenmek, overthrow |
defeat | bozgun, yenilgi, zıt anl.; victory |
defect | kusur, bozukluk, eksiklik, imperfection, deficiency, zıt anl.; excellence |
defective | kusurlu, bozuk, eksik, imperfect, deficient, zıt anl.; flawless, excellent |
defer | ertelemek, geciktirmek, put off, retard, zıt anl.; expedite |
defiantly | cüretkar / küstah / meydan okuyan bir şekilde, boldly, rebelliously |
deficiency | eksiklik, yetersizlik, kusur, inadequacy, insufficiency, shortage, zıt anl.; adequacy, sufficiency, excess |
deficit | açık, yetersizlik, inadequacy, shortage, zıt anl.; excess, surplus |
define | tanımlamak, specify, designate |
definite | kesin, net, certain, zıt anl.; indefinite |
degenerate | yozlaşmak, dejenere olmak, deteriorate |
degenerate | yozlaşmış, soysuz, dejenere, corrupt, deteriorated, zıt anl.; healthy |
degrade | düşürmek, kötüleştirmek, disgrace, put down, take down, zıt anl.; aggrade |
degree | büyüklük, derece (etki, bilgi vs.) |
delay | geciktirmek, ertelemek, hold up, slow down, postpone |
delay | gecikme, retardation |
delayed | gecikmiş, geç |
delegate | görevlendirmek, (bir işi) devretmek, commission, empower |
delegate | delege, temsilci |
deliberate | 1) kasıtlı, on purpose; 2) temkinli, careful |
deliberately | kasten, bile bile, intentionally, on purpose, zıt anl.; accidentally, unintentionally |
delicate | nazik, narin, hassas, fragile, subtle, tender, zıt anl.; tough, solid, rugged |
delight | sevinç, memnuniyet, keyif, joy, pleasure |
delight | sevindirmek, memnun etmek, keyif vermek, please |
deliver | teslim etmek, vermek, bırakmak, dağıtmak, mesaj iletmek, transfer, hand over, distribute, send, zıt anl.; keep, retain |
delivery | 1) teslim, dağıtım, handing over, distribution; 2) (bir annenin) bebek doğurması, doğum, giving birth |
demand | talep etmek, istemek, request, claim, call for |
demand | 1) talep, claim, request, zıt anl.; supply; 2) ihtiyaç, need; 3) durum, (bir durumun) gerektirdikleri, requirement |
demanding | (çok çaba, ilgi vs.) isteyen / bekleyen, zorlu (örn. a demanding job |
demolish | yok etmek, ortadan kaldırmak, destroy, exterminate, wipe out, zıt anl.; preserve, restore, construct |
demonstrate | kanıtlamak, göstermek, illustrate, depict |
denote | göstermek, belirtmek, anlamına gelmek, stand for, point to, mean |
denounce | kınamak, condemn, zıt anl.; praise |
dense | yoğun, sık |
densely | yoğun bir şekilde, heavily, zıt anl.; loosely, sparsely |
density | özkütle, yoğunluk (bir maddenin birim hacimdeki ağırlığı) |
deny | yadsımak, yalanlamak, reddetmek, yoksun bırakmak, refuse, reject, zıt anl.; admit, accept |
departure | 1) ayrılış, kalkış, leaving, take-off, moving out; 2) sapma, deviation, divergence |
depend on / upon | (bir şey)’e bağımlı / bağlı olmak, rely on, zıt anl.; be independent (from) |
dependent on | (bir şey)’e bağımlı, reliant (on), zıt anl.; independent, self-reliant |
depict | betimlemek, anlatmak, resmetmek, describe, picture |
depiction | betimleme, resmetme, description, picture |
deplete | tüketmek, bitirmek, exhaust, consume, zıt anl.; add, restock |
deploy | konuşlan(dır)mak,mevzilen(dir)mek, bir plana göre yerleş(tir)mek, position |
deposit | koymak, bırakmak, yığmak, place |
depressed | 1) morali bozuk, depresyonda, lowspirited; 2) azalmış, miktarı düşmüş, down |
deprivation | yoksunluk, mahrumiyet, lacking, zıt anl.; availability, surplus |
deprive of | (bir şey)’den yoksun bırakmak / mahrum etmek, strip of, zıt anl.; offer, supply with |
derive from | (bir şey)’den elde etmek / çıkarmak / türe(t)mek, obtain from, originate from |
descend | alçal(t)mak, in(dir)mek, lower, zıt anl.; ascend |
descend from | (bir kişi)’nin soyundan gelmek, originate from |
describe | betimlemek, resmetmek, anlatmak, depict, picture, explain |
description | betimleme, tarif, eşkal, depiction, picture |
desert | terk etmek, bırakmak, abandon, leave |
deserve | (iyi ya da kötü anlamda) hak etmek, layık olmak, earn |
deservedly | haklı olarak, hak ettiği gibi, justly |
design | dizayn etmek, tasarım yapmak, tasarlamak, geliştirmek, düzenlemek, formulate, invent, organise, devise |
design | dizayn, tasarım |
designate | 1) belirtmek, işaret etmek, specify; 2) atamak, görev vermek, assign |
desirable | arzulanır, çekici, cazip, preferred, attractive, zıt anl.; undesirable, unsuitable |
desire | istemek, arzu etmek |
desire | arzu, şiddetli istek |
desired | istenen, elde edilmesi amaçlanan, required, zıt anl.; undesired |
desolate | 1) terk edilmiş, ıssız, boş, abandoned; 2) harap, perişan, destroyed; 3) yalnız, kimsesiz, solitary |
desperate | 1) çaresiz, helpless; 2) ümitsiz, hopeless, zıt anl.; hopeful, promising |
despise | küçümsemek, hor görmek, adam yerine koymamak |
despite | (bir şey)’e karşın / rağmen, in spite of, regardless of |
destination | hedef, gidilecek yer, varış yeri |
destiny | kader, yazgı, talih, kısmet, fate |
destroy | yok etmek, ortadan kaldırmak, demolish, exterminate, wipe out, zıt anl.; preserve, restore, construct |
destruction | yıkım, yok etme, imha, extermination, zıt anl.; construction, renovation |
destructive | yıkıcı, zararlı, devastating, detrimental, zıt anl.; constructive, (This missile has sufficient destructive power to blow up a battleship. |
destructively | yıkıcı olarak, yıkıcı bir şekilde, damagingly, harmfully, zıt anl.; constructively |
detail | ayrıntı, detay |
detain | gözaltına almak, alıkoymak, apprehend, withhold, zıt anl.; release, liberate |
detect | ortaya çıkarmak, bulmak, fark etmek, keşfetmek, discover, identify |
detectable | bulunabilir, saptanabilir, noticeable |
detention | alıkoyma, engelleme, tutuklama, tevkif, restraint, custody, zıt anl.; release |
deter from | (bir şey)’den caydırmak / vazgeçirmek, discourage, inhibit, zıt anl.; encourage, promote |
deteriorate | bozulmak, kötüleşmek, decline, worsen, zıt anl.; recover |
deterioration | kötüleşme, bozulma, decline, worsening, zıt anl.; enhancement, improvement |
determine | 1) belirlemek, saptamak, establish, find out, calculate; 2) karar vermek, amaçlamak, decide, resolve, shape |
determined | kararlı, azimli, decisive, persistent, zıt anl.; irresolute, hesitating |
detract from | eksiltmek, (değerinden, öneminden, kalitesinden) düşürmek, belittle, lower, diminish |
detrimental | zararlı, harmful, damaging, zıt anl.; beneficial, helpful |
devastate | harap / perişan etmek, mahvetmek, destroy, ruin, zıt anl.; construct, restore |
devastating | yıkıcı, yok edici, harap edici, destructive, disastrous, zıt anl.; constructive |
developed | gelişmiş |
developing | gelişmekte olan |
development | ilerleme, gelişme, advancement, zıt anl.; regress |
deviation | sapma, ayrılma, diversion, variance, zıt anl.; conformity, uniformity |
device | alet, aygıt |
devious | dürüst olmayan, kaypak, sinsi, dolambaçlı, deceitful, insidious |
devise | tasarlamak, plan geliştirmek, düzenlemek, formulate, invent, organise, design, (It is necessary to devise a new computer program that will be easy for schoolchildren to learn. |
devoid of | (bir şey)’den yoksun / mahrum, lacking |
devote to | (bir şey)’e adamak / ayırmak, dedicate |
devoted | bağlı, kendini adamış, dedicated |
devoted to | (bir şey)’e adanmış / ayrılmış, dedicated to, (This land is devoted to mining. |
devoutly | içten, ciddi, kendini adamış, sincerely, devotedly |
diagnose | teşhis etmek / edilmek, tanı koy(ul)mak |
diagnosis | (çoğul: diagnoses) teşhis, tanı |
diagnostic | tanı, tanıyla ilgili |
dictate | zorla kabul ettirmek, emretmek, impose, command |
die down | hafiflemek, sönmeye yüz tutmak, azalmak, fade away |
die out | yok olmak, ortadan kalkmak, fade away, perish, zıt anl.; develop, expand, flourish |
differ from | (bir şey)’den farklı / değişik olmak, diverge from, zıt anl.; conform to, resemble |
differ | değişmek, farklılık göstermek, vary, diverge |
differ sharply | net / açıkça görülür bir şekilde farklılık göstermek |
differentiate | ayırmak, ayırt etmek, farklılaşmak, distinguish |
differing | birbirinden farklı, divergent |
difficulty | güçlük, zorluk, problem, trouble |
diffuse | yay(ıl)mak, dağıtmak, dağılmak, spread |
dimension | boyut, ölçü |
diminish | azal(t)mak, eksil(t)mek, decrease, zıt anl.; increase |
dire | 1) acil, çok ciddi, critical; 2) korkunç, dehşetli, berbat, dreadful, terrible, (Such an invasive interventionmay have dire consequences. |
direct | 1) yönlendirmek, guide; 2) talimat vermek, instruct |
direction | yön |
director | yönetici, idareci, yönetmen, manager |
disability | sakatlık, engel, maluliyet, handicap, invalidity |
disabled | sakat, engelli, handicapped |
disadvantage | dezavantaj, sakınca, drawback, inconvenience, zıt anl.; advantage, benefit |
disagree with | (bir şey / birisi) ile aynı fikirde olmamak, (deliller, veriler için) (bir şey) ile uyumlu olmamak, zıt anl.; agree with |
disagreement | anlaşmazlık, ihtilaf, çatışma, conflict, fight, zıt anl.; accord, peace |
disappear | ortadan kalkmak, yok olmak, kaybolmak, vanish, zıt anl.; appear, emerge |
disappearance | ortadan kalkma, yok olma, vanishing, zıt anl.; appearance, emergence |
disappointing | düş kırıklığı yaratan, discouraging, zıt anl.; encouraging, inspiring |
disappointingly | hayal kırıklığı yaratacak şekilde, discouragingly, zıt anl.; inspiringly |
disappointment | düş kırıklığı, discouragement, zıt anl.; fulfilment, success |
disapproval | onaylamama, doğru bulmama, itiraz, objection |
disapprove of | doğru bulmamak, onaylamamak, find unacceptable, zıt anl.; approve of |
disaster | felaket, yıkım, afet, catastrophe, tragedy |
disastrous | feci, yıkıcı, detrimental, terrible, zıt anl.; fortunate, successful |
discharge from | 1) (hastayı hastane)’den taburcu etmek; 2) tahliye etmek, release |
discharge | 1) (hasta için) taburcu olma; 2) tahliye, boşaltım, akma, release |
discipline | bilim dalı, disiplin |
disclose | açmak, ifşa etmek, açığa vurmak, reveal, display, zıt anl.; hide, conceal |
discontent | hoşnutsuzluk, memnuniyetsizlik, dissatisfaction, zıt anl.; contentment, satisfaction |
discontinue | kesmek, durdurmak, yarıda bırakmak, terk etmek, vazgeçmek, cease, quit, end, abandon, stop, zıt anl.; keep on, proceed, pursue, carry on, (The bank will discontinue its Saturday service. |
discourage | cesaretini / hevesini kırmak, gözünü korkutmak, deter, dissuade, zıt anl.; urge, encourage |
discouraging | cesaret kırıcı, unfavourable, zıt anl.; encouraging |
discover | keşfetmek, bulmak, ortaya çıkarmak, meydana çıkarmak, find |
discovery | keşif, buluş, bulgu |
discredit | gözden düşürmek, güvenini sarsmak, disapprove of, degrade, zıt anl.; praise, honor |
discretely | farklı bir şekilde, (birbirinden) ayrı olarak, distinctly, separately |
discriminate against | (aleyhine) ayrım(cılık) yapmak, disfavour, show prejudice against |
discrimination | ayrımcılık, ayrım yapma, bias, unfairness, zıt anl.; impartiality |
discuss | (bir konuyu) ele almak, görüşmek, tartışmak |
disdain | küçük / hor görmek, tepeden bakmak, scorn, zıt anl.; admire, praise |
disgust | iğrenme, tiksinti |
disgusting | iğrenç |
disintegrate | parçala(n)mak, böl(ün)mek, ufalanmak |
dismiss | göz ardı etmek, aklından çıkarmak, reddetmek, ignore, discard, reject |
dismissive | hafife alan, baştan savma, uninterested, zıt anl.; interested |
disorder | 1) bozukluk, hastalık, illness, ailment, zıt anl.; health; 2) düzensizlik, kargaşa, confusion, mess, trouble, chaos, turmoil, zıt anl.; order |
disoriented | yönünü kaybetmiş / şaşırmış |
disparity | eşitsizlik, farklılık, inequality, difference, zıt anl.; parity, equality |
dispense with | (bir şey)’siz yapmak, ihtiyaç duymamak, vazgeçmek, do away with, (We are dispensing with formalities. |
disperse | dağıtmak, yaymak, saçmak, disband, break up, zıt anl.; accumulate, gather |
display | göstermek, sergilemek, görüntülemek, show, illustrate, demonstrate |
disposal | (çöp vs.) atmak, (atık vs.) boşaltmak |
dispose of | 1) (bir şey)’i çöpe atmak, imha etmek, yok etmek, bertaraf etmek, get rid of; 2) (para, zaman vs.) (belirli bir biçimde) harcamak, elden çıkarmak, dağıtmak, consume, part with, zıt anl.; keep, save |
disposition | 1) yaradılış, mizaç, tabiat, temperament; 2) düzenleme, yerleştirme, tertip, düzen, dağılım, arrangement |
disproportionate | oransız, aşırı, unbalanced, excessive, zıt anl.; proportionate, balanced |
disprove | aksini kanıtlamak, invalidate, zıt anl.; prove, confirm |
dispute | 1) doğruluğundan kuşku duymak, doubt, question; 2) tartışmak, argue |
dispute | anlaşmazlık, uyuşmazlık, tartışma, çekişme, controversy, argument, zıt anl.; agreement, understanding |
disregard | hiçe saymak, boş vermek, aldırmamak, ignore, overlook, zıt anl.; consider, pay attention |
disrupt | bozulmasına yol açmak, altüst etmek, aksatmak, disturb, spoil, upset, zıt anl.; arrange, organise |
disruption | aksama, kesilme, failure, collapse, zıt anl.; success |
disruptive | aksatan, kargaşaya yol açan, yıkıcı, disorderly, troublesome, chaotic, zıt anl.; disciplined |
dissatisfied with | (bir şey)’den hoşnut / tatmin olmayan, disappointed, displeased, zıt anl.; satisfied |
dissatisfy | hoşnut / tatmin etmemek, disappoint, displease, zıt anl.; satisfy |
disseminate | (bir fikir, haber vs.) yaymak, spread, circulate, (The more widely the facts about AIDS are disseminated, the better our chances of halting the epidemic. |
dissipation | yay(ıl)ma, dağılma, saç(ıl)ma, dispersion |
distance | uzaklık, mesafe |
distant | uzak mesafedeki, uzak, remote, far away, zıt anl.; near |
distinct | ayrı, belirgin, farklı, müstakil, separate, apparent, discrete, zıt anl.; similar, associated |
distinction | 1) ayırt etme, differentiation; 2) fark, üstünlük, superiority, peculiarity, zıt anl.; resemblance, similarity |
distinctive | tipik, kendine özgü, kolaylıkla ayırt edilebilen, characteristic, zıt anl.; ordinary |
distinctly | açık / belirgin bir şekilde, clearly |
distinguish between | (iki kişinin ya da şeyin) arasında ayrım yapmak, ayırmak, ayırt etmek, recognize, identify, tell (the difference) |
distinguishable | ayırt edilebilir, recognizable |
distinguished | seçkin, güzide, remarkable, prominent, zıt anl.; common, ordinary |
distort | biçimini bozmak, çarpıtmak, deform |
distorted | çarpıtılmış, deformed |
distract | (dikkati) başka tarafa çekmek, meşgul etmek, confuse, disturb, zıt anl.; concentrate |
distraction | dikkat dağılması, disturbance, zıt anl.; concentration |
distress | üzüntü, acı, endişe, misery, pain, worry, zıt anl.; alleviation, comfort, relief |
distressing | üzücü, acı verici, disturbing, worrisome |
distribute | dağıtmak, bölüştürmek, allot, hand out |
district | mıntıka, bölge, yöre, area, region, distrust |
disturb | endişelendirmek, rahatsız etmek, huzurunu kaçırmak, bother, annoy, zıt anl.; calm, comfort |
disturbance | 1) kargaşa, çalkalanma, düzeni bozucu şey, turmoil, zıt anl.; order, stillness; 2) (uykuda) bozukluk / düzensizlik, interference |
disturbed | sıkıntıda, rahatsız |
disturbing | rahatsız edici, endişe verici, annoying, troublesome, zıt anl.; comforting |
disturbingly | rahatsız edici bir şekilde, alarmingly, dreadfully |
disunite | ayırmak, separate, sever, zıt anl.; unite, connect |
disuse | kullanmayı kesmek / bırakmak |
diverge | ayrılmak, (birbirinden) uzaklaşmak, sapmak, farklı olmak, branch off, deviate, zıt anl.; converge, unite |
diverse | çeşitli, farklı, different, various |
diversely | çeşitli şekillerde, variously |
diversify | çeşitlendirmek, farklılaştırmak, spread out, zıt anl.; narrow down |
diversity | çeşitlilik, farklılık, variety, assortment, zıt anl.; uniformity |
divide | böl(ün)me, split, zıt anl.; join |
divorce | ayırmak, ayrılmak, boşa(n)mak, separate, sever, zıt anl.; unite |
do away with | ortadan kaldırmak, eliminate |
do good | yaramak, iyi gelmek |
do one’s best | elinden geleni(n en iyisini) yapmak, do the best one can |
do well by | (bir şey) için iyi etmek, iyi yapmak, durumu iyi olmak, come along, recover, flourish, zıt anl.; fall back, fail |
do with | yetinmek, baş etmek, manage with, put up with |
do without | (bir şey) olmadan idare etmek, muhtaç olmamak |
documentary | belgesel |
dominance | egemenlik, hakimiyet, üstünlük |
dominant | başat, üstün, egemen, presiding, controlling, zıt anl.; inferior, recessive |
dominate | hakim / egemen olmak, govern, prevail |
dominion | egemenlik, hakimiyet, sovereignty |
donate | bağışlamak, hibe etmek, bestow on / upon, zıt anl.; retain, withdraw |
dormant | uykuda, sleeping, inactive |
dot | nokta, benek |
doubt | şüphe, kuşku |
doubtful | şüpheli, kuşkulu, dubious, zıt anl.; undoubted, certain |
downfall | çöküş, yıkılış, düşüş, collapse, destruction |
draft | 1) taslak, outline, sketch; 2) geminin su çekimi (yüzer haldeyken, su seviyesinden geminin en alt noktasına kadar olan toplam yükseklik), draught (draft okunur) |
drag on | uzayıp gitmek, (uzun zamandır) sürmek, keep going, zıt anl.; shorten, curtail |
dramatic | 1) dramatik, çarpıcı, striking, remarkable, sensational, zıt anl.; unexciting; 2) çok yüksek miktarda, heavy, zıt anl.; mild |
dramatically | dramatik / çarpıcı bir biçimde, strikingly, sensationally, zıt anl.; unexcitingly, undramatically |
drastic | şiddetli ve çabuk etki eden, sert, şiddetli, severe, dire, zıt anl.; mild, modest |
drastically | radikal şekilde, büyük ölçüde, sert şekilde, hugely, zıt anl.; mildly |
draw | 1) (çizgi, şekil vs.) çizmek; 2) almak, elde etmek, extract; 3) çekmek, pull, zıt anl.; push, repel |
draw a conclusion | sonuç çıkarmak |
draw attention to | (bir şey)’e ilgi / dikkat çekmek, attract attention to |
draw in | içine çekmek, pull in |
draw the line at | (bir şey)’e sınır koymak |
draw up | 1) kaleme almak, write out; 2) (bir araç vs. için) bir yerde durmak, (kenara vs.) çekmek, come to a stop |
drawback | sakınca, mahzur, dezavantaj, disadvantage, setback, inconvenience, zıt anl.; advantage, convenience |
drift | sürüklenmek |
drive | 1) hareket ettirmek, döndürmek, move, turn; 2) sevk etmek, tahrik etmek, urge, impel, zıt anl.; inhibit |
drive off | kovmak, defetmek, chase away, dispel |
drive out | çıkarmak, yerinden oynatmak |
driven by | (bir şey ya da biri tarafından) güdümlenmiş |
drop off | uykuya dalmak, fall asleep |
drought | kuraklık |
drug | 1) ilaç, ecza, medication; 2) uyuşturucu madde |
dubious | kuşkulu, şüpheli, belirsiz, kararsız, doubtful, unreliable, zıt anl.; certain, definite |
due | zamanı / vadesi gelmiş, mature |
due to | nedeniyle, because of, owing to, on account of |
dull | 1) sıkıcı, donuk, duygusuz, tekdüze, boring, zıt anl.; interesting; 2) anlama güçlüğü çeken, dumb, dense, zıt anl.; bright, sharp |
duplicate | kopyalamak, aynısını yapmak, copy |
durability | dayanıklılık |
durable | dayanıklı, sağlam, sturdy, long-lasting, zıt anl.; fragile |
duration | süre, süreklilik, term, continuity, (Amazingly, the boy lay quietly through the whole duration of the physical examination. |
dysfunction (ya da disfunction) | bir organın görevini yapmaması, disorder |
eager | istekli, gönüllü, willing, keen, ready, zıt anl.; reluctant, unwilling |
eagerly | istekli / hevesli bir şekilde, willingly, keenly, zıt anl.; reluctantly, unenthusiastically |
early | erken, (tarihsel olarak) önce gelen, zıt anl.; late |
earn | (para, hak vs.) kazanmak, edinmek, hak etmek, gain, zıt anl.; lose |
earthquake | deprem |
ease | 1) kolaylaştırmak, sıkıntıdan kurtarmak, improve, facilitate, simplify, zıt anl.; aggravate, worsen; 2) gerilemek, çekilmek; 3) gevşemek, baskıyı azaltmak |
easygoing | uysal, rahat, mild, gentle, zıt anl.; fractious |
edge | kenar, sınır, yan, border |
edible | yenilebilir, yemeye uygun |
edit | redaksiyon yapmak, inceleyerek küçük değişiklikler yapmak, alter, modify |
educational | eğitici |
effect | yerine getirmek, gerçekleştirmek, başarmak, carry out, actualise, perform, zıt anl.; fail |
effect | etki, sonuç, influence, outcome |
effective | 1) verimli, randımanlı, etkili, efficient, powerful, zıt anl.; inefficient, ineffective; 2) yürürlükte; 3) efektif, gerçek, fiili, actual |
effectively | etkin / verimli bir şekilde, efficiently, zıt anl.; ineffectively, inefficiently |
effectiveness | 1) etki, nüfuz / etki derecesi, efficiency, power, zıt anl.; ineffectiveness, inefficiency; 2) etkinlik, yararlılık, istenilen etkiyi üretme güç veya kapasitesi, efficacy, zıt anl.; inefficacy, inefficiency |
efficacy | etkinlik, yararlılık, istenilen etkiyi üretme güç veya kapasitesi, effectiveness, zıt anl.; inefficacy, inefficiency |
efficiency | (çalışmada, işte) verim, etkinlik, productivity, effectiveness, zıt anl.; inefficiency |
efficient | verimli, randımanlı, etkin, effective, zıt anl.; inefficient, ineffective |
efficiently | etkin / verimli bir şekilde, effectively, zıt anl.; inefficiently |
effort | çaba, gayret, hard work |
elaborate (sıfat) | karmaşık, girift, ayrıntılı, intricate, zıt anl.; simple |
elastic | esnek, flexible, zıt anl.; rigid |
elder | (iki kardeş ya da kişiden) daha yaşlı / daha büyük (olan) |
election | seçim, seç(il)me, (parliamentary election |
elementary | temel |
elevate | yükseltmek, arttırmak, raise |
elevated | art(tırıl)mış, yüksek, yükseltilmiş |
eligible | uygun, (seçilmeye) elverişli, gerekli koşullara sahip, suitable, (According to the exclusion criteria of the survey, five cases were not found eligible due to their diabetes problem. |
eliminate | ortadan kaldırmak, yok etmek, gidermek, elemek, eradicate, cut out, (Poverty must be eliminated. |
elimination | eleme, çıkarma, discharge, deduction, zıt anl.; inclusion |
elsewhere | başka yer / yerde / yere |
elude | kaçmak, kaçınmak, (bir şey)’den sıyrılmak, escape, evade |
embark on / upon | girişmek, başlamak, begin, engage in, zıt anl.; cease, end |
embarrassed | utanan, mahçup, uncomfortable |
emerge | çıkmak, meydana çıkmak, appear, arise, come forth, zıt anl.; disappear, fade |
emergence | ortaya çıkma, appearance, zıt anl.; disappearance |
emergency | acil durum, urgency |
emerging | yükselen, gelişen, ortaya çıkan, arising, zıt anl.; fading |
emigrant | ülkeyi / kenti terk eden göçmen, zıt anl.; immigrant |
emigrate | göç ile ülkeyi / kenti terk etmek, move out, zıt anl.; immigrate |
emigration | göç ile ülkeyi / kenti terk etme, zıt anl.; immigration |
emission | dışarı ver(il)me, yay(ıl)ma, (gaz vs. için) sal(ın)ma |
emit | dışarı vermek, göndermek, yaymak, çıkarmak, discharge, zıt anl.; absorb |
emotion | duygu, his, heyecan, feeling, sentiment |
emotional | duygusal, duygulu, passionate, sentimental, zıt anl.; cold, unemotional |
emotionally | duygusal olarak, duygusal yönde |
emphasis | (çoğul: emphases) önem, vurgu, importance, significance |
emphasise | vurgulamak, altını çizmek, stress, underline |
emphatic | 1) ısrarlı; 2) göze çarpan, vurgulu |
employ | 1) kullanmak, yararlanmak, use, utilize; 2) çalıştırmak, istihdam etmek, iş vermek, işe almak, hire, recruit, zıt anl.; fire |
empower | yetki / izin vermek |
enable | sağlamak, imkân vermek, mümkün kılmak, yetki vermek, allow, let, empower, ensure, make it possible, zıt anl.; forbid, hinder, (New techniques enable surgeons to open and repair the heart. |
encircle | çevrelemek |
enclosed | kapalı, kapatılmış |
encompass | kuşatmak, sarmak, etrafını çevirmek, içine almak, cover, include |
encounter | karşı karşıya gelmek, rastlamak, face, come across |
encounter | karşılaşma, yüz yüze gelme |
encourage | teşvik etmek, özendirmek, cesaret vermek, yüreklendirmek, promote, zıt anl.; deter, discourage |
encouragement | teşvik, özendirme, yüreklendirme, zıt anl.; discouragement |
encouraging | umut verici, özendirici, yüreklendirici, favourable, promising, zıt anl.; discouraging, unfavourable |
end in | (bir şey) ile sonuçlanmak, result in |
end up | sonunda (bir şey) olmak, sonunda (bir şey / yer)’e varmak, kendini (bir yer)’de bulmak |
endanger | tehlikeye düşürmek, riske atmak, jeopardise, risk, zıt anl.; save, aid |
endangered | tehdit altındaki |
endeavour | çabalamak, gayret etmek, struggle, try |
endeavour | çaba, gayret, uğraşı, mücadele, effort, struggle |
endure | dayanmak, katlanmak, çekmek, bear |
enforce | 1) kuvvetlendirmek, takviye etmek, strengthen; 2) mecbur etmek, (uymaya) zorlamak, uygulamak, yerine getirmek, impose, prosecute |
engage | 1) işe almak, tutmak, angaje etmek, employ; 2) kullanıma / işin içine sokmak, put to use, bring into action; 3) (vites, dişli vs. için) (birbirine) geçmek |
engage in | (bir şey) ile meşgul olmak, be involved in |
engaged | kullanımda, çalışır vaziyette |
engender | doğurmak, yaratmak, yol açmak, produce, create, bring about |
enhance | arttırmak, yükseltmek, çoğaltmak, geliştirmek, zenginleştirmek, çeşitlendirmek, make better, increase, improve, zıt anl.; decrease, weaken |
enhanced | gelişmiş |
enjoy | (bir şey)’in tadını / keyfini çıkarmak |
enlarge | büyü(t)mek, genişle(t)mek, amplify, broaden, zıt anl.; reduce, diminish |
enlargement | büyütme, genişletme, broadening, zıt anl.; reduction |
enlighten | aydınlatmak, bilgilendirmek, explain, advise, educate |
enormous | muazzam, çok büyük, tremendous, immense, huge, zıt anl.; tiny, little, insignificant |
enormously | muazzam bir şekilde, çok büyük miktarlarda, immensely, zıt anl.; minimally |
enough | yeterince, adequate, sufficient, zıt anl.; inadequate, insufficient |
enrich | zenginleştirmek, improve |
ensure | garanti etmek, sağlamak, temin etmek, make it possible, secure, guarantee, (Taking vitamin pills does not necessarily ensure good health. |
entail | içermek, gerektirmek, involve, require |
entangle | karıştırmak, dolaştırmak, karmakarışık etmek, snarl, complicate |
entertain | eğlendirmek, meşgul etmek |
enthusiasm | şevk, istek, heves, eagerness, willingness, zıt anl.; reluctance |
enthusiastic | şevkli, hararetli, heyecanlı, excited, devoted, zıt anl.; disinterested |
entire | tüm, bütün, complete, whole, zıt anl.; partial, (an entire generation |
entirely | tümüyle, tamamen, completely, totally, zıt anl.; partially, (When he came back to his hometown, he noticed that the place was entirely different from what he had left two decades ago. |
entrance | giriş, entry |
entry | giriş |
enviable | gıpta edilecek, desirable, zıt anl.; unenviable, unfavourable |
environment | çevre, ortam |
envision | zihninde canlandırmak, tasavvur etmek, visualize, envisage |
envy | kıskanmak, imrenmek, be jealous of |
envy | kıskançlık, haset, gıpta, jealousy |
epidemic | salgın hastalık, salgın |
equality | eşitlik, denklik, zıt anl.; inequality |
equate | eşit saymak, eşitlemek |
equip | donatmak, furnish |
equivalent to | (bir şey)’e eşit / eşdeğer, same, alike, zıt anl.; different, unequal |
era | devir, çağ, dönem, period |
eradicate | yıkmak, yok etmek, ortadan kaldırmak, eliminate, exterminate, wipe out, demolish, destroy, zıt anl.; construct, preserve, restore |
erect | dikmek, kurmak, inşa etmek, build, put up, zıt anl.; demolish, destroy |
erode | aşın(dır)mak, erozyona uğramak / uğratmak, kemirmek |
erosion | aşınma, erozyon, deterioration, attrition |
error | 1) defekt, hata, defect; 2) yanlış, yanlışlık, mistake |
escape | kaçmak, firar etmek, flee, break out |
escape | kaçış, firar, flee, breakout |
especially | özellikle, özel olarak, particularly, in particular, specifically, zıt anl.; generally, in general |
essence | öz, temel, asıl, core |
essential | 1) asıl, esas, temel, fundamental, zıt anl.; incidental, peripheral; 2) gerekli, zaruri, crucial, vital |
essentially | aslında, esas itibariyle, primarily, fundamentally, actually |
establish | 1) oluşturmak, oturtmak, form, found, lay down, constitute; 2) saptamak, tespit etmek, authenticate, verify, show, prove; 3) kurmak, tesis etmek, institute, found, set up |
establishment | 1) kur(ul)ma, tesis etme / edilme, foundation; 2) kuruluş, enterprise |
estimate | tahmin etmek, kestirmek, guess, reckon |
estimated | tahmini, predicted |
estimation | tahmin, kanı, guess, belief |
ethical | ahlaki, ahlakla ilgili, (The doctor had no ethical objection to drinking but he simply said that it was unhealthy. |
ethically | etik olarak, ahlaki değerler bakımından, morally |
evacuate | tahliye etmek, boşaltmak, vacate |
evaluate | değerlendirmek, değer biçmek, hesaplamak, assess, appraise |
evaluation | değerlendirme, assessment, appraisal |
even so | bununla birlikte, her şeye rağmen, yine de, however, nonetheless, nevertheless |
even wider | daha da geniş çaplı, daha da yaygın |
evenly | eşit şekilde, dengeli şekilde, zıt anl.; unevenly, uniformly |
event | olay, hadise, incident |
eventual | daha sonraki, nihai, future, consequent |
eventually | sonunda, nihayet, at last, finally |
ever | her seferinde artan / azalan bir şekilde |
evidence | belirti, delil, gösterge, işaret, indication, hint, proof, clue |
evident | açık, belli, apparent, clear, zıt anl.; concealed, obscure |
evoke | (bir duygu) uyandırmak, aklına getirmek, çağrıştırmak, recall, stimulate |
evolve | (uzun bir zaman diliminde) geliş(tir)mek, evrim geçirmek, progress, develop |
exact (sıfat) | kesin, kusursuz, tam, accurate, precise, zıt anl.; inaccurate |
exactly | tam olarak, tamı tamına, precisely, accurately, zıt anl.; roughly |
exactness | kesinlik, kusursuzluk, accuracy, precision, zıt anl.; inaccuracy, inexactness |
exaggerate | abartmak, gözünde büyütmek, overemphasise, zıt anl.; underestimate |
examination | inceleme, denetim, teftiş, inspection |
examine | 1) dikkatle gözden geçirmek, incelemek; 2) muayene etmek |
excavate | kazı / hafriyat yapmak, kazıp ortaya çıkarmak, unearth, zıt anl.; bury |
exceed | aşmak, (limit / miktar vs.)’nin üzerine çıkmak, taşmak, fazla gelmek, surpass, go beyond, be more than necessary, zıt anl.; fall behind (of), be less than, be inferior to |
exceedingly | aşırı bir şekilde, son derece, ihtiyaçtan çok fazla bir şekilde, extremely, passing, zıt anl. |
excel in | 1) (bir konuda) başarılı olmak, be successful in / at; 2) üstün olmak, surpass, outperform, zıt anl.; be inferior |
excellent | mükemmel, perfect |
except | haricinde, dışında |
exception | istisna, (An exception to the rule. |
exceptional | olağandışı, istisnai, unusual, extraordinary, zıt anl.; ordinary, (General principles should not be based on exceptional cases. |
exceptionally | olağandışı / istisnai bir şekilde, extremely, zıt anl.; slightly, moderately |
excess | aşırılık, fazlalık, artık, surplus, zıt anl.; shortage |
excess (sıfat) | aşırı, (haddinden) fazla, (He is trying to lose excess weight. |
excessive | aşırı miktarda, fazla, toomuch, redundant, zıt anl.; moderate, reasonable |
excessively | aşırı derecede, overly, redundantly, zıt anl. |
exchange | değiş tokuş etmek, alış veriş etmek, trade, swap |
excited | heyecanlı, rahat durmayan, zıt anl.; calm |
excitement | heyecan |
exciting | heyecan verici, zıt anl.; unexciting |
exclude | çıkarmak, dahil etmemek, dışarda bırakmak, hariç turmak, leave out, zıt anl.; include |
exclusive | 1) (kişiye, kuruluşa vs.) özel, sadece belli bir zümreye açık, restricted, zıt anl.; open, public, shared; 2) dışta bırakan; 3) tam / bütün (bölünmemiş veya paylaşılmayan), complete |
exclusively | sadece, yalnızca, solely, entirely |
excuse | mazur görmek, bağışlamak, pardon, forgive, zıt anl.; blame with, accuse of |
execute | uygulamak, yerine getirmek, (cezayı / kişiyi) infaz etmek, carry out |
execution | uygulama, yerine getirme, yapma, infaz etme, completion, realisation |
exemplify | örnek olmak / sunmak, örneğiyle açıklamak |
exemption from | (bir vergi vs.)’denmuafiyet, bağışıklık, immunity to |
exertion | çaba, gayret, emek, effort |
exhaust | gücünü tüketmek, wear out, impoverish, zıt anl.; revive, invigorate |
exhausted | bitmiş, tükenmiş |
exhausting | yorucu, bitap düşürücü, very tiring, zıt anl.; refreshing |
exhibit | sergilemek, göstermek, ibraz etmek, teşhir etmek, reveal, illustrate, present, zıt anl.; conceal, cover, hide |
exhibition | sergi, display, show |
exist | var olmak, bulunmak, mevcut olmak, be present |
existence | varlık, mevcudiyet, (bir şey)’in var olması, var oluş, presence, zıt anl.; absence |
existing | var olan, hali hazırda bulunan, present, current |
expand | genişle(t)mek, büyü(t)mek, extend, broaden, zıt anl.; shrink, contract, compress |
expanding | genişleyen |
expansion | genişle(t)me, büyü(t)me, development, growth |
expansive | geniş, engin, yayılıp genişlemeye elverişli, yaygın, kapsamlı, extensive, zıt anl.; narrow |
expect | 1) beklemek, beklenti içinde olmak, anticipate; 2) tahmin etmek, kestirmek, predict |
expectation | beklenti, anticipation |
expected | olması beklenen, umulan, predicted, foreseen, anticipated |
expenditure | gider, harca(n)ma, masraf, expense, zıt anl.; income |
expense | masraf, harcama, expenditure |
experience | (bir dönemden) geçmek, yaşamak, go through, undergo, zıt anl.; avoid |
experience | deneyim, tecrübe |
experienced | deneyimli, tecrübeli, zıt anl.; inexperienced |
experiment | deney |
experimental | deneye dayanan, deneysel |
expert | uzman |
explanation | açıklama, izahat, clarification |
explicit | belirli, açık, definite, specific, zıt anl.; ambiguous, unclear |
explicitly | tam ve açık bir biçimde, expressly, zıt anl.; implicitly |
exploit | 1) (kendi çıkarı için) kullanmak, yararlanmak, utilize, (The opposition aims to exploit the economic crisis. |
exploration | araştırma, inceleme, keşif |
explore | (keşif için) dolaşmak, araştırmak, incelemek, search, examine |
explorer | kaşif |
explosive | patlayıcı |
expose | açığa çıkarmak, reveal, uncover, zıt anl.; shroud, conceal |
expose to | (bir şey)’e maruz bırakmak, (bir şey)’in etkisine açık bırakmak, make prone to, zıt anl.; protect from, shield from |
express | ifade etmek, anlatmak, beyan etmek, state, articulate |
expression | ifade, deyim, anlatım, dışavurum, exposition |
expressive | anlamlı,manalı, açıklayıcı, meaningful, indicative, zıt anl.; expressionless |
expressly | açıkça, clearly |
extend | uza(t)mak, sürmek, prolong, protrude, zıt anl.; shorten |
extended | uzun süren, long, zıt anl.; short |
extension | büyüme, genişleme, uzatma, development, expansion, zıt anl.; curtailment, shrinkage |
extensive | yaygın, geniş çaplı, kapsamlı, comprehensive, zıt anl.; limited, narrow |
extensively | büyük miktarda, yaygın bir şekilde, largely, substantially, comprehensively, zıt anl.; partly, narrowly |
extent | 1) tamamı, bütünü; 2) kapsam, oran, büyüklük, derece, degree |
exterior | dış, dış yüzey, zıt anl.; interior |
exterminate | imha etmek, yok etmek, eradicate, destroy |
external | dış / harici, zıt anl.; internal |
externalise | dışa vurmak, nesnelleştirmek |
extinction | soyu / nesli tükenme, yok olma, (They think a meteor caused the extinction of the dinosaurs. |
extinguish | 1) öldürmek, yok etmek, kill, eliminate, zıt anl.; build, create; 2) söndürmek, put out, zıt anl.; ignite, light |
extort | (para) sızdırmak, (haraç) almak, zorla veya gözdağı vererek almak, squeeze |
extraordinary | olağanüstü, fevkalade, exceptional, outstanding, zıt anl.; common, usual, ordinary |
extravagance | israf, savurganlık, aşırılık, wastefulness, exaggeration, zıt anl.; economy, thrift |
extravagant | tutumlu olmayan, savurgan, thriftless, zıt anl.; thrifty |
extravagantly | müsrifçe, aşırı, savurganca, abundantly, bountifully, zıt anl.; sparingly |
extreme | aşırı boyutta, ekstrem, çok fazla, maximal, utmost, uttermost, zıt anl.; mild, moderate |
extremely | aşırı şekilde, çok, maximally, zıt anl.; mildly,moderately |
extremity | son, uç nokta, frontier, limit, zıt anl.; minimum |
face | (birisi / bir şey) ile karşı karşıya gelmek, yüzleşmek, yüz yüze gelmek, (birisi / bir şey)’in karşısına çıkmak, confront, encounter, challenge, zıt anl.; avoid, evade, retreat (from) |
facilitate | kolaylaştırmak, bir şeyin olma ihtimalini arttırmak, alleviate, help, zıt anl.; worsen, hamper, impede, (You could facilitate the process by sharing your knowledge with us. |
facility | 1) tesisat, tesis; 2) kolaylık, imkan, (özel bir) hizmet |
fact | gerçek, var olan olgu |
fail | 1) bozulmak, çalışmaz hale gelmek, break; 2) başarısız olmak, be unsuccessful, zıt anl.; succeed, achieve |
failing | kusur, zaaf, çöküş, gerileme, yetersizlik, weakness, flaw |
failure | yetersizlik, yetmezlik, bozukluk, malfunction |
fair | (derece, not vs. için) orta, ne iyi, ne kötü, average, mediocre |
fairly | 1) oldukça, somewhat, quite, zıt anl.; extremely; 2) adilce, justly, equitably, zıt anl.; unfairly |
faithfully | sadakatle, vefakarca, devotedly |
fall | düşmek, azalmak, decrease |
fall | 1) düşüş, çöküş; 2) meyil, decline; 3) sonbahar, autumn |
fall behind | geri kalmak, lag behind, zıt anl.; lead, outperform |
fall into disfavour | gözden düşmek, rağbet görmemek, fall into disrepute |
fall into disrepute | adı kötüye çıkmak, gözden düşmek, fall into disfavour |
fall short of expectations | bekleneni karşılamamak |
false | sahte, güvenilmez, yanlış, hatalı, wrong, unreal, fake, zıt anl.; real, genuine |
falsify | çarpıtmak, tahrif etmek, misrepresent |
fame | ün, şöhret, reputation |
famed | ünlü, famous |
familiar | alışıldık, bildik, aşina, common, known, acquainted, zıt anl.; unfamiliar, (The older I grow, the more I distrust the familiar doctrine that age brings wisdom. |
familiar with | (bir şey)’e aşina / alışkın |
familiarize with | 1) (bir kişi / bir şey)’i tanıtmak, bilgilendirmek, inform; 2) (bir kişiyi bir şey)’e alıştırmak, acquaint with |
familiarly | tanıdık / bildik / aşina bir şekilde, zıt anl.; unfamiliarly |
famine | kıtlık, açlık |
far | çok daha, much (more) |
far behind | çok gerisinde, way behind |
far below | çok çok altında |
far better | çok daha iyi, much better |
far beyond | çok aşkın, çok ilerisinde, way ahead |
far exceed | (her hangi bir şeyi miktar vs. açısından) kat kat aşmak, (bir değer vs.)’nin fazlasına sahip olmak |
far from | (bir şey olmak)’tan çok uzak |
far greater | çok daha fazla / büyük |
far less | çok daha az |
far more | çok daha fazla, much more |
far more often | çok daha sık |
far too | aşırı, normal olandan çok daha (fazla) |
far too much | aşırı miktarda |
far-fetched | gerçek payı çok az olan, uydurma, doubtful, unconvincing, zıt anl.; likely, realistic |
far-flung | çok yaygın, uzak yerlere yayılmış |
far-off | uzak, sapa, distant, zıt anl.; close, near |
far-reaching | geniş kapsamlı |
fascinating | çok ilginç, etkileyici, büyüleyici, interesting, attractive, zıt anl.; boring, dull |
fasten | bağlamak, tutturmak, iliştirmek, affix, attach |
fatal | ölümcül, vahim, deadly, mortal, (A hospital spokesman said that the minister had suffered a fatal heart attack. |
fate | akıbet, yazgı, kader, destiny |
faultless | kusursuz, flawless, perfect, zıt anl.; faulty, imperfect |
faulty | kusurlu, defolu, defective, imperfect, zıt anl.; flawless, perfect |
favour | 1) tarafını tutmak, kayırmak, lehin(d)e olmak, tercih etmek, fancy, prefer, zıt anl.; dislike; 2) meydana gelme ihtimalini arttırmak, kolaylaştırmak, encourage |
favour | 1) beğenme, sevgi, sempati; 2) iyilik, lütuf |
favourable | avantajlı, uygun, advantageous, zıt anl.; unfavourable |
favourably | olumlu biçimde, approvingly, positively, zıt anl.; unfavourably |
favoured | tutulan, beğenilen |
feasible | (örn. ekonomik veya pratik olarak) yapılabilir, uygulanabilir, beneficial, practicable, worthwhile, zıt anl.; unfeasible, impractical |
feature | 1) özellik, ayırıcı / belirgin nitelik, property, characteristic, element; 2) (bir toprak parçası ya da harita üzerindeki yol, tümsek gibi) işaret |
feedback | geri bildirim, response |
feel the urge to do smt | bir şey yapmak için kuvvetli istek duymak, be tempted to |
feel up to | (kendini bir şey)’i yapacak kadar güçlü hissetmek |
female | dişi, zıt anl.; male |
fertile | verimli, bereketli, prolific, productive, zıt anl.; infertile, fruitless |
fertility | 1) verimlilik, bereketlilik, productivity; 2) doğurganlık, kısır olmama |
fiction | kurgu, roman ve hikaye edebiyatı, zıt anl.; non-fiction |
fierce | şiddetli, sert, brutal, violent, zıt anl.; tame, gentle |
fight | dövüşmek, savaşmak, mücadele etmek, struggle |
fight off | püskürtmek, yanına yaklaştırmamak, drive back, repel |
fight out | (bir sonuç çıkıncaya dek) savaşmak, dövüşmek |
figure | 1) rakam, sayı, number; 2) şekil, shape |
figure out | düşünerek ve hesap yaparak (cevabı vs.) ortaya çıkarmak |
fill in | 1) tamamen doldurmak; 2) (boşluk) doldurmak, yazmak, write out |
fill out | (form vs.) doldurmak, fill in, complete |
final | son, nihai, last, zıt anl.; first |
find no way | çare bulamamak |
finding | bulgu |
fingerprint | parmak izi |
finite | sonu olan, sınırlı, ölçülebilir, limited, zıt anl.; infinite |
firm (sıfat) | sıkı, sert, sağlam, katı, rigid, solid, zıt anl.; flexible |
firmly | kararlılıkla, ödün vermez biçimde, sıkıca, sağlam bir şekilde, tightly, strongly, zıt anl.; loosely, (Our government is firmly committed to eradicatingmalaria. |
fit in with | 1) (bir şey)’e uymak / uygun düşmek, be suited to; 2) (bir yere, gruba vs.) ait olmak, belong to |
fit to | bağdaşmak, uymak, match, suit |
fix | onarmak, repair |
fixed | sabit, constant, zıt anl.; variable |
flare up | 1) (ateş için) parlamak, erupt; 2) (fırtına için) patlamak, break out; 3) (hastalık için) birden alevlenmek, aniden ortaya çıkmak, intensify suddenly |
flatten | dümdüz etmek, yerle bir etmek |
flaw | kusur, defo, zayıflık, fault, (Beautiful scenery does not make up for the flaws of this film. |
flawed | hatalı, kusurlu, erroneous, zıt anl.; flawless, perfect |
flawless | kusursuz, noksansız, faultless, perfect, zıt anl.; faulty, defective, flawed |
flee | kaçmak, firar etmek, run away, escape |
flexibility | esneklik |
flexible | esnek, elastiki, gevşek, tolerant, adjustable, elastic, relaxed, zıt anl.; inflexible, rigid |
flood | 1) su altında bırakmak, swamp; 2) (görüntü, anı vs. için) aklına üşüşmek |
floor | (vadi, deniz için) taban |
flourish | gelişmek, büyümek, ilerlemek, grow, develop, zıt anl.; fade |
flow | akmak, run |
flow | akış, akım, debi, stream |
fluctuate | inip çıkmak, değişmek, dalgalanmak, alternate, vary |
fluctuating | inip çıkan, değişen, dalgalanan, alternating, variable |
fluctuation | dalgalanma, oynama, inip çıkma |
fluent | akıcı, açık, pürüzsüz |
focus on / upon | üzerinde / üzerine odaklanmak, yoğunlaşmak, ağırlık vermek, concentrate on |
focus | (çoğul: (edebi kullanımda) focuses, (bilimsel kullanımda) foci) odak noktası |
follow | izlemek, takip etmek, track |
follow up | 1) (hastayı) takip etmek; 2) (bir öneriyi, talimatı vs.) yerine getirmek; 3) (daha önce başlanmış bir işi) bitirmeye veya daha etkin hale getirmeye yönelik işler yapmak |
following | (bir olay / şey / kişi)’yi takiben, (bir olay / şey / kişi)’nin ardından, after, zıt anl.; prior to, before |
fondness | düşkünlük, büyük sevgi, fancy, preference, zıt anl.; aversion |
food supply | besin rezervi / deposu |
foot | (çoğul: feet) ayak (30. 48 cm’ye eşdeğer uzunluk ölçüsü) |
for ages | çok uzun bir zamandır, for a very long time |
for instance | mesela, örneğin, sözgelimi, for example |
for themost part | genel olarak, generally, mostly |
forbidden | yasak, banned, prohibited, zıt anl.; allowed |
force | zorlamak, mecbur etmek, zorla yaptırmak, oblige |
force | kuvvet |
force a way through | (zorlayarak, engelleri aşarak) kendine yol açmak, break through |
force on / upon | zorla vermek / yüklemek, enforce |
forcefully | zorla, şiddetle, vehemently, zıt anl.; feebly |
foreign | dış, yabancı, yabancı uyruklu |
foremost | en önemli, başta gelen |
forerunner | haberci, müjdeci |
foresee | önceden görmek / sezmek, anticipate, predict |
foreseeable | önceden görülebilir / sezilebilir, öngörülebilir, öngörülebilen, predictable, zıt anl.; unpredictable, unforeseeable |
foreseen | önceden sezilmiş / görülmüş, predicted |
foreshadow | (bir şey)’in habercisi olmak, foretell, anticipate |
foretell | tahmin etmek, önceden söylemek, predict, guess, anticipate |
form | 1) oluşturmak, teşkil etmek, produce, make up; 2) şekil vermek, biçimlendirmek, shape |
form | çeşit, tür, type, kind |
formation | oluşum |
former | önceki, eski, previous, old, zıt anl.; latter, future, next |
formerly | önceden, eskiden, previously, zıt anl.; in the future |
formulate | 1) formülize etmek, formül halinde ifade etmek; 2) açık şekilde ortaya koymak; 3) düzenlemek, prepare |
forthcoming | yakında(ki), önümüzde(ki), approaching, upcoming |
fortunate | şanslı, lucky, zıt anl.; unfortunate, unlucky |
fortunately | iyi ki, neyse ki, şükürler olsun ki, luckily, zıt anl.; unfortunately |
found | kurmak, tesis etmek, establish, institute |
fragile | nazik, narin, hassas, kırılgan, delicate, subtle, tender, zıt anl.; tough, solid |
free | kurtarmak, rahatlatmak, liberate |
free (sıfat) | bedava, without charge |
frequency | sıklık, frekans |
frequent | sık, sık karşılaşılan / tekrarlanan, common, zıt anl.; rare |
frequently | sık sık, çokça, often, zıt anl.; seldom |
fresh | taze, yeni, new |
from the point of view | (belli bir) bakış açısından / açısına göre |
from time to time | zaman zaman, arada sırada, now and then, once in a while, occasionally |
frustrated | (başarısızlık veya olumsuz koşullar sebebiyle) engellenmiş, hüsrana uğramış, kösteklenmiş, thwarted, discouraged, zıt anl.; encouraged |
frustrating | (yoğun çabaların karşılıksız kaldığı durumlar için) asap bozucu, sinirlendirici, annoying, exasperating |
frustration | (bir amaca ulaşamama veya uygunsuz koşullar sebebiyle) cesaretin kırılması, hayal kırıklığı, huzursuzluk, discouragement, disappointment |
fuel | körüklemek, şiddetlendirmek, tahrik etmek, energize, stimulate, (This budget fuels inflation and cuts our living standards. |
fulfil | yerine getirmek, yapmak, accomplish, satisfy, meet, zıt anl.; fail tomeet |
function | 1) fonksiyon, işlev; 2) fonksiyon (matematikte, iki değerler kümesi arasındaki ilişkiyi tanımlayan argüman veya eğri) |
functional | işlevsel, fonksiyonel |
functioning | işleyiş, çalışma |
fund | sermaye sağlamak, parasal destek vermek |
fundamental | esas, temel, asıl, önemli, basic, central, primary, essential, central, zıt anl.; secondary, (Hard work is fundamental to success. |
furiously | hiddetle, öfkeyle |
furnish with | 1) sağlamak, provide, supply; 2) döşemek |
furniture | mobilya |
further | daha ileriye / daha öteye taşımak, advance |
further (sıfat / zarf) | 1) daha da, ayrıca, daha öteye (ötede), daha fazla, (mevcut olana) ek / ilave, more; 2) başka, some more, other |
furthermore | dahası, bundan başka, ayrıca, üstelik, additionally, moreover |
gain | kazanmak, elde etmek |
gain acceptance | kabul görmeye başlamak |
gain ground | yayılmak, ilerlemek, rağbet kazanmak, advance, make progress, zıt anl.; lose ground |
gain in | (bir şey)’de artış veya ilerleme göstermek |
gain in favour | rağbet görmek, taraftar toplamak |
gain popularity | popüler olmak, ün kazanmak |
gain recognition | kabul görmek, tanınmak |
gap | açık, fark, gedik, boşluk, aralık, uçurum |
generalization | genelleme |
generalize | genelleme yapmak |
generate | üretmek, yaratmak, yield, render, produce |
generous | cömert, eli açık, zıt anl.; tight-fisted |
generously | cömertçe, bountifully, abundantly, zıt anl.; sparingly, inadequately |
genuinely | gerçekten, içtenlikle, really, sincerely, (If you are genuinely interested in one thing, it will always lead to something else. |
get along with | (birisi) ile (iyi) geçinmek, uzlaşmak, get on well with, be in good terms with |
get in | (bir şey / bir yer)’in içine girmek, enter, zıt anl.; get out |
get in touch with | (birisi) ile temasa geçmek / iletişim kurmak, connect, contact, communicate, (In the event of excessive bleeding, you should get in touch with your doctor at once. |
get involved in | (olaya) karışmak, get pulled in |
get off | 1) (bir taşıttan) inmek; 2) paçayı kurtarmak, (birini) cezadan kurtarmak; 3) yola çık(ar)mak, yolculuğa başla(t)mak |
get over | (hastalık, zorluk vs.) atlatmak, savmak, üstesinden gelmek, recover from, defeat, overcome, zıt anl.; retreat, surrender |
get rid of | kurtulmak, elden çıkarmak, başından savmak, defetmek, yakayı sıyırmak, abolish, eliminate, (As he is in a financial difficulty, the owner needs to get rid of the car. |
get through | 1) (telefon vs. için) bağlantı kurmak, ulaşmak, reach; 2) bitirmek, atlatmak, survive |
get used to | (bir şey)’e alışmak, adapte olmak, adapt oneself to, familiarize oneself with |
giant | devasa, çok büyük, huge, gigantic, zıt anl.; miniature |
gift | tanrı vergisi yetenek, talent |
gigantic | devasa, muazzam, enormous, huge, zıt anl.; tiny |
give an account of | (bir şey)’in hesabını vermek / (bir şey)’i sunmak / açıklamak |
give birth to | doğum yapmak, (bir şey) doğurmak |
give in to | (birisi)’ne yenilmek, teslim olmak, surrender to, succumb to, submit to, zıt anl.; conquer, resist |
give off | dışarı vermek, salmak, send out, emit |
give rise to | (bir şey)’e yol açmak / neden olmak, meydana getirmek, lead to, bring about, produce, zıt anl.; eradicate, destroy |
give up | 1) (bir şey)’den vazgeçmek, (bir şey)’i terketmek / bırakmak, let go of, zıt anl.; seize, stick to; 2) teslim olmak, pes etmek, quit, zıt anl.; go on |
give way to | (bir şey)’in önünü / yolunu açmak, (bir şey)’e yol açmak |
given | belli, belirli, belirlenmiş, set |
given (that) | (bir şey)’i gerçek / gerçekleşmiş / olmuş kabul edersek, taking smt into consideration |
given time | zamana bırakıldığında…, zaman verildiğinde … |
go ahead | devam etmek, ileri gitmek |
go along with | 1) (bir şey / bir kişi) ile beraber gitmek; 2) (bir şey)’e razı olmak, (bir şey)’i kabul etmek |
go for | 1) (bir şey) yerine geçmek, sayılmak, count as; 2) peşinde olmak, aramak, seek, look for |
go into effect | geçerli olmak, yürürlüğe girmek, come into force, take effect, zıt anl.; annul, repeal |
go on | sürmek, devam etmek, continue, zıt anl.; end, (ongoing |
go unnoticed | fark edilmemek, farkına varılmamak, go undetected, zıt anl.; get noticed |
goal | amaç, hedef, aim, target, objective |
good | ticari mal / eşya / ürün |
govern | 1) yönetmek, yönlendirmek, etkisi altında tutmak, administer, guide, influence; 2) (bir şey)’in kurallarını belirlemek, (Laws which govern the production and sale of drugs in the USA are very strict. |
governance | yönetim, idare |
government | hükümet, devlet |
grade | (ders, sınav vs. için) not, puan, mark |
gradual | aşamalar halinde, yavaş yavaş, step-bystep, slow, zıt anl.; abrupt, sudden |
gradually | aşamalar halinde, yavaş yavaş, azar azar, ağır ağır, bit by bit, step-by-step, progressively, zıt anl.; abruptly, suddenly |
graduate from | (kurs, okul vs.)’den mezun olmak |
grand | büyük, görkemli, ulu, majestic, impressive |
grave (sıfat) | ciddi, vahim, serious |
great | büyük, muazzam, ulu, big |
greatly | büyük oranda, enormously, immensely, zıt anl.; slightly |
greenhouse | sera |
grievance | yakınma, şikayet, şikayete yol açan şey, complaint |
gross | 1) geniş çaplı, büyük, broad; 2) brüt, total |
grossly | 1) fazlaca, aşırı bir biçimde, fena halde, overly; 2) genellikle, büyük ölçüde, generally |
grow higher | yükselmek, rise |
grow older | yaşlanmak |
grow out of | (sorunları) zamanla geride bırakmak |
grow up | 1) meydana gelmek, vuku bulmak, develop; 2) büyümek, mature |
growth | büyüme, artış, boom |
guess | tahmin etmek, sanmak, zıt anl.; know for sure |
guidelines | (yol gösterici) ilkeler, kurallar, ana hatlar, road map |
guilt | suçluluk, zıt anl.; innocence |
habitat | doğal ortam, doğal yaşama ortamı |
halt | dur(dur)mak, stop, zıt anl.; start |
hamper | engellemek, güçleştirmek, prevent, hinder, impede, obstruct, zıt anl.; help, facilitate |
hand | (elle) vermek, uzatmak, give, bestow |
hand out | (elden bir şey) dağıtmak, bölüştürmek, (ceza) vermek, (adalet) dağıtmak, give out, distribute, deliver |
handicap | engel, elverişsiz durum |
handle | 1) işlemek, kullanmak, ele almak, manipulate; 2) başa çıkmak, ilgilenmek, idare etmek, üstesinden gelmek, manage, deal with, tackle |
hard | zorlu, sıkı, zahmetli, tough, laborious |
harden | sertleşmek, katılaşmak |
hardly | 1) nadiren, çok az, hemen hemen hiç, scarcely, barely; 2) zar zor, güç bela, güçlükle |
hardness | 1) (duygusal anlamda) soğukluk, insensitivity, unfeelingness; 2) sertlik, acımasızlık, harshness, stiffness |
hardship | güçlük, sıkıntı, darlık, burden, trouble, zıt anl.; ease, prosperity |
harm | zarar, hasar, damage |
harmful | zararlı, damaging, zıt anl.; harmless |
harmless | zararsız, zıt anl.; harmful |
harness | (doğal bir gücü dizginleyerek) yararlanmak, kullanmak, employ, utilize |
harsh | sert, katı, acımasız, rough, bitter, zıt anl.; mild |
harvest | ürün almak, hasat yapmak, get crops |
harvest | hasat, crop |
have a chance | fırsat yakalamak, şansı olmak |
have an effect on | (bir şey) üzerinde etkisi olmak / etki yaratmak |
have little in common with | (birisi / bir şey) ile çok az ortak yönleri olmak |
have nothing to do with | hiç ilgisi / bağlantısı olmamak, have no connection with |
have on hand | elde bulundurmak |
have smt in common with | (birisi / bir şey) ile ortak yönleri olmak / noktaları bulunmak |
have to do with | (bir şey) ile ilgisi / bağlantısı olmak, have connection with |
have trouble with | (bir şey) ile başı dertte olmak, sorun yaşamak |
have yet to be | henüz…-medi, daha…-meyi bekliyor |
hazard | tehlike, risk, danger, risk, zıt anl.; safety, security, (Drinking alcohol is a real health hazard if carried to excess. |
hazardous | tehlikeli, dangerous, zıt anl.; safe, secure |
head for / to / towards | (bir yer)’e doğru gitmek, yolculuğa hazırlanmak, yönünü (o yer)’e doğru çevirmek |
heal | iyileş(tir)mek, sağaltmak, cure |
health care | sağlık bakımı |
healthy | sağlıklı / yerinde / haklı, (healthy relations between the two countries |
heated | hararetli |
heatedly | hararetli bir şekilde (tartışmak) |
heavily | büyük ölçüde, ciddi şekilde |
height | 1) boy, yükseklik, tallness; 2) doruk, peak |
heighten | yüksel(t)mek, art(tır)mak, çoğal(t)mak, raise / rise, intensify, increase, zıt anl.; lessen, lower, decrease |
helpful | yararlı, faydalı, useful, beneficial, zıt anl.; useless, harmful |
hence | böylece, dolayısıyla, thus, therefore |
hesitate | çekinmek, duraksamak |
hesitation | çekinme, duraksama, tereddüt |
hidden | saklı, gizli, out of sight |
hide away | sakla(n)mak, conceal (oneself) |
highlight | öne çıkarmak, dikkat çekecek hale getirmek, make prominent, play up |
highly | çok, büyük oranda, vastly, greatly |
highly so | daha da fazla |
high-profile | göze çarpan, dikkat çeken |
high-risk | yüksek riski olan |
high-stress | çok stresli |
hinder | engellemek, impede, obstruct, (Landslides and bad weather are continuing to hinder the arrival of relief supplies to the area. |
hint | 1) belirti, emare, sign; 2) ipucu, clue |
hint at | akla getirmek, izlenim bırakmak, ima etmek, point to, suggest |
hit | acı / zarar vermek, vurmak, damage, strike |
hold | 1) (toplantı vs.) düzenlemek; 2) (elinde) tutmak, sahip olmak; 3) (bir) görüş / inanç sahibi olmak, maintain; 4) öyle kabul etmek, regard |
hold on | dayanmak, bırakmamak |
hold the view that | …görüşünde olmak |
hold up | geciktirmek, engellemek, delay, obstruct |
hope | umut etmek, ummak |
hopefully | 1) umutla, (The little boy looked at the woman hopefully as she handed out the sweets. |
horrify | korkutmak, dehşete düşürmek, scare, terrify |
horrifying | korkunç, dehşete düşürücü, frightful, horrible |
horror | büyük korku, dehşet, terror |
hospitality | konukseverlik, zıt anl.; inhospitality |
host | ev sahipliği yapmak |
hostile | düşmanca, düşman, saldırgan, karşı olan, aggressive, antagonistic, adversary, enemy, zıt anl.; friendly |
hostility | düşmanlık, husumet, enmity, antagonism |
hot spot | tehlikeli bölge |
hotly | yoğun ve çok ihtilaflı / hararetli bir şekilde, heatedly, (The committee hotly discussed the matter. |
huge | çok büyük, devasa, muazzam, immense, gigantic, enormous, zıt anl.; tiny |
hugely | büyük oranda, geniş çapta, greatly, zıt anl.; slightly |
humble | mütevazı, alçakgönüllü, modest |
hunger | açlık |
hurt | incitmek, zarar vermek, harm, damage |
hypothesis | (çoğul: hypotheses) hipotez, varsayım (belirli olayları açıklamak için yapılan önerme) |
i. e. | yani, başka şekilde ifade etmek gerekirse. . . (Lat. id est), that is |
identical | aynı, tıpkı, özdeş, alike, same, zıt anl.; different, unlike |
identify | 1) tanı(m)lamak, teşhis etmek, determine, diagnose; 2) kimliğini teşhis etmek; 3) tip belirlemek / tanımlamak |
if any | eğer varsa / olursa |
if anything | 1) eğer herhangi bir etki yarattıysa (o da şudur. . .); 2) eğer bir fark varsa |
if there are any | eğer varsa (bir şeyin varlığına inanılmadığı ya da buna ait bir kanıt bulunmadığı durumlarda kullanılır), (Good people, if there are any, are hard to find. |
ignorance | 1) bilgisizlik; 2) aldırmazlık, görmezden gelme |
ignore | göz ardı etmek, aldırmamak, boş vermek, görmezden gelmek, disregard, overlook, zıt anl.; care for, notice |
illegal | yasa dışı, kanuna aykırı, illicit, prohibited, zıt anl.; legal, legitimate |
ill-treat | kötü davranmak, abuse, injure |
ill-treatment | kötümuamele, zıt anl.; hospitality |
imaginable | hayal edilebilen, göz önüne getirilebilen |
imaginary | imgesel, hayali, fictitious, zıt anl.; actual, real |
imaginative | yaratıcı, creative |
imagine | hayal etmek, envisage, guess |
imbalance | dengesizlik, zıt anl.; balance |
imitate | taklit etmek, taklidini yapmak, copy, simulate |
imitation | taklit, imitasyon |
immature | olgunlaşmamış, toy, gelişmemiş, undeveloped, young, unripe, zıt anl.; mature, ripe |
immediate | 1) anında, hemen o anda, acil, urgent; 2) yakın; 3) şimdiki, ilk akla gelen, current |
immediately | derhal, hemen, anında, at once, right away |
immense | muazzam, çok büyük, tremendous, enormous, zıt anl.; tiny, little |
immensely | gayet, pek çok, büyük oranda, son derece, oldukça, extremely, enormously, zıt anl.; slightly |
immigrant | göçmen, ülkeye / kente göç ederek gelen kimse, zıt anl.; emigrant |
immigrate | göç ile ülkeye / kente gelip yerleşmek, move in, zıt anl.; emigrate |
immigration | göç ile ülkeye / kente gelip yerleşme, zıt anl.; emigration |
immobile | sabit, hareketsiz, motionless, zıt anl.; mobile |
impact | 1) etki, tesir, nüfuz, effect, influence; 2) darbe, çarpma, hit, collision |
impair | bozmak, zayıflatmak, (Whilemy brain and brawn remain unimpaired, I will continue to lead this party. |
imperative | zorunlu,mecburi |
imperfect | eksik, kusurlu, faulty, defective, zıt anl.; perfect, flawless |
imperfectly | eksik, kusurlu bir şekilde, kısmen, partially, defectively |
implement | uygulamak, yerine getirmek, put through, carry out, perform |
implicate | 1) sorumlu saymak, hold responsible; 2) ima etmek, imply |
implicated | (bir şey)’in altında aranan, altta yatan |
implication | saklı anlam, ima, suggestion, connotation, zıt anl.; explicit statement |
implications | (bir şey)’in olası sonuçları |
implicit | 1) ifade edilmeden anlaşılan, saklı, zıt anl.; explicit; 2) ima edilen, dolaylı olarak anlaşılan |
imply | (dolaylı olarak) göstermek, ima etmek, (bir şey)’e işaret etmek, indicate, suggest, state indirectly, zıt anl.; express |
import | ithal etmek, zıt anl.; export |
impose on / upon | zorla kabul ettirmek, dayatmak, (yasa, kural, yaptırım vs.) uygulamak, empoze etmek, assert |
imposing | etkileyici, impressive |
impossible | imkansız, olanaksız |
impractical | uygulanamaz, gerçekleştirilemez, mantıksız |
impress | (genelde iyi yönde) etkilemek, (iyi) izlenim bırakmak, influence |
impressive | (iyi yönde) etkileyici, çarpıcı, remarkable, striking, zıt anl.; ordinary |
impressively | (iyi yönde) etkileyici bir şekilde, remarkably, strikingly, zıt anl.; ordinarily |
improve | düzel(t)mek, yoluna koymak, geliş(tir)mek, arttırmak, enhance, upgrade, increase, zıt anl.; deteriorate, worsen, decrease, weaken |
improved | iyileştirilmiş, düzeltilmiş |
improvement | düzelme, ilerleme, iyileştirme, gelişme, enhancement, progress, advance, zıt anl.; impairment, deterioration |
improvise | birdenbire çaresini bulmak, doğaçlama yapmak |
in a sense | bir bakıma, in a way |
in a way | bir bakıma, in some way, in a sense |
in accord with | (bir şey)’e uygun olarak, uyarınca, uyumlu, tam bir anlaşma içinde, in compliance with, in unison with, in accordance with, zıt anl.; contrary to, in conflict with, in dispute with |
in accordance with | (bir şey)’e uygun olarak, uyarınca, in compliance (with), zıt anl.; contrary to |
in addition to | (bir şey)’e ek olarak, additionally, also |
in any way | hiçbir şekilde |
in case of | halinde, durumunda |
in combination with | (bir şey) ile birlikte, together with |
in common | ortak olarak, genel olarak |
in comparison with | (bir şey, bir kişi) ile kıyaslandığında, in relation to, with reference to |
in connection with | (bir şey) ile bağlantılı olarak |
in consequence | (bunun) sonucunda, (buna) bağlı olarak, as a result |
in contrast to / with | (bir şey)’in / (bir kişi)’nin tersine / aksine, (bir şey) ile karşı_____laştırıldığında, contrary to |
in detail | detaylı / ayrıntılı / kapsamlı olarak |
in excess of smt | bir şeyden fazla, bir şeyi geçen |
in fact | aslında, esasen, in reality, in truth, indeed |
in fear | korkuyla |
in fulfilment of | (bir şey)’i gerçekleştirmek / yerine getirmek için |
in line with | (bir görüş vs.) ile aynı doğrultuda, in conjunction with |
in no way | hiçbir bakımdan, hiçbir surette, (He is in no way ready for the exam. He hasn’t touched his textbook yet. |
in number | sayıca |
in opposition to | (bir şey)’e karşı / muhalif olarak, contrary to |
in order to | amacıyla, (bir şey yapmak) için, so as to, to |
in part | kısmen, bazı açılardan, partly, zıt anl.; wholly |
in practice | gerçekte, pratikte, zıt anl.; in theory |
in rational terms | mantık kapsamında, rasyonel düşünce ile |
in reality | gerçekte, aslında |
in regard to | (bir şey)’e gelince, (bir şey) ile ilgili olarak, with respect to |
in response to | (bir şey)’e cevaben / karşılık vermek amacıyla, as a reaction to |
in retrospect | geçmişe bakıldığında |
in return for | karşılığında, karşılık olarak |
in search of | (bir şey)’in arayışı içinde |
in so far as | olduğu sürece, olduğundan ötürü, because |
in some respects | bazı açılardan, in a way |
in some ways | bazı yönlerden / açılardan |
in spite of | (bir şey)’e rağmen / karşın, regardless of, despite |
in terms of | ilgili olarak, açısından, bakımından, on the basis of, in relation to |
in that | yüzünden, dolayı, nedeniyle, şu bakımdan ki, as, because, since |
in the case of | (bir şey) halinde / durumunda, (bir şeyin / bir olayın) olması durumunda |
in the first place | en başta |
in the form of | … şeklinde / formunda |
in the hope of | (bir şeyin olması) umuduyla |
in the light of | (bir şey)’in ışığında / ışığı altında, in viewof |
in the long run | uzun vadede, in the end, eventually, (Patience and determination will pay in the long run. |
in the meantime | bu arada, bu süre zarfında, aynı zamanda, meanwhile |
in the meanwhile | bu süre içinde, bu arada |
in the midst of | ortasında, arasında |
in the wake of | (bir felaketin) ardından, peşinden |
in this respect | bu bakımdan, bu hususta, bundan yola çıkarak |
in time | zaman içinde, zamanla |
in turn | sırasıyla, successively, (I talked to each of my students in turn. |
in view of | (bir şey)’i göz önüne alarak, (bir şey)’den dolayı, in the light of |
inability | beceriksizlik, yeteneksizlik, güçsüzlük, yetersizlik, incapability, weakness, zıt anl.; ability |
inaccessible | girilemez, ulaşılamaz, unreachable, zıt anl.; accessible |
inaccurate | yanlış, kusurlu, hatalı, erroneous, zıt anl.; accurate |
inadequacy | yetersizlik, eksiklik, insufficiency, shortage, zıt anl.; adequacy, sufficiency |
inadequate | yetersiz, eksik, elverişsiz, insufficient, zıt anl.; adequate, enough, ample, (His income is inadequate to meet his basic needs. |
inappropriate | yanlış, uygunsuz, yersiz, improper, awkward, zıt anl.; appropriate, proper |
inborn | tabiatında olan, doğuştan gelen, kalıtsal, congenital, hereditary, innate, zıt anl.; acquired |
incapable (of) | ehliyetsiz, yeteneksiz, unable, incompetent, zıt anl.; capable (of) |
incentive | özendirici şey, bonus, inducement |
incessant | sürekli, ardı arkası kesilmeyen, neverending, zıt anl.; occasional |
incidence | tekrar oranı, oluş sıklığı, insidans, occurrence, happening |
incident | (genellikle kötü sonuçları olan) olay, hadise, occurrence, event, happening |
include | içermek, dahil etmek, katmak, kapsamak, birleştirmek, embody, incorporate, consolidate, combine, zıt anl.; exclude, separate, divide |
incomparable | kıyaslanamaz, eşsiz, uncomparable |
incompatible with | (bir şey) ile bağdaşmaz, uyuşmaz, conflicting, unsuitable, zıt anl.; compatible |
incompetent | 1) yetersiz, yeteneksiz, incapable, unskilled, zıt anl.; competent, capable; 2) yetkisiz |
inconclusive | bir sonuca varmayan, inandırıcı olmayan, incomplete, unsatisfactory, zıt anl.; conclusive |
inconsistent | 1) istikrarsız, unreliable, zıt anl.; consistent; 2) çelişkili, tutarsız, conflicting, contradictory, zıt anl.; confirming, consistent |
inconvenient | uygunsuz, elverişsiz, zahmetli, müşkül, awkward, inappropriate, zıt anl.; convenient, appropriate |
incorporate (into) | dahil etmek, katmak, birleştirmek, include, amalgamate, consolidate, zıt anl.; exclude, separate |
incorrect | yanlış, hatalı, wrong, zıt anl.; correct |
increase | art(tır)mak, çoğal(t)mak, yüksel(t)mek, geliştirmek, grow, enhance, rise / raise, improve, zıt anl.; decrease, weaken, fall, drop |
increase | artış, rise, zıt anl.; decrease, fall |
increased | artmış olan, zıt anl.; decreased |
increasingly | gittikçe artan bir şekilde |
incredible | inanılmaz, akıl almaz, unbelievable, zıt anl.; credible, reasonable |
incredibly | inanılmaz şekilde, unbelievably, zıt anl.; credibly, reasonably |
indeed | gerçekten, hakikaten, doğrusu, certainly, without a doubt, in fact, actually |
indefinite | belirsiz, zıt anl.; definite |
indefinitely | belirsiz bir süre için, sürekli, sonu gelmeyen bir şekilde, continually, zıt anl.; temporarily, (Due to renovation works, the Regency Hotel was closed indefinitely. |
independence | bağımsızlık, zıt anl.; dependence |
independent | bağımsız, özgür, self-reliant, free, zıt anl.; dependent (on) |
independently | bağımsız olarak, zıt anl.; dependently |
indicate | belirtmek, işaret etmek, göstermek, denote, point to |
indication | belirti, delil, gösterge, işaret, evidence, hint |
indicator | indikatör, gösterge, belirteç, ibre, sign |
indifference | aldırmazlık, umursamazlık, kayıtsızlık, disinterest, zıt anl.; concern |
indifferent | aldırmaz, umursamaz, disinterested, zıt anl.; careful, thoughtful, heedful |
indirectly | dolaylı bir şekilde |
indispensable | vazgeçilmez, essential, vital, zıt anl.; dispensable |
indistinguishable | ayırt edilemez, seçilemez |
individual | birey, fert |
individual (sıfat) | bireysel, kişisel, ferdi, personal |
induce | 1) neden olmak, sevk etmek, cause, activate; 2) ikna etmek, kandırıp yaptırmak, convince, persuade, zıt anl.; prevent; 3) (elektrik akımı) meydana getirmek |
industrialize | sanayileş(tir)mek |
ineffective | etkisiz, useless, unproductive, zıt anl.; effective |
inefficiency | etkisiz olma, verimsizlik, randımansızlık, ineffectiveness, zıt anl.; efficiency, effectiveness |
inefficiently | verimsiz bir şekilde |
inequality | eşitsizlik, zıt anl.; equality |
inevitable | kaçınılmaz, inescapable, unavoidable, zıt anl.; avoidable, avertable, evitable |
inevitably | kaçınılmaz bir şekilde, unavoidably, inescapably, zıt anl.; avoidably |
infallible | yanılmaz, şaşmaz, güvenilir, unfailing, reliable, zıt anl.; fallible |
infer from | 1) (bir şey)’den anlamak / çıkarmak, derive from; 2) (bir şey)’den sonuç çıkarmak, deduce from |
infirm | zayıf, güçsüz, ill, weak, zıt anl.; healthy, well |
inflexible | esnemeyen, esnek olmayan, unbendable, zıt anl.; flexible |
influence | etkilemek, lead, affect, shape |
influence | etki, tesir, nüfuz, effect, impact |
influential | etkili, sözü geçen, nüfuzlu, hatırlı, powerful |
informed | bilgili, haberdar, knowledgeable |
infrequent | seyrek, sık olmayan, occasional, irregular, zıt anl.; frequent |
ingenious | akıllıca, ustalıklı, dahice, clever, brilliant |
ingeniously | zekice,maharetle, ustalıkla, brilliantly |
ingredient | bir karışımı oluşturan maddelerden her biri, içerik, öğe, parça, eleman |
inhabit | içinde oturmak, yuvalanmak, barınmak, dwell, occupy, (Only birds and small animals inhabit these remote islands. |
inherent | doğuştan gelen, doğasında var olan, intrinsic, innate |
inherit | (atadan) (kalıtımla) almak, miras kalmak, acquire, receive |
inherited | kalıtsal, irsi, congenital, ancestral |
initial | ilk, başlangıç, baştaki, birinci |
initially | öncelikle, aslında, esasen, önceleri, başlangıçta, primarily, essentially, at first, originally, in the beginning, zıt anl.; finally |
initiate | başlatmak, start, launch, pioneer, zıt anl.; complete, terminate |
injure | yaralamak |
injured | yaralı |
injury | yara, hasar, yaralanma, wound, harm, damage |
innocence | masumiyet, suçsuzluk, zıt anl.; guilt |
innocent | masum, suçsuz, zıt anl.; guilty |
innovation | yenilik, değişiklik, buluş, icat, novelty |
innovative | yenilikçi, yaratıcı, creative, zıt anl.; conservative |
innumerable | sayısız, sayılamaz, countless |
insight | anlayış, olayların iç yüzünü kavrama, awareness, comprehension, zıt anl.; ignorance, dullness |
insignificant | önemsiz, değersiz, unimportant, zıt anl.; significant, important |
insist on | (bir konuda) diretmek / direnmek / ısrar etmek, assert (that) |
inspiration | ilham, esin, influence, stimulus |
inspire | 1) ilham vermek, esinlemek, teşvik etmek, encourage, stimulate; 2) telkin etmek / vermek, duygu aşılamak |
install | yerleştirmek, (cihaz vs.) kurmak, (bilgisayar programı vs.) yüklemek, tesis etmek, (We have had central heating installed in our flat. |
instantly | hemen, anında, urgently, immediately |
instead | yerine, onun yerine. . . , (Don’t buy the red shirt; buy the blue one instead. |
instead of | yerine, onun yerine. . . , (Instead of the red shirt, I bought the blue one. |
institution | 1) kurum, müessese; 2) yerleşmiş gelenek, devamlı olan şey |
instruct (on) | (hakkında) talimat vermek, yol göstermek, enlighten (about), inform (about) |
instructions | direktif, yönerge |
insufficient | yetersiz, eksik, inadequate, zıt anl.; sufficient, enough, ample |
intact | bozulmamış, zarar görmemiş, sağlam |
intake | 1) herhangi bir maddenin vücuda girişi, (içeri) alım, (yeme içme vasıtasıyla) alınan (şey), consumption; 2) giriş, giriş ağzı, inlet |
integral | bir bütünün ayrılmaz bir parçası olan, essential, intrinsic, zıt anl.; incidental |
integrate into / with | (bir şey)’e katmak, (bir şey) ile birleş(tir)mek, entegre etmek / olmak, incorporate into, unify with, zıt anl.; separate from |
integrity | 1) doğruluk, dürüstlük; 2) bütünlük |
intellect | zeka, akıl |
intend | niyet etmek, tasarlamak, amaçlamak, planlamak, aim, plan |
intense | şiddetli, güçlü, fierce, powerful, zıt anl.; mild |
intensely | yoğun bir şekilde, greatly, zıt anl.; slightly |
intensify | şiddetlen(dir)mek, yoğunlaş(tır)mak, aggravate, concentrate, zıt anl.; lessen |
intensive | yoğun, şiddetli, in-depth, thorough, zıt anl.; partial, superficial |
intentional | kasıtlı, bilerek yapılan, deliberate, zıt anl.; unintentional, accidental |
interact with | birbirini etkilemek, birbiriyle ilişkide olmak, relate to / with, (While the other children interacted and played together, Ted ignored them. |
interaction | etkileşim |
interdependent | birbirine bağlı, dependent on each other, zıt anl.; independent |
interest | 1) çıkar, menfaat, kar, kazanç, stake; 2) faiz; 3) ilgi alanı, ilgilenilen şey, involvement |
interested in | (bir şey) ile ilgilenen / ilgili, (bir şey)’e ilgi duymak |
interfere in | (bir şey)’e karışmak / müdahale etmek, meddle with, intervene in |
interfere with | (bir şey) ile çatışmak, engellemek, mani olmak, müdahale etmek, hinder, prevent, intervene in, step in, zıt anl.; facilitate, (Childbearing should not interfere with a career, but it usually does. |
interference | müdahale, karışma, meddling |
intermediary | aracı, arabulucu, mediator, negotiator |
internal | dahili, iç, ülke içi ile ilgili, iç tarafta, zıt anl.; external |
international | uluslararası |
interrelated | birbiriyle ilgili / ilişkili |
interrupt | sözünü kesmek, engellemek, yarıda kesmek, bother, break in, suspend |
intertwined | iç içe geçmiş |
intervene in | araya girmek, interfere in, mediate |
intervening | araya giren, interfering |
intervention | müdahale, girişim, intercession |
intimately | derin bir bağ ile, ayrılmaz şekilde, iç içe |
intolerably | dayanılmaz bir şekilde, unbearably |
intricate | karışık, çapraşık, girift, complicated, complex, zıt anl.; simple, straightforward |
intriguing | merak uyandıran |
intrinsic | kendine özgü, kendi tabiatında olan, peculiar, innate, zıt anl.; acquired |
introduce smt to | (örn. bir ortam ya da piyasa)’ya arz etmek / sunmak / getirmek |
introduce | 1) başlatmak, initiate, institute; 2) ortaya koymak, tanıtmak, present |
introduction | 1) giriş, önsöz, takdim, tanıtım, sun(ul)ma, entry, presentation; 2) devreye girme / sokma; 3) piyasaya çıkma / arz edilme, creation, foundation |
invalid | 1) geçersiz, hükümsüz, null, void, zıt anl.; valid; 2) (yatalak) hasta, sakat, disabled |
invaluable | paha biçilemeyen, çok önemli / değerli, zıt anl.; worthless |
invariable | değişmez, her zaman olan, constant |
invariably | değişmez / şaşmaz bir şekilde, her zaman, always, ever, constantly, zıt anl.; never, rarely, (Incompetents invariablymake trouble for people other than themselves. |
invent | icat etmek, yaratmak, uydurmak, create, make up |
inventive | yaratıcı, bulucu, creative, innovative, zıt anl.; uninventive |
invert | tersine çevirmek, tersyüz etmek, reverse |
invest in | (bir şey)’e yatırım yapmak |
investigate | araştırmak, soruşturmak, teftiş etmek, incelemek, inquire, inspect, examine |
investigation | araştırma, soruşturma, teftiş, inceleme, inspection, examination |
investigator | müfettiş, araştırmacı, dedektif, inspector |
investment | yatırım |
invigorating | canlandırıcı, güçlendirici, enerji verici, stimulating, zıt anl.; tiresome |
involuntarily | gönülsüzce, isteksiz olarak, unwillingly, reluctantly, zıt anl.; willingly |
involuntary | gönülsüz, istemsiz, unintentional, unwilling, reflexive, zıt anl.; voluntary, deliberate |
involve | 1) içermek, kapsamak, include, contain, entail, zıt anl.; exclude; 2) karıştırmak, bulaştırmak; 3) söz konusu olmak, işin içinde olmak; 4) gerektirmek, istemek, require |
involved (in) | (olaya) karışmış, işin içinde olan |
involvement | ilgi, ilişki, katılma, içinde yer / rol alma, karışma, bulaşma, concern, engagement, participation |
involving | kapsayan |
irony | 1) ironi (beklenmeyenin gerçekleşmesi, umulanın aksi bir sonuç çıkması); 2) alay, kinaye, sarcasm; 3) (alaycı veyamanalı) zıtlık |
irrational | mantıksız, akıldışı, illogical |
irregularly | düzensiz olarak, randomly, zıt anl.; regularly, steadily |
irrelevant | konu dışı, alakasız, ilgisiz, unrelated, inappropriate, zıt anl.; relevant |
irreparable | onarılamaz, tamir edilemez, çaresi olmayan, tedavisi imkansız, irremediable |
irresponsible | sorumsuz, sorumsuzca, incautious, thoughtless, zıt anl.; responsible, thoughtful |
irreversible | geri döndürülemez |
irrigation | sulama, watering |
isolate (from) | ayırmak, tecrit / izole etmek, separate (from), zıt anl.; integrate (into) |
isolated | toplumdan uzak, (diğerlerinden) ayrı, kendi başına, bağlantısız, detached |
issue | 1) (belge, karne, cüzdan vs.) çıkartmak / vermek; 2) yayınlamak, release, publish |
issue | konu, sorun, mesele, point, matter, question |
jeopardise | tehlikeye atmak, tehlikeye sokmak, risk |
join (in) | katılmak, yer almak, take part (in) |
joint (sıfat) | ortak, müşterek, collective, mutual, zıt anl.; individual, unilateral |
jointly | ortaklaşa, birlikte, together, (The research was jointly performed by microbiologists and ENT specialists. |
jokingly | şaka yollu, şaka ederek, zıt anl.; seriously |
judge | yargılamak, hüküm vermek, değerlendirmek, decide, conclude, evaluate, appraise |
judgement | yargı, değerlendirme, assessment, evaluation |
junior | 1) genç, kıdemsiz, zıt anl.; senior; 2) az, küçük |
just before | hemen önce |
justify | haklı çıkarmak, temize çıkarmak, doğrulamak, substantiate, validate, (Time justified his theories. |
keen (on) | hevesli, düşkün, meraklı, istekli, eager (to) |
keenly | hevesli / düşkün / meraklı / istekli bir şekilde |
keep | tutmak, muhafaza etmek, korumak, preserve, retain, hold, protect, zıt anl.; release, let go |
keep down | düşük düzeyde tutmak, restrain, restrict, zıt anl.; encourage |
keep off | uzak durmak, stay away (from) |
keep on | devam etmek, proceed, carry on, zıt anl.; stop, cease, quit |
keep out of | (bir şey)’in dışında kalmak, dışarıda bırakmak |
keep to | sadık / bağlı kalmak, stick to, adhere to |
keep up with | 1) (bir şey)’e yetişmek, (bir şey)’den geri kalmamak, keep abreast of; 2) karşılamak, meet |
keep up | devam etmek, sürdürmek, sustain, maintain |
keep within | (bir şey)’in belli sınırlar içinde kalmasını sağlamak |
key | çok önemli, crucial, vital, zıt anl.; minor |
key point | anahtar nokta, önemli ayrıntı, (key points in a structure |
known | bilinen, zıt anl.; unknown |
label | etiketlemek, tanımlamak, isimlendirmek |
laborious | yorucu, zahmetli, güç, ardous, heavy, hard |
laboriously | yorucu / zahmetli bir şekilde, güç bela, ardously |
labour union | iş_____çi sendikası, trade-union |
labourer | işçi, worker |
lack | (bir şey)’den yoksun olmak, mahrum olmak, be short of, be without, zıt anl.; have, own |
lack of | (bir şey)’den yoksunluk, mahrum olma, (bir şey)’in eksikliği, shortness (of), deficiency, zıt anl.; abundance |
largely | büyük ölçüde, greatly, mostly |
large-scale | geniş çaplı, büyük ölçekli |
last | 1) sürmek, devam etmek, endure; 2) tükenmemek, dayanmak |
last resort | son çare |
lasting | devamlı, sürekli, kalıcı, enduring, long-term, permanent, zıt anl.; temporary, (She left a lasting impression on her boyfriend that she had broken off with. |
late | eski, former |
latest | en son, en yeni, newest, most recent |
launch | 1) başlatmak, initiate, zıt anl.; terminate; 2) (füze, roket veya uzay aracı için) fırlatmak; 3) (gemi vs. için) denize indirmek |
launch | 1) kuruluş, başlama, hizmete girme, kullanıma sunma, initiation, introduction, zıt anl.; termination; 2) (uzay aracı, roket, füze vs. için) fırlat(ıl)ma; 3) (gemi için) denize indirilme |
law | yasa, kanun |
lay down | koymak, yapmak, sermek, set down, put down |
layer | 1) tabaka, katman, kat; 2) (anlam vs. açısından) derinlik |
lead (smo) (to) | (birisini) yönetmek, (birisine) önderlik etmek, (birisini bir yere) (doğru) götürmek, guide (smo) (to), conduct |
lead into | (bir şey)’e yönlendirmek / yöneltmek |
lead to | (bir şey)’e yol açmak, neden olmak, cause |
leading | önde gelen, başlıca, outstanding, zıt anl.; secondary |
leak | sızıntı |
leakage | (bir sıvı ya da bilgi için) sızıntı / sızdırma |
leave behind | geride bırakmak |
leave out | hesaba katmamak, dışarıda bırakmak, hariç tutmak, atlamak, count out, exclude, zıt anl.; include, (Leave this case out. He has got nothing to do with our retrospective study. |
leftover | artan, fazlalık, excess |
legislation | 1) yasama, kanun yapma, enactment; 2) yasalar, kanunlar, laws |
legitimate | yasal, meşru, legal, valid, credible, zıt anl.; illegitimate, illicit, illegal |
lend | ödünç vermek, zıt anl.; borrow |
length | 1) uzunluk; 2) süre, müddet, duration |
lengthy | uzun, uzun uzadıya |
lesser | daha aşağı / düşük, inferior, zıt anl.; greater, superior |
let alone | bırak. . . , . . . şöyle dursun, (I can’t even make a phone call let alone send images. |
let down | 1) (ağır ağır) inmesini sağlamak; 2) boşa çıkarmak, yüzüstü bırakmak, hayal kırıklığına uğratmak, forsake, disappoint |
lethal | öldürücü, ölümcül, deadly, fatal, mortal, zıt anl.; harmless, safe |
level | 1) eşit hale getirmek, (level social differences |
level | 1) seviye, düzey; 2) düz, düzayak |
level out | dengeye gelmek, dengelenmek |
liberate | özgürlüğüne kavuşturmak, serbest bırakmak, free, zıt anl.; enslave, restrict |
liberty | özgürlük, hürriyet, serbesti, freedom, zıt anl.; slavery |
lie ahead | gelecekte (birisini) (kötü / zor bir işin) beklemesi, başına gelecek olmak, (Following the diagnosis of her disease as cancer, she will need all her strength and bravery to cope with what lies ahead. |
lie in | 1) mevcut olmak, ( . . . şeklinde) bulunmak, exist in the form of; 2) (bir şey)’den kaynaklanmak, originate in, (The causes of the war lie in the greed and incompetence of politicians on both sides. |
lie under | (deri, neden vs.) altında bulunmak / yatmak |
lift | yükseltmek, raise, elevate |
likelihood | olasılık, ihtimal, possibility, chance |
likely to | olası, muhtemel, beklenen, probable, expected, zıt anl.; improbable, unlikely |
likewise | benzer şekilde, keza, bunun gibi, similarly |
limit (to) | (bir şey ile) sınırlandırmak / sınırlamak / kısıtlamak |
limitation | sınırlama, limitasyon |
limited (to) | (bir şey ile) kısıtlı / sınırlı, confined (to), zıt anl.; free (of / from) |
link to / with | (bir şey) ile / (bir şey)’e bağla(n)mak, bağlantı kurmak, birleştirmek, connect to / with, combine with, zıt anl.; separate from, detach from |
live up to expectations | beklentileri karşılayacak düzeye gelmek |
local | 1) yerel, yöresel, bölgesel; 2) (tıbbi) lokal (vücudun sadece bir kısmını kapsayan), zıt anl.; general |
locally | yerel / mahalli olarak |
locate | konumlandırmak, yerini saptamak, (bir yerde) yerleşmek, position, spot, station |
location | belirli bir yer, konum, mahal, (A new job means a new employer, a new location and a new set of colleagues. |
lock | (kapıyı, valizi vs.) kilitlemek |
logically | mantıken, mantıklı olarak |
long (for) | hasretini çekmek, çok arzulamak, desire |
long | 1) uzun zamandır, for a long time, (Have you been waiting long? |
look after | (bebeğe, köpeğe vs.) bakmak, göz kulak olmak, keep an eye on |
look down on | küçümsemek, hor görmek, tepeden bakmak, despise, scorn, zıt anl.; exalt, glorify |
look forward to | sabırsızlıkla beklemek, iple çekmek, can atmak, expect, hope for |
look out for | (bir şey)’e dikkat etmek, watch out for, (The police warned the shopkeepers to look out for forged notes. |
look over | incelemek, göz gezdirmek, examine, inspect |
look through | 1) gözden geçirmek, incelemek, examine, search; 2) (bir şeyin arasından / içinden) bakmak |
loosely | gevşekçe, zıt anl.; tightly |
lose ground | gerilemek, rağbet görmemek, regress, fall back, zıt anl.; gain ground |
lose out | başarısız olmak, fail, zıt anl.; succeed |
loss | azalma, eksilme, kayıp, zarar, ziyan, (loss of life |
lost in | 1) tamamen (bir şey)’e dalmış; 2) (bir şey)’in içinde kaybolmuş |
loudly | yüksek sesle, (speak loudly |
lower | azaltmak, düşürmek, decrease, reduce, zıt anl.; increase |
loyal (to) | sadık, vefalı, faithful (to), zıt anl.; disloyal (to) |
loyalty | sadakat, vefa, bağlılık |
luckily | iyi ki, şükürler olsun ki, fortunately, zıt anl.; unfortunately |
lurk | gizlenmek, saklanmak, pusuya yatmak, hide, lie in wait |
lush | bitkisel yaşam ile dopdolu, zıt anl.; arid |
made up of | (bir madde vs.)’den yapılmış / oluşan |
magnificent | görkemli, harika, marvellous |
main | ana, temel, birincil, primary, principle, zıt anl.; secondary, subordinate |
mainly | büyük ölçüde, esas olarak, mostly, chiefly |
mainstream | 1) bir topluluğa hakim tutum, düşünce veya davranışları temsil eden; 2) ana / genel görüş |
maintain | 1) bakım yapmak, muhafaza etmek, bakmak, service, keep, retain; 2) sürdürmek, devam ettirmek, sustain; 3) sağlamak, temin etmek, provide |
maintain (that) | iddia etmek, (belli bir fikri) savunmak, (fikirsel) pozisyonunu korumak, assert (that), claim (that) |
maintenance | 1) (makine vs. için) bakım, onarım, muhafaza, idame, upkeep; 2) sürdürme / koruma / direnme gücü |
major | geniş / büyük çaplı, büyük, başlıca, asıl, chief, primary, great, zıt anl.; minor, unimportant, little |
majority | çoğunluk, büyük kısım, zıt anl.; minority |
make a point of | özen göstermek, dikkat etmek ( I always make a point of spending Saturdays withmy children. |
make clear | açıklığa kavuşturmak, clarify, illuminate |
make do with | (bir şey) ile yetinmek / idare etmek, subsist, get by, (When we were young, we had to make do with second-hand clothes. |
make effort | çaba / gayret göstermek, struggle |
make for | 1) (bir yer)’e doğru yönelmek, (bir yer)’e ulaşmaya çalışmak; 2) yapmak, ortaya çıkarmak, ileriye götürmek, produce, advance, contribute to, facilitate; 3) (bir şey)’e neden olmak, cause (smt) to happen |
make it clear (that) | açıklıkla ifade etmek, açıkça belirtmek |
make it possible | mümkün kılmak, olanaklı hale getirmek, allow, enable, zıt anl.; disable |
make no use of | kullanmamak, yararlanmamak, zıt anl.; utilise, make use of |
make off | aceleyle gitmek / çıkmak / terk etmek, make away, escape |
make one’s way | ilerlemek, yol kat etmek, hayatta başarılı olmak, advance |
make out | 1) (bir şeyin ne olduğunu) kestirmek, çıkarmak, seçmek, anlamak, çözmek, perceive, understand; 2) başarmak, be successful |
make over | (bir malın) mülkiyetini (başkasına) vermek, devretmek |
make sense | mantıklı gelmek, anlaşılır olmak |
make sense of | (bir şey)’den anlam çıkarmak, doğru yorumlamak |
make sure (of / that) | emin olmak, garanti etmek, ascertain, zıt anl.; be uncertain, (Before leaving home, make sure that the gas heater is turned off. |
make up | düzenlemek, hazırlamak, oluşturmak, uydurmak, teşkil etmek, comprise, compose, form, invent |
make up for | (kaybedilen veya eksik kalan bir şeyi) tamamlamak, yerine koymak, kapatmak, telafi etmek, compensate for |
make up one’s mind (about) | (konusunda) karara varmak, decide (on) |
make use of | kullanmak, yararlanmak, utilise, benefit from, zıt anl.; make no use of |
makeup | yapı, içerik, structure, composition, formation |
malnutrition | kötü beslenme, beslenme bozukluğu |
man | insan(lık), human(ity) |
manage | 1) yönetmek, idare etmek, kontrol etmek, administer, run, conduct; 2) başa çıkmak, üstesinden gelmek, becermek, accomplish, succeed (in / at), handle, tackle, deal (with), cope (with), zıt anl.; fail (to) |
management | 1) yönetim, idare, administration; 2) (hastalık vs. için) başa çıkma |
mandatory | zorunlu |
mankind | insanlık, humanity, man |
man-made | insan eliyle yapılmış, artificial, zıt anl.; natural |
manner | 1) şekil, biçim, way; 2) tavır, usul |
manufacture | imal etmek, produce |
manufactured | imal edilmiş / üretilmiş |
manufacturer | üretici, imalatçı, producer |
mark | göstermek, işaret etmek, ortaya çıkarmak, point out, show |
markedly | belirgin şekilde, açıkca, noticeably, clearly |
mass | hacim, yığın |
massive | büyük, muazzam, çok büyük, büyük kütleli, ağır, enormous, immense, heavy, zıt anl.; tiny, (The social impact of this economic crisis will be massive. |
master | iyice öğrenmek, uzmanlaşmak, learn, grasp |
match (with) | uymak, benzemek, eşleş(tir)mek, bağdaşmak, uy(uş)mak, correspond (to) |
match for | (bir şey) ile denk, (bir şey) ile karşılaştırılabilir |
mate (with) | (hayvanlar için) çiftleş(tir)mek |
mate | (genellikle hayvanlar için) eş |
materialise | gerçekleşmek, be realised, actualise, zıt anl.; fail |
matter | 1) konu, sorun, mesele, point, issue, question; 2) madde, özdek |
maturity | olgunluk, full development, zıt anl.; immaturity |
may well | pekala…(olabilir / yapabilir) de |
meagre | yetersiz, eksik, az, inadequate, poor, zıt anl.; abundant, sufficient |
mean | (matematikte) ortalama |
mean (sıfat) | 1) ortalama, average; 2) saldırgan, tehlikeli, hostile, dangerous, zıt anl.; kind |
means (of) | 1) (hem tekil hem çoğul) yol, yöntem, vasıta, vesile, way, method; 2) imkan, bütçe, varlık, gelir, para, wealth, income, funds |
meanwhile | bu arada, bu esnada |
measure | ölçmek, ölçüsü / değeri …olmak, . . . olarak ölçülmek, sayıya dökmek, calculate |
measure | 1) önlem, tedbir, precaution; 2) miktar, ölçü, düzey |
mediate | aracılık / arabuluculuk etmek, araya girmek, intercede |
medicine | 1) tıp; 2) ilaç, medication, drug |
meet | yerine getirmek, karşılamak, (belli bir gün için) uymak, kaçırmamak, atlamamak, accomplish, satisfy, fulfil, zıt anl.; fail tomeet |
melt | erimek, ergimek, eritmek |
menace | başa bela olmak, tehdit etmek, threaten |
menace | tehdit, baş belası |
mental | mental, zihinsel (akıl, bellek, bilinç, zeka ile ilgili) |
mention | 1) söz etmek, bahsetmek, disclose, bring up; 2) başvurmak, turn to, resort to |
mere | sadece, yalnızca, basit, sole, simple |
merely | sadece, yalnızca, only, just, solely |
middle-aged | orta yaşlı |
migrant | göçmen |
migrate | göç etmek |
migration | göç |
mild | hafif, ılımlı, ılıman, moderate, slight, zıt anl.; severe, intense |
milestone | kilometre taşı, (önemli) aşama |
mind | akıl, akıl sahibi kişi |
mine | (kömür, maden vs.) çıkarmak |
minimize | minimize etmek, en aza indirmek, zıt anl. |
minor | önemsiz, küçük, yok denecek kadar az, unimportant, insignificant, trivial, zıt anl.; major, considerable, significant |
minority | azınlık |
minuscule | çok küçük, minnacık, (For some time, that great painter had to live in this minuscule room. |
minute | 1) dakika; 2) tutanak |
minute (sıfat) | (maynyut şeklinde okunur) çok küçük, very small, tiny |
miserable | perişan, sefil, mutsuz, unhappy, depressed |
mishandle | kötü yönetmek, kötü kullanmak, misconduct, maltreat, (The PrimeMinister admitted that the crisis had been mishandled. |
mislead | yanıltmak, yanlış yönlendirmek, deceive, misguide |
misleading | yanıltıcı, deceptive, zıt anl.; true, actual |
missing | var olmayan, kayıp, absent, zıt anl.; present |
mission | (uçuş, operasyon vb.) görev |
mistakenly | yanlışlıkla, yanılgı içinde, incorrectly |
moderate | hafifletmek, yumuşatmak, ılımanlaştırmak, curb, soften |
moderate (sıfat) | ılımlı, orta, ölçülü, sınırlı, reasonable, zıt anl.; extreme |
moderately | ölçülü / sınırlı şekilde, reasonably, zıt anl.; extremely |
modest | 1) ölçülü, sınırlı, moderate, zıt anl.; excessive; 2) alçakgönüllü, gösterişsiz, ılımlı, humble, plain, zıt anl.; grand, immodest |
modify | (küçük) değişiklikler yapmak, tadil etmek, alter |
monitor | izlemek, denetlemek, gözetlemek, gözlemlemek, takip altında tutmak, observe, supervise |
mood | ruh hali, mizaç |
more or less | aşağı yukarı, az çok, hemen hemen |
moreover | bundan başka, ayrıca, üstelik, additionally, furthermore |
mostly | en çok |
motivate | motive etmek, harekete geçirmek, teşvik etmek, cesaretlendirmek, excite, inspire, encourage, zıt anl.; discourage |
motivated | motive olmuş / edilmiş, güdülenmiş |
motive | güdü, motivasyon, neden |
move | hareket etmek |
move about | dolaşmak, dolanmak |
move in | 1) (eve vb.) taşınmak; 2) içeri girmek |
move out | taşınarak / göçerek bir yerden ayrılmak |
murder | öldürmek, katletmek, kill |
mutual | karşılıklı, common, reciprocal |
mystery | gizem, sır, esrar, secret, enigma, zıt anl.; revelation, explanation |
narrative | anlatım, account |
nasty | kötü, çirkin, ayıp, pis |
native | yerli, zıt anl.; foreign |
native to (sıfat) | (bir yer)’in yerlisi, (bir yer)’e ait / özgü, indigenous, zıt anl.; foreign, (Kangaroo is native toAustralia. |
nature | doğa, mizaç, nitelik, tür, character, type |
naughty | yaramaz, haylaz |
nearby | yakın, yakın(lar)da, yakında(ki), close |
nearly | neredeyse, hemen hemen, almost |
necessarily | ister istemez, muhakkak, illa ki, unquestionably, undoubtedly, zıt anl.; possibly |
necessary | gerekli, zorunlu, zaruri, önemli, essential, zıt anl.; unnecessary |
necessitate | gerektirmek, zorunlu kılmak, require, call for |
needlessly | boşu boşuna, ortada hiçbir şey yokken, gereksiz yere, unnecessarily |
needy | yoksul, ihtiyaç sahibi |
neglect | ihmal etmek, savsaklamak, aldırmamak, ignore, zıt anl.; care for, concern |
negligible | önemsiz, yok denecek kadar az, ihmal edilebilir, insignificant, minor, zıt anl.; considerable, significant |
negotiate | müzakere etmek, görüşmek, discuss, debate |
nervous | sinirli, asabi, anxious, zıt anl.; calm |
neutrality | tarafsızlık |
never before | daha önce asla |
nevertheless | yine de, bununla birlikte, however, even so |
no grounds for… | (bir davranış vs.) için hiçbir gerekçe / neden yok |
no less than | en az (başka bir şey ya da birisi) kadar |
no longer | artık / daha fazla bir durumun olmaması, artık değil, no more, (I no longer trust him. |
no point in doing smt | bir şey yapmanın yararı / anlamı yok |
nomadic | göçebe, göçebelere ait, (These tribes have a nomadic way of life. |
not at all | hiç . . . değil, (be not at all helpful |
notable | dikkate değer, remarkable |
notably | bilhassa, dikkat çekecek derecede, dikkate değer bir şekilde, particularly, remarkably |
note | 1) belirtmek, (bir şey)’e dikkat çekmek, (bir şey)’den söz etmek, dikkat etmek, fark etmek, farkına varmak, notice; 2) not tutmak |
noticeable | belirgin, dikkate değer açık, farkedilir, apparent, conspicuous, visible, detectable, zıt anl.; ambiguous, hidden, (The new tax system did not have any noticeable effect upon the rate of economic growth. |
notion | düşünce, fikir, inanç, idea, thought |
notorious | dile düşmüş, adı çıkmış, (kötü) ün yapmış, aşikâr, well-known, obvious |
nourish | beslemek, feed |
nourishment | beslenme |
novel (sıfat) | yeni, yeni çıkmış, orijinal, original, fresh, unique, zıt anl.; old, traditional |
novelty | yenilik, yeni çıkmış şey, freshness |
now that | artık şöyle olduğuna göre…, madem ki… |
nuisance | rahatsızlık, rahatsız eden şey, baş belası, irritation, annoyance, pain in the neck |
numb | uyuşmuş, hissizleşmiş, (I will give you an injection and the tooth will go completely numb. |
numerous | sayısız, çok, pek çok, many, several, zıt anl.; few |
nutrient | 1) besleyici madde; 2) yemek, gıda, food |
nutrition | beslenme, nourishment, (There are alternative sources of nutrition to animal meat. |
nutritious | besin değeri yüksek, besleyici, nourishing, wholesome |
object (to) | itiraz etmek, karşı çıkmak, disagree (with), disapprove (of), zıt anl.; agree (with), approve (of) |
object | amaç, hedef, purpose, goal, objective |
objection (to) | itiraz, karşı çıkma, onaylamama, doğru bulmama, disapproval (of), opposition (to / against), criticism (of), zıt anl.; agreement (to) |
obligation | yükümlülük, sorumluluk, zorunluluk, responsibility, commitment |
oblige to | (bir şey)’e mecbur etmek, zorunlu / yükümlü kılmak, compel, obligate |
obliged (to) | zorunlu, mecbur, yükümlü, compelled (to), forced (to) |
obscure (sıfat) | belirsiz, bulanık, karanlık, dim, mysterious, zıt anl.; clear |
observe | 1) gözetlemek, gözlemlemek, gözlemek, izlemek, monitor; 2) fark etmek, görmek, notice, zıt anl.; be unaware of |
obsolete | (yenisi ve daha gelişmişi çıktığı için) modası geçmiş, kullanılmayan, eski, demode olmuş, terk edilmiş, yürürlükten kalkmış, oldfashioned, outmoded, zıt anl.; new, contemporary, modern |
obstacle | engel, difficulty, hindrance |
obstinately | inatla, dik başlılıkla, stubbornly |
obstruct | engellemek, tıkamak, block, impede, zıt anl.; clear |
obstructive | engelleyen |
obtain | elde etmek, acquire, earn, get |
obtainable | elde edilebilir, ulaşılabilir, acquirable, within reach |
obtrusive | göze batan, kendini belli eden, conspicuous, prominent, zıt anl.; unobtrusive, inconspicuous |
obvious | açık, belli, aşikâr, görünürdeki, göze çarpan, apparent, visible, evident, clear, zıt anl.; obscure, hidden, ambiguous |
obviously | açıkça, bariz bir şekilde, belli ki, görünüşe göre, evidently, apparently |
occasion | 1) (genellikle) önemli, büyük olay, event; 2) fırsat, vesile, opportunity; 3) gerek, neden, cause |
occasional | ara sıra olan, infrequent, zıt anl.; frequent |
occasionally | bazen, ara sıra, (every) now and then, from time to time, once in a while, zıt anl.; frequently, often |
occupy | 1) işgal etmek, invade; 2) (bir yer)’de yerleşik olmak, reside (in) |
occur | olmak, meydana gelmek, happen, take place |
occurrence | tekrar oranı, oluş sıklığı, insidans, incidence, happening |
odd | 1) garip, tuhaf, funny, strange, peculiar, (It is odd that an anaesthetist’s role in an operation is usually ignored. |
of no importance | önemsiz, of no account |
offensive | saldırgan, aggressive, zıt anl.; defensive |
offensively | kaba şekilde, rudely, zıt anl.; politely |
offer | 1) sunmak, arzetmek, sağlamak, provide, present; 2) önermek, teklif etmek, propose, suggest |
offered | sunulan |
oil | ham ya da işlenmiş halde petrol |
old-fashioned | geleneksel, eski moda |
on account of | (bir şey)’den dolayı, için, nedeniyle, because of, for the sake of |
on average | ortalama olarak |
on behalf of | (bir kişi)’nin / (bir şey)’in adına / namına |
on condition that | şartıyla, koşuluyla, in the event that |
on occasion | zaman zaman, bazı durumlarda |
on the contrary | aksine, tersine, bilakis, contrarily |
on the grounds that. . . | (bir olay vs.)’nin olması / meydana gelmesi nedeniyle / gerekçesiyle, on the basis (of / that), because |
on the increase | artışta |
on the issue of | … konusu üzerinde / … hakkında |
on the one hand . . . on the other . . . | bir yandan . . . diğer yandan . . . |
on the one side | bir yandan, bir tarafta, on the one hand |
on the other hand | . . . diğer / öte yandan |
on the other side | öte yandan, on the other hand |
on the verge of | (bir şey olma)’nın sınırında, on the brink of |
on the whole | genel olarak, bütün olarak alındığında, generally, by and large, overall |
once | bir kez / sefer / defa |
once more | bir kez daha, yeniden, again |
one another | birbirleri(ni / ne), each other |
one for one | bire bir |
only recently | daha yeni |
onset (of) | (bir şeyin) başlangıcı, ilk adım, hamle, atılım, beginning, start, zıt anl.; end, termination |
onwards | (bir zaman)’dan başlayarak / itibaren |
open up | 1) başlatmak, yol açmak, pave the way for; 2) (bir yerin) gelişmesine imkân vermek, ulaşılabilir hale getirmek |
openness | açıklık, şeffaflık |
operate | çalış(tır)mak, işle(t)mek, run, function, work |
operating | çalışmakta / işlemekte olan, running, functioning |
operation | 1) operasyon, harekat, ameliyat; 2) çalışma, işleme, iş, running, functioning |
opponent | rakip, hasım, düşman, muhalif, karşıt, antagonist, competitor, enemy, rival, opposition |
opportunist | fırsatçı, (Some opportunist bacteria are known to wait for years until a person’s immune system is weakened. |
opportunity | fırsat, prospect, chance |
oppose | karşı koymak, karşı çıkmak, itiraz etmek, direnç göstermek, protest, resist, zıt anl.; support |
opposed to | karşı, aleyhinde, against, zıt anl.; in favour of |
opposing | karşı / karşıt, zıt |
opposition | muhalefet, karşı koyma, direniş, resistance |
optimism | iyimserlik, zıt anl.; pessimism |
optimistic | iyimser, zıt anl.; pessimistic |
option | opsiyon, seçenek, seçim hakkı, alternative, choice |
order | 1) düzen, işleyiş, zıt anl.; chaos; 2) sebep |
orderly | düzenli, düzgün, sistemli, regulated, zıt anl.; disorderly, chaotic |
ordinary | 1) sıradan, alelade; 2) olağan, alışılmış, her zamanki, usual, regular, zıt anl.; unusual |
orientated | odaklı, (chemically orientated |
origin | köken |
originally | ilk başta, başlangıçta, in the beginning |
originate | (ilk defa) ortaya çıkmak, doğmak, meydana gelmek, emerge, arise, zıt anl.; terminate |
other than | dışında, haricinde |
ought to | -meli / -malı, should |
outbreak (of) | 1) ortaya çıkma, baş gösterme, patlak verme, happening; 2) salgın, epidemic |
outcome | sonuç, result, aftermath |
outline | taslak, sketch, draft |
out-of-date | modası geçmiş, tarihi geçmiş, eski tarihli, işe yaramaz, obsolete, outdated, zıt anl.; up-to-date, (I don’t trust that dentist. He is still using some out-of-date equipment and apparatus. |
output | 1) randıman, çıktı, üretim, verim, product, yield, zıt anl.; input; 2) belli bir zaman süresi içinde bir organda oluşan ve organ aracılığıyla dışarı atılan maddemiktarı |
outrage | büyük öfke |
outrageous | haddi aşan, ahlaksız, çirkin, insafsız, (fiyat için) fahiş, disgraceful, horrible, wicked, zıt anl.; decent |
outset | başlangıç noktası, beginning |
outstanding | önde gelen, başlıca, leading, zıt anl.; ordinary |
outweigh | daha ağır basmak, exceed, surpass, be superior to |
over against | tersine, karşısında, kıyaslandığında, as opposed to, in contrast with, (Over against heaven is hell. |
overall | genel, toplam, kapsamlı, general, total, comprehensive, zıt anl.; particular, specific |
overcome | aşmak, üstesinden gelmek, yenmek, defeat, get over, zıt anl.; retreat, surrender (to), (She overcame her fear of the dark by the help of a psychiatrist. |
overestimate | fazla tahmin etmek, abartmak, overrate, zıt anl.; underestimate |
overflow | taşmak |
overlook | dikkate almamak, gözden kaçırmak, disregard, ignore, miss, zıt anl.; notice, spot |
overly | fazla, aşırı derecede, excessively |
overrate | gereğinden fazla önemsemek, magnify, overestimate, zıt anl.; underrate |
oversight | gözetim |
overtake | (yönetimi / idareyi / mülkiyeti) devralmak, ele geçirmek, yerinden ederek yerine yerleşmek |
overturn | altüst etmek, devirmek, bozmak, upset |
overuse | aşırı kullanım, over-consumption, zıt anl.; economizing |
overview | genel bakış, özet(leme) şeklinde sunum |
overwhelmingly | büyük / ezici bir çoğunlukla, predominantly |
owe | borçlu olmak |
owing to | nedeniyle, yüzünden, because of, due to |
owner | sahip |
pace | 1) hız, tempo, rate, tempo; 2) adım, step, footstep |
pain | ağrı, sızı, acı, ache, hurting |
paralyze | felç / kötürüm etmek, sakatlamak, çalışamaz hale getirmek, cripple, disable |
partial | kısmi, incomplete, zıt anl.; complete |
partially | kısmen, partly, zıt anl.; completely |
participant | katılımcı |
participate (in) | katılmak, yer almak, pay sahibi olmak, rol almak, take part (in), share (in) |
participation | katılma, yer alma, taking part |
particle | parçacık |
particular | belirli, özel, specific, special, zıt anl.; common, overall |
particularly | özellikle, özel olarak, especially, specifically, zıt anl.; generally |
partly | kısmen, partially, zıt anl.; completely |
pass | (yasa) geçirmek / çıkarmak, enact |
pass by | (bir yer / birisi)’nin önünden geçmek, go past |
pass on smt to smo | (bilgi, söz vs. için) kişiden kişiye iletmek / göndermek, (hastalık vs.) geçirmek, send, (Will you please pass on this message to your friends? |
pass through | (bir şey)’in içinden / arasından geçmek |
passionate | heyecanlı, ateşli, aşırı tutkulu, (She made a passionate speech on women’s rights. |
passionately | heyecanlı / ateşli / aşırı tutkulu / hiddetli bir şekilde, intensely, movingly, zıt anl. |
patient | hasta |
patient (sıfat) | sabırlı, zıt anl.; impatient |
pattern | tür, tarz, model, şablon, yöntem, oluş düzeni, diziliş şekli, yinelenen şekil, style, type, method, system, order |
pause | duraklamak, mola vermek |
pay attention (to) | dikkat etmek, ilgilenmek, önemsemek, dikkate almak, mind, consider, take notice (of), zıt anl.; disregard, ignore |
pay consideration | saygı göstermek, (birisine) karşı düşünceli davranmak, göz önüne almak, pay attention (to) |
peak | doruğa çıkmak, en yüksek düzeye ulaşmak, climax, crest |
peak | zirve, doruk (noktası), en üst seviye, en yüksek düzey, zenith, maximum |
peculiar | 1) (bir şeye) özgü, kendine has, specific (to), (This type of building is peculiar to the south of the country. |
penetrate | girmek, içine işlemek, nüfuz etmek, enter, get in, go through |
perceive | algılamak, anlamak, kavramak, fark etmek, sezmek, understand, comprehend, notice, recognise, zıt anl.; misunderstand, miss |
percent | yüzde |
percentage | yüzde, yüzde oranı |
perception | algılama, algı, idrak, sezgi, understanding, apprehension, viewpoint |
perfect (sıfat) | mükemmel, kusursuz, excellent, flawless, zıt anl.; imperfect, flawed |
perfectly | tamamen, tam anlamıyla, totally |
perform | yapmak, yerine getirmek, uygulamak, (mücadele, uğraş vs.) vermek, gerçekleştirmek, başarmak, do, accomplish, fulfil, implement, carry out, function, actualise, zıt anl.; fail |
perhaps | belki, muhtemelen, possibly, probably, zıt anl.; certainly, absolutely |
period | dönem, süre |
periodically | periyodik olarak, düzenli / belirli aralıklarla, belirli zamanlarda, zaman zaman, occasionally, seasonally |
perish | yok olmak, ölmek |
perishable | dayanıksız, kolay bozulur, short-lived, spoilable, zıt anl.; durable |
permanent | kalıcı, daimi, sürekli, lasting, unchanging, zıt anl.; temporary |
permanently | kalıcı, daimi, sürekli olarak, for good, zıt anl.; temporarily, (He was permanently disabled after the accident. |
permission | izin |
permit | izin vermek, ruhsat / yetki vermek, imkan vermek, (bir şey) için elverişli olmak, allow, zıt anl.; ban, forbid |
perpetually | daima, sürekli olarak, constantly, continuously, zıt anl.; never, rarely |
perplex | kafasını karıştırmak, şaşırtmak, confuse, astonish |
persecution | zulüm, eziyet, cruelty, brutality, zıt anl.; benevolence |
persist | 1) (bir şeyde) ısrar etmek, inat etmek, direnmek, persevere, zıt anl.; give up, (My son persists in asking awkward questions. |
persistent | ısrarlı, inatçı, sürekli, determined, insistent, relentless, zıt anl.; irresolute |
personal | kişisel, bireysel, zıt anl.; public |
perspective | perspektif, bakış açısı, viewpoint, approach |
persuade | ikna / razı etmek, inandırmak, convince, induce, zıt anl.; dissuade (from) |
persuasion | ikna etme, inandırma, convincing |
perverse | ters, aksi |
phenomenon | (çoğul: phenomena) önemli / olağanüstü olay, fenomen, occurence |
pick out | (dikkatle) seçmek, ayırt etmek, (The witness picked out the wrong man in the identification parade. |
pick up | 1) (başkasından bir alışkanlık, hastalık vs.)’yi kapmak, contract, zıt anl.; infect, transmit, (He seems to have picked up the infection while he was in hospital for another reason. |
pioneering | öncülük eden, öncü, leading |
pitifully | 1) acıklı / acınası bir şekilde; 2) gülünç derecede |
pivotal | asıl, esas, çok önemli, birinci derecede önem ve etkisi olan, crucial, vital |
place in charge (of) | (bir işin, görevin) başına getirmek, sorumluluğunu vermek |
plague | acı / dert / rahatsızlık vermek, annoy, bother, (My shoulder has been plaguing me all week. |
plague | 1) veba, black fever; 2) bela, trouble |
plant | 1) fabrika, tesis, enerji santrali; 2) bitki |
plausible | akla yakın, makul, reasonable, logical, zıt anl.; implausible, unlikely |
plausibly | makul / akla yakın bir şekilde, reasonably |
play down | hafife almak, önemsememek |
play up | 1) (bir şey)’e dikkat çekmek, olduğundan önemli göstermek, draw attention (to); 2) kötü davranışlarda bulunmak, yaramazlık yapmak, misbehave |
pleasingly | hoşnut edici bir şekilde, memnuniyet verici bir şekilde, pleasantly |
pledge | 1) söz, vaat, promise; 2) teminat, rehin, guarantee, surety |
plentiful | bol, çok, bereketli, verimli, abundant, fertile, zıt anl.; meagre, scarce |
plenty | pek çok (şey), a lot, zıt anl.; very little |
plenty of | bolca, lots of |
plot | 1) fesat, entrika; 2) (sinemada) olayların kurgusu veya ana öykü |
point | 1) gaye, maksat, goal; 2) nokta, durum, mesele |
point out | (bir şey)’e dikkat çekmek, belirtmek, call attention (to), indicate, bring up |
point to | işaret etmek, göstermek, denote, indicate |
poisonous | zehirli, toxic |
policy | 1) sigorta poliçesi; 2) (bir konuda izlenecek) siyaset, politika, tutum |
poll | gayri resmi anket |
pollute | kirletmek, contaminate |
polluted | kirletilmiş, pisletilmiş, kirli, contaminated, (Our water supply is becoming polluted with nitrates disposed of by several industries. |
pollution | kirlenme, kirlilik, contamination |
poor | kötü, düşük kalitede, yetersiz, eksik, az, inadequate, zıt anl.; abundant, sufficient |
population | nüfus, popülasyon (biyolojide, bir türün, belli bir alanda yaşayan bireylerinin tamamı) |
pose | (sorun, zorluk, risk vs.) yaratmak / oluşturmak, present |
pose a serious danger | ciddi bir tehlike oluşturmak |
pose a threat | tehdit oluşturmak |
possess | ele geçirmek, sahip olmak, have, own |
possessions | sahip olunan mallar |
possibility | olasılık, ihtimal, zıt anl.; impossibility |
possible | mümkün, olanaklı, zıt anl.; impossible |
post- | sonrası, (post-World War II |
postpone | ertelemek, put off |
potent | güçlü, etkili, strong, effective, zıt anl.; weak, impotent |
potential | potansiyel, olası, possible |
potentially | potansiyel olarak, muhtemelen, pekala |
pour out (of) | (bir yer)’den dışarı / (bir şey)’in dışına ak(ıt)mak / dök(ül)mek |
poverty | yoksulluk, fakirlik, zıt anl.; wealth |
power | itici güç vermek |
power | güç, kabiliyet |
powerful | güçlü, etkili, yetkili, effective, strong, zıt anl.; weak |
practicable | uygulanabilir, yapılabilir, elverişli, possible, zıt anl.; impracticable |
practical | pratik, elverişli, uygulamaya yönelik, practicable, feasible, zıt anl.; impractical, theoretical |
practically | 1) pratik olarak, pratikte, uygulamada, in practice, zıt anl.; theoretically; 2) hemen hemen, almost |
practice | 1) tatbik etmek, uygulamak; 2) (bir bilim ya da spor dalında çalışma) yapmak, icra etmek, do |
practice | uygulama, aktivite, iş |
praise | övmek, appreciate, zıt anl.; criticize |
praise | övgü, appreciation, zıt anl.; criticism |
precaution | önlem, tedbir, safeguard, (Effective precautions were taken during the Olympic games held in Athens. |
precede | (bir şey)’den önce gelmek, (bir şey)’in önünde / öncesinde olmak, come before, come first, zıt anl.; succeed, follow |
precedence | öncelik, priority, (Applications arriving first will have precedence. |
precious | değerli, kıymetli, yararlı, valuable, (Salt was nearly as precious as gold in the ancient world. |
precise | 1) tam, kesin, definite; 2) dikkatli, titiz, rigorous, zıt anl.; indefinite, inaccurate |
precisely | tam olarak, kesinlikle, titizlikle, exactly, definitely, zıt anl.; probably, questionably |
precision | kesinlik, doğruluk, açıklık, accuracy, zıt anl.; imprecision, inaccuracy |
predator | yırtıcı / alıcı / avcı hayvan |
predecessor | 1) ata, cet, ancestor; 2) selef (aynı alanda mevcut kişilerden daha önce çalışma yapmış veya aynı görevdemevcut kişilerden daha önce görev almış kişi), forerunner; 3) aynı amaçla daha önce yapılmış araç vs. , öncü, forerunner |
predict | tahmin etmek, öngörmek, anticipate, guess |
predictable | önceden söylenebilir, öngörülebilir, foreseeable, zıt anl.; unpredictable |
prediction | tahmin, öngörü, kestirim, anticipation |
prefer | tercih etmek |
preferably | tercihen, more desirably, rather, sooner, more readily / willingly |
prejudice | ön yargı, peşin hüküm, bias |
premature | 1) zamansız, gereğinden önce, vakitsiz, zamanı gelmemiş, early, untimely, zıt anl.; overdue; 2) prematüre, erken doğmuş, gelişmemiş, olgunlaşmamış, immature, undeveloped, unripe, zıt anl.; mature, developed |
prepare | düzenlemek, hazırlamak, get (smt) ready |
prepared (to) | (bir şey yapmaya) hazır / hazırlıklı, ready (to) |
presence | varlık, (hazır) bulunma, existence, attendance, zıt anl.; absence |
present | 1) ortaya koymak, tanıtmak, sunmak, takdim etmek, demonstrate, manifest, introduce; 2) sergilemek, göstermek, ibraz etmek, reveal, illustrate, exhibit, zıt anl.; conceal, cover, hide |
present | hediye, gift |
preserve | korumak, saklamak, maintain, conserve, secure |
president | başkan, devlet başkanı |
press ahead | (zorluklara rağmen) ilerlemek, devam etmek, push ahead |
pressure | basınç |
prestigious | saygın, itibarlı, prestijli, respectable |
presumably | tahminen, herhalde, galiba, by reasonable assumption, probably, (The bomb was presumably intended to go off while the meeting was in progress. |
presume | sanmak, tahmin etmek, varsaymak, believe, suppose, think |
pretend | numara yapmak, -miş gibi davranmak, act |
pretty | 1) güzel, şirin; 2) oldukça, epey, quite, rather |
pretty much | büyük ölçüde |
prevail | hüküm sürmek, hakim olmak, yaygın olmak, be common, dominate |
prevailing | geçerli, yaygın, hakim olan, dominant, current, widespread, zıt anl.; unusual, rare |
prevalence | yaygınlık, etkinlik, sıklık, prevalans (bir hastalığın görülme oranı), predominance, pervasiveness, zıt anl.; rarity |
prevalent | 1) olagelen, yaygın, sıkça rastlanan, prevailing, common, current, widespread, zıt anl.; rare, uncommon; 2) hüküm süren, etkin, predominant, ruling |
prevent | (bir şey)’den alıkoymak, önlemek, önüne geçmek, engellemek, hinder, stop, zıt anl.; let, allow |
preventable | önlenebilir |
prevention | önleme, engelleme, avoidance, protection |
previous | önceki, eski, former, old, zıt anl.; latter, future, next |
previously | önceden, daha önceleri, earlier, formerly, zıt anl.; subsequently, in the future |
prey | av, game, zıt anl.; predator |
pride oneself on (doing) smt | bir şeyden / bir şey yapmaktan gurur / kibir duymak, (He prides himself on being a good singer. |
primarily | başlıca, öncelikle, aslında, esasen, initially, essentially, mainly, mostly |
primary | birincil, ana, temel, main, principle, zıt anl.; secondary, subordinate |
prime | 1) asıl, baş, başlıca, chief; 2) mükemmel, birinci kalite, perfect |
primitive | 1) basit, simple; 2) primitif, ilkel, uncivilised |
principal | müdür, okul müdürü, director, headmaster |
principal (sıfat) | başlıca, en önemli, ana, esas, main, major |
principally | esas olarak, mainly, chiefly |
principle | prensip, ilke |
prior (to) | önceden, önceki, preceding |
priority | öncelik, precedence, (In an emergency ward it is hard to decide who to give priority to. |
privacy | gizlilik, (özel dolap, kapalı banyo / tuvalet vs. gibi) kişinin bazı özel ihtiyaçlarını gizlilik içinde görebilme olanağı, (May I have some privacy, please? |
private | özel, hususi, zıt anl.; public |
privilege | ayrıcalık, concession |
privileged | ayrıcalıklı, imtiyazlı, advantaged, favoured, zıt anl.; underprivileged |
probability | olasılık, possibility |
probably | muhtemelen, olasılıkla |
probe | araştırmak, incelemek, investigate, explore |
probe | sonda (insansız, küçük uzay aracı) |
problematic | sorunlu, problemli |
procedure | işlemler sırası, yol, yöntem, prosedür (araştırma, tanı koyma, tedavi etme vb. amaçla uygulanan, belli bir yönteme dayalı işlem) |
process | süreç, procedure, progression |
processing | işleme, treating, working on |
produce | üretmek, generate, make |
product | ürün |
production | yapım, prodüksiyon, eser, yapıt |
profit | kar, zıt anl.; loss |
profitable | kârlı, kazançlı, rantabl, profit-making |
profound | derin, büyük, kapsamlı, deep, serious, intense, zıt anl.; superficial |
profoundly | derin, kuvvetli, deeply, thoroughly, zıt anl.; weakly, superficially |
progress | ilerlemek, gelişmek, advance |
progress | ilerleme, gelişme, advancement, development, zıt anl.; regress |
progressively | gittikçe, gitgide, gradually |
prohibit | yasaklamak, forbid, ban |
prohibition | yasak, ban |
prolific | üretken, verimli, doğurgan, productive, fruitful |
prolong | uzatmak, sürdürmek, extend, carry on, zıt anl.; shorten |
prolonged | uzun süreli |
prominence | ün, çarpıcı şey, şöhret, distinction, fame |
prominent | öne çıkan, dikkat çeken, ünlü, şeçkin, önemli, well-known, famed, remarkable, outstanding |
promise | (bir olguya) işaret etmek, (bir şeyin olacağını) vaat etmek, söz vermek, give one’s word |
promise | vaat, söz |
promising | umut verici, geleceği parlak, hopeful, bright, zıt anl.; discouraging, unfavourable, unpromising |
promote | desteklemek, geliştirmek, oluşmasına izin vermek, uygun ortam hazırlamak, (reklamla) tanıtmak, advocate, encourage, publicise, zıt anl.; impede, obstruct |
prompt | harekete geçir(t)mek, teşvik etmek, bring about, encourage |
prompt (sıfat) | çabuk, acele, speedy, rapid, zıt anl.; late, slow |
promptly | çabucak, hızla, kolayca, rapidly, easily, readily, zıt anl.; slowly, late |
prone (to) | eğilimli, yatkın, sensitive, susceptible, zıt anl.; immune, resistant |
proof | kanıt, delil, evidence |
proper | 1) doğru, uygun, münasip, olması gereken, correct, suitable, appropriate, right, zıt anl.; wrong, improper, (We are in the middle of an operation. This is not a proper moment for a joke. |
properly | doğru dürüst / düzgün, gerektiği gibi, uygun bir şekilde, doğru olarak, adam gibi, adequately, correctly, duly, zıt anl.; improperly, unduly, (He didn’t close the door properly, and the room got colder and colder in a few minutes. |
property | 1) (bir madde vs. için) özellik, nitelik, characteristic, feature; 2) mülkiyet, mal-mülk, belongings |
proportion | oran, orantı, nispet, percentage, zıt anl.; disproportion |
proportional | orantılı, (directly proportional |
proposal | öneri, teklif, evlenme teklifi, suggestion |
propose | 1) önermek, teklif etmek, ileri sürmek, recommend, offer, suggest, put forward, (The Minister proposed that tobacco advertising should be banned. |
proposition | öneri, teklif, suggestion |
prospective | müstakbel, olası, expected, likely, (a prospective mother |
prosper | gelişmek, zenginleşmek, flourish, thrive, develop |
prosperity | refah |
prosperous | başarılı, kazançlı, karlı, zengin, refah içinde, affluent, (He was born sixty-four years ago to a prosperous family. |
protect | korumak, kollamak, defend, keep safe, secure |
protect against | (bir şey / birisi)’ne karşı koru(n)mak |
protection | koruma, shelter, security |
protocol | 1) protokol (yapılacak bir iş ya da araştırma ya da işlem için hazırlanan ayrıntılı plan, izlenecek yöntem ve işlem sırası); 2) (tıpta) bir ilaç veya tedavi için uygulama planı |
prove | 1) (bir şey olduğu) ortaya çıkmak / anlaşılmak, (proved problematic |
prove (smo) right | (birisi)’ni haklı çıkarmak |
prove useful | yararlı olduğu ortaya çıkmak |
provide (with) | sağlamak, bulmak, temin etmek, supply, render, zıt anl.; withhold |
provided that | koşuluyla, şartıyla |
public | kamu, halk |
publicity | 1) aleniyet, herkesçe bilinme, şöhret; 2) reklam, propaganda, tanıtım, promotion, advertising |
publish | 1) ilan etmek, açıklamak; 2) yayımlamak, basmak |
published | açıklanmış, ilan edilmiş, yayınlanmış |
pull apart | ayırarak uzaklaştırmak |
pull in | toplamak, gather |
pull through | (bir bela veya hastalıktan) kurtulmak / kurtarmak, paçayı kurtarmak |
pull up to / with | (diğer bir yarışmacı vs.) ile aynı düzeye gelmek, (diğeri)’ni yakalamak |
punishment | ceza, cezalandırma, penalty |
pure | saf |
pursue | izlemek, peşine düşmek, aramak, (bir uğraşı) sürdürmek, chase, trail, seek, zıt anl.; give up, quit |
push up | yukarı çekmek / itmek, yükseltmek, raise, zıt anl.; push down, lower |
put a stop | bir son vermek, (kötü bir gidişe vs.) dur demek |
put across | etkili bir şekilde anlatmak / açıklamak / söylemek, convey, express |
put ahead of | (bir şey)’in önüne / ilerisine geçirmek |
put emphasis on | vurgulamak, emphasise, stress |
put forward | 1) önermek, öne çıkarmak, ileri sürmek, fikir ortaya atmak, assert, propose; 2) (tarihi, saati vs.) ileri almak |
put into effect | yürürlüğe koymak, put into force |
put into force | yürürlüğe koymak, put into effect |
put into practise | uygulamaya koymak / geçmek |
put off | 1) ertelemek, postpone; 2) (bir şey)’den soğutmak, tiksindirmek, repel |
put on | 1) (elbise vs.) giymek, wear; 2) (ışık vs.) açmak, turn on; 3) eklemek, add |
put out | 1) söndürmek, extinguish; 2) sinirlendirmek, upset |
put over | 1) başarılı / güzel bir şekilde ifade etmek / anlatmak, (bir şeyin) anlaşılmasını sağlamak, put across, (She is very good at putting her views over inmeetings. |
put pressure on | baskı yapmak, (bir şey yapmaya) zorlamak |
put together | (parçaları) bir araya getirerek üretmek, birleştirmek, toplamak |
put up | 1) (çadır vs.) kurmak, zıt anl.; take down; 2) (poster, ilan, not vs.) asmak, post; 3) (fiyatı) yükseltmek, arttırmak, increase, (Sales began to decline after they put up the prices. |
put up with | tahammül etmek, dayanmak, tolerate, (There are many inconveniences and pain that have to be put up with after you have undergone a major operation. |
puzzle | şaşır(t)mak, hayrete düş(ür)mek, confuse, baffle |
puzzle over | anlamaya / çözmeye çalışmak |
puzzlingly | şaşırtıcı, hayret verici, confusing, baffling |
qualify (for) | (bir iş) için gerekli niteliklere sahip olmak, hak kazanmak, be eligible (for) |
quality | kalite, nitelik, vasıf |
quantity | miktar, nicelik, amount |
query | sorgulamak, question |
question | 1) doğruluğundan kuşku duymak, sorgulamak, doubt, dispute; 2) tartışmak, argue |
quit | bırakmak, vazgeçmek, leave, give up, halt |
quite | 1) oldukça, pek, epey; 2) tamamen, (You are quite right. |
race | yarışmak |
race | yarış |
radical | radikal, kökten, esaslı, fundamental |
radically | alışılmışın çok dışında bir şekilde, extraordinarily |
rage | şiddetle devam etmek, storm, surge |
raise | 1) yükseltmek, arttırmak, elevate, increase, zıt anl.; lower, decrease; 2) (para) toplamak, collect, gather; 3) yetiştirmek, büyütmek, nurture, breed; 4) (soru) sormak |
random | rasgele, tesadüfi, haphazard, accidental, zıt anl.; systematic |
randomly | düzensiz olarak, rasgele, arbitrarily, zıt anl.; systematically |
range (from . . . to . . .) | 1) (bir şey ile) (başka bir şey arasında) değişmek, vary (between . . . and . . .); 2) dizmek, sıralamak, sınıflandırmak, rate, rank, classify |
range | 1) seri, dizi, sıra; 2) erim, menzil; 3) mutfak ocağı; 4) pek çok, farklı, variety |
rank | sırala(n)mak, (örn. bir listede) belli bir sırada olmak, (Harry Potter series rank first among the best-selling books of all-time. |
rank above / below | (birisi)’nden yüksek / aşağı rütbede / düzeyde olmak |
rapid | çabuk, hızlı, tez, quick, zıt anl.; slow |
rapidly | hızla, çabucak, quickly, fast, zıt anl.; slowly |
rare | nadir, az görülür / bulunur, uncommon, scarce, zıt anl.; common |
rarely | nadiren, barely, seldom, zıt anl.; often, frequently |
rarity | nadirlik, seyreklik, rareness, infrequency, zıt anl.; commonness, amplitude |
rate | 1) hız, sürat, pace; 2) oran, nispet |
rather | oldukça, epeyce, bir hayli, quite, somewhat |
rather than | (bir şey)’den çok / ziyade |
ratio | oran |
raw | ham, işlenmemiş |
reach | ulaşmak, varmak, arrive, come |
react to | (bir şey ya da bir kişi)’ye tepki göstermek, respond to, oppose |
react with | (bir şey) ile (kimyasal) tepkimeye girmek |
readily | çabucak, hızla, kolayca, hazırda / kolayda, zamanında, seve seve, promptly, willingly, rapidly, easily, zıt anl.; slowly, late, (These bacteria can be identified readily. |
realize | 1) farkına varmak; 2) gerçekleştirmek |
rearrange | yeniden düzenlemek, reorganize |
reason | sebep, neden, cause |
reasonable | 1) makul, mantıklı, fair, sound, logical, zıt anl.; unreasonable; 2) yeteri kadar, uygun miktarda / ölçüde, (All we need is a reasonable amount of land and sunlight to grow our vegetables. |
reasonably | makul oranda / düzeyde, oldukça, acceptably |
rebuild | yeniden yapmak / inşa etmek |
recall | anımsamak, hatırlamak, remember, zıt anl.; forget |
receive | 1) almak, pick up, take, zıt anl.; give, emit; 2) (bakım, ilgi vs.) görmek |
recent | (yakın geçmişten bahsederken) en son, en yakın / yeni, late, current, zıt anl.; past |
recent finding | en son bulgu |
recently | yakın zamanda, son zamanlarda, lately |
recession | (ekonomide) durgunluk |
reckon | sanmak, düşünmek, saymak, hesaplamak, think, calculate, (Do you reckon it is going to rain tomorrow? |
recognise (as) | (olarak) tanımak, remember, identify, distinguish, zıt anl.; forget |
recognise | 1) farkına varmak, realise, acknowledge, be aware of; 2) (resmi olarak) tanımak, varlığını kabul etmek |
recognition | kabul, onay, tanıma, popülarite, acceptance, approval, acknowledgement, zıt anl.; refusal, rejection |
recommend | tavsiye etmek, önermek, teklif etmek, ileri sürmek, offer, suggest |
recommendation | tavsiye, öneri, advice, suggestion, proposal |
recommended | tavsiye olunur / edilir, suggested |
reconcile | aralarını bulmak, uzlaş(tır)mak, harmonise, integrate, zıt anl.; alienate |
reconsider | tekrar ele almak, yeniden incelemek |
record | kaydetmek, kayda geçirmek |
record | 1) kayıt; 2) rekor |
recover | 1) iyileşmek, kendine gelmek, improve, get well, zıt anl.; deteriorate; 2) kurtarmak, geri kazanmak, salvage |
recovery | 1) (hastalıktan, yok olmaktan vs.) kurtulma, iyileşme, cure, remedy, healing, revival, zıt anl.; deterioration, worsening; 2) yeniden elde etme, telafi, retrieval |
recreate | yeniden yaratmak, reinstitute |
recruit | 1) asker toplamak, asker yazmak, enlist; 2) (bir iş için) eleman aramak, işe almak, employ |
recur | (hastalık, öksürük vs. için) nüksetmek, tekrarla(n)mak, happen again, repeat itself |
recurrent | yinelenen, tekrarlayan, repetitive, zıt anl.; single, unique |
redistribute | dağılımını değiştirmek, yeniden dağıtmak |
reduce | azal(t)mak, cut down, diminish, decrease, lower, zıt anl.; increase |
reduction | azal(t)ma, in(dir)me, indirim, decrease, zıt anl.; increase |
re-establish | yeniden kurmak, eski haline dön(dür)mek, restore |
refer to | 1) atıfta / göndermede bulunmak, direct to, guide; 2) söz etmek, bahsetmek, mention, bring up; 3) başvurmak, turn to, resort to; 4) (bir şey) ile ilgili olmak, be related to |
refined | 1) rafine, arıtılmış, processed, zıt anl.; coarse, crude; 2) ince, kibar, zarif |
refit | yeniden kullanıma hazır hale getirmek |
reflect | yansıtmak, göstermek, show, (The words of thematron clearly reflected concern over the patient’s situation. |
reform | reform, yenilik, improvement, revision |
refrain (from) | çekinmek, sakınmak, kendini tutmak, abstain (from), avoid, zıt anl.; give in, indulge |
refreshed | yenilenmiş, tazelenmiş, canlanmış, revitalized |
refuse | geri çevirmek, kabul etmemek, reddetmek, turn down, reject, zıt anl.; accept |
regard | ilgilen(dir)mek, dikkate almak, pay attention, consider |
regard as | saymak, gözüyle bakmak, (olduğuna) inanmak, (olarak) görmek / değerlendirmek, believe, deem, consider as, view as |
regard with | (şüphe, korku vs.) ile bakmak / yaklaşmak |
regarding | ile ilgili, with reference to, concerning, about |
regardless of | (bir şey)’e bakılmaksızın / bağlı olmaksızın, in spite of, without considering |
regardless of the fact that. . . | . . . gerçeğine bakılmaksızın, although, despite the fact that |
regenerate | yenilemek, yeniden oluş(tur)mak, iyileşmek, regrow |
region | yöre, bölge, alan, çevre, zone, area, location |
regret | pişmanlık duymak, esef etmek, feel sorry (about), repent, zıt anl.; welcome |
regrettable | üzüntü veren, pişmanlık uyandıran, unfortunate, pitiful, zıt anl.; desirable |
regrettably | ne yazık ki,maalesef, unfortunately |
regular | düzenli, tutarlı, istikrarlı, devamlı, consistent, steady, zıt anl.; irregular, unsteady, inconsistent |
regulate | denetim altında tutmak, düzene sokmak, düzenlemek, ayarlamak, monitor, adjust, arrange, zıt anl.; upset, confuse, mess up |
regulation | düzenleme, denetim, ayarlama, kontrol, işleyiş, çalışma, arrangement, monitoring, adjustment, zıt anl.; confusion, messing up |
rehabilitate | hasarını gidermek, rehabilite etmek, restore |
reinforce | desteklemek, takviye etmek, sağlamlaştırmak, güçlendirmek, pekiştirmek, strengthen, zıt anl.; weaken, (The final technical report of the accident reinforces the findings of initial investigations. |
reiterate | tekrarlamak, repeat |
reject | yadsımak, reddetmek, dismiss, refuse, deny, zıt anl.; accept |
rejected | reddedilmiş, geri çevrilmiş |
relate | 1) (olaylar, durumlar, insanlar) arasında bağlantı kurmak, connect, link; 2) (bir şey) ile ilgili olmak, have a connection with |
related | ilgili, bağlantılı, in connection, zıt anl.; unrelated |
relating to | (bir şey) ile ilgili olarak |
relation | bağlantı, ilişki, münasebet |
relationship | ilişki, ilinti |
relative | akraba |
relative (sıfat) | göreceli |
relatively | göreceli olarak, nispeten, comparatively |
relax | gevşemek, rahatlamak, loosen, zıt anl.; tighten up |
relay | aktarmak, nakletmek, pass on, transmit |
release | 1) salıvermek, kurtarmak, dışarı vermek, discharge, liberate, zıt anl.; detain, imprison; 2) (ilacı bedene) yaymak; 3) (haber, bildiri vs.) basıp yaymak, (film, albüm vs.) piyasaya çıkarmak, issue |
release | salma / salıverilme, dışarı verme, yayma, discharge |
relentless | 1) bitmez tükenmez, endless, (Her relentless efforts in the clinic were at last rewarded by a promotion. |
reliability | güvenilirlik, credibility |
reliable | güvenilir, emin, sağlam, trustworthy, dependable, zıt anl.; unreliable |
reliably | güvenilir bir biçimde, trustily, zıt anl.; unreliably |
reliance | güvenme, bel bağlama, dependence |
reliant on | (bir şey)’e güvenen / güvenir bir halde, bağımlı |
relief | 1) ferahlama, rahatlatma, alleviation; 2) yardım, help; 3) nöbeti devralan kişi |
relieve | 1) rahatlatmak, ferahlatmak, dindirmek, hafifletmek, yatıştırmak, azaltmak, alleviate, ease, comfort, zıt anl.; aggravate, intensify; 2) kurtarmak, rescue; 3) nöbeti devralmak |
reluctance | isteksizlik, gönülsüzlük, unwillingness, zıt anl.; keenness, (It was with reluctance that I accepted their invitation because I was too busy to attend any such occasion. |
reluctant | isteksiz, gönülsüz, unwilling, hesitant, uneager, zıt anl.; willing, eager |
reluctantly | isteksizce, gönülsüzce, unwillingly, zıt anl.; willingly, eagerly |
rely on | 1) (bir şey ya da bir kişi)‘ye güvenmek / itimat etmek / bel bağlamak / bağımlı olmak, depend on, entrust, zıt anl.; distrust; 2) (bir şey ya da birisi)’nin yardımıyla (bir işi) başarmak, (Today we rely on computers to perform innumerable tasks. |
remain | değişmeden kalmak, durumunu korumak, stay, zıt anl.; vary |
remain awake | uyanık kalmak, stay awake, zıt anl.; fall asleep |
remains | (çoğul kullanılır) 1) kalıntı(lar), arta kalan, harabe, ruin, leftover; 2) ceset, corpse, (His remains were never found. |
remarkable | dikkate değer, olağanüstü, notable, extraordinary, zıt anl.; ordinary |
remarkably | dikkate değer bir şekilde, belirgin bir şekilde, considerably, noticeably, zıt anl.; slightly |
remedy | çare, ilaç, deva, cure, relief |
remote | 1) uzak, distant, (His stories are too remote from everyday life. |
remotely | uzaktan, uzaktan kumanda ile, from a distance, zıt anl.; closely |
removal | yerini değiştirme, ortadan kaldırma |
remove | 1) ortadan kaldırmak, çıkarmak, take away, eliminate, zıt anl.; install; 2) (kabuk, kılçık vs. için) temizlemek, çıkarmak; 3) (vücuttan dışarı) atmak, çıkarmak |
renew | yenilemek, onarmak, re-establish, mend |
renewable | yenilenebilir |
repair | onarmak, düzeltmek, iyileştirmek |
repay | geri vermek, ödemek, return, pay back |
repeat | tekrarla(n)mak, yinele(n)mek, (Will you please repeat what I say? |
repetitive | yinelenen, tekrarlayan, recurrent, zıt anl.; single, unique |
replace | (bir başkası)’nın yerini almak / yerine geçmek, yenilemek, change, substitute, supplant |
replace with | (bir şeyi başka bir şey) ile değiştirmek, substitute |
replacement | replasman, yenileme, değiştirme, yerine koyma, yerini alma, yer değiştirme, substitution |
replenish | tekrar doldurmak |
report | rapor etmek, bildirmek |
report | 1) rapor; 2) karne; 3) haber |
represent | 1) temsil etmek, simgelemek, örneği olmak, act as; 2) göstermek, betimlemek, depict, display, correspond to |
representation | tasvir, betimleme |
representative | 1) örnek, tipik, exemplary, typical; 2) mümessil, temsilci |
reproduce | 1) kopyalamak, taklit etmek, imitate, redo, make more; 2) üremek, çoğalmak, yavrulamak, propagate |
repulsive | itici, tiksindirici, repellent, revolting |
reputable | saygın, respectable, esteemed, zıt anl.; disreputable |
reputation | ün, şöhret, nam, ad, credit, esteem |
request | talep etmek, demand, ask for |
request | istek, rica, dilek, demand |
require | (bir şey) istemek, (bir şey)’i gerektirmek, zorunlu kılmak, ask, call for, compel, oblige, demand |
requirement | gereksinim, ihtiyaç, talep, necessity, claim |
research | araştırma |
researcher | araştırmacı |
resemblance | benzerlik, similarity, zıt anl.; distinction |
resemble | benzemek, andırmak, look / be like, take after, zıt anl.; differ from |
resent | içerlemek |
reshape | yeniden şekillendirmek, alter |
resident | bir yerde oturan kimse, sakin, dweller, inhabitant |
resist | direnmek, karşı koymak, oppose, withstand, confront, zıt anl.; surrender, yield to |
resistance | direniş, karşı koyma, hindrance, opposition |
resolution | 1) karar, çözüm, decision; 2) çözünürlük (bilgisayar ekranı, fotoğraf makinesi gibi cihazların detayları görüntüleme kapasitesi) |
resolve | 1) çözmek, solve; 2) karar vermek, decide; 3) azalmak, iyiye gitmek, recover |
resource | kaynak, olanak, supply, means |
respect | 1) (kurala) uymak, obey; 2) itibar göstermek, regard highly |
respectively | sırasıyla, (birden fazla unsur için) her birinin ayrı ayrı (özelliklerinden bahsederken), (The cities of Basle and Brussles are in Switzerland and in Belgium respectively. |
respond (to) | karşılık vermek, tepki göstermek, react (to) |
response | yanıt, karşılık, tepki, reply, reaction |
responsibility | sorumluluk, yükümlülük, blame, liability, zıt anl.; immunity, exemption |
responsible (for) | (bir şeyden) sorumlu, (bir şeyin) sorumlusu, zıt anl.; irresponsible |
rest | 1) (‘the rest’ şeklinde kullanılır) geri kalan kısım; 2) dinlenme |
rest on | (bir şey)’e dayanmak, (bir şey)’den destek almak, (kökünü / temelini bir yerden) almak, üzerinde bulunmak, count on, depend on, be supported by |
rest with | (bir kişi)’nin sorumluluğunda olmak, be (under) the responsibility of |
rested | dinlenmiş, relaxed |
restless | hiç durmayan, huzursuz, hurried, uneasy, zıt anl.; calm, peaceful |
restore | restore etmek, eski haline döndürmek, fix, reestablish, reconstruct |
restrain | 1) dizginlemek, kontrol altına almak, control, zıt anl.; set free; 2) kısıtlamak, sınırlamak, suppress, zıt anl.; relieve |
restraint | kısıtlama, dizginleme, baskı, restriction, control, suppression, zıt anl.; relief, indulgence |
restrict | kısıtlamak, sınırlamak, limit, restrain, zıt anl.; broaden, enlarge |
restricted | 1) yasak, forbidden; 2) kısıtlı, sınırlı, limited, confined, zıt anl.; free, unlimited |
restricted | kısıtlı, sınırlı, yasaklanmış, yasak, limited, zıt anl.; free, unlimited, (The town is announced to be a restricted area barred to people and journalists without special authorisation. |
restriction | kısıtlama, limitation |
restrictive | kısıtlayıcı, sınırlayıcı, limiting |
result from | (bir şey)’den meydana gelmek / çıkmak / doğmak / kaynaklanmak, (bir şey)’in sonucu olmak, be caused by, come from |
result in | (bir şey) ile sonuçlanmak, (bir şey)’e yol açmak / neden olmak, cause |
resulting | sonuç olarak ortaya çıkan, sonuçtaki |
resume | yeniden başlamak, kalınan yerden devam etmek, continue, restart, carry on, zıt anl.; abandon, suspend |
retain | 1) tutmak, alıkoymak, muhafaza etmek, kendinde saklamak, sahip olmak, keep, hold, zıt anl.; give up, let go; 2) akılda tutmak, keep in (one’s) mind |
return | 1) geri dön(dür)mek, geri gitmek, go back; 2) geri verme, iade etme |
return to the fore | tekrar ön plana çıkmak |
reveal | göstermek, açığa vurmak, ortaya çıkarmak, tell, show, disclose, zıt anl.; conceal, hide |
revenue | gelir, kazanç, hasılat, income |
reverse | (pervaneyi vs.) ters yönde çalıştırmak, tornistan etmek, tersine / geri çevirmek, change to the contrary |
reverse (sıfat) | aksi, ters, geri, opposite, contrary, backward, zıt anl.; forward, parallel, same |
reversible | geri döndürülebilir, eski haline getirilebilir, zıt anl.; irreversible |
review | yeniden gözden geçirmek, yeniden incelemek, go over |
revise | gözden geçirip düzeltmek, modify |
revision | gözden geçirip düzeltme, modification |
revival | 1) yeniden canlanma, diriliş, uyanış; 2) (film, tiyatro oyunu için) geçmişte sahnelenmiş bir eseri (farklı oyuncular ve farklı yorum ile) yeniden sahneleme, remake |
revolution | devrim |
reward | ödül, prize, zıt anl.; punishment |
rewarding | doyurucu, tatmin edici, satisfactory |
riches | zenginlikler |
rid of | (bir şey)’den kurtarmak, free from, relieve |
rid (oneself) of | (kendini) (bir şey)’den kurtarmak, break free from |
ridicule | alay konusu etmek, gülünç duruma düşürmek |
ridiculous | gülünç, saçma, silly |
right | 1) hak, (Arabic women must stand up for their voting rights. |
right across | her tarafına, throughout, (The disease spread right across the country. |
right away | hemen, derhal, at once, immediately |
rigid | katı, sert, şekli bozulmayan, eğilip bükülmeyen, sağlam, dayanıklı, firm, zıt anl.; flexible, floppy, deformable |
rigorous | özenli, dikkatli, sıkı, kurallardan şaşmayan, strict, tight, zıt anl.; lax, relaxed |
rise | yükselmek, artmak, tırmanmak, increase, zıt anl.; decrease |
risk-free | tehlikesiz |
risky | riskli, unsafe, zıt anl.; safe |
rival | (birisi) ile rekabet etmek, (birisi) kadar iyi olmak, compete with |
rival | rakip, opponent, competitor |
rivalry | rekabet, competition |
rob (of) | yağma / talan etmek, elinden almak, çalmak, yoksun bırakmak, take, steal |
rotate | 1) (kendi ekseni veyamerkezi etrafında) dön(dür)mek; 2) (bir işi) sırayla yapmak |
rough | 1) kaba, takribi, approximate, zıt anl.; accurate, precise, exact; 2) zor, sıkıntılı; 3) engebeli |
roughly | kabaca, yaklaşık olarak, aşağı yukarı, approximately, about, more or less; zıt anl.; accurately, exactly |
routine | rutin, düzen (aynı işin / işlerin belli aralıklarla tekrar edilmesi) |
ruin | harap / perişan etmek, yıkmak, devastate, destroy, zıt anl.; restore, construct |
ruin | yıkım, yıkılma, çöküş, tahrip, downfall |
ruined | harabe halinde, yıkıntı halde, devastated, derelict, destroyed, zıt anl.; restored, reconstructed |
rule out | yok saymak, ortadan kaldırmak, devre dışı bırakmak, önlemek, meydan vermemek, engellemek, elemek, exclude, zıt anl.; include |
run | 1) işletmek, çalıştırmak, yönetmek, operate, manage; 2) (ilacı damarlara vs.) enjekte etmek |
run about | etrafta koş(uş)turmak |
run away from | (bir yer / birisi / bir şey)’den kaçmak, escape from |
run down | 1) kötülemek, aleyhinde konuşmak; 2) azal(t)mak, küçül(t)mek |
run in a family | bir aileye ait bir vasıf / özellik olmak, o ailede sıkça görülmek |
run out (of) | 1) yit(ir)mek, bit(ir)mek, tükenmek, tüketmek, exhaust, use up, deplete, (I am afraid we have run out of antibiotics. |
rural | kırsal, taşra, köy hayatına ait, kentsel olmayan, zıt anl.; urban |
rush | 1) koşarak gitmek, acele et(tir)mek, hurry, zıt anl.; delay, linger; 2) saldırmak, hızla akmak |
rush | koşuşturma, acele etme |
sacrifice | feda etmek, give up, forfeit |
sad | üzgün, üzücü, depressed, depressing, zıt anl.; cheerful |
safe | emniyetli, güvenli, secure, harmless, zıt anl.; dangerous, hazardous |
safely | güvenli bir şekilde |
safety | emniyet, güvenlik, security, refuge, zıt anl.; danger, hazard |
sample | denemek, try |
sample | örnek, numune, example, specimen |
sane | aklı başında, zihinsel bir hastalığı olmayan, zıt anl.; insane |
satisfactorily | tatmin edici bir şekilde, adequately, zıt anl.; unsatisfactorily, poorly |
satisfactory | doyurucu, tatmin edici, rewarding, acceptable, adequate, zıt anl.; unsatisfactory, poor |
save up | bir süre içinde yavaş yavaş biriktirmek |
scale | ölçek, derece, skala |
scant | sınırlı, yetersiz, az, limited, inadequate, zıt anl.; abundant, ample |
scarce | az bulunur, kıt, rare, scant |
scarcely | nadiren, güçlükle, çok az, barely, hardly, zıt anl.; enough, sufficiently, (She is not a friend of mine. I scarcely know her. |
scattered | (oraya buraya) dağılmış, yayılmış, dispersed |
scene | manzara, görüntü, sahne, olay, sight |
sceptically | kuşkucu bir şekilde, suspiciously |
schedule | program, tarife, ders programı |
scheme | hareket planı, proje, düzen, tertip, strategy, (If one scheme of happiness fails, human nature turns to another. |
scientific | bilimsel |
scope | 1) kapsam, saha, alan, faaliyet alanı, range, extent; 2) fırsat, olanak |
score | puan |
season | sezon, mevsim, dönem, period |
secondary | ikinci derecede, sekonder, ikincil, tali, subordinate, subsidiary, zıt anl.; fundamental, essential, primary |
secret | sır, gizem, esrar |
section | kısım, kesim, parça, dilim, kesit, part |
secure | güvence altına almak, ele geçirmek, sağlamak, ensure |
security | güvenlik, protection |
seek | 1) (bir şey yapma)’ya çalışmak, try (to); 2) aramak, araştırmak, peşine düşmek, inquire, look for, pursue |
seek to do smt | bir şey yapmaya çabalamak, bir şey yapmak için uğraşmak |
seem to | (bir şey yapar) gibi görünmek, (bir şey) olduğu anlaşılmak, appear to |
seem to be | gibi görünmek, appear to be |
seemingly | görünüşe göre, apparently |
segment | parça, bölüm, kısım, kesim, dilim |
seize | tutmak, yakalamak, el koymak, ele geçirmek, grab, catch, get, take, take over, zıt anl.; give up, release, free |
seldom | nadiren, pek az, seyrek, rarely, zıt anl.; often |
selection | seçim, seçme şeyler bütünü, seçki, collection |
self-confidence | kendine güven |
self-sufficient | kendine yeterli, zıt anl.; dependent |
send for | (birisi)’ni çağırtmak, (bir şey) getirtmek, summon |
sensation | 1) duyu, duygu, duyarlık, feeling, emotion; 2) heyecan uyandıran olay, sansasyon |
sense of humour | espri / mizah anlayışı |
sensibility | ayırt etme yetisi, duyarlılık |
sensible | mantıklı, akla uygun, aklı başında, realistic, rational, zıt anl.; foolish, insensible |
sensibly | mantıklı bir şekilde, akıllıca, reasonably, zıt anl.; foolishly |
sensitive | duygulu, duyarlı, hassas, alıngan, emotional, delicate, zıt anl.; insensitive, thickskinned |
sensitively | duyarlı şekilde, hassas biçimde, sympathetically |
sensitivity | duyarlılık, hassasiyet, responsiveness, zıt anl.; insensitivity |
sentiment | duygu, düşünce, emotion, opinion |
separate | ayırmak, birbirinden uzaklaştırmak, bölmek, zıt anl.; unify |
separate | (birbirinden) ayrı, bağımsız, farklı, unconnected, unrelated, zıt anl.; united |
separation | ayrılma, ayırma, birbirinden uzaklaştırma, break-up, split, zıt anl.; unification |
sequence | ardışıklık, sıra, dizi, sekans, (The paintings of the artist are exhibited in a chronological sequence. |
serious | ciddi, önemli, significant |
seriously | önemli ölçüde, ciddi miktarda |
serve (to) | (bir şey)’e faydası olmak / hizmet etmek, cevap vermek, perform |
serve as | görevini görmek, (bir şey)’e yaramak, …olarak hizmet etmek |
serve to | (bir şey)’e yaramak |
set | 1) ayarlamak, yerleştirmek; 2) (ateş için) yakmak |
set | seri, dizi |
set a good example | iyi örnek olmak, iyi bir örnek oluşturmak |
set aside | 1) bir tarafa koymak, kenara bırakmak; 2) feshetmek, iptal etmek |
set back | (ilerlemesini) geciktirmek, geriye atmak, delay |
set in | 1) (hastalık vs. için) kalıcı hale gelmek, yerleşmek, develop, become, established; 2) yerine otur(t)mak, yerleş(tir)mek, fit into, fix in |
set off | 1) çalıştırmak, başlatmak, start; 2) (bir işe) girişmek; 3) yola çıkmak |
set out | başlamak, yola koyulmak, girişmek, embark (on), start, begin, commence, leave, set off, zıt anl.; stay, halt |
set up | (sistem, bina vs.) kurmak, dikmek, inşa etmek, institute, erect, build, found, zıt anl.; destroy, demolish, abolish |
setback | aksama, başarısızlık, misfortune, disappointment, zıt anl.; breakthrough |
settle | 1) (bir yere) yerleş(tir)mek, iskân etmek, dwell, inhabit; 2) halletmek, çözmek, karara varmak / bağlamak, conclude, resolve |
settle down | 1) (bir yere) yerleşmek / yerleşmeyi tamamlamak; 2) uslanmak, yola gelmek, sakinleşmek, calm |
settlement | 1) yerleşim yeri, community; 2) ödeme, payment |
several | ikiden çok, çok, pek çok, many, various |
severe | sert, katı, şiddetli, ciddi, firm, hard, rigid, serious, difficult, zıt anl.; soft, mild |
severely | sertçe, şiddetle, harshly, sharply, zıt anl.; softly, leniently |
severity | sertlik, şiddet, ciddiyet, harshness, seriousness |
shake | sarsmak, sallamak |
share | paylaşmak |
share | 1) kısım, kesim; 2) pay |
share in | pay sahibi olmak, rol almak, participate in |
sharply | 1) sertçe, harshly, sternly, zıt anl.; lightly, gently; 2) keskin bir şekilde, aniden büyük miktarda |
shed | 1) (yaprak, gözyaşı, tüy vs.) dökmek; 2) (bir şey)’i aydınlatmak (bilgi vermek); 3) (ışık vs.) yaymak, diffuse; 4) (bir şey)’den kurtulmak, üstünden atmak |
shed light on | (bir olay vs.)’yi aydınlatmak, (bir olay)’a ışık tutmak |
shelter | 1) korumak, örtmek, cover; 2) sığınmak, take refuge (in) |
shelter | sığınak, barınak, korunak |
sheltered | korunmuş, korunaklı |
shield | korumak, siper olmak, protect |
shift | kaymak, yönelmek, değişmek, switch, alter |
shift from …to . . . | (bir şey)’den (bir şey)’e kaymak, yön değiştirmek, sapmak, switch from . . . to . . |
shortage | eksiklik, kıtlık, deficiency, scarcity, zıt anl.; abundance |
short-term | kısa vadeli / süreli, yakın zamanlı, zıt anl.; long-term |
show off | gösteriş yapmak, caka satmak |
show up | 1) gözükmek, meydana / ortaya çıkmak, appear, zıt anl.; disappear; 2) (bir toplantı vs.)’ye gelmek / katılmak, attend |
shrink | 1) (kumaş vs. için) çekmek, contract; 2) azal(t)mak, değeri(ni) azal(t)mak, diminish |
sick | hasta, rahatsız |
side effect | yan etki, adverse effect |
side with | (bir şey / birisi)’nin tarafını tutmak / yanında yer almak |
sight | görüş, görme yetisi, manzara, vision, scene |
sign | işaret, belirti, gösterge, signal, indication |
signal | (bir olayın) sinyalini vermek, habercisi olmak, indicate, signify |
significance | önem, importance |
significant | kayda / dikkate değer, önemli, considerable, important, zıt anl.; insignificant, unimportant, (Meat offers a significant amount of protein. |
significantly | epeyce, oldukça, önemli ölçüde, büyük oranda, considerably, substantially, zıt anl.; slightly, insignificantly |
signify | 1) göstermek, belirtmek, show; 2) anlamına gelmek, mean, stand for |
similar (to) | yakın, benzer, akin (to), alike, zıt anl.; different |
similarity | benzerlik, resemblance, zıt anl.; distinction |
similarly | keza, bunun gibi, benzer şekilde, likewise |
simple | sade, basit, easy, uncomplicated, elementary, zıt anl.; complicated, difficult |
simplistic | (gerçekçi olmayan ve aşırı bir şekilde) basite indirgenmiş, dar kapsamlı, zıt anl.; comprehensive |
simultaneously | aynı anda (olan / yapılan), eşzamanlı, concurrently, synchronically, zıt anl.; consecutively |
sincere | içten, samimi, açık yürekli, frank, genuine, zıt anl.; insincere, false |
single | tek, bir, one, sole |
singly | tek başına, individually |
sink | 1) (değer, seviye vs. için) azalmak, decrease; 2) batmak |
site | 1) yer, yerleşim; 2) sit alanı; 3) inşaat sahası, şantiye; 4) bölge, bölüm, location |
situation | durum, vaziyet, state of affairs |
skill | ustalık, hüner, beceri, expertise, ability |
skilled | yetenekli,marifetli, ehil |
slave | köle, esir, zıt anl.; master |
slavery | kölelik |
slight | ufak ve ince yapılı, küçük |
slightly | az miktarda, yüzeysel, bir parça, a little, insignificantly, zıt anl.; immensely |
smart | zeki, yetenekli, işlevsel, brilliant |
smoothly | pürüzsüzce, sorunsuzca |
so as to | (bir şey) yapabilmek için / yapacak şekilde, in order to |
so far | şimdiye kadar, bugüne dek, şu ana kadar, up to now, (up) until now, to date |
so far as | kadar, kadarıyla, as far as, (So far as I am concerned. . . |
so long as | sürece, müddetçe, as long as |
so that | öyle ki …, . . . mek / . . . mak için, in order that |
so-called | 1) sözde, (It was one of his so-called friends who supplied him with the drugs that killed him. |
society | dernek, topluluk, toplum |
soil | toprak(lar) |
sole | yalnız, tek, yegane, only |
solely | sadece, yalnızca, tek başına, only, just, merely |
solid (sıfat) | 1) katı; 2) sağlam, güvenilir, sound, reliable, zıt anl.; unreliable; 3) bütün |
solitary | yalnız, tek başına, lonely |
some | 1) bazı; 2) yaklaşık; 3) tam, certain, particular |
somehow | bir şekilde, her nasılsa, bir yolunu bulup, nedense, in some way, for some reason, (Her recovery has somehow encouraged others who are suffering from the same ailment. |
somewhat | biraz, bir dereceye kadar |
sooner or later | er (ya da) geç |
sophisticated | ileri düzeyde, gelişmiş, komplike, rafine, ince zevk sahiplerine hitap eden, advanced, elaborated, refined, complex, zıt anl.; simple, naive |
sort out | 1) düzenlemek, sınıflandırmak, classify; 2) (sorun vs.) çözmek, yoluna koymak, settle, solve |
sound | 1) sağlam, sağlıklı, esaslı, güvenilir, solid, healthy, reliable, safe, secure, zıt anl.; unhealthy, unreliable; 2) makul, akla yakın, mantıklı, reasonable, intelligent, fair |
source | kaynak, köken, origin, root, supply |
spare | kıymamak, (tatsız bir şeyden) kurtarmak, relieve / save (from) |
sparingly | tutumlu bir şekilde, thriftily, zıt anl.; extravagantly |
sparsely | seyrek bir şekilde, zıt anl.; densely |
species | (hem tekil hem çoğul) cins, tür |
specific | belirli, distinct, particular, zıt anl.; general |
spectacular | muhteşem, harika, görkemli, wonderful, astonishing |
speculate | (elde yeterli veri olmadan bir şey hakkında) fikir yürütmek, spekülasyon yapmak |
speculation | spekülasyon (kaynağı belli olmayan ve / veya dayanağı güçlü olmayan iddia), (borsa, ticari değer vs. için) spekülasyon, tahmin |
speed up | hızlandırmak, çabuklaştırmak, accelerate, zıt anl.; delay, retard |
split (into) | (ikiye, üçe, gruplara vs.) böl(ün)mek / ayırmak / ayrılmak, break up (into), divide (into), zıt anl.; join, come / bring together |
spoil | boz(ul)mak, berbat etmek / olmak, ruin, impair, zıt anl.; enhance, help |
spontaneously | aynı anda |
spot | seçmek, görmek, (yerini) bulmak, detect, locate |
spot | bölge, nokta, (küçük) yer |
spread | yay(ıl)mak, yaygınlaşmak, dağılmak, kaplamak, istila etmek, bürümek, sarmak, (duvara boya, ekmeğe reçel vs.) sürmek, disperse, disseminate, circulate, expand, zıt anl.; shrink |
spread | yay(ıl)ma, yaygınlaşma, expansion, zıt anl.; reduction |
spring up | türemek, birdenbiremeydana gelmek, emerge, zıt anl.; disappear, fade |
spur | mahmuzlamak, dürtüklemek, teşvik etmek, incite, trigger |
stabilisation | sabitlenme, dengelenme, steadiness, zıt anl.; variation |
stabilize | sabitle(n)mek, dengele(n)mek, otur(t)mak, settle, balance |
stable | tutarlı, istikrarlı, kararlı, sabit, değişmeyen, devamlı, sağlam, steady, consistent, zıt anl.; unstable, unsteady, shaky, variable |
stage | aşama, evre, safha, phase |
stance | tutum, duruş, attitude, approach |
stand a chance | şansı olmak |
stand for | simgelemek, yerine geçmek, signify, represent |
standardize | standartlaştırmak |
standstill | durma noktası |
start off | başlamak, başlangıç yapmak, begin, set off, zıt anl.; finish, end |
startling | çok şaşırtıcı, astonishing, amazing, zıt anl.; ordinary, dull |
starvation | şiddetli açlık, açlıktan ölme / öleyazma, starving |
starve | aç bırakmak / kalmak, açlık çek(tir)mek, açlıktan ölmek |
starve to death | açlıktan ölmek |
starving | açlık çeken, açlık çekme |
state | belirtmek, ifade etmek, express |
state | 1) devlet; 2) hal, durum, form |
statement | 1) belge, döküman; 2) demeç, beyanat; 3) ifade, expression |
stature | 1) başarı sonucu kazanılmış önem, ün; 2) boy, pos, endam |
status | statü, durum, düzey, vaziyet |
stay | kalmak |
steadily | tutarlı / istikrarlı / devamlı bir şekilde, invariably, regularly, zıt anl.; falteringly, unsteadily |
steady | tutarlı, istikrarlı, sabit, değişmeyen, devamlı, sağlam, stable, consistent, zıt anl.; unsteady, shaky, (There has been a steady improvement in her condition. |
stem | (bitki için) sap, beyin sapı |
stem from | (bir şey)’den gelmek / kaynaklanmak, originate from |
step | önlem, tedbir, measure |
step up | arttırmak, çoğaltmak, hızlandırmak, speed up, (The police step up security at airports |
stiffness | sağlamlık, dayanıklılık, sertlik, firmness, rigidness |
stifle | boğmak, bastırmak, gelişmesini engellemek, choke, prevent, suppress |
still | 1) dingin, durgun, hareketsiz, sessiz, calm, stable, silent, zıt anl.; active; 2) yine de, hala, even now, nevertheless |
stimulate | uyarmak, teşvik etmek, excite, inspire, motivate, spur, zıt anl.; discourage |
stimulation | uyarma, teşvik, harekete geçirme, encouragement |
stimulator | uyarıcı, teşvik eden şey, motivator |
stipulate | şart koşmak, condition, specify |
storage | depolama |
store (away / up) | saklamak, muhafaza etmek, depolamak |
storm | fırtına |
straightforward | 1) basit, kolay, simple, zıt anl.; complicated; 2) apaçık, gizlisi saklısı olmayan, açık sözlü, candid, zıt anl.; evasive |
strain | 1) germek, gerginleştirmek, aşırı gerilme, zorlanma, stress, stretch, zıt anl.; relax; 2) (kendini) zorlamak, çok gayret etmek, strive, struggle, zıt anl.; unstrain |
strain | 1) gerginlik, tension; 2) stres, stress; 3) suş (benzer gruplarla arasında küçük farklar bulunan, belli bir türe bağlı bir organizma grubu) |
strained | gergin, stressed |
strength | güç, dayanıklılık, power, zıt anl.; weakness |
strengthen | güçlendirmek, sağlamlaştırmak, geliştirmek, reinforce, invigorate, support, zıt anl.; weaken, undermine |
stress | vurgulamak, altını çizmek, emphasise, underline |
stressful | gerginlik yaratan, stresli, demanding |
stretch (along) | (boyunca) uzanmak |
strict | 1) tam, birebir, exact; 2) sert, katı, sıkı, kurallara tam olarak uyan, tight, rigorous, zıt anl.; lax, relaxed |
strictly | tartışmasızca, tamamen, katı bir şekilde, exclusively, entirely, (obey the rules strictly |
striking | göze çarpan, dikkat çeken, göz kamaştıran, astonishing, outstanding, zıt anl.; ordinary |
stringent | sert, sıkı, strict |
structural | yapısal, temel |
structure | yapı |
struggle | çabalamak, uğraşmak, mücadele etmek |
study | araştırma, çalışma |
subject | 1) denek, kobay; 2) konu, mevzu |
subject to | (bir şey)’e maruz bırakmak, (bir şey)’in etkilerine açık bırakmak, expose to |
submit | 1) arz etmek, sunmak, present; 2) boyun eğmek, teslim olmak, surrender |
subsequent | sonraki, sonra gelen, (zaman ya da sıra olarak öncekini) takip eden, (Those explosions must have been subsequent to our departure, because we did not hear anything. |
subsequently | sonraları, daha sonra, afterwards, zıt anl.; previously |
subsidize | sübvansiyon yoluyla desteklemek, sübvanse etmek, (kısmen) finanse etmek, (Commonly subsidized fields include agriculture, housing and regional development. |
subsidy | sübvansiyon, mali yardım / destek |
substance | 1) madde, material, entity; 2) öz, esas, asıl anlam, essence |
substantial | önemli, bol, epey, (zaman için) uzun, important, ample, significant, large, zıt anl.; small |
substantially | önemli ölçüde, oldukça çok, considerably, (The new tax legislation will substantially change our buying habits. |
substitute | yerine koymak, ikame etmek, exchange, replace |
substitute | (bir şeyin veya kişinin) yerine geçen, yedek, replacement, reserve, (Only art can be a substitute for nature. |
subtle | ince, narin, fark edilmesi zor, incelikli, delicate, insidious |
successfully | başarılı şekilde, effectively |
successive | peş peşe, art arda, consecutive, zıt anl.; interrupted |
successively | peş peşe / üst üste / arka arkaya gelen / olan, consecutively |
such as | …gibi, like |
suddenly | aniden, birdenbire, abruptly, zıt anl.; step-by-step, progressively |
suffer from | (bir hastalık, problem vs.)’den muzdarip olmak, sıkıntısını çekmek, (bir şey)’den zarar görmek |
sufficient | yeterli, enough, adequate, zıt anl.; insufficient, inadequate |
sufficiently | yeterince, enough, adequately, zıt anl.; insufficiently |
suggest | 1) ileri / öne sürmek, önermek, advise, propose, offer; 2) izlenimini bırakmak, hissini vermek, akla getirmek, indicate, imply |
suggestion | öneri, ileri sürülen fikir, advice, proposal |
suggestive (of) | (bir düşünceyi) akla getiren (şey), (His behaviour was suggestive of a cultured man. |
suit | uygun gelmek / düşmek, (bir şey ya da birisi)’ne göre olmak, be appropriate (for), fit in (to) |
suitable | uygun, yerinde, appropriate, proper, zıt anl.; inappropriate, unsuitable |
suitably | uygun bir şekilde, gereği gibi, appropriately |
summarise | özetlemek |
superficial | 1) derin olmayan, yüzeysel, shallow, external, zıt anl.; deep, profound; 2) sahte, özensiz, gelişigüzel, false, inattentive, zıt anl.; genuine |
superficially | yüzeysel olarak, lightly, partially, zıt anl.; profoundly, thoroughly |
superior | üstün nitelikli, kaliteli, üstün, better, highclass, zıt anl.; inferior, worse |
superiority | üstünlük, dominance, supremacy, zıt anl.; inferiority |
supervision | gözetim ve denetim, superintendence, administration |
supplement | ek, tamamlayıcı şey, additive, complement |
supplementary | tamamlayıcı, tali, secondary |
supplies | erzak, malzeme |
supply | sağlamak, bulmak, temin etmek, tedarik etmek, provide (with), render, zıt anl.; withhold |
supply | arz, stok, rezerv, stock, reserve, zıt anl.; demand |
support | desteklemek, arka çıkmak |
support | destek (verme), besleme, katkı |
supporter | (bir kişiyi / görüşü vs.) destekleyen kimse, destekçi, taraftar, admirer |
supportive | destekleyici, helpful, encouraging, zıt anl.; unhelpful |
suppose | sanmak, tahmin etmek, varsaymak, believe, presume, think |
supposed | gerçekleştiği / gerçek olduğu varsayılan, gerçek kabul edilen |
suppress | bastırmak, durdurmak, çıkmasını önlemek, restrain, withhold, zıt anl.; encourage |
sure | emin, kesin, garantili |
surely | elbette, muhakkak, for certain, for sure |
surface | yüzey |
surge | aniden yükselmek, soar, climb |
surgery | ameliyat, cerrahi |
surpass | geçmek, geride bırakmak, aşmak, exceed, overweigh, zıt anl.; fall behind |
surplus | fazlalık, artakalan miktar, herhangi bir şeyin fazlası, excess, zıt anl.; shortage |
surprise | şaşırtmak, hayrete düşürmek |
surprising | şaşırtıcı |
surprisingly | şaşırtıcı bir şekilde, intriguingly |
surround | çevrelemek, çevirmek, kuşatmak, etrafında yer almak, enclose, border |
surrounding | çevresindeki, etrafındaki, encircling |
surroundings | çevre, muhit, ortam, environment |
survey | inceleme / araştırma yapmak, etüt etmek, examine, observe |
survey | anket, inceleme, genel bakış, inquiry, scrutiny, scan, review |
survival | sağ kalma, yaşamı sürdürme |
survive | ayakta / sağ kalmak, var olmayı / yaşamayı sürdürebilmek, live on, remain, zıt anl.; perish, die |
survivor | (bir kaza, afet vs. sonrası) sağ kalan, kurtulan (kişi) |
susceptibility (to) | dirençsizlik, kolay hedef olma, yatkınlık, vulnerability (to) |
susceptible (to) | kolaylıkla etkilenen, dirençsiz, vulnerable (to), nonresistant (to); zıt anl.; resistant (to) |
suspect | şüphelenmek, kuşku duymak, have doubt, zıt anl.; know |
suspected | (varolduğundan) şüphelenilen |
suspend | 1) asmak, asılı durmak, hang, (He was suspended from the ceiling by his feet and beaten gravely by metal bars. |
suspicion | şüphe, kuşku, doubt, distrust, zıt anl.; trust |
suspicious | kuşkulu, şüpheli, doubtful, zıt anl.; trustworthy |
sustain | sürdürmek, belli bir sıklıkla ve ara vermeden yapmak, devamını sağlamak, devam ettirmek, keep up, maintain |
sustainable | 1) çabuk tükenmeyen, kolay bulunur; 2) sürdürülebilir, maintainable |
sustained | sürdürülen; belli bir sıklıkla, ara vermeden yapılan, maintained, continued, constant, zıt anl.; temporary |
swell | şişmek, kabarmak, expand, zıt anl.; contract |
switch off | (elektrik, lamba, düğme, gaz vs. için) kapatmak, turn off, zıt anl.; switch on, turn on |
tackle | (bir sorunu) ele almak, çözmeye çalışmak, deal with, work on, zıt anl.; avoid |
take | 1) (bakış, yaklaşım vs.) sahibi olmak / içerisinde olmak, ele almak; 2) (form, şekil vs.) almak; 3) (zaman) sürmek, last; 4) (bir yere) götürmek |
take a look at | bakmak, gözden geçirmek |
take action | harekete geçmek, önlem almak, intervene |
take advantage of | (bir şey)’den faydalanmak / istifade etmek / yararlanmak, zaafından yararlanmak, istismar etmek, capitalise, benefit, make use of, (She took advantage of her father’s absence to meet her lover. |
take after | 1) (birisine fiziki olarak) benzemek, resemble; 2) (birisi gibi) davranmak, do as one does, zıt anl.; differ from |
take away | elinden almak, alıp götürmek |
take back | 1) (bir sözü, malı vs.) geri almak, retract; 2) anılara götürmek, bring back |
take care of | gözetmek, bakmak, attend (to) |
take down | 1) sökmek, parçalara ayırmak, dismantle; 2) gururunu kırmak |
take effect | geçerli olmak, yürürlüğe girmek, come into force, go into effect, zıt anl.; annul, repeal |
take effort | çaba gerektirmek |
take for granted | doğal karşılamak, olmuş farz etmek, öyle varsaymak |
take hold of | (bir yer)’e yerleşmek, (bir yer)’i eline geçirmek |
take in | 1) kandırmak, fool; 2) almak, kazanmak, girdi sağlamak, gain |
take into account | dikkate almak, hesaba katmak, göz önünde tutmak, allow for, take into consideration |
take into consideration | dikkate almak, göz önünde bulundurmak, keep in mind, take into account |
take kindly to | (bir şey ya da kişi)’den hoşlanmaya başlamak |
take measures | önlem / tedbir almak, take precautions |
take no time | çok kısa sürmek, hiç vakit almamak |
take off | 1) (kıyafet vs. için) çıkarmak, zıt anl.; put on; 2) (uçak için) havalanmak, zıt anl.; land |
take office | (idari) göreve başlamak, makamın başına geçmek |
take on | 1) girişmek, (The surgeon decided to take on amore radical intervention. |
take one’s time | acele etmemek, (bir şeye) yeterli vakit ayırmak |
take over | 1) (bir şeyin) yerini almak / yerine geçmek, replace, supersede; 2) (yönetimi, nöbeti vs.) devralmak, assume; 3) egemen olmak, predominate, zıt anl.; abandon, obey |
take part in | (bir şey)’e katılmak, (bir şey)’de yer almak, participate in, join in (to) |
take place | olmak, yer almak, meydana gelmek, occur, happen |
take precedence | başta / önce gelmek, öncelikli olmak, come first, be prior to, zıt anl.; be secondary to |
take pride in | (bir şey)’den gurur duymak |
take seriously | ciddiye almak |
take so long | çok uzun sürmek |
take steps | 1) önlem / tedbir almak; 2) girişimde bulunmak, (belli bir hedefe yönelik olarak) adımlar atmak |
take things easy | aldırmamak, dert etmemek, (take it easy |
take time | zaman almak |
take to | 1) alışkanlık edinmek, hoşlanmaya başlamak, düzenli olarak bir işi (hobi, spor vs.) yapmaya başlamak; 2) kaçmak ve (bir yerde) saklanmak |
take up | 1) ele almak, başlamak, start; 2) (gaz, sıvı) tutmak, içine almak, absorb; 3) (süre) doldurmak, kullanmak, (zaman) almak |
takeover | devralma |
talented | kabiliyetli, yetenekli, gifted, skilled |
tangible | elle tutulur, somut, real, concrete, zıt anl.; intangible, conceptual, abstract |
target | hedeflemek, hedef almak, amaçlamak, aim (at), (The company has targeted adults as its primary customers. |
target | 1) hedef, amaç, goal, aim; 2) kurban, victim |
task | iş, görev, ödev, job, duty, work |
taste | tat |
tax | vergi |
tear | yırtmak, kuvvetle çekerek parçalamak |
tear | gözyaşı |
temperament | mizaç, huy, tabiat, yaradılış, disposition |
temporarily | geçici olarak, for the time being, zıt anl.; permanently, (In the postoperative period, the case temporarily lost his vision. |
temporary | geçici, kesin olmayan, interim, provisional, transitory, zıt anl.; permanent |
tempt (to) | ayartmak, kandırmak, imrendirmek, cezbetmek, lure (into), charm |
tend (to) | eğiliminde olmak, be disposed (to), be likely (to) |
tendency | eğilim, inclination |
tense | gergin, stressed, zıt anl.; relaxed |
tension | gerilme kuvveti, gerilim, gerginlik, stress, strain, zıt anl.; calmness, relaxation |
terrible | berbat, korkunç, horrible, awful, zıt anl.; beautiful, nice |
terribly | son derece, awfully |
test for | (bir yeteneği / özelliği ortaya çıkarma amacı ile) test etmek |
than ever | hiç olmadığı kadar |
thanks to | sayesinde, owing to, (Thanks to the nurse’s patient explanations, we now know what to do in this huge medical centre. |
that is | öyle ki…, bu demek ki…, yani |
the rest | geri kalan, gerisi |
theme | tema |
then | o zaman |
theoretically | teorik / kuramsal olarak, zıt anl.; in practice |
theorize | teori üretmek, kuram ortaya koymak |
therapeutic | tedavi amaçlı |
there is no point (in) | hiçbir mantığı yok, tamamen amaçsız / gereksiz |
these days | bu günlerde, nowadays |
thorough | tam, baştan aşağı, complete, whole, zıt anl.; partial |
thoroughly | tam olarak, tamamen, baştan aşağı, completely, wholly, entirely, zıt anl.; partially |
thoughtful | düşünceli, saygılı |
threat | tehdit, warning, menace |
threaten | tehdit etmek, gözdağı vermek, warn, jeopardise, zıt anl.; relieve, protect |
threshold | eşik, giriş, başlangıç, limit, opening, beginning, limit |
thrilling | heyecan verici, ürpertici, hayret verici |
thrive | istikrarlı bir şekilde büyümek, gelişmek, prosper, flourish |
thriving | istikrarlı bir şekilde büyüyen / gelişen, prosperous |
through | 1) (bir kişi ya da şey) aracılığı ile / vasıtası ile / sayesinde, by means of, by, thanks to, via; 2) (bir şeyin / bir yerin) içinden / arasından |
throughout | 1) her yerinde, (bir şeyin) tamamında, around, all over; 2) baştanbaşa, boyunca, bir uçtan diğerine, end-to-end, all through |
throw light on / upon | aydınlatmak, açıklığa kavuşturmak, clarify, explain |
thus | böylece, bu yolla, bu nedenle, therefore, hence |
thus far | şimdiye kadar, so far |
tied to | (bir şey)’e bağlı, (bir şey) ile yakından ilişkili, attached to, zıt anl.; independent from |
tighten up | sıkılaştırmak |
till then | o zamana kadar |
time-consuming | zaman alıcı |
timely | uygun zamanda, vakitli, zamanında |
tiny | küçücük, minicik, minuscule, zıt anl.; enormous, huge |
tireless | bitmez tükenmez, yorulmak bilmez, energetic, vigorous, zıt anl.; weary, worn out |
tissue | doku |
to a certain extent | bir yere / dereceye kadar, to some extent |
to a great extent | büyük miktarda, büyük oranda, to a large extent |
to a large extent | büyük miktarda, büyük oranda, to a great extent |
to date | bugüne kadar, so far, until now |
to one’s surprise | (bir kişi için) şaşırtıcı şekilde, (To my surprise… |
to some extent | belli bir dereceye kadar, bir yere kadar, to a certain extent |
to start with | 1) ilk, evvela, ilk önce, to begin with, firstly; 2) örneğin, for instance |
to such an extent that | o kadar ki, o derece ki |
to tell the truth | doğruyu söylemek gerekirse, aslına bakarsanız, in fact |
to the contrary | tersine, aksine |
to this day | bugüne dek / bugüne kadar, hala, even today |
to what extent | ne derece, nereye kadar |
tolerate | 1) hoş görmek, müsamaha etmek, allow; 2) katlanmak, dayanmak, endure, bear |
top | (bir değer)’in üzerine çıkmak, (bir rakibi, değeri vs.) geçmek, başa geçmek |
topic | konu, mevzu, issue |
torture | işkence |
tough | zorlu, sıkı, zahmetli, hard, laborious |
trace | (ipuçları vs.) izleyerek saptamak / bulmak, track, trail |
trace | iz, belirti |
trace back | geriye / eskiye doğru izini sürmek / bulmak |
track | 1) izlemek, iz sürmek, izini takip etmek, follow, pursue, trail; 2) kaydını tutmak, record, follow |
track down | izleyip bulmak / yakalamak, pursue |
trade | ticaret, commerce |
trading | ticaret |
tradition | gelenek, adet, custom, convention |
traditional | geleneksel, conventional |
traditionally | geleneksel olarak, conventionally |
train | eğitim vermek, eğitmek, instruct |
trait | özellik |
transaction | işlem, action, deed |
transform into | (bir şey)’e dönüş(tür)mek, değiş(tir)mek, change into, convert to / into, zıt anl.; preserve |
transient | gelip geçici, transitory, zıt anl.; permanent |
transmit | (hastalık) bulaştırmak, iletmek, aktarmak, carry, convey |
transport | (bir yerden) (başka bir yere) götürmek, taşımak, nakletmek, move |
transportation | taşıma, nakliye |
travel | seyahat etmek, yolculuk etmek |
treasure | 1) hazine, define; 2) çok değerli / önemli şey |
treat | 1) davranmak, muamele etmek, behave, act; 2) tedavi etmek, cure |
treatment | 1) tedavi, cure, remedy; 2) işleme, muamele, işlem |
treaty | antlaşma, agreement |
tremendous | muazzam, enormous |
tremendously | son derece, çok büyük çapta, greatly, enormously, zıt anl.; slightly |
trend | eğilim, meyil, akım, tendency, current |
trial | 1) (mahkemede) duruşma, court action, litigation; 2) deneme, sınama, çalışma, experiment, test, (The comparative efficacy of these therapies was tested on volunteers in a clinical trial. |
tribal culture | sosyal yapısı kabile düzeninde olan kültür |
trick (into) | kandırmak, tuzağa düşürmek, kandırarak (bir şey yapmaya) yöneltmek |
tricky | incelikli, ustalık isteyen, (karmaşıklığı / riskleri sebebiyle) zor |
trigger (off) | tetiklemek, harekete geçirmek, başlatmak, ateşlemek, activate, spark, (Hypertension triggers off many other diseases. |
trigger | tetik, bir şeyin tetikleyicisi / nedeni |
trivial | cüzi, önemsiz, bayağı, sıradan, insignificant, unimportant, zıt anl.; significant, important, (There are one or two trivial errors in your essay. |
troublesome | 1) rahatsız edici, endişe verici, annoying, disturbing, zıt anl.; agreeable, convenient; 2) sorun çıkaran, zahmetli, burdensome |
truly | gerçekten, hakikaten, tam anlamıyla, really |
trust | güvenmek, inanmak, believe, zıt anl.; distrust |
trust | 1) güven, confidence, reliance, zıt anl.; distrust; 2) tröst (pazarda tekel yaratma amacı güden ve pek çok küçük şirketi gayriresmi olarak kontrol altına alan büyük şirket ya da şirketler topluluğu), cartel |
try out | (birisini / bir şeyi) denemek, test |
turn against | (bir kişi ya da şey)’e cephe almak |
turn away | 1) (kapıdan vs.) geri çevirmek; 2) reddetmek, refuse, turn down |
turn down | (bir teklifi vs.) geri çevirmek, reddetmek, refuse, turn away, (He proposed to her, but she turned him down. |
turn into | (bir şey)’e dönüş(tür)mek, convert to / into |
turn off | 1) (ışığı, suyu vs.) kapatmak, kesmek, aktif hali sonlandırmak, deactivate, put off; 2) (yolda) başka tarafa yönelmek |
turn on | 1) (radyo, TV vs. için) açmak, aktif hale getirmek; 2) (özellikle cinsel açıdan) heyecanlandırmak, excite, stimulate |
turn out | 1) (bir hatası nedeniyle birini) dışarı çıkarmak, throw out; 2) (ışık vs. için) kapamak, söndürmek; 3) üretmek, produce; 4) sonuçlanmak |
turn out (that) / (to be) | (bir şey olduğu) ortaya çıkmak, prove to be, (At first he seemed to be an honest person. But then he turned out to be a great liar. |
turn over | 1) devirmek, çevirmek, invert; 2) düşünmek, akılda tartmak, think about, consider |
turn to | (birisi)’ne başvurmak, (birisi)’nin yardımını istemek, invoke, refer to, resort to |
turn up | 1) (radyo, müzik vs. için) sesini yükseltmek, 2) (beklenmedik bir şekilde) ortaya çıkmak, gelmek |
turn-of-the-century | yüzyılın değişimine / bitişine yakın (bir yüzyılın başlangıcının / bitişinin hemen öncesi ve sonrasını kapsayan dönem), yüzyıl dönümü |
twofold | iki misli / kat |
two-sided | iki taraflı, iki yönlü |
two-thirds | üçte iki |
typical | tipik |
typically | tipik / karakteristik olarak, genellikle, characteristically |
ultimate | 1) en büyük, en yüksek, greatest; 2) esas, temel, fundamental; 3) son, nihai, final, eventual, (Someone’s initial successmay be deceptive; what matters is his ultimate success. |
ultimately | 1) esasen, asıl olarak, primarily, fundamentally; 2) son / nihai olarak, finally, zıt anl.; originally |
unable | ehliyetsiz, yeteneksiz, incapable, incompetent, zıt anl.; capable |
unacceptable | kabul edilemez |
unaffected | etkilenmemiş, etkilenmeden kalmış, intact, zıt anl.; affected |
unambiguous | açık, net, ikilem içermeyen, clear, zıt anl.; ambigous |
unanimous | oybirliğiyle |
unappreciated | değeri anlaşılmamış, küçümsenmiş, underrated, zıt anl.; appreciated |
unavoidable | kaçınılmaz, inevitable, inescapable, zıt anl.; avoidable, avertable |
unaware of | (bir şey)’in farkında olmayan, (bir şey)’den habersiz, unwitting, zıt anl.; aware of |
unbiased | tarafsız, nesnel, objektif, objective |
uncertainty | belirsizlik, doubtfulness, dubiousness, zıt anl.; certainty, sure thing |
unclear | muğlak, belirsiz, açık olmayan, vague, uncertain, zıt anl.; clear, well-defined |
unconcerned | ilgisiz, umursamaz, indifferent, inattentive, zıt anl.; concerned, interested |
unconscious | bilinçsiz, bilinçaltı, bilinçdışı, zıt anl.; conscious |
uncontrollable | kontrol altına alınamayan |
uncover | ortaya / meydana / açığa çıkarmak, reveal, unveil, zıt anl.; cover |
undeniably | inkâr edilemez şekilde |
under consideration | değerlendirilmekte, karar gündeminde |
under trial | deneme altında, denenmekte |
underestimate | küçümsemek, değerinin altında paha biçmek, hafife almak, undervalue, zıt anl.; overestimate, exaggerate |
undergo | 1) (ameliyat, değişim vs.) geçirmek, (tamirat, eğitim vs.) görmek, have, go through; 2) (sıkıntı, acı vs.) çekmek, experience; 3) (zorluk, işkence vs.)’ye maruz kalmak, be subjected to, be exposed to |
underline | vurgulamak, altını çizmek, stress, emphasise |
underlying | altında yatan, temelindeki |
undermine | temelini aşındırmak, yavaş yavaş yok etmek, zayıflatmak, zorlaştırmak, weaken, zıt anl.; strengthen, build up, (His friends’ criticism undermines his self-confidence. |
underneath | altına / altında |
underperform | daha düşük performans göstermek, daha az icra etmek, (gereğinden veya olabileceğinden) az ilerleme kaydetmek |
understandable | anlaşılabilir, reasonable, zıt anl.; unreasonable |
understandably | anlaşılır, makul bir şekilde, conceivably, reasonably, zıt anl.; ambiguously, unreasonably |
understanding | anlayış, anlama, comprehension |
undertake | üstlenmek, taahhüt etmek, bir işe girişmek, get in charge (of), carry out |
undeserved | hak edilmemiş, unmerited, zıt anl.; deserved |
undeservedly | hak etmediği şekilde, hak edilmemiş bir biçimde, zıt anl.; deservedly |
undesirable | istenmeyen, tatsız, unwanted, zıt anl.; desirable |
undetectable | fark edilmesi / bulunması mümkün olmayan, unnoticeable |
undetected | gözden kaçmış, farkedilmemiş, unnoticed |
undoubtedly | şüphesiz / kuşkusuz bir şekilde, kesinlikle, obviously, unmistakably, convincingly, zıt anl.; doubtfully, questionably |
unduly | boş yere, gereksizce, unnecessarily, zıt anl.; sensibly |
unease | huzursuzluk, endişe, kaygı, unrest, worry, zıt anl.; ease |
uneasy | kaygılı, tedirgin, restless, uncomfortable, zıt anl.; at ease |
unemotional | duygusuz, detached, aloof, zıt anl.; emotional |
unemployment | işsizlik |
unenviable | istenmeyen, uygunsuz, kıskanılacak türden olmayan, undesirable, zıt anl.; enviable, desirable |
uneven | eşit olmayan, dengesiz, imbalanced, zıt anl.; even, uniform |
unevenly | eşit olmayan şekilde, dengesizce, zıt anl.; evenly, uniformly |
unexpected | beklenmedik |
unfair | haksız, unjust, zıt anl.; fair, just |
unfairly | haksız bir şekilde, adaletsizce, unjustly, zıt anl.; fairly, justly |
unfamiliar | aşina olmayan, yabancı, unknown, strange, zıt anl.; familiar, known |
unforeseen | beklenmedik, umulmadık, unexpected, zıt anl.; expected |
unfortunate | üzüntü veren, talihsiz, pitiful, zıt anl.; fortunate |
unfortunately | ne yazık ki, maalesef, regrettably, zıt anl.; fortunately |
unfounded | temelsiz, dayanaksız, groundless |
unharmed | zarar görmemiş, sağlam, intact, undamaged, zıt anl.; harmed, damaged |
unified | birleştirilmiş, birleşmiş |
uniform | 1) her yanı / bölümü aynı, even; 2) tutarlı, bir örnek, consistent, similar, zıt anl.; different, variable |
uniformity | 1) aynılık; 2) tutarlılık, bir örnek oluş, consistency, similarity, zıt anl.; diversity |
uniformly | aynen, eşit bir şekilde, her yanı aynı şekilde, equally, evenly, zıt anl.; differently |
unify | birleştirmek, bir bütün haline getirmek, combine, unite, zıt anl.; detach, separate |
unimaginable | hayal / tasavvur edilemez, incredible, unbelievable, zıt anl.; believable |
unintended | istemeden gerçekleşen, accidental, unintentional, zıt anl.; deliberate |
unintentionally | istemeden, kazara, accidentally, zıt anl.; deliberately, on purpose |
unique | benzersiz, eşsiz, yegane, tek, (bir kişiye ya da şeye) özgü, unparalleled |
uniqueness | benzersizlik, eşsizlik, yeganelik |
unit | birim (tek bir bütün olarak algılanabilen bir kavramlar veya objeler grubu) |
unite | birleştirmek, bir araya getirmek, combine, consolidate, zıt anl.; disunite, sever |
universal | evrensel |
universe | evren, cosmos |
unjustifiable | gerekçesiz, haksız, yersiz, inexcusable, indefensible |
unknown | bilinmeyen, unidentified, zıt anl.; known |
unlike | (bir şey)’den farklı olarak, tersine, tam aksine, as opposed to, zıt anl.; like |
unlikely | mümkün olmayan, olanaksız, çok az bir olasılıkla, improbable, zıt anl.; likely |
unlimited | sonsuz, sınırsız |
unmatchable | emsalsiz, benzersiz, incomparable, unrivalled, zıt anl.; ordinary |
unmet | (ihtiyaç, beklenti, talep vs. için) karşılanmamış |
unnecessarily | boş yere, gereksizce, unduly, zıt anl.; reasonably, sensibly |
unobtrusive | dikkat çekmeyen, göze çarpmayan, alçak gönüllü, unnoticeable, humble, zıt anl.; obtrusive, noticeable |
unparalleled | eşsiz, emsalsiz, benzeri olmayan, unmatched, zıt anl.; inferior |
unpleasant | hoş olmayan, tatsız, undesirable, nasty, zıt anl.; pleasant, delightful |
unpopular | rağbet görmeyen, gözden düşmüş |
unprecedented | görülmemiş, emsalsiz, exceptional, zıt anl.; usual |
unpredictable | önceden bilinmez, kestirilemez, unforeseeable, variable, zıt anl.; predictable, unchanging |
unrelenting | amansız, acımasız, merciless, zıt anl.; compassionate, merciful |
unreliable | güvenilmez, sağlıksız, uncertain, dubious, zıt anl.; reliable |
unrest | huzursuzluk, kargaşa, disturbance, dissatisfaction, zıt anl.; peace, harmony |
unsafe | emniyetsiz, tehlikeli, dangerous, zıt anl.; safe |
unsatisfying | tatmin etmeyen |
unstable | dengesiz, kararsız, değişken, sabit olmayan, inconstant, zıt anl.; stable |
unsuccessful | başarısız, zıt anl.; successful |
until fairly recently | oldukça yakın zamana kadar |
untold | tarifsiz |
unusual | alışılmadık, tuhaf, ender, olağandışı, uncommon, strange, zıt anl.; familiar, normal |
unusually | sıra dışı / alışılmadık şekilde, uncommonly, zıt anl.; commonly |
unwanted | istenmeyen |
unwary | dikkatsiz, tedbirsiz, zıt anl.; careful, watchful |
unwilling | isteksiz, gönülsüz, reluctant, uneager, zıt anl.; willing, eager, ready |
unwillingly | isteksizce, gönülsüzce, reluctantly, zıt anl.; willingly, eagerly |
unwillingness | isteksizlik, gönülsüzlük, reluctance, zıt anl.; eagerness, willingness |
unwise | akıllıca olmayan, foolish, silly, unintelligent, zıt anl.; wise, thoughtful |
unwisely | akılsızca, foolishly, (He invested unwisely and lost a fortune. |
unyielding | sert, mukavim, geçit vermez |
upbringing | (çocuk için) yetiştir(il)me, büyütme |
update | modernleştirmek, güncelleştirmek, modernise, renew |
upgrade | geliştirmek, düzeyini yükseltmek, improve, advance, zıt anl.; worsen, weaken |
upset | 1) bozmak, altüst etmek, disturb, disrupt; 2) üzmek, sinirlendirmek, bother, afflict |
upset (sıfat) | üzgün, üzüntülü, distressed |
upsetting | üzücü, üzüntü veren, sinir bozucu, annoying, hurtful, distressing, zıt anl.; pleasing |
urban | kentsel, kentle ilgili, şehirlerde oturan, zıt anl.; rural, (Crime rate is usually higher in urban areas than in rural areas. |
urge | (birisini bir şey yapmaya) teşvik etmek, kışkırtmak, encourage, incite, zıt anl.; discourage, deter |
urgency | aciliyet, ivedilik, emergency |
urgent | 1) acil, ivedi; 2) zorunlu; 3) ısrarlı, ısrar eden |
urgently | acilen, acil olarak, ivedilikle, önemle, immediately |
use | kullanım |
use up | kullanarak azaltmak, bitirmek, tüketmek, deplete, run through |
used to | bir fiilden once geldiği zaman “(eskiden) … idi (ama artık değil)” anlamı verir, (He used to write to me frequently; he doesn’t any more. |
useful | yararlı, faydalı, beneficial, helpful, zıt anl.; useless, harmful |
useless | işe yaramaz, worthless |
usual | alışılmış, olağan, zıt anl.; unusual |
utilize | yararlanmak, use, make use of |
utmost | en büyük, en çok |
utterly | tamamen, hepten, absolutely, totally, completely, (After the crisis, he tried hard to save his company from bankruptcy but failed utterly. |
vaccine | aşı |
vague | belirsiz, bulanık, şüpheli, dim, obscure, zıt anl.; defined |
vaguely | tam anlamını vermeyecek şekilde, belli belirsiz, ambiguously, zıt anl.; clearly, explicitly |
valid | geçerli, sağlam, yasal, credible, solid, legitimate, zıt anl.; invalid, unacceptable |
value | değerini / kıymetini bilmek, appreciate |
valued | değerli, esteemed, highly-regarded |
variable | değişken, etmen |
variation | 1) düzensizlik; 2) varyasyon, farklılaşma, çeşitleme, diversity |
varied | değişiklik gösteren, çeşitli |
variety | cins, tür, çeşitlilik, değişiklik, farklılık |
various | çeşitli, miscellaneous, numerous |
vary | çeşitlilik göstermek, farklılık göstermek, değiş(tir)mek, çeşitlen(dir)mek, change, differ, alter, zıt anl.; remain, stay |
vast | çok büyük, çok geniş, engin, huge, immense, (They are building these roads at vast expense. |
vast majority | büyük çoğunluk |
vehemently | şiddetli / hiddetli / ateşli bir şekilde, passionately |
venture | 1) tehlikeye at(ıl)mak, stake, jeopardize; 2) göze almak, dare, stake |
verbally | sözlü olarak, orally |
verification | doğrulama, teyit etme, confirmation, validation, zıt anl.; invalidation |
verify | doğrulamak, gerçeklemek, teyit etmek, onaylamak, confirm, validate, zıt anl.; invalidate |
versatile | değişme kabiliyeti yüksek, çok yönlü, adaptable, all-purpose, many-sided |
versatility | çok yönlülük / fonksiyonluluk, adaptability |
version | 1) versiyon, tür; 2) yorum, (The Prime Minister’s version of the economic matters was quite different from that of the Opposition. |
versus | (bir şey ya da kişi)’ye karşı, in opposition to |
very first | ilk |
viable | (örneğin, ekonomik olarak) yapılabilir / uygulanabilir, feasible, practicable, zıt anl.; unachievable |
vice versa | tersi(ne), aksi(ne), öbür türlüsü (de), tersi (de), the other way round |
victim | kurban, mağdur |
view | 1) değerlendirmek, consider, regard; 2) dikkatlice incelemek, look at; 3) (film vs.) izlemek, watch |
view | 1) görüş, fikir, düşünce, inanç, bakış açısı, opinion, conception; 2) görünüş, manzara, panorama |
view as | olarak görmek, (view as important |
vigorous | 1) terleten, zahmetli; 2) kuvvetli, etkin, gayretli, enerjik, zealous, energetic, zıt anl.; impotent, inactive |
vigorously | kuvvetlice, gayretli bir şekilde, actively, energetically |
violate | (yasa, kural vs.) çiğnemek, ihlal etmek, breach, infringe, zıt anl.; obey, observe |
violation | (yasa, kural vs. için) ihlal (etme) / aykırı davranış, breach |
violent | yıkıcı, sert, şiddetli, zorlu, destructive, strong, zıt anl.; mild, passive |
violently | yıkıcı şekilde, şiddetlice, destructively, strongly, zıt anl.; mildly, passively |
virtually | neredeyse, hemen hemen, nearly, actually |
virtue | 1) meziyet, yarar, avantaj, asset, advantage; 2) erdem, fazilet, goodness, zıt anl.; vice, merit |
visible | görünebilir, görülür, açık, belli, apparent, conspicuous, detectable, zıt anl.; obscured, concealed, hidden |
vision | 1) görme kabiliyeti, eyesight; 2) görüntü, image; 3) hayal, düş, daydream; 4) öngörü, foresight |
visual | görsel |
vital | 1) yaşamsal, hayati, yaşam için gerekli; 2) çok önemli, critical, essential, pivotal, zıt anl.; insignificant, trivial |
vivid | canlı, etkili, güçlü, intense, colourful, zıt anl.; weak, dull |
vividly | çok canlı / güçlü bir şekilde, lively, clearly, zıt anl.; vaguely |
voice | dile getirmek, anlatmak, tell, narrate |
voluntarily | isteyerek, gönüllü olarak, willingly, zıt anl.; forcibly |
voluntary (sıfat) | gönüllü, isteğe bağlı, willing, zıt anl.; involuntary, obligatory |
volunteer | gönüllü olmak, offer |
volunteer | gönüllü |
vote (for) | (birisine) oy vermek |
vote | oy |
vulnerability | saldırıya açık olma, susceptibility, weakness |
vulnerable to | (bir şeye) karşı savunmasız, kolaylıkla yaralanabilir, saldırıya / eleştiriye / riske açık / maruz, susceptible to, exposed to, at risk of, weak, zıt anl.; protected, secure |
wage | (savaş vs.) açmak, başlatmak, sürdürmek, carry on, undertake, zıt anl.; cease, stop |
wage | maaş, salary |
wane | azalmak, eksilmek, tükenmek, diminish, decrease, zıt anl.; increase |
war | savaş, battle, zıt anl.; peace |
warfare | (genel kavram olarak) savaş, (nuclear warfare |
warn | uyarmak, ikaz etmek, ihtar etmek |
warning | uyarı |
waste | boşa harcamak, israf etmek, (He wasted his inheritance in casinos. |
waste | 1) boş arazi, ıssız yer; 2) atık madde, israf |
wasteful | savurgan, müsrif |
wastefully | müsrifçe, savurganca, extravagantly, zıt anl.; thriftily |
wasting | zayıflama, kuvvetten düşme, (wasting disease |
watch out for | (bir tehlikeye) karşı uyanık olmak, dikkat etmek, look out for |
way off | çok dışında / uzağında |
weaken | zayıfla(t)mak, hafifle(t)mek, güçsüzleş(tir)mek, lessen, undermine, zıt anl.; strengthen, build up |
weakness | zaaf, güçsüzlük, vice |
wealth | zenginlik, servet, varlık |
wealthy | varlıklı, zengin, refah içinde, rich, affluent, zıt anl.; poor |
weapon | silah |
wear | yıpranma |
wear down | yıpranmak, yıpratmak, erode, wear out, (The illness wore her down. |
weary | yorgun, usanmış, bıkkın, bored |
weather | hava (durumu) |
weigh | 1) hesaplamak (kıyaslamak), consider, (I weighed the benefits of the plan against its risks. |
well after | (bir olaydan / bir zamandan) çok sonra |
well beyond | oldukça ötesinde / üzerinde |
well over | (bir değer)’in oldukça üzerinde, far more than |
well under | epeyce altında |
well-being | çıkar, yarar, refah, iyilik, saadet |
well-developed | iyi gelişmiş, büyümüş |
well-nourished | iyi beslenmiş, iyi gıda almış, wellfostered, zıt anl.; ill-nourished |
well-preserved | (örn. kayanın / buzun içinde) iyi korunmuş |
what goes on | olup bitenler, ne olup bittiği. . . |
what is more | dahası. . . , furthermore, moreover |
whatever | bütünü, hepsi, herhangi, her ne, ne olursa |
what’s more | bkz. what is more |
whatsoever | hiçbir surette, at all |
whereas | oysa, iken, while, inasmuch as |
whereby | onunla, onun vasıtasıyla, by means of which, through which |
whether (or not) | olup olmadığını, (yap)’ıp (yap)’mayacağını, (yap)’sa da (yap)’masa da, ister … ister …, (I am not sure whether or not he is guilty. |
whole foods | doğal yiyecekler |
widely | 1) büyük ölçüde, açık farkla, uzak ara; 2) genellikle, geniş çapta, yaygın olarak, commonly, usually |
widely available | yaygın olarak ulaşılabilir / edinilebilir |
widen | genişle(t)mek, (arası) açılmak |
wide-ranging | çok çeşitli konularla ilgili |
widespread | yaygın, extensive, prevalent, zıt anl.; limited, rare, (There is a widespread belief that the newspapers had invented the story. |
willing | istekli, gönüllü, eager, ready, zıt anl.; reluctant, unwilling |
willingness | isteklilik, gönüllülük, enthusiasm, eagerness, readiness, zıt anl.; reluctance, unwillingness |
wipe out | silip süpürmek, ortadan kaldırmak, destroy |
wire | haberleşmek |
wise | akıllı, akıllıca, bilge, bilinçli, sensible, knowing, zıt anl.; foolish |
wish | istemek, arzu etmek, dilemek, want, be willing |
with a view to doing smt | bir şey yapmak amacıyla / niyetiyle, with the intention of doing smt |
with ease | kolaylıkla, zorluk çekmeden, easily, zıt anl.; with difficulty |
with reference to | (bir şey)’e ilişkin olarak, ile ilgili olarak, regarding |
with regard to | (bir şey)’e gelince, (bir şey) ile ilgili olarak, with respect to |
with respect to | (bir şey)’e gelince / ile ilgili olarak, with regard to |
with the exception of | dışında, haricinde |
withdraw (from) | 1) geri çek(il)mek, retreat, zıt anl.; attack, assault; 2) (para) çekmek; 3) (sıvıyı damardan) geri çekmek |
withdrawal | içine kapanma, çekilme, ayrılma, alienation |
withhold | 1) saklamak, vermemek, detain, hide, zıt anl.; release, let go; 2) kesmek, discontinue |
within | içinde, içerisinde |
within reach | ulaşılabilir, erişim dahilinde, available, attainable, zıt anl.; remote, distant |
withstand | (bir şey)’e dayanmak, (birisi ya da bir şey)’e karşı koymak, direnmek, resist |
witness | tanık / şahit olmak, tanıklık / şahitlik etmek, observe |
witness | tanık, şahit |
wonder | merak etmek, düşünmek, hayret etmek, question, think |
wonder | 1) merak; 2) hayret, şaşkınlık; 3) mucize, harika |
work | 1) işlemek, çalışmak; 2) işe yaramak, iyi sonuç vermek |
work | iş, çalışma, eser |
work at | çalışmak, çabalamak |
work for | (birisi) için / (birisi)’nin emrinde çalışmak |
work on | (bir şey)’in üzerinde çalışmak |
work out | 1) (plan, proje vs.) planlamak, başarmak, iyi sonuçlandırmak, (bir sorunu) çözmek, (uğraşarak) ortaya çıkarmak, accomplish, solve, zıt anl.; fail, miss; 2) (hesaplayarak) bulmak, calculate |
work through | çalışarak bitirmek / içinden çıkmak, başarı ile üstesinden gelmek, deal with |
working | işleme tarzı, işleyiş, functioning |
worldwide | dünya çapında |
worrisome | endişe / kaygı verici |
worry about | (bir şey) hakkında endişe / kaygı duymak |
worsen | kötüleş(tir)mek, ağırlaş(tır)mak, aggravate, deteriorate, zıt anl.; relieve, ease, facilitate, alleviate |
worthily | hak ederek, bileğinin hakkıyla |
worthy of | (bir şey)’e değer / layık, kıymetli, deserving, valuable, zıt anl.; unworthy of |
would rather | tercihen, daha ziyade, (bir şey)’den ziyade |
wound | yara, lesion |
wounded | yaralı |
wreck | harap / paramparça etmek, enkaz haline getirmek, ruin, shatter |
wreck | 1) enkaz, harabe; 2) batık gemi; 3) araba / uçak / tren kazası |
yet | yine de, buna rağmen, however |
yield | (sonuç, ürün vs.) vermek, (kar, kazanç) getirmek, produce, (The investigation yielded some unexpected results. |
yield | verim, kar, kazanç, sonuç, ürün |
yield to | teslim olmak, boyun eğmek, yenik düşmek, submit, capitulate, succumb, give in |
zone | bölge, mıntıka |