Busy. Please wait.
Log in with Clever
or

show password
Forgot Password?

Don't have an account?  Sign up 
Sign up using Clever
or

Username is available taken
show password


Make sure to remember your password. If you forget it there is no way for StudyStack to send you a reset link. You would need to create a new account.
Your email address is only used to allow you to reset your password. See our Privacy Policy and Terms of Service.


Already a StudyStack user? Log In

Reset Password
Enter the associated with your account, and we'll email you a link to reset your password.

general

Quiz yourself by thinking what should be in each of the black spaces below before clicking on it to display the answer.
        Help!  

Question
Answer
a couple of   birkaç, iki üç, a few  
🗑
a good many   birçok, hayli, a large number of  
🗑
a great deal (of)   oldukça fazla, çok, a lot, much, zıt anl.; a little, a bit  
🗑
a major step forward   ileriye doğru büyük bir adım  
🗑
a matter of time   an meselesi  
🗑
a number of   çok sayıda, (belli) bir miktar, a lot of, plenty of  
🗑
a range of   1) çeşitli, various; 2) bir dizi, a series of  
🗑
a series of   bir dizi, a range of  
🗑
a sure sign (of)   (bir şey)’in kesin bir işareti / göstergesi  
🗑
a whole range of   her çeşit, her tür, çok çeşitli  
🗑
A. D.   Milattan / İsa’dan sonra, anno Domini, zıt anl.; B. C. , before Christ  
🗑
abandon   bırakmak, terk etmek, vazgeçmek, discontinue, stop, zıt anl.; pursue, carry on  
🗑
abandoned   terk edilmiş, boş, (bina için) viran halde, desolate, zıt anl.; occupied  
🗑
abate   azal(t)mak, hızını kesmek, die away, diminish, zıt anl.; amplify, intensify  
🗑
ability   yetenek, kabiliyet, capability, capacity, zıt anl.; inadequacy, limitation  
🗑
abnormally   anormal şekilde, alışılmışın dışında, unusually  
🗑
aboard   (gemi, uçak, tren gibi taşıtlar için) içine, içinde  
🗑
abolish   kaldırmak, feshetmek, cancel  
🗑
abolition   (ortadan) kaldırma, ilga, fesih, cancellation, repulsion  
🗑
abound in / with   (bir şey)’i bolca / çokça bulundurmak / içermek, be abundant with, zıt anl.; be lacking, be short of  
🗑
above all   hepsinden ziyade, en başta, mostly  
🗑
abroad   yurt dışına, yurt dışında  
🗑
abrupt   1) ani, beklenmedik, ani ve kaba, sudden; 2) dik, sarp  
🗑
abruptly   aniden, birdenbire, ani ve kaba bir şekilde, suddenly, (The talks ended abruptly when one of the delegations walked out in protest.  
🗑
absence   yokluk, bulunmama, zıt anl.; presence, existence  
🗑
absent   namevcut, yok, unavailable, zıt anl.; present, available  
🗑
absolute   1) tam, halis, saf, mutlak, pure, zıt anl.; imperfect; 2) (bir şey)’in hepsi, tamamı, complete, zıt anl.; limited  
🗑
absolutely   tamamen, kesinlikle, totally, definitely  
🗑
absorb   emmek, soğurmak, suck in, zıt anl.; discharge, emit  
🗑
abstract   soyut, conceptual, intangible, zıt anl.; concrete, actual  
🗑
abundance   bolluk, çokluk, zenginlik, copiousness, wealth, zıt anl.; scarcity  
🗑
abundant   bol, bereketli, ample, zıt anl.; scarce, inadequate  
🗑
abundantly   bolca, büyük miktarda, copiously, profusely, zıt anl.; rarely, scarcely  
🗑
abuse   kötüye kullanmak, suiistimal etmek, misuse, mistreat, spoil, zıt anl.; defend, respect  
🗑
accelerate   hızlan(dır)mak, ivme kazan(dır)mak, speed up, zıt anl.; decelerate, retard  
🗑
accept as   (bir şey)’i öyle kabul etmek, kabullenmek  
🗑
access   girmek, nüfuz etmek, enter  
🗑
access to   (bir şey)’e giriş / geçiş / erişim, (birisi) ile görüşme imkanı, (bir şey)’den faydalanma hakkı / imkanı, entry, contact  
🗑
accessible   ulaşılabilir, yararlanılabilir, available, approachable, usable, zıt anl.; inaccessible, restricted  
🗑
accident   kaza  
🗑
accidentally   kazara, yanlışlıkla, tesadüfen  
🗑
accommodate   1) yer / yaşam alanı sağlamak, be home to; 2) (ihtiyaçlarına) cevap vermek, hizmet etmek, serve  
🗑
accompany   eşlik etmek, (bir şey)’in beraberinde gelmek, come / go with, be associated with  
🗑
accomplishment   başarı, üstesinden gelme, success, achievement, zıt anl.; failure, defeat  
🗑
accord   mutabakat, anlaşma, uyuşma, agreement, zıt anl.; discord, disagreement  
🗑
according to   (bir kişi ya da şey)’e göre  
🗑
accordingly   dolayısıyla, bu nedenle, so, consequently  
🗑
account   saymak, addetmek, consider, deem  
🗑
account   1) anlatım, narrative; 2) hesap  
🗑
account for   1) hesap vermek, (bir şey)’den sorumlu olmak / tutulmak, be (held) responsible for; 2) (nedenlerini) anlatmak, açıklamak, izah etmek, clarify, explain, justify; 3) (bir şey)’in sebebi olmak, be the reason for *accumulate  
🗑
accumulation   birikme, birikinti  
🗑
accuracy   doğruluk, kesinlik, precision, exactness, zıt anl.; inaccuracy  
🗑
accurate   doğru, titiz, eksiksiz, precise, zıt anl.; erroneous, inaccurate  
🗑
accurately   doğru, tam (olarak), correctly, exactly, zıt anl.; inaccurately, erroneously  
🗑
accuse of   (bir şey) ile suçlamak / itham etmek, blame with, zıt anl.; acquit  
🗑
achieve   başarmak, (zorlu bir uğraştan sonra) elde etmek, kazanmak, accomplish, zıt anl.; fail, lose, quit  
🗑
achievement   başarı, elde etme, kazanma, accomplishment, success, zıt anl.; failure, defeat  
🗑
acknowledge   (bir gerçeği) kabul etmek, bildirmek, belirtmek, beyanda bulunmak, admit, recognise, zıt anl.; deny, ignore  
🗑
acquire   elde etmek, kazanmak, obtain, gain, zıt anl.; forfeit, lose  
🗑
acquisition   elde etme, sahip olma, gain, earning  
🗑
acquit of   (bir suç)’tan aklamak / temize çıkarmak, prove the innocence of, zıt anl.; accuse of, blame with  
🗑
across   1) karşısına, diğer yakasına, to the other side of; 2) boyunca, çapında, bir uçtan bir uca, throughout  
🗑
act   1) yasa; 2) (tiyatroda) perde; 3) hareket, eylem  
🗑
act as   (bir şey) gibi / (bir şey)’e benzer şekilde davranmak, (bir şey) görevi görmek, (bir şey)’in görevini üstlenmek  
🗑
action   1) hareket, eylem, zıt anl.; inaction; 2) etki, efffect  
🗑
activity   faaliyet, etkinlik  
🗑
actually   aslında, gerçekten, aslına bakılırsa, as a matter of fact, to tell the truth, in fact  
🗑
actuate   harekete geçirmek, çalıştırmak, activate  
🗑
adapt to   (bir şey)’e adapte etmek, uyarlamak, intibak etmek, adjust, accommodate, zıt anl.  
🗑
adapt oneself to   kendini (bir şey)’e adapte etmek / uyarlamak, get used to  
🗑
adaptation   adaptasyon, uyum  
🗑
add to   (bir şey)’e katkı sağlamak  
🗑
add up to   toplam olarak (bir değer) etmek  
🗑
addicted to   (bir şey)’e bağımlı  
🗑
additional   ek, fazladan, extra  
🗑
additionally   ek olarak, in addition, also  
🗑
address   (bir şey)’e değinmek, (bir şey) ile uğraşmak, point (to), deal with, handle  
🗑
adequate   yeterli, enough, sufficient, zıt anl.; inadequate, insufficient  
🗑
adequately   yeterince, yeterli bir biçimde / oranda, enough, sufficiently, zıt anl.; inadequately, insufficiently  
🗑
adjacent   yan yana, bitişik  
🗑
adjust   ayarlamak, arrange, tune, zıt anl.; confuse, upset  
🗑
adjustment   ayarlama, adapte olma / etme, regulation, setting, orientation  
🗑
administration   1) idare; 2) (ilaç) verme / uygulama  
🗑
administrator   yönetici, idareci  
🗑
admiration   takdir, beğeni  
🗑
admire   takdir etmek, beğenmek, hayran olmak, esteem, zıt anl.; look down (on / upon)  
🗑
admission   1) kabul etme, acceptance, zıt anl.; denial; 2) (işe, üniversiteye vs.) girme / kabul edilme, entrance; 3) itiraf, confession  
🗑
admit   itiraf etmek, kabul etmek, (gelmesine, girmesine vs.) izin vermek, accept, allow, zıt anl.; deny, reject  
🗑
admittedly   genel kabule göre, kuşkusuz, confessedly  
🗑
adopt   1) benimsemek, accept, assume, zıt anl.; reject, turn down; 2) evlat edinmek  
🗑
adult   yetişkin  
🗑
advance   ilerlemek, gelişmek, progress, develop, zıt anl.; regress  
🗑
advanced   gelişmiş, ileri düzeyde  
🗑
advantage   avantaj, üstünlük sağlayan şey, yarar, zıt anl.; disadvantage  
🗑
advantageous   avantajlı, yararlı, beneficial, zıt anl.; disadvantageous  
🗑
advent   geliş, başlama, arrival, beginning, zıt anl.; departure, end  
🗑
adversary   düşman, enemy, foe, zıt anl.; friend, ally  
🗑
adverse   kötü, elverişsiz, zararlı,menfaatine aykırı, aleyhte, ters (yönlü), harmful, contrary, reverse, zıt anl.; beneficial, favourable  
🗑
adverse effect   ters / olumsuz / yan etki  
🗑
adversely   kötü bir şekilde, elverişsiz şartlarda, aleyhte, negatively, zıt anl.; positively  
🗑
adversely affect   ters / kötü yönde etkilemek  
🗑
advice   öğüt, tavsiye, nasihat, proposal  
🗑
advisable   akıllıca, makul, doğru, appropriate, sensible, zıt anl.; improper, unwise  
🗑
advise   öğüt vermek, tavsiyede bulunmak, counsel, suggest  
🗑
affair   iş, mesele, business, matter  
🗑
affect   etkilemek, have an effect on, influence, involve  
🗑
affected   etkilenmiş  
🗑
afford   (bir şey) yapmaya gücü / parası yetmek, (maliyetini) karşılayacak durumda olmak  
🗑
affordable   maliyeti karşılanabilir, satın almaya para yetirilebilir  
🗑
after a while   bir süre sonra  
🗑
aftermath   (örn. bir felaketin) sonrası  
🗑
against   (bir kişi / bir şey)’e karşı (I am against the sale of alcohol to minors.  
🗑
age   1) yaşlanmak, grow old; 2) (şarap vs. için) yıllanmak  
🗑
age   1) çağ, devir, period; 2) yaş  
🗑
age-related   yaşa bağlı, yaşla ilgili  
🗑
aggravate   1) (zaten olumsuz bir durumu daha da) kötüleştirmek, zorlaştırmak, ağırlaştırmak, deteriorate, worsen, zıt anl.; facilitate, alleviate, ease; 2) canını sıkmak, irritate, make worse  
🗑
aggressive   iddialı, hırslı, saldırgan, assertive, offensive, hostile, zıt anl.; passive, peaceful  
🗑
aggressively   girişken / saldırgan bir şekilde, offensively, zıt anl.; passively  
🗑
agree to   (bir şey yapma)’ya razı olmak, (bir şey yapma)’yı kabul etmek, zıt anl.; object to  
🗑
agree with   aynı fikri paylaşmak, katılmak, zıt anl.; disagree (with)  
🗑
agreeable   1) hoş, tatlı, pleasant, delightful, zıt anl.; unpleasant; 2) kabul edilebilir  
🗑
agreement   anlaşma, sözleşme  
🗑
ahead   gelecek, yaklaş(ıl)makta / gelmekte olan, ilerideki  
🗑
ahead of   (bir şey)’in önüne / önünde  
🗑
aid   katkı, destek, yardım, help, relief, support  
🗑
aim (at)   hedeflemek, amaçlamak, nişan almak, target (to)  
🗑
aim   hedef, amaç, goal, target  
🗑
akin to   (bir şey) ile ilgili, yakın, benzer, similar to  
🗑
alarming   ürkütücü, korkutucu, appalling, frightening  
🗑
alarmingly   endişe verici bir şekilde, shockingly, disturbingly  
🗑
alert   uyarmak  
🗑
alert   uyanık, tetikte  
🗑
alike   1) benzer, similar, zıt anl.; different; 2) eşit / aynı şekilde; 3) hem. . . , hem. . . , similar, in the same way, both  
🗑
alleged   iddia edilen  
🗑
alleviate   yatıştırmak, dindirmek, hafifletmek, azaltmak, rahatlatmak, ferahlatmak, relieve, ease, comfort, zıt anl.; intensify, aggravate  
🗑
alliance   ittifak, birleşme, association, accord  
🗑
Allies   (theAllies şeklinde kullanılır) Müttefikler, İttifak Devletleri (Bu kelime, İngilizce kaynaklarda genellikle 2. Dünya Savaşı’nda ABD, İngiltere ve bu ülkelerin yanında yer alan diğer ülkeleri ifade eder.)  
🗑
allocate   ayırmak, tahsis etmek, appropriate  
🗑
allow   izin vermek, sağlamak, imkân vermek, mümkün kılmak, yetki vermek, enable, let, empower, permit, zıt anl.; forbid, hinder, prohibit  
🗑
allow for   (bir şey)’i dikkate almak / hesaba katmak / göz önünde tutmak, take (smt) into account  
🗑
allusion   ima, dolaylı atıf / alıntı, kinaye, indirect reference  
🗑
alone   yalnız, tek başına  
🗑
along with   (bir şey) ile birlikte, yanı sıra, together with  
🗑
alongside   yanında, together with  
🗑
alter   (özüne dokunmadan kısmen) değiş(tir)mek, change, modify  
🗑
alternate between   (iki durum) arasında gidip gelmek, shift, fluctuate, zıt anl.; remain  
🗑
alternate with   (bir şey) ile dönüşümlü olarak meydana gelmek  
🗑
alternately   dönüşümlü olarak, in turns  
🗑
alternative   diğer, başka, alternatif, (farklı bir) seçenek, option  
🗑
altogether   tamamen, hepten, bütünüyle, completely, on the whole, all in all  
🗑
amazing   insanı hayrete düşüren, şaşırtıcı, astonishing, surprising, startling, zıt anl.; banal, dull  
🗑
ambiguous   belirsiz, bulanık, muğlak, unclear, vague, zıt anl.; explicit, lucid  
🗑
ambiguously   belirsizce, muğlak bir şekilde, unclearly, vaguely, zıt anl.; explicitly, lucidly  
🗑
ambition   hırs, ihtiras, passion, zıt anl.; contentment  
🗑
amount   miktar, quantity  
🗑
amount to   1) (miktar olarak) karşılık gelmek, add up to, sum up to, zıt anl.; differ from; 2) (bir şey) ile eşanlamlı olmak, . . . anlamına gelmek, correspond to  
🗑
ample   1) geniş, büyük; 2) çok, bol  
🗑
amusing   eğlendirici, komik, funny  
🗑
ancestor   ata  
🗑
ancestry   atalar, kök  
🗑
ancient   eski, antik (genellikle Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden önceki dönemlere ait), antique, archaic, zıt anl.; modern  
🗑
and so forth   ve benzerleri, and so on, and the like  
🗑
and the like   ve benzerleri, and so on, and so forth  
🗑
announce   ilan etmek, duyurmak  
🗑
annoy   can sıkmak, rahatsız etmek, sinir bozmak, irritate, bother  
🗑
annoying   sıkıntı veren, sinir bozucu, disturbing, exasperating  
🗑
annual   yıllık, yılda bir yapılan / yayınlanan, yearly  
🗑
anti-   aleyhinde, -e karşı  
🗑
anticipate   (olacakları) sezinlemek / tahmin edip ona göre davranmak, beklemek, ummak, (başkasından) önce davranmak, foresee, predict  
🗑
antigen   antijen (vücutta bağışıklık sisteminin harekete geçmesine yol açan toksin ya da enzim)  
🗑
anxiety   endişe, kaygı, tasa, huzursuzluk hali, iç sıkıntısı, worry, uneasiness, zıt anl.; tranquillity  
🗑
anxious   kaygılı, endişeli, tedirgin, worried, uneasy  
🗑
any longer   artık. . . , hala, any more, (He doesn’t come here any longer.  
🗑
any more   artık (değil), any longer  
🗑
anyway   hem . . . ki, zaten . . . ki, yine de, anyhow, (How long have you been so interested in Broadway theatre, anyway?  
🗑
anywhere else   başka hiçbir yer(de)  
🗑
apart from   (bir şey)’den başka, (bir şey)’in haricinde, other than, except for  
🗑
apparatus   (çoğul: apparatus ya da apparatuses) düzen, aygıt, cihaz, aparat, system, equipment  
🗑
apparent   açık, belli, aşikâr, görünürdeki, göze çarpan, obvious, visible, evident, zıt anl.; obscure, hidden  
🗑
apparently   belli ki, görünüşe göre, evidently, obviously  
🗑
appeal to   (birisi)’ne çekici gelmek, (birisi)’nin hoşuna gitmek, attract, charm, zıt anl.; repel  
🗑
appeal   1) çekicilik, cazibe, attraction, charm; 2) başvuru, request, application  
🗑
appealing   çekici, attractive, zıt anl.; repulsive  
🗑
appear   1) ortaya çıkmak, belirmek, emerge, arise, zıt anl.; disappear, vanish, fade; 2) (gibi) görünmek, seem, look  
🗑
appearance   1) görünüş, görünüm, image, feature; 2) ortaya çıkma, emergence  
🗑
application   1) uygulama, tatbikat, exercise, practice; 2) başvuru  
🗑
apply   1) uygulamak, tatbik etmek, implement, utilize, practice; 2) başvurmak  
🗑
apply to   (bir şey)’i içermek / kapsamak / ilgilendirmek  
🗑
appoint   atamak, görevlendirmek, assign, zıt anl.; discharge, dismiss  
🗑
appreciate   değerini anlamak, takdir etmek, take account of, be fully aware of, be grateful for  
🗑
approach   1) yaklaşmak, yanaşmak, reach, near; 2) düşünmeye / üzerinde durmaya / ilgilenmeye / uğraşmaya başlamak  
🗑
approach   tutum, tavır, yaklaşım, attitude, stance  
🗑
appropriate (sıfat)   uygun, yerinde, suitable, proper, zıt anl.; inappropriate, unsuitable  
🗑
appropriately   uygun bir şekilde, yerinde olarak, suitably, properly, zıt anl.; inappropriately, unsuitably  
🗑
appropriateness   uygunluk  
🗑
approve of   (bir şey)’i onaylamak, ratify, zıt anl.; disapprove of, deny, reject  
🗑
approximately   yaklaşık olarak, roughly  
🗑
arbitrary   keyfi, despotça, gelişigüzel, random, zıt anl.; reasonable, democratic, objective  
🗑
architectural   mimari, mimarlık ile ilgili  
🗑
arguably   (tartışmaya açık olmakla birlikte) muhtemelen, (She is arguably the best actress.  
🗑
argue   1) tartışmak, münakaşa etmek, müzakere etmek, discuss, debate; 2) kavga etmek, atışmak, çekişmek; 3) (bir fikri vs.) savunmak, (belli bir) görüşte olmak  
🗑
argue over   (bir konu) üzerinde tartışmak, debate  
🗑
argue that   (bir fikir / bir görüş)’ü savunmak, (bir şey)’i iddia etmek  
🗑
argument   1) sav, iddia, assertion; 2) tartışma, debate; 3) çekişme, controversy  
🗑
arise from / out of   (bir şey)’den meydana gelmek / ortaya çıkmak, baş göstermek, appear, emerge, come forth, come up, zıt anl.; disappear, fade  
🗑
around   civarında, dolayında, aşağı yukarı, yaklaşık, approximately, roughly  
🗑
arousal   uyarma, harekete geçirme, uyanış, canlandırılma, activation, stirring, zıt anl.; pacification  
🗑
arouse   canlandırmak, harekete geçirmek, (tartışma vs.) yaratmak, uyandırmak, activate, stir, stimulate, provoke, zıt anl.; dampen, pacify  
🗑
arrange   düzenlemek, yerleştirmek, organise  
🗑
arrange for   (bir şey)’i ayarlamak, (bir şey) için hazırlık / plan yapmak, organise for  
🗑
arrangement   düzenleme, anlaşma, dizilim, yerleştir(il)me, plan, agreement, system, setup, order  
🗑
arrest   1) durdurmak, kesmek, stop; 2) tutuklamak, seize  
🗑
arrival   geliş, zıt anl.; departure  
🗑
article   gazete / dergi makalesi, yazı, paper  
🗑
artificial   yapay, suni, sahte, man-made, imitation, zıt anl.; real, genuine  
🗑
artificially   yapay / suni olarak, zıt anl.; naturally  
🗑
as a consequence   sonuç olarak, consequently  
🗑
as a result   sonuç olarak, sonuçta, therefore, consequently  
🗑
as a rule   kural olarak  
🗑
as a whole   bir bütün olarak  
🗑
as compared with   (bir şey) ile karşılaştırıldığında  
🗑
as ever   her zamanki gibi, as always, as usual  
🗑
as far as   … kadar uzaklar(d)a, (I travelled as far as the Arctic Circle.  
🗑
as far as . . . is concerned   söz konusu . . . olduğunda, . . . yı ilgilendirdiği kadarıyla, as far as . . . goes  
🗑
as far as … goes   söz konusu . . . olduğunda, . . . yı ilgilendirdiği kadarıyla, as far as . . . is concerned  
🗑
as for   (bir şey)’e gelince, (bir şey) ile ilgili olarak  
🗑
as if   güya, sanki … miş / . . . mış gibi, as though  
🗑
as little as   . . . kadar / gibi küçük (bir miktar), . . . kadar / gibi kısa (bir zaman), (His wage is as little as 300 YTL a month.  
🗑
as long as   sürece, müddetçe, so long as  
🗑
as opposed to   (bir şey)’den farklı olarak, in contrast to  
🗑
as regards   (bir şey)’e gelince, . . . konusunda, considering  
🗑
as soon as   –er… –mez (bir şeyi yapar yapmaz)  
🗑
as soon as possible   mümkün olduğu kadar çabuk, ASAP  
🗑
as such   1) bu sıfatla, in that capacity; 2) kendi içinde, o şekilde, in itself, (He is only a child and must be treated as such.  
🗑
as to   (bir şey)’e gelince, . . . konusunda, (bir şey)’e uygun olarak, about, relating to  
🗑
as well as   1) (bir şey)’e ek olarak, de / da, ve; 2) (hem) …hem de…, in addition to; 3) hem de . . . , (onu) da, and also  
🗑
as yet   daha, henüz, şimdiye kadar, so far, until now  
🗑
ascertain   (araştırarak) tespit etmek, belirlemek, saptamak, ensure, determine, verify  
🗑
ascribe to   (bir şey)’e atfetmek, attribute to  
🗑
aspect   açı, yön, bakım, görünüş, feature, facet, perspective, view, side  
🗑
aspire to   (bir şey)’i şiddetle istemek, kuvvetle arzu etmek, seek, desire  
🗑
assault   saldırmak, attack  
🗑
assault   saldırı, attack  
🗑
assemble   1) topla(n)mak, gather; 2) monte etmek, kurmak, parçaları bir araya getirerek oluşturmak, install, zıt anl.; dismantle, disassemble  
🗑
assert   1) (hakkını vs.) güçlü bir şekilde savunmak / kabul ettirmeye çalışmak, declare, insist, press; 2) ileri sürmek, iddia etmek, put forward  
🗑
assertion   1) savunma, iddia, affirmation; 2) açıklama, bildiri, declaration  
🗑
assess   değerlendirmek, değer biçmek, hesaplamak, evaluate, appraise  
🗑
assessment   değerlendirme, değer biçme, evaluation, judgement  
🗑
asset   kazanç, fayda getirecek şey, meziyet, plus  
🗑
assign   1) (görev) vermek, tahsis etmek, ayırmak, allot, allocate, portion; 2) atamak, tayin etmek, appoint, designate  
🗑
assist in   (birine bir şey)’de yardım etmek / yardımcı olmak, help in  
🗑
associate with   (bir şey / olay) ile ilgisi olmak, bağlantısı olmak  
🗑
associated with   (bir şey) ile ilgili / alakalı / lişkili, related to  
🗑
association   1) ilişki, relation; 2) dernek, birlik, kurum, society  
🗑
assume   1) farz etmek, varsaymak, suppose; 2) (iş, görev vs.) üstlenmek, undertake; 3) benimsemek, kabul etmek, believe, presume  
🗑
assumption   varsayım, farz etme, sanı, supposition  
🗑
assure   temin etmek, güvence vermek, certify, guarantee  
🗑
astonish   şaşırtmak, hayrete düşürmek, astound  
🗑
astonishingly   şaşırtıcı / hayrete düşürücü bir şekilde, astoundingly, amazingly, surprisingly  
🗑
astounding   şoke eden, hayret verici, surprising, breathtaking, zıt anl.; normal, ordinary  
🗑
at all   hiç mi hiç, hiçbir surette / şekilde, whatsoever  
🗑
at all costs   ne pahasına olursa olsun  
🗑
at best   en iyi durumda, en iyi şartlarda, under the most favourable conditions, zıt anl.; at worst  
🗑
at ease   1) rahat, huzurlu; 2) (askeri) ’Rahat’ komutu  
🗑
at fault   suçlu, kabahatli, in the wrong, guilty, zıt anl.; innocent  
🗑
at first sight   ilk bakışta  
🗑
at great risk   büyük risk altında  
🗑
at large   genelinde, çoğu, çoğunluğu, in general  
🗑
at least   en azından, at any rate, zıt anl.; at most  
🗑
at least to a certain extent   en azından belli bir dereceye / düzeye kadar  
🗑
at most   en fazla, maksimum, maximum  
🗑
at once   1) tek seferde, bir defada; 2) derhal, hemen, immediately, right away; 3) aynı anda, at a time, at one time  
🗑
at present   1) hali hazırda, şu an için, currently, presently, at this time; 2) şimdi, now  
🗑
at smo’s disposal   birisinin emrinde / kullanımında / elinde (olma durumu)  
🗑
at the expense of   (bir şey) pahasına  
🗑
at the time   o zamanlar, back then  
🗑
at the turn of   (bir şey)’in sonu ile takip edenin başı arasında, dönüm noktasında, (at the turn of the century  
🗑
at this rate   bu hızla  
🗑
at times   zaman zaman, occasionally  
🗑
at will   istendiğinde, istenilen zamanda, istendiği gibi, as / when one wishes  
🗑
attach   tutturmak, takmak, iliştirmek  
🗑
attach importance   (bir şey)’e önem vermek, give importance  
🗑
attached to   (bir şey)’e bağlı  
🗑
attack   saldırmak, assault, zıt anl.; defend  
🗑
attack   1) saldırı; 2) nöbet, atak, kriz  
🗑
attain   (bir hedef vs.)’ye ulaşmak, elde etmek, kazanmak, achieve, fulfil, zıt anl.; fail  
🗑
attainable   erişilebilir, ulaşılabilir, (The objectives put forward by the leading party do not seem to be attainable.  
🗑
attempt   girişimde bulunmak, teşebbüs etmek, try  
🗑
attempt   deneme, girişim, teşebbüs, effort, trial  
🗑
attend   katılmak, hazır bulunmak, (okula, kursa, spora vs.) devam etmek  
🗑
attendance   (okula, kursa, spora vs.) devam etme, devamlılık, hazır bulunma  
🗑
attention   dikkat, ilgi  
🗑
attentiveness   azami dikkat, care, thoughtfulness, zıt anl.; neglect  
🗑
attitude   tutum, tavır, yaklaşım, approach, stance  
🗑
attract   (ilgisini) çekmek, cezbetmek, etkilemek, appeal to  
🗑
attract attention   dikkat çekmek  
🗑
attraction   1) cazibe, çekim gücü; 2) atraksiyon, eğlence programı  
🗑
attractive   çekici, güzel, appealing, zıt anl.; repulsive  
🗑
attribute   vasıf, nitelik, sıfat, aspect, element, feature  
🗑
attribute to   1) (bir neden)’e bağlamak, yormak, associate with, connect to; 2) (bir şey)’e mal etmek, atfetmek, ascribe to  
🗑
audience   dinleyiciler, izleyiciler, hazır bulunanlar  
🗑
authentic   otantik, hakiki, gerçek, genuine  
🗑
authorize   izin vermek, yetki vermek, permit, empower  
🗑
available   bulunabilir, (piyasada) bulunan, ulaşılabilir, (alıma / kullanıma) hazır, attainable, ready, accessible, usable  
🗑
availability   hazır bulunma, bulunabilirlik, edinilebilirlik, erişilebilirlik, zıt anl.; unavailability  
🗑
average to   ortalama olarak (bir miktar)’a karşılık gelmek  
🗑
avoid   (bir şey)’den kaçınmak / sakınmak / kurtulmak, escape, stay away, zıt anl.; contact, face, confront  
🗑
avoidable   kaçınılabilir, önlenebilir, evitable, avertable, zıt anl.; inevitable, unavoidable  
🗑
avoidance   (bir şey)’den kaçınma / sakınma / kurtulma, escape, staying away, zıt anl.; contact, confrontation  
🗑
await   beklemek, gözlemek, expect  
🗑
aware of   (bir şey)’in farkında, zıt anl.; unaware of  
🗑
aware   bilinçli, farkında, alert, conscious, zıt anl.; unconscious  
🗑
awareness   farkında olma, perception, recognition, zıt anl.; unawareness  
🗑
awful   berbat, korkunç, terrible, horrible, zıt anl.; beautiful, nice  
🗑
B. C.   Milattan / İsa’dan önce, before Christ, zıt anl.; A. D. , anno Domini  
🗑
back up   desteklemek, arka çıkmak, support, reinforce, (In his time, there was hardly anyone to back up Darwin’s theories.  
🗑
back up with   (bir şey) ile desteklemek, arka çıkmak, support with, reinforce with  
🗑
balance   denge  
🗑
balancing (sıfat)   dengeleyici  
🗑
ban   yasaklamak, forbid, prohibit, bar, zıt anl.; allow, permit, (There was no ban on smoking on the train we travelled in.  
🗑
bare   yalın, çıplak, basit, mere  
🗑
barely   zar zor, güçlükle, çok az, hardly, zıt anl.; enough, sufficiently  
🗑
base on   (bir şey)’e dayandırmak, (bir şey)’in üzerine kurmak  
🗑
basic   temel, fundamental  
🗑
basis   temel, ana ilke  
🗑
battle (against / with)   ile / karşı savaşmak, mücadele etmek, fight (against / with)  
🗑
be affiliated with   (bir şey) ile ilgisi / ilişkisi olmak, be associated / connected with  
🗑
be alarmed by   (bir şey)’den ötürü korkuya / dehşete düşmek  
🗑
be anxious to do smt   bir şeyi yapmayı çok istemek  
🗑
be associated with   (bir şey) ile ilgisi / ilişkisi / bağlantısı olmak, be affiliated / connected with  
🗑
be at fault   kusurlu / hatalı olmak, be (in the) wrong  
🗑
be aware of   (bir şey)’in farkında olmak, be conscious of, realise  
🗑
be based in   (örn. bir kuruluş için) (bir yer)’de üslenmiş olmak, merkezinin (bir yer)’de bulunması  
🗑
be based on / upon   (bir şey)’e dayanmak, be built on, depend on  
🗑
be biased against   (bir şey)’e karşı önyargılı olmak, (bir şey)’in aleyhinde bir eğilime sahip olmak, (bir şey)’e karşı durmaya yatkın olmak  
🗑
be bothered with   (bir şey)’den ötürü rahatsız edilmek / rahatsızlık duymak  
🗑
be bound to   (bir şey yapması) kesin / kaçınılmaz olmak, be certain / sure to  
🗑
be bound up with   (bir şey) ile çok yakın ilişkisi / bağlantısı olmak  
🗑
be committed to   (bir şey)’e kendini adamak, devote oneself to  
🗑
be composed of   (bir şey)’den oluşmak, (bir şey)’den ibaret olmak, comprise, consist of  
🗑
be concerned about   (bir şey) hakkında kaygılanmak / endişe duymak  
🗑
be concerned with   (bir şey) ile ilgili olmak, (bir şey)’i konu etmek, be about, deal with  
🗑
be connected with   (bir şey) ile ilgisi / ilişkisi olmak, be associated / affiliated with  
🗑
be conscious of   (bir şey)’in farkında olmak, be aware of  
🗑
be convinced of   (bir şey)’e ikna olmak, inanmak  
🗑
be critical of   (bir şey)’e karşı eleştirel olmak, (bir şey)’i eleştirmek, criticize  
🗑
be delighted with   (bir şey)’e çok sevinmek  
🗑
be deprived of   (bir şey)’den mahrum olmak, lack  
🗑
be disposed to   (bir şey yapma) eğiliminde olmak, tend to, be inclined to  
🗑
be due   hak etmek, deserve  
🗑
be engaged in   (bir şey)’in içinde yer almak, (bir şey)’e dahil olmak, be involved in  
🗑
be entitled to   hakkı olmak, yetkisi olmak, be eligible for, (We are all entitled to equal protection under the law.  
🗑
be equipped with   (ekipman vs.) ile donanmış, donatılmış  
🗑
be expected   beklenmek, önceden kestirilmiş olmak, be foreseen / predicted, zıt anl.; be unforeseen / unpredicted  
🗑
be expected to do smt   bir şey yapması beklenmek  
🗑
be exposed to   (bir şey)’e maruz kalmak  
🗑
be fascinated by / with   (bir şey)’e kendini kaptırmak, be wrapped up in  
🗑
be for   desteklemek, lehinde olmak, support, favour, zıt anl.; be against  
🗑
be given to   (bir şey yapma) alışkanlığında olmak, huy edinmek  
🗑
be grounded   1) yere konmak, uçma izni olmamak; 2) temeli sağlam olmak, donanımlı olmak  
🗑
be home to   (bir şey)’e ev sahipliği yapmak, (bir şey)’in anavatanı olmak, harbour  
🗑
be in demand   (bir mal vs. için) talep olmak, aranmak, istenmek  
🗑
be in existence   meydanda olmak, var olmak  
🗑
be in possession of   (bir şey)’e sahip olmak, (bir şey)’i elinde bulundurmak, have  
🗑
be in the habit of   (bir şey yapma) alışkanlığında olmak  
🗑
be in the lead   başta gitmek, lider / önde olmak  
🗑
be in the making   yapım / kurulum / üretim aşamasında olmak  
🗑
be indicative of   (bir şey)’in göstergesi / habercisi olmak, be a sign of  
🗑
be involved in   1) (bir iş / yarış vs.)’nin içinde olmak, (bir iş / yarış vs.)’de yer almak, (bir şey)’e karışmak / katılmak, participate (in); 2) (bir şey) ile uğraşmak / görevli olmak  
🗑
be involved with   (bir şey) ile bağlantı / ilgi / ilişki içerisinde olmak, be in connection with  
🗑
be likely to   . . . eğiliminde olmak, . . . -ması muhtemel olmak, be disposed to, tend to  
🗑
be likened to   benzetilmek  
🗑
be limited to   (bir yer veya bir şey)’e sınırlandırılmış olmak  
🗑
be linked with / to   (bir konu vs.) ile bağlantılı / bağlantısı olmak  
🗑
be made up of   (bir madde vs.)’den yapılmak / oluşmak, be composed of  
🗑
be marked by   (bir şey) ile belirginleşmek  
🗑
be no better   daha iyi olmamak  
🗑
be not necessarily concerned with   her zaman / her durumda (bir şey) ile ilgili / alakalı olmamak, her durumda (bir şey) ile ilgilenmemek  
🗑
be noted for   (bir şey) ile ünlü / tanınmış olmak, be famous / well-known for  
🗑
be of importance   önem taşımak, önemli olmak, be important, be of significance  
🗑
be of interest   ilginç / ilgi çekici olmak, be interesting  
🗑
be on the horizon   ufukta belirmek  
🗑
be over   sona ermek, bitmek, end, zıt anl.; begin  
🗑
be pleased with   (bir şey)’den memnun / hoşnut olmak, be happy with  
🗑
be prejudiced against   (bir şey)’e karşı önyargılı olmak, be biased (against)  
🗑
be prepared for   (bir şey) için / (bir şey)’e karşı hazırlıklı olmak, be ready, zıt anl.; be unprepared for  
🗑
be present   var olmak, bulunmak, exist, zıt anl.; be absent  
🗑
be prey to   (bir şey)’e yenik düşmek, (bir şey)’in kurbanı olmak  
🗑
be quick to do smt   bir şey yapmakta çabuk davranmak / hızlı olmak  
🗑
be reduced to   (kötü) duruma düşmek, (bir şey) ile yetinmek zorunda kalmak  
🗑
be referred to as   . . . olarak anılmak, be called  
🗑
be related to   (bir şey) ile ilgili olmak  
🗑
be required to   (bir şey yapmak) zorunda olmak  
🗑
be responsible for   (bir şey)’den / (bir iş)’ten sorumlu olmak, in charge (of)  
🗑
be restricted to   (bir şey) ile kısıtlı / sınırlı olmak, be limited to  
🗑
be rumoured   söylentisi dolaşmak, ağızdan ağıza yayılmak  
🗑
be set on   kararlı / azimli olmak, be determined  
🗑
be short of   (bir şey)’in eksiği olmak, azalmış bulunmak, lack, (We are short of cheese.  
🗑
be situated   (bir yer)’de bulunmak, be located  
🗑
be subject to   (yasa, düzenleme vs.)’ye tabi olmak, maruz kalmak  
🗑
be subjected to   maruz kalmak / bırakılmak, tabi tutulmak, go through, undergo, experience  
🗑
be suited to   (bir şey)’e uygun olmak  
🗑
be supplied with   (bir şey) ile donatılmış / teçhiz edilmiş, be furnished with  
🗑
be supposed to   (bir şey) yapması gerekmek / yapmak zorunda olmak / yapması beklenir olmak, should  
🗑
be suspected of   hakkında (bir suç vs.)’den ötürü kuşku duyulmak  
🗑
be taken in   kanmak, aldanmak, be deceived  
🗑
be through   bitirmiş olmak, (I am through with this studies.  
🗑
be to   olacak olmak, (be to remain friends  
🗑
be unable to   yapamamak, başaramamak, elinden gelmemek, fail to, zıt anl.; be able to, succeed in / at  
🗑
be under way   bekleniyor olmak, yolda olmak, (bir iş, proje vs. için) yapılmakta olmak  
🗑
be unfamiliar with   (bir şey)’e aşina olmamak, yabancı olmak  
🗑
be up to   1) (bir şey)’i yapabilmek, be able to do / deal with; 2) bağlı olmak, be dependent on  
🗑
be welcomed by   (birisi) tarafından hoş karşılanmak  
🗑
be worth   (bir şey)’e değer olmak  
🗑
be wrapped up in   (kendini bir şey)’e kaptırmış olmak, (düşünce vs.)’ye dalmış olmak  
🗑
bear   1) katlanmak, kaldırmak, put up with; 2) sahip olmak, taşımak, üzerinde bulundurmak, have, carry, (The baby bears a strong resemblance to its grandfather.  
🗑
bear in mind   akılda tutmak, akıldan çıkarmamak  
🗑
bear out   1) desteklemek, support; 2) dışarı taşımak, carry out  
🗑
bear the brunt of smt   bir saldırıyı vs. göğüslemek (The soldiers in the front had to bear the brunt of the enemy attack.  
🗑
bearable   dayanılabilir, katlanılabilir  
🗑
become extinct   soyu / nesli tükenmek, be wiped out, (This dog race became extinct about 300 years ago.  
🗑
being   varlık, entity  
🗑
belie   örtmek, yanıltmak, conceal, deceive, zıt anl.; reveal  
🗑
belief   inanç, düşünce, opinion  
🗑
beneath   altına, altına doğru  
🗑
beneficial   yararlı, hayırlı, useful, helpful, zıt anl.; useless, harmful  
🗑
benefit   yaramak, yararına olmak, yarar / fayda sağlamak, advantage, work to the advantage of, zıt anl.; harm, damage  
🗑
benefit   yarar, fayda, advantage, use, zıt anl.; harm, loss  
🗑
benefit from   1) (bir şey)’den yarar / fayda sağlamak, yararlanmak, capitalise, profit from, zıt anl.; suffer; 2) (bir şey)’den ders çıkarmak, learn from  
🗑
benign   yumuşak, iyi huylu, zararsız, mild, zıt anl.; severe,malign  
🗑
benign applications   zararsız / kötücül olmayan uygulamalar  
🗑
benignly   yumuşakça, tehlikesizce, kindly, harmlessly, zıt anl.  
🗑
besides   yanında, yanı sıra, (bir şey)’den başka  
🗑
better   daha iyi hale gelmek / getirmek  
🗑
bewildering   şaşırtıcı, hayret veren, overwhelming, (There is a bewildering variety of activities in this new entertainment.  
🗑
beyond   ötesi(ne), dışı(na), out of  
🗑
beyond recognition   tanınmaz halde, unnoticeable, zıt anl.; apparent  
🗑
bind to   (bir şey)’e bağla(n)mak, fasten to, attach to, zıt anl.; free from, loosen from  
🗑
bitterly disappointed   şiddetli bir hayalkırıklığına uğramış  
🗑
blame with   suçu (bir kişi)’nin üstüne atmak, (bir şey) ile suçlamak, accuse of, zıt anl.; acquit of  
🗑
blame   suç, suçlama, kabahat, töhmet  
🗑
blanket   üstünü örtmek, (bir duyguyu vs.) örterek bastırmak, kaplamak, cover, suppress, zıt anl.; uncover  
🗑
bleed   kana(t)mak  
🗑
blend   karıştırmak, harmanlamak, mix, zıt anl.; separate  
🗑
block   tıkamak, engellemek, kesmek, kapamak, faaliyetini durdurmak, obstruct, cut off, zıt anl.; let go, release  
🗑
blockage   tıkama, tıkanma, blokaj, obstruction, zıt anl.; release  
🗑
blow   savurmak, üfürmek, (rüzgar) esmek  
🗑
blow out   üfleyerek söndürmek  
🗑
boast of   1) (kendisi) ile (aşırı) övünmek, brag; 2) (övünülecek bir şey)’e sahip olmak, own, possess  
🗑
boil over   1) kontrolden çıkmak; 2) kaynayarak taşmak  
🗑
bold   cesur, gözüpek, daring, zıt anl.; coward  
🗑
boost   arttırmak, yükseltmek, destek olmak, improve, increase, support, zıt anl.; prevent, undermine, lessen, lower, reduce  
🗑
booth   kabin, kulübe  
🗑
border   (ülke için) sınır  
🗑
boring (sıfat)   can sıkıcı, sıkıntı veren, dull, tiresome  
🗑
boundless   sınırsız, sonsuz, tükenmez, infinite, unlimited, zıt anl.; limited, scarce  
🗑
bountiful   cömert, generous  
🗑
branch off   kollara / dallara ayrılmak, diverge, subdivide  
🗑
branch out into   (başka yerleri vs. içine alacak kadar) genişlemek, yeni alanlara açılmak, bölünerek yeni işlere girişmek, expand, zıt anl.; shrink  
🗑
breadth   1) (bir uçtan bir uca) tamamı; 2) en, width, broadness  
🗑
break away   kırılıp / kopup ayrılmak  
🗑
break down   1) parçalara ayırmak, analiz etmek, analyze; 2) (motor vs. için) bozulmak, fail; 3) ruhen veya zihnen çökmek; 4) (kimyasal olarak) yıkmak / ayrıştırmak  
🗑
break into   1) (zorla) girmek, force an entry; 2) birden (bir şey yapmaya) başlamak, burst into  
🗑
break off   (birdenbire) dur(dur)mak, ara vermek  
🗑
break out   patlak vermek, birden ortaya çıkmak, erupt  
🗑
break out of   (hapishane vs.)’den kaçmak, escape (from)  
🗑
break through   (bir yerden engelleri aşarak) ilerlemek, zorla geçmek, pass through, force a way through  
🗑
break up   1) (gösteri vs. türden bir etkinliği) dağıtmak, bitirmek, sona erdirmek; 2) (daha küçük) parçalara ayırmak / ayrılmak  
🗑
breakthough   çığır açan şey, great innovation / discovery  
🗑
breakup   1) (gösteri, organizasyon vs. için) dağılma, bitme; 2) (daha küçük) parçalara ayrılma  
🗑
brief   kısa, short  
🗑
briefly   1) kısa bir süre için, for a short time; 2) kısaca, shortly  
🗑
bright   parlak  
🗑
brilliant   dahice, parlak, harika, intelligent, bright, wonderful  
🗑
brilliantly   harika bir şekilde  
🗑
bring in   1) (sorun, para, gelir vs.) getirmek, cause, earn; 2) (bir kişi)’yi veya (bir şey)’i (tanıdık bir ortama) getirmek, sunmak, introduce  
🗑
bring about   meydana getirmek, neden olmak, give rise, produce, effectuate, account for, (The new law brought about many complaints.  
🗑
bring down   1) aşağıya çekmek, azaltmak; 2) yıkmak, yerle bir etmek  
🗑
bring forth   yaratmak, meydana getirmek, yol açmak, doğurmak, get, produce, yield  
🗑
bring in   1) (birisini veya bir şeyi tanıdık bir ortama) getirmek, sunmak, introduce; 2) (para, gelir vs.) getirmek, earn  
🗑
bring off   başarmak, başarılı bir şekilde yapmak, accomplish  
🗑
bring on   ortaya çıkarmak, sebep olmak, produce  
🗑
bring out   (bir şey) geliştirmek, ortaya çıkarmak, neden olmak, develop, cause  
🗑
bring through   (birinin bir hastalığı, zor durumu vs.) atlatmasını sağlamak, save, pull through  
🗑
bring to an end   son vermek, terminate, zıt anl.; start, commence  
🗑
bring to the fore   ön plana çıkartmak  
🗑
bring under control   (bir durumu) kontrol altına almak  
🗑
bring up   1) gündeme getirmek, değinmek, refer (to); 2) çocuk yetiştirmek, raise  
🗑
bring up to   (bir toplama, miktara) ulaştırmak  
🗑
brisk   canlı, hareketli, hızlı ve enerji harcatan tarzda, energetic  
🗑
broad   geniş, geniş çaplı  
🗑
broaden   genişle(t)mek, expand, (Literature greatly broadens a doctor’s horizons.  
🗑
broadly   geniş çaplı, generally  
🗑
brutally   vahşice, cruelly, barbarously, zıt anl.; gently, humanely  
🗑
build on   1) üstüne çökmek, birikmek, (All the stress builds on my psychology and makes me depressive.  
🗑
build up   1) oluş(tur)mak, form; 2) büyümek, birikmek, accumulate, develop, amplify, gather, zıt anl.; lessen  
🗑
build-up   birikme, accumulation  
🗑
burden   külfet, yük, strain  
🗑
burn   yakmak / yanmak  
🗑
burnish   cilalamak, parlatmak, polish, wax, zıt anl.; tarnish  
🗑
by far   çokça, ziyadesiyle, fersah fersah, far and away  
🗑
by means of   vasıtasıyla, yoluyla, aracılığı ile, sayesinde, yöntemiyle, through  
🗑
by nature   özü / doğası sebebiyle, doğası gereği  
🗑
by no means   asla, katiyen, hiçbir şekilde, in no sense, certainly not  
🗑
by reference to   (birşey)’e göre / ilişkin olarak  
🗑
by this means   bu yolla, using this  
🗑
call   isimlendirmek, term  
🗑
call for   (bir şey) istemek, (bir şey)’i gerektirmek, ask, require, (Great necessities call for great leaders.  
🗑
call into question   sorgulamak  
🗑
call out   1) (yüksek sesle ad, numara vs.) söylemek; 2) (göreve / iş başına / yardıma) çağırmak  
🗑
calm (down)   sakinleş(tir)mek, pacify, zıt anl.; excite  
🗑
campaign   mücadele etmek, kampanya yapmak  
🗑
cancel out   ortadan kaldırmak, silip süpürmek, offset, wipe out  
🗑
cannot help   elinde olmamak, kendine hakim olamamak, (I can’t help eating chocolate even though I am on a diet.  
🗑
capability   yetenek, kabiliyet, kapasite, ability, capacity, zıt anl.; incompetence  
🗑
capable of   (bir şey)’i yapabilir / yapmaya gücü yeter, muktedir, able to, zıt anl.; incapable of, unable to  
🗑
capitalize on   (bir şey)’den yararlanmak, benefit from, exploit  
🗑
captivate   büyülemek, cezbetmek  
🗑
captivating   dikkat çeken  
🗑
capture   1) yakalamak, esir etmek, tutuklamak, fethetmek, imprison, catch, zıt anl.; release;  
🗑
care about   1) sevmek, hoşlanmak, be fond of; 2) (bir fikir vs.)’ye ilgi duymak / ile ilgilenmek  
🗑
care for   1) özen göstermek; 2) hoşlanmak  
🗑
carefully   dikkatli / titiz bir şekilde  
🗑
careless   dikkatsiz, özensiz, zıt anl.; careful  
🗑
carry on   devam etmek, sürdürmek, continue, persevere, conduct, zıt anl.; give up  
🗑
carry out   yapmak, uygulamak, gerçekleştirmek, yerine getirmek, accomplish, fulfil, implement, perform, conduct, (The experiments were carried out by Dr. Preston.  
🗑
case   1) vaka, olay, event; 2) dava; 3) durum, incident, situation  
🗑
casual   1) tesadüfi, rastgele, gayriresmi, accidental, incidental, informal, zıt anl.; deliberate, formal; 2) profesyonel olmayan, (bir şey)’i arada bir yapan, zıt anl.; professional  
🗑
catastrophic   feci, felaket getiren, disastrous  
🗑
catch up to / with   (birinin ya da bir şeyin) (hızı)’na, (seviyesi)’ne vs. yetişmek, draw near, zıt anl.; fall behind  
🗑
categorize   sınıflandırmak, classify  
🗑
cause   neden olmak, yol açmak  
🗑
cause   1) amaç, gaye, hedef, dava, ülkü, purpose, objective; 2) neden, sebep, reason  
🗑
caution   1) ihtiyat, alertness, attention, zıt anl.; recklessness; 2) uyarı, ikaz, warning  
🗑
caution   uyarmak, ikaz etmek, warn  
🗑
cautious   ihtiyatlı, tedbirli, sakıngan, careful, prudent, zıt anl.; careless, thoughtless  
🗑
cautiously   ihtiyatlı, tedbirli, dikkatlice, carefully, thoughtfully, zıt anl.; carelessly, (The infected wound was very cautiously drained, for it was close to an artery.  
🗑
cease   (bir şey yapmayı) durdurmak, durmak, sona er(dir)mek, stop, end, halt, quit, zıt anl.; begin, continue  
🗑
ceaselessly   durmaksızın  
🗑
celebrated   ünlü, meşhur, şöhretli  
🗑
celebrity   ünlü kimse  
🗑
celestial   gök ile ilgili, göksel  
🗑
central   merkezi, ana, main, fundamental, zıt anl.; peripheral, minor, secondary  
🗑
centre on / upon   (bir şey) üzerine yoğunlaşmak / odaklanmak, focus on, concentrate on, zıt anl.; disregard, overlook  
🗑
century   yüzyıl, asır  
🗑
certain   1) belli, fixed; 2) kesin, sure; 3) bazı, some  
🗑
certainly   kesinlikle, elbette ki, definitely, absolutely, zıt anl.; probably  
🗑
certainty   kesinlik, zıt anl.; uncertainty  
🗑
challenge   meydan okumak, kafa tutmak, (gücünü, yeteneğini vs.) sınamak, confront  
🗑
challenge   (insanameydan okuyan türden) zorluk, başarılması zor iş, (Mount Everest presented a challenge to Hillary.  
🗑
challenging   meydan okuyan, zorlayıcı, (gücünü, yeteneğini vs.) sınayan  
🗑
chances   şans  
🗑
change   değişiklik, değişim, alteration, modification, variety  
🗑
change into   (bir şey)’e dönüş(tür)mek, convert into  
🗑
change one’s mind   fikrini değiştirmek  
🗑
change over to   (bir şeyden bir şey)’e tamamen değiş(tir)mek, (The country has changed over from military to civilian rule.  
🗑
chapter   (örn. bir hikayedeki) bölüm, kısım, section, part  
🗑
characteristic   karakteristik özellik, (bir kişi ya da unsura) has özellik, feature  
🗑
characterize   nitelendirmek, tanımlamak, karakterize etmek, define, describe  
🗑
charge   1) hücum etmek, saldırmak, hamle yapmak, attack; 2) bir masrafı birinin hesabına geçirmek / yazmak; 3) (bir silahı vs. belli bir miktar patlayıcı ile) doldurmak  
🗑
charge with   (bir şey) ile itham etmek / suçlamak  
🗑
check   kontrol etmek  
🗑
check for   (bir şey bulmak) amacı ile kontrol etmek, (check the building for gas leakage  
🗑
chiefly   başlıca, en çok, her şeyden önce, mostly, above all  
🗑
choice   seçenek, seçim, çare, alternative, option  
🗑
circulate through   (bir şey)’in içinde deveran etmek / dolaşmak, go about in, move around in  
🗑
circumstance   olay, vaka, durum, koşul, keyfiyet, situation, case, incident, condition  
🗑
civil war   iç savaş  
🗑
civilization   medeniyet, uygarlık  
🗑
claim   talep / iddia etmek, demand, request, zıt anl.; disclaim, deny  
🗑
claim   iddia, talep, hak talebi, assertion, demand, request, zıt anl.; disclaimer  
🗑
clarify   açıklığa kavuşturmak, make clear, illuminate  
🗑
clarity   açıklık, berraklık, netlik  
🗑
class   sınıf, tabaka, zümre, caste  
🗑
classify   sınıflandırmak, break down, sort, group  
🗑
cleanse   temizlemek, arıtmak, yıkamak, clean, wash, zıt anl.; pollute  
🗑
clear   açık, bariz, aşikar, net, belirgin, obvious, zıt anl.; unclear  
🗑
clear away   1) kaybolmak, disappear; 2) ortadan kaldırmak, remove  
🗑
clear out of   (bir yer)’den sıvışmak, tüymek, slip out of  
🗑
clear up   1) (hastalık) gidermek, geç(ir)mek, iyileş(tir)mek, heal, cure; 2) tamamen temizlemek, ortadan kaldırmak, remove  
🗑
clearly   açıkça, açık ve net olarak, obviously  
🗑
clever   zeki(ce), akıllı(ca), smart  
🗑
climax   zirve, doruk  
🗑
closely   yakın şekilde, yakından, sıkı sıkıya, dikkatlice, tightly, strongly, carefully, zıt anl.; remotely, distantly  
🗑
clue   ipucu, işaret, hint, sign, evidence  
🗑
clumsy   hantal, kaba, biçimsiz, awkward, ungainly  
🗑
cluster   küme, grup, dizi, group  
🗑
coherent   tutarlı, uygun, ahenkli, mantıklı, consistent, rational, zıt anl.; incoherent  
🗑
coincide with   (bir şey) ile rastlaşmak, (aynı zamana) denk gelmek, coexist, accompany, zıt anl.; differ, deviate  
🗑
coincidental   rastlantısal, tesadüfi  
🗑
collaborate with   (birisi) ile işbirliği yapmak, beraber çalışmak, cooperate with  
🗑
collaboration   birlikte çalışma, işbirliği, cooperation  
🗑
collapse   göçmek, çökmek, yıkılmak, fall in, fall down, topple, fail, zıt anl.; succeed, triumph  
🗑
collapse   göçme, çökme, yıkılma, fall in, downfall, topple, failure, zıt anl.; success, triumph, (These flimsy houses are liable to collapse in a heavy storm.  
🗑
colleague   meslektaş, iş arkadaşı, peer  
🗑
collect   toplamak, biriktirmek  
🗑
collection   toplama, koleksiyon  
🗑
collective   kolektif, ortaklaşa, joint, shared, zıt anl.; individual, solo  
🗑
collide   çarpışmak, çarpmak, clash, crash  
🗑
collision   çarpışma, çatışma  
🗑
colonization   kolonizasyon, sömürgeleştirme  
🗑
combat with / against   savaşmak, mücadele etmek, fight with / against, struggle with / against, zıt anl.; surrender (to), compromise  
🗑
combination   birleşme, birleşim, birleştirme, mixture, unification, zıt anl.; dissolution  
🗑
combine   birleş(tir)mek, unite, embody, zıt anl.; separate  
🗑
come about   meydana gelmek, ortaya çıkmak, olmak, take place, arise  
🗑
come across   rastlamak, tesadüf etmek, encounter, meet, zıt anl.; avoid  
🗑
come along   1) gelmek, ulaşmak, birlikte gelmek; 2) ortaya çıkmak  
🗑
come by   1) önceden haber vermeden (birisinin) yanına uğramak, drop by; 2) elde etmek, edinmek, acquire  
🗑
come from   1) (bir şey)’den kaynaklanmak, result from; 2) (bir yer)’den gelmek, (oralı) olmak, ( I come from Manisa.  
🗑
come in   1) gelmek, ulaşmak, (haber vs. için) alınmaya başlamak, ortaya çıkmak, arrive, appear; 2) (şu versiyonlarda / şekillerde / renk seçeneklerinde / tiplerde) bulunmak, (These pencils come in seven different color choices.  
🗑
come into being   ortaya çıkmak, belirmek, come into existence, come to life, emerge  
🗑
come into force   yürürlüğe girmek, uygulanmaya başlamak, go into effect  
🗑
come on   sahneye / ortaya çıkmak, appear, show up, zıt anl.; go off, disappear  
🗑
come out   görünmek, açıklığa kavuşmak, appear, become clear  
🗑
come out against   (bir şey)’e karşı çıkmak, oppose  
🗑
come through   (beklendiği gibi) ulaşmak / varmak, arrive (as expected)  
🗑
come to an end   sona ermek, cease, terminate  
🗑
come to the attention of   (bir kişi)’nin dikkatini çekmek  
🗑
come to the fore   ön plana çıkmak  
🗑
come up   ortaya çıkmak / meydana gelmek, happen, zıt anl.; submerge, sink, disappear, (A light wind came up.  
🗑
come up with   (genellikle olumlu bir plan, fikir vs.) ileri sürmek / ortaya atmak, (karşılık, yanıt, fikir vs.) bulmak, ortaya atmak, önermek, (çözüm vs.) ile ortaya çıkmak, think of, suggest, (He has come up with some brilliant scheme to double his income.  
🗑
comfortable   rahat, konforlu  
🗑
comfortably   kolaylıkla, rahatça, well, at ease, happily, (We could live fairly comfortably with our father’s salary.  
🗑
command   hakim olmak, etkisi altına almak, kumanda etmek, influence, rule, be dominant over, zıt anl.; follow  
🗑
commence   başlamak, begin, start, initiate, set out, zıt anl.; cease, finish, terminate  
🗑
commendable   övgüye değer, praiseworthy, zıt anl.; unworthy  
🗑
comment on   fikrini söylemek, yorumda bulunmak, express, remark  
🗑
comment   yorum  
🗑
commercial   ticari  
🗑
commission   atamak, görevlendirmek, ısmarlamak, assign, delegate, order  
🗑
commit   1) söz vermek, taahhüt etmek, pledge; 2) (suç vs.) işlemek; 3) (intihar) etmek, (He committed suicide.  
🗑
commit oneself to   1) kendini adamak, bağlanmak, devote oneself to; 2) söz vermek, promise  
🗑
commitment   1) vaat, taahhüt, söz, yükümlülük, bağlılık, dedication, devotion, pledge, obligation, duty, promise; 2) (hapishane, akıl hastalıkları hastanesi gibi bir yere) kapat(ıl)ma  
🗑
common   olagelen, yaygın, prevalent, current, widespread, zıt anl.; rare, uncommon  
🗑
commonly   çoğunlukla, usually, zıt anl.; rarely, seldom  
🗑
commonplace   sıradan, olağan, bayağı, usual, ordinary, zıt anl.; exceptional, rare  
🗑
communicate with   (birisi) ile haberleşmek / iletişim kurmak, be in touch with  
🗑
community   1) topluluk, toplum, halk, society; 2) yerleşim yeri  
🗑
comparable to   (bir şey) ile karşılaştırılabilir / kıyaslanabilir, (bir şey)’e benzer, equivalent to  
🗑
comparatively   oransal olarak, nispeten, relatively  
🗑
compare with   (bir şey) ile karşılaştırmak / kıyaslamak, liken to  
🗑
compared to / with   (bir şey) ile karşılaştırıldığında, in comparison to / with  
🗑
comparison   karşılaştırma, ilişki, benzerlik, relation, similarity  
🗑
compatibility   uyumluluk, harmony, agreement, zıt anl.; incompatibility  
🗑
compatible   birbiriyle uyumlu, well-matched, zıt anl.; incompatible, discordant  
🗑
compel   zorlamak, mecbur etmek, force, oblige  
🗑
compelling   zorlayıcı, compulsive, zıt anl.; flexible  
🗑
compensate for   telafi etmek, make up for, (Nothing can compensate for the death of a loved one.  
🗑
compete with / against   (birisi / bir şey) ile rekabet etmek / yarışmak, rival with / against  
🗑
competency   yeterlik, kifayet, yetenek, ability  
🗑
competent   1) (dil, yetenek vs. için) iyi seviyede; 2) yetenekli, ehil, capable, able, zıt anl.; incompetent, unable  
🗑
competition   rekabet, yarışma  
🗑
competitive   1) rekabetçi, rekabete dayanan; 2) iddialı; 3) yarışma amaçlı  
🗑
competitor   rakip, rival  
🗑
compile   derlemek, oluşturmak, collect, accumulate, zıt anl.; disperse  
🗑
complain   şikayet etmek, yakınmak  
🗑
complaint   şikayet, yakınma, grievance  
🗑
complement   tamamlayıcı, supplement  
🗑
complete   tamamlamak, bitirmek, finish  
🗑
complete   bütün, eksiksiz, whole  
🗑
completely   tamamen, bütünüyle, entirely, totally, zıt anl.; partly, partially  
🗑
complex   karmaşık, complicated, zıt anl.; simple, straightforward  
🗑
complexity   karmaşıklık, çapraşıklık, complication, zıt anl.; simplicity  
🗑
compliance with   (kanun ya da kural)’a uygunluk  
🗑
complicated   karmaşık, anlaşılması güç, complex, intricate, zıt anl.; simple  
🗑
comply with   uymak, uygun davranmak, itaat etmek, conform to, abide by, zıt anl.; disregard, resist  
🗑
comprehend   1) (tam olarak) anlamak, kavramak, grasp, (As the patient failed to comprehend the seriousness of his situation, the surgeon made up her mind to frankly talk to his relatives.  
🗑
comprehensive   kapsamlı, geniş, etraflı, inclusive, overall, in depth, zıt anl.; exclusive, narrow, limited  
🗑
comprise of   kapsamak, içermek, (bir şeyler)’den oluşmak, oluşturmak, teşkil etmek, constitute, consist of, make up  
🗑
comprised of   (bir şey)’den oluşan, (bir şey)’den ibaret  
🗑
compromise   1) (karşılıklı ödün vererek) uzlaşmak, agree; 2) (bir işin sonucunu) tehlikeye atmak, riske sokmak  
🗑
compromise   (karşılıklı ödün vererek) uzlaşma, uyuşma, orta yol bulma, agreement, settlement  
🗑
compromised   zayıf düşmüş, weak  
🗑
compulsive   zorlayıcı, compelling, zıt anl.; flexible  
🗑
compulsively   önüne geçilmez bir şekilde, obsessively, zıt anl.; flexibly  
🗑
conceal   saklamak, gizlemek, hide, zıt anl.; reveal  
🗑
conceivable   akla yatkın, makul, reasonable, zıt anl.; inconceivable  
🗑
conceive   1) anlamak, kavramak, algılamak, düşünmek, tasarlamak, think, consider, devise, (Not very many people can conceive the works of modern art.  
🗑
concentrate on   (bir şey)’e odakla(n)mak / yoğunlaş(tır)mak, focus on  
🗑
concentration   1) yoğunluk, density, intensity; 2) yoğunlaşma, odaklanma, intensification, focusing  
🗑
concept   konu, kavram  
🗑
conception   1) kavram, düşünce, görüş, concept, idea, notion; 2) gebe kalma, gebelik, pregnancy  
🗑
conceptual   kavramsal  
🗑
concern   ilgilendirmek, endişelendirmek  
🗑
concern   1) ilgi, ilgilenilen şey, interest, zıt anl.; indifference, neglect; 2) kaygı, worry, (There is a lot of public concern over dangerous toxins recently found in some food.  
🗑
concerned with   (bir şey) ile ilgili / alakalı  
🗑
concerning   (bir şey / kişi) ile alakalı / ilgili olarak, (bir şey / kişi)’yi ilgilendiren, regarding, relating to  
🗑
concession   imtiyaz, privilege  
🗑
conclude   1) sonuç çıkarmak, determine; 2) bitirmek, sonuçlandırmak, complete  
🗑
conclusion   1) karar, decision; 2) sonuç, netice, çıkarım, result, outcome, deduction  
🗑
conclusive   1) kesin, son, nihai, definite, final, zıt anl.; questionable, uncertain; 2) ikna edici, inandırıcı, convincing, zıt anl.; unconvincing  
🗑
conclusively   1) kesin olarak, nihai olarak, definitely, finally, indisputably, zıt anl.; questionably, (A case of malpractise is difficult to prove conclusively.  
🗑
concrete   1) somut, actual, solid, tangible, zıt anl.; abstract, intangible, (What sort of concrete evidence do you have to show us?  
🗑
condemn   kınamak, ayıplamak, suçlu bulmak, blame, zıt anl.; acquit  
🗑
condition   1) şartlandırmak, etkilemek, equip, adapt; 2) şart koşmak  
🗑
condition   1) hal, durum, situation; 2) şart, koşul, requirement; 3) rahatsızlık, hastalık  
🗑
conditional   koşullara bağlı, contingent, zıt anl.; unconditional  
🗑
conduct   1) (deney, araştırma vs.) yürütmek, yönetmek, uygulamak, administer, carry out, perform; 2) iletmek, götürmek, yön vermek, transmit, convey  
🗑
confidence   güven, itimat, trust, zıt anl.; distrust  
🗑
confident   güvenli, emin, sır paylaşılabilir, kendinden emin, trustworthy, sure of oneself  
🗑
confidential   gizli, secret, zıt anl.; open, public  
🗑
confidently   güvenle, fearlessly  
🗑
confine to   1) (bir alan)’a hapsetmek, imprison in; 2) (yatağa, eve vs.) bağlamak, tutmak, (bir şey) ile sınırlandırmak, limit to, restrict to  
🗑
confined to   1) (bir şey) ile sınırlı, (yatağa, eve vs.) bağlı, limited to, restricted to; 2) hapis, imprisoned, (The problem of underdevelopment does not appear to be confined only to a few African countries.  
🗑
confined to bed   yatağa bağlı / mahkum, yatalak, bedridden  
🗑
confinement   hapsedilme, kapatılma  
🗑
confirm   teyit etmek, doğrulamak, validate, affirm, substantiate, zıt anl.; deny, disprove  
🗑
conflict with   (birisi) ile çatışmak / çekişmek, clash with, disagree with, zıt anl.; agree with, conform to  
🗑
conflict   anlaşmazlık, ihtilaf, çatışma, disagreement, fight, zıt anl.; accord, peace  
🗑
conflicting   (birbiriyle) çatışan, çelişen, üzerinde anlaşılamayan, ihtilaflı, contradictory  
🗑
conform to / with   (bir şey)’e uymak / uygun davranmak, comply with, abide by, zıt anl.; object to, oppose, conflict with  
🗑
confront   (olumsuz bir şey) ile yüzleşmek, (istenmeyen bir şey / bir kişi) ile karşı karşıya gelmek / karşılaşmak, face, challenge, zıt anl.; avoid, retreat from  
🗑
confrontation   karşı karşıya gelme, çatışma  
🗑
confuse   1) (kavramları) birbirine karıştırmak, mix up; 2) aklını karıştırmak, şaşırtmak, puzzle, zıt anl.; clarify  
🗑
confused   şaşkın, sersem, kafası karışık, bewildered  
🗑
confusion   1) kafa karışıklığı, şaşkınlık, perplexity, zıt anl.; clarity; 2) düzensizlik, disorder, zıt anl.; order  
🗑
congestion   tıkanıklık, sıkışıklık, izdiham, blockage  
🗑
connect with   1) (bir şey) ile birleş(tir)mek; 2) ilgi kurmak; 3) (taşıtlar için) aktarmalı hat içinde olmak / bulunmak  
🗑
connection   bağlantı, alaka, relationship  
🗑
conscious   bilinçli, farkında, bilinci yerinde, alert, aware, zıt anl.; unconscious, unaware  
🗑
consecutive   art arda, peş peşe, successive  
🗑
consecutively   ardışık olarak, arka arkaya, successively  
🗑
consensus   oy / görüş birliği, unanimous vote / opinion  
🗑
consequence   sonuç, semere, (bir şeyin ardından gelen) etki, result, effect, zıt anl.; cause, source  
🗑
consequent on   (bir şey)’in sonucunda ortaya çıkan, sonucu olan  
🗑
consequently   sonuç olarak, dolayısıyla, bu nedenle, accordingly, subsequently, as a result, therefore  
🗑
conservation   muhafaza etme, koruma, doğal kaynakları ya da çevreyi koruma, (One of the aims of TEMA Foundation is to make people realise the importance of conservation.  
🗑
conservative   1) muhafazakar, tutucu; 2) (tedavi, ameliyat vb. durumlarda) aşırı / ağır tedavi girişimlerine başvurmayan, koruyucu, organ bütünlüğünü koruyan  
🗑
conserve   korumak, (enerji, güç vs.) saklamak, dikkatli / tutumlu kullanmak, economise (on), zıt anl.; waste  
🗑
consider   1) (öyle olduğuna) inanmak, assume, regard, deem; 2) düşünmek, akılda tartmak, think about; 3) dikkate almak, göz önünde tutmak, take into account; 4) üzerinde düşünmek, think over  
🗑
consider to be   (bir şey) olarak görmek / kabul etmek, consider as  
🗑
considerable   önemli, hatırı sayılır, büyük, hayli, fazla, sizable, substantial, zıt anl.; little, insignificant  
🗑
considerably   epeyce, oldukça, significantly, quite a lot, zıt anl.; slightly, (Large windowsmake the car feel considerably bigger.  
🗑
consideration   ilgi, düşünce, özen, solicitude, zıt anl.; unconcern, disregard  
🗑
considering (that)   . . . dikkate alındığında, (bir şey)’e gelince, (bir şey) konusunda, as regards  
🗑
consist of   (bir şey)’den meydana gelmek / ibaret olmak, be made up of  
🗑
consistent   tutarlı, coherent, steady, undeviating, zıt anl.; changing, inconsistent  
🗑
consistently   tutarlı / değişmez bir şekilde, invariably, zıt anl.; divergently  
🗑
constant   1) sürekli, devamlı, continuous, perpetual, relentless, zıt anl.; terminable; 2) sabit, değişmez, invariable, unvarying, stable, fixed, zıt anl.; variable  
🗑
constantly   devamlı, sürekli, invariably, continually, perpetually, zıt anl.; rarely, seldom, never  
🗑
constitute   1) oluşturmak, comprise, make up; 2) kurmak, tesis etmek, establish  
🗑
construct   1) kurmak, yapmak, form, compose; 2) inşa etmek, build  
🗑
construction   inşaat, yapı  
🗑
constructive   yapıcı, yardımcı, positive, helpful, zıt anl.; destructive  
🗑
consult smo over smt   birisine, bir şey hakkında / konusunda danışmak, confer smo on smt, seek advice from smo about smt  
🗑
consultation   danışma, müzakere, conference, discussion  
🗑
consume   1) (yiyecek, içecek vs.) tüketmek, eat, drink; 2) bitirmek, tüketmek, harcamak, use up, deplete, zıt anl.; add, restock  
🗑
consumer   1) tüketici; 2) piyasada bulunan / herkesin satın alabileceği (şey)  
🗑
consumption   tüketim, yeme-içme  
🗑
contact   temasa / bağlantıya geçmek, dokunmak  
🗑
contain   1) kontrol altına almak, kontrol altında tutmak, control, zıt anl.; spread, (Our priority is to contain the spread of this fatal disease.  
🗑
contamination   1) bulaştırma, bulaşık, kirlenme, pislik, pollution, blemish; 2) (radyasyon vs. sızıntısı nedeniyle oluşan) kirlilik  
🗑
contemplate   1) (bir şey) üzerinde düşünmek, düşünüp taşınmak, tasarlamak; 2) seyretmek  
🗑
contemporary   1) (birisinin) çağdaşı (olan), aynı çağda (yaşamış olan); 2) çağdaş, güncel, yaşıt, modern, current, zıt anl.; archaic, ancient  
🗑
content   1) içerik, composition; 2) memnun, hoşnut, happy, satisfied  
🗑
contentment   tatmin, memnuniyet, hoşnutluk, satisfaction, zıt anl.; discontentment, dissatisfaction  
🗑
contest   1) yarışma, mücadele, çekişme, competition, challenge, zıt anl.; cooperation; 2) karşı çıkmak, itiraz etmek  
🗑
context   bağlam, içerik, çevre ve koşullar  
🗑
continual   sürekli, devamlı, kesintisiz, constant, perpetual  
🗑
continually   devamlı, sürekli, constantly, perpetually  
🗑
continuously   daima, sürekli olarak, constantly, perpetually, zıt anl.; never, rarely  
🗑
contradict   aksini söylemek, yalanlamak, çelişmek, ters düşmek, oppose, deny, zıt anl.; agree  
🗑
contradiction   çelişki, aykırılık, tutarsızlık, conflict, inconsistency, zıt anl.; agreement  
🗑
contradictory   çelişkili, tutarsız, conflicting, inconsistent, zıt anl.; confirming, consistent  
🗑
contrary   ters, karşıt, zıt, aksi, opposite, (It is impossible to reconcile such contrary viewpoints.  
🗑
contrary to   karşın, aksine, as opposed to  
🗑
contrast   karşıtlık, zıtlık, fark, difference, distinction, zıt anl.; similarity, likeness  
🗑
contrasting   (birbirine) zıt olan, farklı, karşıt, different, distinct, zıt anl.; similar, alike  
🗑
contribute to   katkıda bulunmak, support, help  
🗑
contribution to   katkı, (He was awarded a prize for his contribution to world peace.  
🗑
controllable   denetlenebilir, kontrol edilebilir  
🗑
controversial   tartışma konusu olan, tartışmalı, ihtilaflı, debatable, zıt anl.; uncontroversial, unquestionable  
🗑
controversy   tartışma, çekişme, anlaşmazlık, debate, argument, dispute, zıt anl.; agreement, unanimity  
🗑
convenience   uygunluk, rahatlık, elverişlilik, comfort, facility, suitability  
🗑
convenient   elverişli, kullanışlı, müsait, uygun, useful, suitable, zıt anl.; inconvenient  
🗑
convention   uygulama, gelenek, practice, tradition  
🗑
conventional   geleneksel, konvansiyonel, traditional, (The country has the ability to use conventional as well as nuclear weapons.  
🗑
conventionally   konvansiyonel / geleneksel olarak, traditionally  
🗑
conversely   tersine, aksine, contrarily  
🗑
convert into   değiştirmek, dönüştürmek, çevirmek, transform, turn into, change into  
🗑
convertible   değiştirilebilir, çevrilebilir, versatile, zıt anl.; inflexible, rigid  
🗑
convey   1) iletmek, taşımak, pass along; 2) bildirmek, express  
🗑
convict of   suçlu bulmak, mahkum etmek, declare guilty of, zıt anl.; acquit of, release  
🗑
convince of   inandırmak, ikna etmek, persuade, talk into  
🗑
convincing   inandırıcı, ikna edici, conclusive, credible, zıt anl.; far-fetched, unconvincing  
🗑
convincingly   doyurucu / inandırıcı bir şekilde, satisfactorily  
🗑
cooperate with   (birisi) ile işbirliği yapmak, beraber çalışmak, collaborate with  
🗑
cooperation   işbirliği, beraber çalışma, collaboration  
🗑
coordinate   bir arada idare etmek, manage  
🗑
cope with   (bir sorun vs.) ile baş etmek, başa çıkmak, üstesinden gelmek, deal with, manage, handle, tackle, zıt anl.; mismanage  
🗑
correctivemeasure   düzeltici / iyileştirici önlem  
🗑
correlate   karşılıklı ilişkisi olmak  
🗑
correspond to   (bir şey)’e karşılık gelmek / tekabül etmek  
🗑
correspondence   mektuplaşma, yazışma  
🗑
corresponding   karşılık olan, tekabül eden  
🗑
corruption   yolsuzluk, bozulma, yozlaşma, rüşvetçilik, dishonesty  
🗑
cost   mal olmak, fiyatı / bedeli . . . olmak  
🗑
costly   maliyetli, pahalı, expensive, zıt anl.; cheap, inexpensive  
🗑
counsel   öğütlemek, öğüt vermek, advise, suggest  
🗑
counter   karşı gelmek, karşılık vermek, gidermek, respond, oppose, ward off  
🗑
countermeasure   karşı tedbir  
🗑
counterpart   akran, muadil, karşılık, peer  
🗑
countless   sayısız, innumerable, myriad, zıt anl.; few, limited, (Once, there were countless ridiculous arguments among public that AIDS was confined to heterosexuals.  
🗑
course   1) gidişat, süreç, progress; 2) ders, kurs; 3) yön, rota, route  
🗑
court   mahkeme, tribunal  
🗑
cover   1) örtmek, kaplamak, encase; 2) kapsamak, içermek, involve, encompass, zıt anl.; leave out  
🗑
cradle   1) beşik (bir medeniyetin vs. doğduğu ve geliştiği yer); 2) beşik (bebeğin yatırıldığı sallanır yatak)  
🗑
crave   çok istemek, (bir şey)’e can atmak, aşermek, die for, zıt anl.; detest  
🗑
craving   şiddetli arzu / özlem, aşerme  
🗑
create   yaratmak, oluşturmak, produce  
🗑
credibility   inanılırlık, güvenilirlik, reliability  
🗑
credible   inanılır, güvenilir, believable, reliable, zıt anl.; incredible, unreliable  
🗑
crime   suç  
🗑
criminal   1) suç oluşturan, suça ait; 2) suçlu; 3) (mahkemenin türü için) ceza, ağır ceza  
🗑
criterion   (çoğul: criteria) ölçüt, kriter  
🗑
critical   1) kritik, ciddi, yaşamsal, hayati, çok önemli, significant, vital, crucial, essential, zıt anl.; insignificant, trivial; 2) (görüş, yaklaşım vs. için) eleştirel  
🗑
criticize   eleştirmek  
🗑
crop   ekin, ürün, mahsul, harvest  
🗑
crowded   kalabalık  
🗑
crucial   can alıcı, kritik, çok önemli, pivotal, vital, zıt anl.; trivial, insignificant, (It is crucial that everyone strictly obeys the rules during the experiment.  
🗑
crucially   can alıcı bir şekilde, essentially, significantly  
🗑
culminate   1) sonuçlanmak, end, zıt anl.; begin, start; 2) doruğa varmak, climax  
🗑
culprit   suçlu, guilty, offender, zıt anl.; innocent  
🗑
cultivate   geliştirmek, zenginleştirmek, yetiştirmek, (toprağı) işlemek, develop, enrich  
🗑
culture   1) kültür; 2) (bir bakteri vs. için) kültür analizi yapılması  
🗑
curb   kısıtlamak, sınırlamak, gem vurmak, restrain, limit  
🗑
cure   iyileştirmek, tedavi etmek, remedy, relieve, treat  
🗑
cure (isim)   şifa, tedavi, çare, ilaç, remedy, relief  
🗑
curious   1) tuhaf veya benzersiz olması nedeniyle ilgi çeken; 2) meraklı  
🗑
current   akıntı, akım  
🗑
current (sıfat)   1) şimdiki, halihazırdaki, contemporary, present, güncel; 2) cari  
🗑
currently   şu sıralarda, bu günlerde, hâlihazırda  
🗑
curtail   azaltmak, kısaltmak, decrease, shorten, zıt anl.; increase, prolong  
🗑
custom   gelenek, adet, tradition  
🗑
customary   alışılmış, adet olan, accepted, common, zıt anl.; unusual, abnormal  
🗑
customize   isteğe göre küçük değişiklikler yapmak, modifiye etmek, modify, alter, zıt anl.; keep, preserve  
🗑
cut   kesmek, kısmak, azaltmak, kesinti yapmak  
🗑
cut   kesinti, kısıntı  
🗑
cut down on   (bir şey)’i kısmak / azaltmak, reduce, restrict, decrease, economise on, zıt anl.; increase, waste  
🗑
cut free from   (bağlayan bir şeyi) keserek (başka bir şey)’i serbest bırakmak, serbest kalmak  
🗑
cut off   (nefes / yol) kesmek, tıkamak, block  
🗑
cut off from   (aile vs.)’den ayrı kalmak / ayırmak, ilişkisini kesmek, separate, zıt anl.; reunite with  
🗑
cut out   (belli bir biçimde) kesip çıkarmak, (bir metinden vs.) çıkarmak, silmek, cut off  
🗑
cycling   bisiklete binme  
🗑
daily   gündelik, günlük, day-to-day  
🗑
dairy   süt ürünleri  
🗑
damage   zarar / hasar vermek, bozmak, harm  
🗑
damage   hasar, zarar, yara, harm, injury, wound  
🗑
danger   tehlike, risk, hazard, risk  
🗑
dare to   (bir şey)’i göze almak, (bir şey)’e cesaret etmek, venture  
🗑
date back to   (belli bir yıl vs.)’ye tarihlenmek, tarihine uzanmak, date from, date to, be dated to  
🗑
date from   tarihinden kalmak, tarihinden başlamak  
🗑
daunting   yıldırıcı, göz korkutucu, discouraging  
🗑
daytime   gündüz  
🗑
deadly   öldürücü, fatal  
🗑
deal with   1) (bir ey)’i idare etmek, üstesinden gelmek, cope with, tackle, manage; 2) (bir ey)’i ele almak, ilgilenmek, get involved in, manage, zıt anl.; disregard, ignore  
🗑
dealings   iş, alışveriş, iş ilişkisi, ilişki, business, relations  
🗑
debate   tartışmak, müzakere etmek, argue, discuss  
🗑
debate   tartışma, müzakere, argument, discussion  
🗑
debilitate   kuvvetten düşürmek, zayıflatmak, takatini kesmek, incapacitate, undermine, weaken, zıt anl.; invigorate, strengthen  
🗑
debilitating   güçten düşüren, zayıflatan, incapacitating, zıt anl.; invigorating  
🗑
decade   on yıl  
🗑
decay   çürü(t)mek, decompose  
🗑
decay   1) yıkılma, çürüme, bozulma, azalma, collapse, corrosion, degeneration, decline; 2) (radyoaktif) bozunma  
🗑
deceive   aldatmak, kandırmak, mislead, delude  
🗑
decent   saygın, makul, aklı başında, muntazam, respectable, acceptable, proper, zıt anl.; indecent  
🗑
deception   aldatma, aldanma, hile, düzen, deceit, fraud, zıt anl.; honesty  
🗑
deceptive   aldatıcı, yanıltıcı, false, misleading, zıt anl.; straightforward, upright  
🗑
decision   karar  
🗑
decisive   kesin, belirleyici, net, kararlı, definite, zıt anl.; indecisive, questionable  
🗑
decisively   kesin olarak, kararlı bir biçimde, certainly, determinately  
🗑
declaration   ilan, bildiri, announcement  
🗑
declare   ilan etmek, bildirmek, make known, announce, zıt anl.; deny, revoke  
🗑
decline   azalmak, düşmek, gerilemek, çökmek, drop, decay, deteriorate, zıt anl.; increase, progress, recover  
🗑
decline   azalma, düşüş, gerileme, çöküş, drop, decay, deterioration, zıt anl.; upturn, progress, recovery  
🗑
decrease   azal(t)mak, düş(ür)mek, eksil(t)mek, diminish, zıt anl.; increase  
🗑
dedicate to   vermek, adamak, devote to  
🗑
deduce from   (bir şey)’den (bir şey) anlamak, (anlam) çıkarmak, çıkarsamak, infer from, realize  
🗑
deduction   mantıksal çıkarım, mantık yürütülerek varılan yargı, implication  
🗑
deed   eylem, iş, fiil, achievement, action  
🗑
deem   saymak, addetmek, regard  
🗑
deeply   derinden, derinlemesine, profoundly, intensely, zıt anl.  
🗑
defeat (fiil )   bozguna uğratmak, yenmek, overthrow  
🗑
defeat   bozgun, yenilgi, zıt anl.; victory  
🗑
defect   kusur, bozukluk, eksiklik, imperfection, deficiency, zıt anl.; excellence  
🗑
defective   kusurlu, bozuk, eksik, imperfect, deficient, zıt anl.; flawless, excellent  
🗑
defer   ertelemek, geciktirmek, put off, retard, zıt anl.; expedite  
🗑
defiantly   cüretkar / küstah / meydan okuyan bir şekilde, boldly, rebelliously  
🗑
deficiency   eksiklik, yetersizlik, kusur, inadequacy, insufficiency, shortage, zıt anl.; adequacy, sufficiency, excess  
🗑
deficit   açık, yetersizlik, inadequacy, shortage, zıt anl.; excess, surplus  
🗑
define   tanımlamak, specify, designate  
🗑
definite   kesin, net, certain, zıt anl.; indefinite  
🗑
degenerate   yozlaşmak, dejenere olmak, deteriorate  
🗑
degenerate   yozlaşmış, soysuz, dejenere, corrupt, deteriorated, zıt anl.; healthy  
🗑
degrade   düşürmek, kötüleştirmek, disgrace, put down, take down, zıt anl.; aggrade  
🗑
degree   büyüklük, derece (etki, bilgi vs.)  
🗑
delay   geciktirmek, ertelemek, hold up, slow down, postpone  
🗑
delay   gecikme, retardation  
🗑
delayed   gecikmiş, geç  
🗑
delegate   görevlendirmek, (bir işi) devretmek, commission, empower  
🗑
delegate   delege, temsilci  
🗑
deliberate   1) kasıtlı, on purpose; 2) temkinli, careful  
🗑
deliberately   kasten, bile bile, intentionally, on purpose, zıt anl.; accidentally, unintentionally  
🗑
delicate   nazik, narin, hassas, fragile, subtle, tender, zıt anl.; tough, solid, rugged  
🗑
delight   sevinç, memnuniyet, keyif, joy, pleasure  
🗑
delight   sevindirmek, memnun etmek, keyif vermek, please  
🗑
deliver   teslim etmek, vermek, bırakmak, dağıtmak, mesaj iletmek, transfer, hand over, distribute, send, zıt anl.; keep, retain  
🗑
delivery   1) teslim, dağıtım, handing over, distribution; 2) (bir annenin) bebek doğurması, doğum, giving birth  
🗑
demand   talep etmek, istemek, request, claim, call for  
🗑
demand   1) talep, claim, request, zıt anl.; supply; 2) ihtiyaç, need; 3) durum, (bir durumun) gerektirdikleri, requirement  
🗑
demanding   (çok çaba, ilgi vs.) isteyen / bekleyen, zorlu (örn. a demanding job  
🗑
demolish   yok etmek, ortadan kaldırmak, destroy, exterminate, wipe out, zıt anl.; preserve, restore, construct  
🗑
demonstrate   kanıtlamak, göstermek, illustrate, depict  
🗑
denote   göstermek, belirtmek, anlamına gelmek, stand for, point to, mean  
🗑
denounce   kınamak, condemn, zıt anl.; praise  
🗑
dense   yoğun, sık  
🗑
densely   yoğun bir şekilde, heavily, zıt anl.; loosely, sparsely  
🗑
density   özkütle, yoğunluk (bir maddenin birim hacimdeki ağırlığı)  
🗑
deny   yadsımak, yalanlamak, reddetmek, yoksun bırakmak, refuse, reject, zıt anl.; admit, accept  
🗑
departure   1) ayrılış, kalkış, leaving, take-off, moving out; 2) sapma, deviation, divergence  
🗑
depend on / upon   (bir şey)’e bağımlı / bağlı olmak, rely on, zıt anl.; be independent (from)  
🗑
dependent on   (bir şey)’e bağımlı, reliant (on), zıt anl.; independent, self-reliant  
🗑
depict   betimlemek, anlatmak, resmetmek, describe, picture  
🗑
depiction   betimleme, resmetme, description, picture  
🗑
deplete   tüketmek, bitirmek, exhaust, consume, zıt anl.; add, restock  
🗑
deploy   konuşlan(dır)mak,mevzilen(dir)mek, bir plana göre yerleş(tir)mek, position  
🗑
deposit   koymak, bırakmak, yığmak, place  
🗑
depressed   1) morali bozuk, depresyonda, lowspirited; 2) azalmış, miktarı düşmüş, down  
🗑
deprivation   yoksunluk, mahrumiyet, lacking, zıt anl.; availability, surplus  
🗑
deprive of   (bir şey)’den yoksun bırakmak / mahrum etmek, strip of, zıt anl.; offer, supply with  
🗑
derive from   (bir şey)’den elde etmek / çıkarmak / türe(t)mek, obtain from, originate from  
🗑
descend   alçal(t)mak, in(dir)mek, lower, zıt anl.; ascend  
🗑
descend from   (bir kişi)’nin soyundan gelmek, originate from  
🗑
describe   betimlemek, resmetmek, anlatmak, depict, picture, explain  
🗑
description   betimleme, tarif, eşkal, depiction, picture  
🗑
desert   terk etmek, bırakmak, abandon, leave  
🗑
deserve   (iyi ya da kötü anlamda) hak etmek, layık olmak, earn  
🗑
deservedly   haklı olarak, hak ettiği gibi, justly  
🗑
design   dizayn etmek, tasarım yapmak, tasarlamak, geliştirmek, düzenlemek, formulate, invent, organise, devise  
🗑
design   dizayn, tasarım  
🗑
designate   1) belirtmek, işaret etmek, specify; 2) atamak, görev vermek, assign  
🗑
desirable   arzulanır, çekici, cazip, preferred, attractive, zıt anl.; undesirable, unsuitable  
🗑
desire   istemek, arzu etmek  
🗑
desire   arzu, şiddetli istek  
🗑
desired   istenen, elde edilmesi amaçlanan, required, zıt anl.; undesired  
🗑
desolate   1) terk edilmiş, ıssız, boş, abandoned; 2) harap, perişan, destroyed; 3) yalnız, kimsesiz, solitary  
🗑
desperate   1) çaresiz, helpless; 2) ümitsiz, hopeless, zıt anl.; hopeful, promising  
🗑
despise   küçümsemek, hor görmek, adam yerine koymamak  
🗑
despite   (bir şey)’e karşın / rağmen, in spite of, regardless of  
🗑
destination   hedef, gidilecek yer, varış yeri  
🗑
destiny   kader, yazgı, talih, kısmet, fate  
🗑
destroy   yok etmek, ortadan kaldırmak, demolish, exterminate, wipe out, zıt anl.; preserve, restore, construct  
🗑
destruction   yıkım, yok etme, imha, extermination, zıt anl.; construction, renovation  
🗑
destructive   yıkıcı, zararlı, devastating, detrimental, zıt anl.; constructive, (This missile has sufficient destructive power to blow up a battleship.  
🗑
destructively   yıkıcı olarak, yıkıcı bir şekilde, damagingly, harmfully, zıt anl.; constructively  
🗑
detail   ayrıntı, detay  
🗑
detain   gözaltına almak, alıkoymak, apprehend, withhold, zıt anl.; release, liberate  
🗑
detect   ortaya çıkarmak, bulmak, fark etmek, keşfetmek, discover, identify  
🗑
detectable   bulunabilir, saptanabilir, noticeable  
🗑
detention   alıkoyma, engelleme, tutuklama, tevkif, restraint, custody, zıt anl.; release  
🗑
deter from   (bir şey)’den caydırmak / vazgeçirmek, discourage, inhibit, zıt anl.; encourage, promote  
🗑
deteriorate   bozulmak, kötüleşmek, decline, worsen, zıt anl.; recover  
🗑
deterioration   kötüleşme, bozulma, decline, worsening, zıt anl.; enhancement, improvement  
🗑
determine   1) belirlemek, saptamak, establish, find out, calculate; 2) karar vermek, amaçlamak, decide, resolve, shape  
🗑
determined   kararlı, azimli, decisive, persistent, zıt anl.; irresolute, hesitating  
🗑
detract from   eksiltmek, (değerinden, öneminden, kalitesinden) düşürmek, belittle, lower, diminish  
🗑
detrimental   zararlı, harmful, damaging, zıt anl.; beneficial, helpful  
🗑
devastate   harap / perişan etmek, mahvetmek, destroy, ruin, zıt anl.; construct, restore  
🗑
devastating   yıkıcı, yok edici, harap edici, destructive, disastrous, zıt anl.; constructive  
🗑
developed   gelişmiş  
🗑
developing   gelişmekte olan  
🗑
development   ilerleme, gelişme, advancement, zıt anl.; regress  
🗑
deviation   sapma, ayrılma, diversion, variance, zıt anl.; conformity, uniformity  
🗑
device   alet, aygıt  
🗑
devious   dürüst olmayan, kaypak, sinsi, dolambaçlı, deceitful, insidious  
🗑
devise   tasarlamak, plan geliştirmek, düzenlemek, formulate, invent, organise, design, (It is necessary to devise a new computer program that will be easy for schoolchildren to learn.  
🗑
devoid of   (bir şey)’den yoksun / mahrum, lacking  
🗑
devote to   (bir şey)’e adamak / ayırmak, dedicate  
🗑
devoted   bağlı, kendini adamış, dedicated  
🗑
devoted to   (bir şey)’e adanmış / ayrılmış, dedicated to, (This land is devoted to mining.  
🗑
devoutly   içten, ciddi, kendini adamış, sincerely, devotedly  
🗑
diagnose   teşhis etmek / edilmek, tanı koy(ul)mak  
🗑
diagnosis   (çoğul: diagnoses) teşhis, tanı  
🗑
diagnostic   tanı, tanıyla ilgili  
🗑
dictate   zorla kabul ettirmek, emretmek, impose, command  
🗑
die down   hafiflemek, sönmeye yüz tutmak, azalmak, fade away  
🗑
die out   yok olmak, ortadan kalkmak, fade away, perish, zıt anl.; develop, expand, flourish  
🗑
differ from   (bir şey)’den farklı / değişik olmak, diverge from, zıt anl.; conform to, resemble  
🗑
differ   değişmek, farklılık göstermek, vary, diverge  
🗑
differ sharply   net / açıkça görülür bir şekilde farklılık göstermek  
🗑
differentiate   ayırmak, ayırt etmek, farklılaşmak, distinguish  
🗑
differing   birbirinden farklı, divergent  
🗑
difficulty   güçlük, zorluk, problem, trouble  
🗑
diffuse   yay(ıl)mak, dağıtmak, dağılmak, spread  
🗑
dimension   boyut, ölçü  
🗑
diminish   azal(t)mak, eksil(t)mek, decrease, zıt anl.; increase  
🗑
dire   1) acil, çok ciddi, critical; 2) korkunç, dehşetli, berbat, dreadful, terrible, (Such an invasive interventionmay have dire consequences.  
🗑
direct   1) yönlendirmek, guide; 2) talimat vermek, instruct  
🗑
direction   yön  
🗑
director   yönetici, idareci, yönetmen, manager  
🗑
disability   sakatlık, engel, maluliyet, handicap, invalidity  
🗑
disabled   sakat, engelli, handicapped  
🗑
disadvantage   dezavantaj, sakınca, drawback, inconvenience, zıt anl.; advantage, benefit  
🗑
disagree with   (bir şey / birisi) ile aynı fikirde olmamak, (deliller, veriler için) (bir şey) ile uyumlu olmamak, zıt anl.; agree with  
🗑
disagreement   anlaşmazlık, ihtilaf, çatışma, conflict, fight, zıt anl.; accord, peace  
🗑
disappear   ortadan kalkmak, yok olmak, kaybolmak, vanish, zıt anl.; appear, emerge  
🗑
disappearance   ortadan kalkma, yok olma, vanishing, zıt anl.; appearance, emergence  
🗑
disappointing   düş kırıklığı yaratan, discouraging, zıt anl.; encouraging, inspiring  
🗑
disappointingly   hayal kırıklığı yaratacak şekilde, discouragingly, zıt anl.; inspiringly  
🗑
disappointment   düş kırıklığı, discouragement, zıt anl.; fulfilment, success  
🗑
disapproval   onaylamama, doğru bulmama, itiraz, objection  
🗑
disapprove of   doğru bulmamak, onaylamamak, find unacceptable, zıt anl.; approve of  
🗑
disaster   felaket, yıkım, afet, catastrophe, tragedy  
🗑
disastrous   feci, yıkıcı, detrimental, terrible, zıt anl.; fortunate, successful  
🗑
discharge from   1) (hastayı hastane)’den taburcu etmek; 2) tahliye etmek, release  
🗑
discharge   1) (hasta için) taburcu olma; 2) tahliye, boşaltım, akma, release  
🗑
discipline   bilim dalı, disiplin  
🗑
disclose   açmak, ifşa etmek, açığa vurmak, reveal, display, zıt anl.; hide, conceal  
🗑
discontent   hoşnutsuzluk, memnuniyetsizlik, dissatisfaction, zıt anl.; contentment, satisfaction  
🗑
discontinue   kesmek, durdurmak, yarıda bırakmak, terk etmek, vazgeçmek, cease, quit, end, abandon, stop, zıt anl.; keep on, proceed, pursue, carry on, (The bank will discontinue its Saturday service.  
🗑
discourage   cesaretini / hevesini kırmak, gözünü korkutmak, deter, dissuade, zıt anl.; urge, encourage  
🗑
discouraging   cesaret kırıcı, unfavourable, zıt anl.; encouraging  
🗑
discover   keşfetmek, bulmak, ortaya çıkarmak, meydana çıkarmak, find  
🗑
discovery   keşif, buluş, bulgu  
🗑
discredit   gözden düşürmek, güvenini sarsmak, disapprove of, degrade, zıt anl.; praise, honor  
🗑
discretely   farklı bir şekilde, (birbirinden) ayrı olarak, distinctly, separately  
🗑
discriminate against   (aleyhine) ayrım(cılık) yapmak, disfavour, show prejudice against  
🗑
discrimination   ayrımcılık, ayrım yapma, bias, unfairness, zıt anl.; impartiality  
🗑
discuss   (bir konuyu) ele almak, görüşmek, tartışmak  
🗑
disdain   küçük / hor görmek, tepeden bakmak, scorn, zıt anl.; admire, praise  
🗑
disgust   iğrenme, tiksinti  
🗑
disgusting   iğrenç  
🗑
disintegrate   parçala(n)mak, böl(ün)mek, ufalanmak  
🗑
dismiss   göz ardı etmek, aklından çıkarmak, reddetmek, ignore, discard, reject  
🗑
dismissive   hafife alan, baştan savma, uninterested, zıt anl.; interested  
🗑
disorder   1) bozukluk, hastalık, illness, ailment, zıt anl.; health; 2) düzensizlik, kargaşa, confusion, mess, trouble, chaos, turmoil, zıt anl.; order  
🗑
disoriented   yönünü kaybetmiş / şaşırmış  
🗑
disparity   eşitsizlik, farklılık, inequality, difference, zıt anl.; parity, equality  
🗑
dispense with   (bir şey)’siz yapmak, ihtiyaç duymamak, vazgeçmek, do away with, (We are dispensing with formalities.  
🗑
disperse   dağıtmak, yaymak, saçmak, disband, break up, zıt anl.; accumulate, gather  
🗑
display   göstermek, sergilemek, görüntülemek, show, illustrate, demonstrate  
🗑
disposal   (çöp vs.) atmak, (atık vs.) boşaltmak  
🗑
dispose of   1) (bir şey)’i çöpe atmak, imha etmek, yok etmek, bertaraf etmek, get rid of; 2) (para, zaman vs.) (belirli bir biçimde) harcamak, elden çıkarmak, dağıtmak, consume, part with, zıt anl.; keep, save  
🗑
disposition   1) yaradılış, mizaç, tabiat, temperament; 2) düzenleme, yerleştirme, tertip, düzen, dağılım, arrangement  
🗑
disproportionate   oransız, aşırı, unbalanced, excessive, zıt anl.; proportionate, balanced  
🗑
disprove   aksini kanıtlamak, invalidate, zıt anl.; prove, confirm  
🗑
dispute   1) doğruluğundan kuşku duymak, doubt, question; 2) tartışmak, argue  
🗑
dispute   anlaşmazlık, uyuşmazlık, tartışma, çekişme, controversy, argument, zıt anl.; agreement, understanding  
🗑
disregard   hiçe saymak, boş vermek, aldırmamak, ignore, overlook, zıt anl.; consider, pay attention  
🗑
disrupt   bozulmasına yol açmak, altüst etmek, aksatmak, disturb, spoil, upset, zıt anl.; arrange, organise  
🗑
disruption   aksama, kesilme, failure, collapse, zıt anl.; success  
🗑
disruptive   aksatan, kargaşaya yol açan, yıkıcı, disorderly, troublesome, chaotic, zıt anl.; disciplined  
🗑
dissatisfied with   (bir şey)’den hoşnut / tatmin olmayan, disappointed, displeased, zıt anl.; satisfied  
🗑
dissatisfy   hoşnut / tatmin etmemek, disappoint, displease, zıt anl.; satisfy  
🗑
disseminate   (bir fikir, haber vs.) yaymak, spread, circulate, (The more widely the facts about AIDS are disseminated, the better our chances of halting the epidemic.  
🗑
dissipation   yay(ıl)ma, dağılma, saç(ıl)ma, dispersion  
🗑
distance   uzaklık, mesafe  
🗑
distant   uzak mesafedeki, uzak, remote, far away, zıt anl.; near  
🗑
distinct   ayrı, belirgin, farklı, müstakil, separate, apparent, discrete, zıt anl.; similar, associated  
🗑
distinction   1) ayırt etme, differentiation; 2) fark, üstünlük, superiority, peculiarity, zıt anl.; resemblance, similarity  
🗑
distinctive   tipik, kendine özgü, kolaylıkla ayırt edilebilen, characteristic, zıt anl.; ordinary  
🗑
distinctly   açık / belirgin bir şekilde, clearly  
🗑
distinguish between   (iki kişinin ya da şeyin) arasında ayrım yapmak, ayırmak, ayırt etmek, recognize, identify, tell (the difference)  
🗑
distinguishable   ayırt edilebilir, recognizable  
🗑
distinguished   seçkin, güzide, remarkable, prominent, zıt anl.; common, ordinary  
🗑
distort   biçimini bozmak, çarpıtmak, deform  
🗑
distorted   çarpıtılmış, deformed  
🗑
distract   (dikkati) başka tarafa çekmek, meşgul etmek, confuse, disturb, zıt anl.; concentrate  
🗑
distraction   dikkat dağılması, disturbance, zıt anl.; concentration  
🗑
distress   üzüntü, acı, endişe, misery, pain, worry, zıt anl.; alleviation, comfort, relief  
🗑
distressing   üzücü, acı verici, disturbing, worrisome  
🗑
distribute   dağıtmak, bölüştürmek, allot, hand out  
🗑
district   mıntıka, bölge, yöre, area, region, distrust  
🗑
disturb   endişelendirmek, rahatsız etmek, huzurunu kaçırmak, bother, annoy, zıt anl.; calm, comfort  
🗑
disturbance   1) kargaşa, çalkalanma, düzeni bozucu şey, turmoil, zıt anl.; order, stillness; 2) (uykuda) bozukluk / düzensizlik, interference  
🗑
disturbed   sıkıntıda, rahatsız  
🗑
disturbing   rahatsız edici, endişe verici, annoying, troublesome, zıt anl.; comforting  
🗑
disturbingly   rahatsız edici bir şekilde, alarmingly, dreadfully  
🗑
disunite   ayırmak, separate, sever, zıt anl.; unite, connect  
🗑
disuse   kullanmayı kesmek / bırakmak  
🗑
diverge   ayrılmak, (birbirinden) uzaklaşmak, sapmak, farklı olmak, branch off, deviate, zıt anl.; converge, unite  
🗑
diverse   çeşitli, farklı, different, various  
🗑
diversely   çeşitli şekillerde, variously  
🗑
diversify   çeşitlendirmek, farklılaştırmak, spread out, zıt anl.; narrow down  
🗑
diversity   çeşitlilik, farklılık, variety, assortment, zıt anl.; uniformity  
🗑
divide   böl(ün)me, split, zıt anl.; join  
🗑
divorce   ayırmak, ayrılmak, boşa(n)mak, separate, sever, zıt anl.; unite  
🗑
do away with   ortadan kaldırmak, eliminate  
🗑
do good   yaramak, iyi gelmek  
🗑
do one’s best   elinden geleni(n en iyisini) yapmak, do the best one can  
🗑
do well by   (bir şey) için iyi etmek, iyi yapmak, durumu iyi olmak, come along, recover, flourish, zıt anl.; fall back, fail  
🗑
do with   yetinmek, baş etmek, manage with, put up with  
🗑
do without   (bir şey) olmadan idare etmek, muhtaç olmamak  
🗑
documentary   belgesel  
🗑
dominance   egemenlik, hakimiyet, üstünlük  
🗑
dominant   başat, üstün, egemen, presiding, controlling, zıt anl.; inferior, recessive  
🗑
dominate   hakim / egemen olmak, govern, prevail  
🗑
dominion   egemenlik, hakimiyet, sovereignty  
🗑
donate   bağışlamak, hibe etmek, bestow on / upon, zıt anl.; retain, withdraw  
🗑
dormant   uykuda, sleeping, inactive  
🗑
dot   nokta, benek  
🗑
doubt   şüphe, kuşku  
🗑
doubtful   şüpheli, kuşkulu, dubious, zıt anl.; undoubted, certain  
🗑
downfall   çöküş, yıkılış, düşüş, collapse, destruction  
🗑
draft   1) taslak, outline, sketch; 2) geminin su çekimi (yüzer haldeyken, su seviyesinden geminin en alt noktasına kadar olan toplam yükseklik), draught (draft okunur)  
🗑
drag on   uzayıp gitmek, (uzun zamandır) sürmek, keep going, zıt anl.; shorten, curtail  
🗑
dramatic   1) dramatik, çarpıcı, striking, remarkable, sensational, zıt anl.; unexciting; 2) çok yüksek miktarda, heavy, zıt anl.; mild  
🗑
dramatically   dramatik / çarpıcı bir biçimde, strikingly, sensationally, zıt anl.; unexcitingly, undramatically  
🗑
drastic   şiddetli ve çabuk etki eden, sert, şiddetli, severe, dire, zıt anl.; mild, modest  
🗑
drastically   radikal şekilde, büyük ölçüde, sert şekilde, hugely, zıt anl.; mildly  
🗑
draw   1) (çizgi, şekil vs.) çizmek; 2) almak, elde etmek, extract; 3) çekmek, pull, zıt anl.; push, repel  
🗑
draw a conclusion   sonuç çıkarmak  
🗑
draw attention to   (bir şey)’e ilgi / dikkat çekmek, attract attention to  
🗑
draw in   içine çekmek, pull in  
🗑
draw the line at   (bir şey)’e sınır koymak  
🗑
draw up   1) kaleme almak, write out; 2) (bir araç vs. için) bir yerde durmak, (kenara vs.) çekmek, come to a stop  
🗑
drawback   sakınca, mahzur, dezavantaj, disadvantage, setback, inconvenience, zıt anl.; advantage, convenience  
🗑
drift   sürüklenmek  
🗑
drive   1) hareket ettirmek, döndürmek, move, turn; 2) sevk etmek, tahrik etmek, urge, impel, zıt anl.; inhibit  
🗑
drive off   kovmak, defetmek, chase away, dispel  
🗑
drive out   çıkarmak, yerinden oynatmak  
🗑
driven by   (bir şey ya da biri tarafından) güdümlenmiş  
🗑
drop off   uykuya dalmak, fall asleep  
🗑
drought   kuraklık  
🗑
drug   1) ilaç, ecza, medication; 2) uyuşturucu madde  
🗑
dubious   kuşkulu, şüpheli, belirsiz, kararsız, doubtful, unreliable, zıt anl.; certain, definite  
🗑
due   zamanı / vadesi gelmiş, mature  
🗑
due to   nedeniyle, because of, owing to, on account of  
🗑
dull   1) sıkıcı, donuk, duygusuz, tekdüze, boring, zıt anl.; interesting; 2) anlama güçlüğü çeken, dumb, dense, zıt anl.; bright, sharp  
🗑
duplicate   kopyalamak, aynısını yapmak, copy  
🗑
durability   dayanıklılık  
🗑
durable   dayanıklı, sağlam, sturdy, long-lasting, zıt anl.; fragile  
🗑
duration   süre, süreklilik, term, continuity, (Amazingly, the boy lay quietly through the whole duration of the physical examination.  
🗑
dysfunction (ya da disfunction)   bir organın görevini yapmaması, disorder  
🗑
eager   istekli, gönüllü, willing, keen, ready, zıt anl.; reluctant, unwilling  
🗑
eagerly   istekli / hevesli bir şekilde, willingly, keenly, zıt anl.; reluctantly, unenthusiastically  
🗑
early   erken, (tarihsel olarak) önce gelen, zıt anl.; late  
🗑
earn   (para, hak vs.) kazanmak, edinmek, hak etmek, gain, zıt anl.; lose  
🗑
earthquake   deprem  
🗑
ease   1) kolaylaştırmak, sıkıntıdan kurtarmak, improve, facilitate, simplify, zıt anl.; aggravate, worsen; 2) gerilemek, çekilmek; 3) gevşemek, baskıyı azaltmak  
🗑
easygoing   uysal, rahat, mild, gentle, zıt anl.; fractious  
🗑
edge   kenar, sınır, yan, border  
🗑
edible   yenilebilir, yemeye uygun  
🗑
edit   redaksiyon yapmak, inceleyerek küçük değişiklikler yapmak, alter, modify  
🗑
educational   eğitici  
🗑
effect   yerine getirmek, gerçekleştirmek, başarmak, carry out, actualise, perform, zıt anl.; fail  
🗑
effect   etki, sonuç, influence, outcome  
🗑
effective   1) verimli, randımanlı, etkili, efficient, powerful, zıt anl.; inefficient, ineffective; 2) yürürlükte; 3) efektif, gerçek, fiili, actual  
🗑
effectively   etkin / verimli bir şekilde, efficiently, zıt anl.; ineffectively, inefficiently  
🗑
effectiveness   1) etki, nüfuz / etki derecesi, efficiency, power, zıt anl.; ineffectiveness, inefficiency; 2) etkinlik, yararlılık, istenilen etkiyi üretme güç veya kapasitesi, efficacy, zıt anl.; inefficacy, inefficiency  
🗑
efficacy   etkinlik, yararlılık, istenilen etkiyi üretme güç veya kapasitesi, effectiveness, zıt anl.; inefficacy, inefficiency  
🗑
efficiency   (çalışmada, işte) verim, etkinlik, productivity, effectiveness, zıt anl.; inefficiency  
🗑
efficient   verimli, randımanlı, etkin, effective, zıt anl.; inefficient, ineffective  
🗑
efficiently   etkin / verimli bir şekilde, effectively, zıt anl.; inefficiently  
🗑
effort   çaba, gayret, hard work  
🗑
elaborate (sıfat)   karmaşık, girift, ayrıntılı, intricate, zıt anl.; simple  
🗑
elastic   esnek, flexible, zıt anl.; rigid  
🗑
elder   (iki kardeş ya da kişiden) daha yaşlı / daha büyük (olan)  
🗑
election   seçim, seç(il)me, (parliamentary election  
🗑
elementary   temel  
🗑
elevate   yükseltmek, arttırmak, raise  
🗑
elevated   art(tırıl)mış, yüksek, yükseltilmiş  
🗑
eligible   uygun, (seçilmeye) elverişli, gerekli koşullara sahip, suitable, (According to the exclusion criteria of the survey, five cases were not found eligible due to their diabetes problem.  
🗑
eliminate   ortadan kaldırmak, yok etmek, gidermek, elemek, eradicate, cut out, (Poverty must be eliminated.  
🗑
elimination   eleme, çıkarma, discharge, deduction, zıt anl.; inclusion  
🗑
elsewhere   başka yer / yerde / yere  
🗑
elude   kaçmak, kaçınmak, (bir şey)’den sıyrılmak, escape, evade  
🗑
embark on / upon   girişmek, başlamak, begin, engage in, zıt anl.; cease, end  
🗑
embarrassed   utanan, mahçup, uncomfortable  
🗑
emerge   çıkmak, meydana çıkmak, appear, arise, come forth, zıt anl.; disappear, fade  
🗑
emergence   ortaya çıkma, appearance, zıt anl.; disappearance  
🗑
emergency   acil durum, urgency  
🗑
emerging   yükselen, gelişen, ortaya çıkan, arising, zıt anl.; fading  
🗑
emigrant   ülkeyi / kenti terk eden göçmen, zıt anl.; immigrant  
🗑
emigrate   göç ile ülkeyi / kenti terk etmek, move out, zıt anl.; immigrate  
🗑
emigration   göç ile ülkeyi / kenti terk etme, zıt anl.; immigration  
🗑
emission   dışarı ver(il)me, yay(ıl)ma, (gaz vs. için) sal(ın)ma  
🗑
emit   dışarı vermek, göndermek, yaymak, çıkarmak, discharge, zıt anl.; absorb  
🗑
emotion   duygu, his, heyecan, feeling, sentiment  
🗑
emotional   duygusal, duygulu, passionate, sentimental, zıt anl.; cold, unemotional  
🗑
emotionally   duygusal olarak, duygusal yönde  
🗑
emphasis   (çoğul: emphases) önem, vurgu, importance, significance  
🗑
emphasise   vurgulamak, altını çizmek, stress, underline  
🗑
emphatic   1) ısrarlı; 2) göze çarpan, vurgulu  
🗑
employ   1) kullanmak, yararlanmak, use, utilize; 2) çalıştırmak, istihdam etmek, iş vermek, işe almak, hire, recruit, zıt anl.; fire  
🗑
empower   yetki / izin vermek  
🗑
enable   sağlamak, imkân vermek, mümkün kılmak, yetki vermek, allow, let, empower, ensure, make it possible, zıt anl.; forbid, hinder, (New techniques enable surgeons to open and repair the heart.  
🗑
encircle   çevrelemek  
🗑
enclosed   kapalı, kapatılmış  
🗑
encompass   kuşatmak, sarmak, etrafını çevirmek, içine almak, cover, include  
🗑
encounter   karşı karşıya gelmek, rastlamak, face, come across  
🗑
encounter   karşılaşma, yüz yüze gelme  
🗑
encourage   teşvik etmek, özendirmek, cesaret vermek, yüreklendirmek, promote, zıt anl.; deter, discourage  
🗑
encouragement   teşvik, özendirme, yüreklendirme, zıt anl.; discouragement  
🗑
encouraging   umut verici, özendirici, yüreklendirici, favourable, promising, zıt anl.; discouraging, unfavourable  
🗑
end in   (bir şey) ile sonuçlanmak, result in  
🗑
end up   sonunda (bir şey) olmak, sonunda (bir şey / yer)’e varmak, kendini (bir yer)’de bulmak  
🗑
endanger   tehlikeye düşürmek, riske atmak, jeopardise, risk, zıt anl.; save, aid  
🗑
endangered   tehdit altındaki  
🗑
endeavour   çabalamak, gayret etmek, struggle, try  
🗑
endeavour   çaba, gayret, uğraşı, mücadele, effort, struggle  
🗑
endure   dayanmak, katlanmak, çekmek, bear  
🗑
enforce   1) kuvvetlendirmek, takviye etmek, strengthen; 2) mecbur etmek, (uymaya) zorlamak, uygulamak, yerine getirmek, impose, prosecute  
🗑
engage   1) işe almak, tutmak, angaje etmek, employ; 2) kullanıma / işin içine sokmak, put to use, bring into action; 3) (vites, dişli vs. için) (birbirine) geçmek  
🗑
engage in   (bir şey) ile meşgul olmak, be involved in  
🗑
engaged   kullanımda, çalışır vaziyette  
🗑
engender   doğurmak, yaratmak, yol açmak, produce, create, bring about  
🗑
enhance   arttırmak, yükseltmek, çoğaltmak, geliştirmek, zenginleştirmek, çeşitlendirmek, make better, increase, improve, zıt anl.; decrease, weaken  
🗑
enhanced   gelişmiş  
🗑
enjoy   (bir şey)’in tadını / keyfini çıkarmak  
🗑
enlarge   büyü(t)mek, genişle(t)mek, amplify, broaden, zıt anl.; reduce, diminish  
🗑
enlargement   büyütme, genişletme, broadening, zıt anl.; reduction  
🗑
enlighten   aydınlatmak, bilgilendirmek, explain, advise, educate  
🗑
enormous   muazzam, çok büyük, tremendous, immense, huge, zıt anl.; tiny, little, insignificant  
🗑
enormously   muazzam bir şekilde, çok büyük miktarlarda, immensely, zıt anl.; minimally  
🗑
enough   yeterince, adequate, sufficient, zıt anl.; inadequate, insufficient  
🗑
enrich   zenginleştirmek, improve  
🗑
ensure   garanti etmek, sağlamak, temin etmek, make it possible, secure, guarantee, (Taking vitamin pills does not necessarily ensure good health.  
🗑
entail   içermek, gerektirmek, involve, require  
🗑
entangle   karıştırmak, dolaştırmak, karmakarışık etmek, snarl, complicate  
🗑
entertain   eğlendirmek, meşgul etmek  
🗑
enthusiasm   şevk, istek, heves, eagerness, willingness, zıt anl.; reluctance  
🗑
enthusiastic   şevkli, hararetli, heyecanlı, excited, devoted, zıt anl.; disinterested  
🗑
entire   tüm, bütün, complete, whole, zıt anl.; partial, (an entire generation  
🗑
entirely   tümüyle, tamamen, completely, totally, zıt anl.; partially, (When he came back to his hometown, he noticed that the place was entirely different from what he had left two decades ago.  
🗑
entrance   giriş, entry  
🗑
entry   giriş  
🗑
enviable   gıpta edilecek, desirable, zıt anl.; unenviable, unfavourable  
🗑
environment   çevre, ortam  
🗑
envision   zihninde canlandırmak, tasavvur etmek, visualize, envisage  
🗑
envy   kıskanmak, imrenmek, be jealous of  
🗑
envy   kıskançlık, haset, gıpta, jealousy  
🗑
epidemic   salgın hastalık, salgın  
🗑
equality   eşitlik, denklik, zıt anl.; inequality  
🗑
equate   eşit saymak, eşitlemek  
🗑
equip   donatmak, furnish  
🗑
equivalent to   (bir şey)’e eşit / eşdeğer, same, alike, zıt anl.; different, unequal  
🗑
era   devir, çağ, dönem, period  
🗑
eradicate   yıkmak, yok etmek, ortadan kaldırmak, eliminate, exterminate, wipe out, demolish, destroy, zıt anl.; construct, preserve, restore  
🗑
erect   dikmek, kurmak, inşa etmek, build, put up, zıt anl.; demolish, destroy  
🗑
erode   aşın(dır)mak, erozyona uğramak / uğratmak, kemirmek  
🗑
erosion   aşınma, erozyon, deterioration, attrition  
🗑
error   1) defekt, hata, defect; 2) yanlış, yanlışlık, mistake  
🗑
escape   kaçmak, firar etmek, flee, break out  
🗑
escape   kaçış, firar, flee, breakout  
🗑
especially   özellikle, özel olarak, particularly, in particular, specifically, zıt anl.; generally, in general  
🗑
essence   öz, temel, asıl, core  
🗑
essential   1) asıl, esas, temel, fundamental, zıt anl.; incidental, peripheral; 2) gerekli, zaruri, crucial, vital  
🗑
essentially   aslında, esas itibariyle, primarily, fundamentally, actually  
🗑
establish   1) oluşturmak, oturtmak, form, found, lay down, constitute; 2) saptamak, tespit etmek, authenticate, verify, show, prove; 3) kurmak, tesis etmek, institute, found, set up  
🗑
establishment   1) kur(ul)ma, tesis etme / edilme, foundation; 2) kuruluş, enterprise  
🗑
estimate   tahmin etmek, kestirmek, guess, reckon  
🗑
estimated   tahmini, predicted  
🗑
estimation   tahmin, kanı, guess, belief  
🗑
ethical   ahlaki, ahlakla ilgili, (The doctor had no ethical objection to drinking but he simply said that it was unhealthy.  
🗑
ethically   etik olarak, ahlaki değerler bakımından, morally  
🗑
evacuate   tahliye etmek, boşaltmak, vacate  
🗑
evaluate   değerlendirmek, değer biçmek, hesaplamak, assess, appraise  
🗑
evaluation   değerlendirme, assessment, appraisal  
🗑
even so   bununla birlikte, her şeye rağmen, yine de, however, nonetheless, nevertheless  
🗑
even wider   daha da geniş çaplı, daha da yaygın  
🗑
evenly   eşit şekilde, dengeli şekilde, zıt anl.; unevenly, uniformly  
🗑
event   olay, hadise, incident  
🗑
eventual   daha sonraki, nihai, future, consequent  
🗑
eventually   sonunda, nihayet, at last, finally  
🗑
ever   her seferinde artan / azalan bir şekilde  
🗑
evidence   belirti, delil, gösterge, işaret, indication, hint, proof, clue  
🗑
evident   açık, belli, apparent, clear, zıt anl.; concealed, obscure  
🗑
evoke   (bir duygu) uyandırmak, aklına getirmek, çağrıştırmak, recall, stimulate  
🗑
evolve   (uzun bir zaman diliminde) geliş(tir)mek, evrim geçirmek, progress, develop  
🗑
exact (sıfat)   kesin, kusursuz, tam, accurate, precise, zıt anl.; inaccurate  
🗑
exactly   tam olarak, tamı tamına, precisely, accurately, zıt anl.; roughly  
🗑
exactness   kesinlik, kusursuzluk, accuracy, precision, zıt anl.; inaccuracy, inexactness  
🗑
exaggerate   abartmak, gözünde büyütmek, overemphasise, zıt anl.; underestimate  
🗑
examination   inceleme, denetim, teftiş, inspection  
🗑
examine   1) dikkatle gözden geçirmek, incelemek; 2) muayene etmek  
🗑
excavate   kazı / hafriyat yapmak, kazıp ortaya çıkarmak, unearth, zıt anl.; bury  
🗑
exceed   aşmak, (limit / miktar vs.)’nin üzerine çıkmak, taşmak, fazla gelmek, surpass, go beyond, be more than necessary, zıt anl.; fall behind (of), be less than, be inferior to  
🗑
exceedingly   aşırı bir şekilde, son derece, ihtiyaçtan çok fazla bir şekilde, extremely, passing, zıt anl.  
🗑
excel in   1) (bir konuda) başarılı olmak, be successful in / at; 2) üstün olmak, surpass, outperform, zıt anl.; be inferior  
🗑
excellent   mükemmel, perfect  
🗑
except   haricinde, dışında  
🗑
exception   istisna, (An exception to the rule.  
🗑
exceptional   olağandışı, istisnai, unusual, extraordinary, zıt anl.; ordinary, (General principles should not be based on exceptional cases.  
🗑
exceptionally   olağandışı / istisnai bir şekilde, extremely, zıt anl.; slightly, moderately  
🗑
excess   aşırılık, fazlalık, artık, surplus, zıt anl.; shortage  
🗑
excess (sıfat)   aşırı, (haddinden) fazla, (He is trying to lose excess weight.  
🗑
excessive   aşırı miktarda, fazla, toomuch, redundant, zıt anl.; moderate, reasonable  
🗑
excessively   aşırı derecede, overly, redundantly, zıt anl.  
🗑
exchange   değiş tokuş etmek, alış veriş etmek, trade, swap  
🗑
excited   heyecanlı, rahat durmayan, zıt anl.; calm  
🗑
excitement   heyecan  
🗑
exciting   heyecan verici, zıt anl.; unexciting  
🗑
exclude   çıkarmak, dahil etmemek, dışarda bırakmak, hariç turmak, leave out, zıt anl.; include  
🗑
exclusive   1) (kişiye, kuruluşa vs.) özel, sadece belli bir zümreye açık, restricted, zıt anl.; open, public, shared; 2) dışta bırakan; 3) tam / bütün (bölünmemiş veya paylaşılmayan), complete  
🗑
exclusively   sadece, yalnızca, solely, entirely  
🗑
excuse   mazur görmek, bağışlamak, pardon, forgive, zıt anl.; blame with, accuse of  
🗑
execute   uygulamak, yerine getirmek, (cezayı / kişiyi) infaz etmek, carry out  
🗑
execution   uygulama, yerine getirme, yapma, infaz etme, completion, realisation  
🗑
exemplify   örnek olmak / sunmak, örneğiyle açıklamak  
🗑
exemption from   (bir vergi vs.)’denmuafiyet, bağışıklık, immunity to  
🗑
exertion   çaba, gayret, emek, effort  
🗑
exhaust   gücünü tüketmek, wear out, impoverish, zıt anl.; revive, invigorate  
🗑
exhausted   bitmiş, tükenmiş  
🗑
exhausting   yorucu, bitap düşürücü, very tiring, zıt anl.; refreshing  
🗑
exhibit   sergilemek, göstermek, ibraz etmek, teşhir etmek, reveal, illustrate, present, zıt anl.; conceal, cover, hide  
🗑
exhibition   sergi, display, show  
🗑
exist   var olmak, bulunmak, mevcut olmak, be present  
🗑
existence   varlık, mevcudiyet, (bir şey)’in var olması, var oluş, presence, zıt anl.; absence  
🗑
existing   var olan, hali hazırda bulunan, present, current  
🗑
expand   genişle(t)mek, büyü(t)mek, extend, broaden, zıt anl.; shrink, contract, compress  
🗑
expanding   genişleyen  
🗑
expansion   genişle(t)me, büyü(t)me, development, growth  
🗑
expansive   geniş, engin, yayılıp genişlemeye elverişli, yaygın, kapsamlı, extensive, zıt anl.; narrow  
🗑
expect   1) beklemek, beklenti içinde olmak, anticipate; 2) tahmin etmek, kestirmek, predict  
🗑
expectation   beklenti, anticipation  
🗑
expected   olması beklenen, umulan, predicted, foreseen, anticipated  
🗑
expenditure   gider, harca(n)ma, masraf, expense, zıt anl.; income  
🗑
expense   masraf, harcama, expenditure  
🗑
experience   (bir dönemden) geçmek, yaşamak, go through, undergo, zıt anl.; avoid  
🗑
experience   deneyim, tecrübe  
🗑
experienced   deneyimli, tecrübeli, zıt anl.; inexperienced  
🗑
experiment   deney  
🗑
experimental   deneye dayanan, deneysel  
🗑
expert   uzman  
🗑
explanation   açıklama, izahat, clarification  
🗑
explicit   belirli, açık, definite, specific, zıt anl.; ambiguous, unclear  
🗑
explicitly   tam ve açık bir biçimde, expressly, zıt anl.; implicitly  
🗑
exploit   1) (kendi çıkarı için) kullanmak, yararlanmak, utilize, (The opposition aims to exploit the economic crisis.  
🗑
exploration   araştırma, inceleme, keşif  
🗑
explore   (keşif için) dolaşmak, araştırmak, incelemek, search, examine  
🗑
explorer   kaşif  
🗑
explosive   patlayıcı  
🗑
expose   açığa çıkarmak, reveal, uncover, zıt anl.; shroud, conceal  
🗑
expose to   (bir şey)’e maruz bırakmak, (bir şey)’in etkisine açık bırakmak, make prone to, zıt anl.; protect from, shield from  
🗑
express   ifade etmek, anlatmak, beyan etmek, state, articulate  
🗑
expression   ifade, deyim, anlatım, dışavurum, exposition  
🗑
expressive   anlamlı,manalı, açıklayıcı, meaningful, indicative, zıt anl.; expressionless  
🗑
expressly   açıkça, clearly  
🗑
extend   uza(t)mak, sürmek, prolong, protrude, zıt anl.; shorten  
🗑
extended   uzun süren, long, zıt anl.; short  
🗑
extension   büyüme, genişleme, uzatma, development, expansion, zıt anl.; curtailment, shrinkage  
🗑
extensive   yaygın, geniş çaplı, kapsamlı, comprehensive, zıt anl.; limited, narrow  
🗑
extensively   büyük miktarda, yaygın bir şekilde, largely, substantially, comprehensively, zıt anl.; partly, narrowly  
🗑
extent   1) tamamı, bütünü; 2) kapsam, oran, büyüklük, derece, degree  
🗑
exterior   dış, dış yüzey, zıt anl.; interior  
🗑
exterminate   imha etmek, yok etmek, eradicate, destroy  
🗑
external   dış / harici, zıt anl.; internal  
🗑
externalise   dışa vurmak, nesnelleştirmek  
🗑
extinction   soyu / nesli tükenme, yok olma, (They think a meteor caused the extinction of the dinosaurs.  
🗑
extinguish   1) öldürmek, yok etmek, kill, eliminate, zıt anl.; build, create; 2) söndürmek, put out, zıt anl.; ignite, light  
🗑
extort   (para) sızdırmak, (haraç) almak, zorla veya gözdağı vererek almak, squeeze  
🗑
extraordinary   olağanüstü, fevkalade, exceptional, outstanding, zıt anl.; common, usual, ordinary  
🗑
extravagance   israf, savurganlık, aşırılık, wastefulness, exaggeration, zıt anl.; economy, thrift  
🗑
extravagant   tutumlu olmayan, savurgan, thriftless, zıt anl.; thrifty  
🗑
extravagantly   müsrifçe, aşırı, savurganca, abundantly, bountifully, zıt anl.; sparingly  
🗑
extreme   aşırı boyutta, ekstrem, çok fazla, maximal, utmost, uttermost, zıt anl.; mild, moderate  
🗑
extremely   aşırı şekilde, çok, maximally, zıt anl.; mildly,moderately  
🗑
extremity   son, uç nokta, frontier, limit, zıt anl.; minimum  
🗑
face   (birisi / bir şey) ile karşı karşıya gelmek, yüzleşmek, yüz yüze gelmek, (birisi / bir şey)’in karşısına çıkmak, confront, encounter, challenge, zıt anl.; avoid, evade, retreat (from)  
🗑
facilitate   kolaylaştırmak, bir şeyin olma ihtimalini arttırmak, alleviate, help, zıt anl.; worsen, hamper, impede, (You could facilitate the process by sharing your knowledge with us.  
🗑
facility   1) tesisat, tesis; 2) kolaylık, imkan, (özel bir) hizmet  
🗑
fact   gerçek, var olan olgu  
🗑
fail   1) bozulmak, çalışmaz hale gelmek, break; 2) başarısız olmak, be unsuccessful, zıt anl.; succeed, achieve  
🗑
failing   kusur, zaaf, çöküş, gerileme, yetersizlik, weakness, flaw  
🗑
failure   yetersizlik, yetmezlik, bozukluk, malfunction  
🗑
fair   (derece, not vs. için) orta, ne iyi, ne kötü, average, mediocre  
🗑
fairly   1) oldukça, somewhat, quite, zıt anl.; extremely; 2) adilce, justly, equitably, zıt anl.; unfairly  
🗑
faithfully   sadakatle, vefakarca, devotedly  
🗑
fall   düşmek, azalmak, decrease  
🗑
fall   1) düşüş, çöküş; 2) meyil, decline; 3) sonbahar, autumn  
🗑
fall behind   geri kalmak, lag behind, zıt anl.; lead, outperform  
🗑
fall into disfavour   gözden düşmek, rağbet görmemek, fall into disrepute  
🗑
fall into disrepute   adı kötüye çıkmak, gözden düşmek, fall into disfavour  
🗑
fall short of expectations   bekleneni karşılamamak  
🗑
false   sahte, güvenilmez, yanlış, hatalı, wrong, unreal, fake, zıt anl.; real, genuine  
🗑
falsify   çarpıtmak, tahrif etmek, misrepresent  
🗑
fame   ün, şöhret, reputation  
🗑
famed   ünlü, famous  
🗑
familiar   alışıldık, bildik, aşina, common, known, acquainted, zıt anl.; unfamiliar, (The older I grow, the more I distrust the familiar doctrine that age brings wisdom.  
🗑
familiar with   (bir şey)’e aşina / alışkın  
🗑
familiarize with   1) (bir kişi / bir şey)’i tanıtmak, bilgilendirmek, inform; 2) (bir kişiyi bir şey)’e alıştırmak, acquaint with  
🗑
familiarly   tanıdık / bildik / aşina bir şekilde, zıt anl.; unfamiliarly  
🗑
famine   kıtlık, açlık  
🗑
far   çok daha, much (more)  
🗑
far behind   çok gerisinde, way behind  
🗑
far below   çok çok altında  
🗑
far better   çok daha iyi, much better  
🗑
far beyond   çok aşkın, çok ilerisinde, way ahead  
🗑
far exceed   (her hangi bir şeyi miktar vs. açısından) kat kat aşmak, (bir değer vs.)’nin fazlasına sahip olmak  
🗑
far from   (bir şey olmak)’tan çok uzak  
🗑
far greater   çok daha fazla / büyük  
🗑
far less   çok daha az  
🗑
far more   çok daha fazla, much more  
🗑
far more often   çok daha sık  
🗑
far too   aşırı, normal olandan çok daha (fazla)  
🗑
far too much   aşırı miktarda  
🗑
far-fetched   gerçek payı çok az olan, uydurma, doubtful, unconvincing, zıt anl.; likely, realistic  
🗑
far-flung   çok yaygın, uzak yerlere yayılmış  
🗑
far-off   uzak, sapa, distant, zıt anl.; close, near  
🗑
far-reaching   geniş kapsamlı  
🗑
fascinating   çok ilginç, etkileyici, büyüleyici, interesting, attractive, zıt anl.; boring, dull  
🗑
fasten   bağlamak, tutturmak, iliştirmek, affix, attach  
🗑
fatal   ölümcül, vahim, deadly, mortal, (A hospital spokesman said that the minister had suffered a fatal heart attack.  
🗑
fate   akıbet, yazgı, kader, destiny  
🗑
faultless   kusursuz, flawless, perfect, zıt anl.; faulty, imperfect  
🗑
faulty   kusurlu, defolu, defective, imperfect, zıt anl.; flawless, perfect  
🗑
favour   1) tarafını tutmak, kayırmak, lehin(d)e olmak, tercih etmek, fancy, prefer, zıt anl.; dislike; 2) meydana gelme ihtimalini arttırmak, kolaylaştırmak, encourage  
🗑
favour   1) beğenme, sevgi, sempati; 2) iyilik, lütuf  
🗑
favourable   avantajlı, uygun, advantageous, zıt anl.; unfavourable  
🗑
favourably   olumlu biçimde, approvingly, positively, zıt anl.; unfavourably  
🗑
favoured   tutulan, beğenilen  
🗑
feasible   (örn. ekonomik veya pratik olarak) yapılabilir, uygulanabilir, beneficial, practicable, worthwhile, zıt anl.; unfeasible, impractical  
🗑
feature   1) özellik, ayırıcı / belirgin nitelik, property, characteristic, element; 2) (bir toprak parçası ya da harita üzerindeki yol, tümsek gibi) işaret  
🗑
feedback   geri bildirim, response  
🗑
feel the urge to do smt   bir şey yapmak için kuvvetli istek duymak, be tempted to  
🗑
feel up to   (kendini bir şey)’i yapacak kadar güçlü hissetmek  
🗑
female   dişi, zıt anl.; male  
🗑
fertile   verimli, bereketli, prolific, productive, zıt anl.; infertile, fruitless  
🗑
fertility   1) verimlilik, bereketlilik, productivity; 2) doğurganlık, kısır olmama  
🗑
fiction   kurgu, roman ve hikaye edebiyatı, zıt anl.; non-fiction  
🗑
fierce   şiddetli, sert, brutal, violent, zıt anl.; tame, gentle  
🗑
fight   dövüşmek, savaşmak, mücadele etmek, struggle  
🗑
fight off   püskürtmek, yanına yaklaştırmamak, drive back, repel  
🗑
fight out   (bir sonuç çıkıncaya dek) savaşmak, dövüşmek  
🗑
figure   1) rakam, sayı, number; 2) şekil, shape  
🗑
figure out   düşünerek ve hesap yaparak (cevabı vs.) ortaya çıkarmak  
🗑
fill in   1) tamamen doldurmak; 2) (boşluk) doldurmak, yazmak, write out  
🗑
fill out   (form vs.) doldurmak, fill in, complete  
🗑
final   son, nihai, last, zıt anl.; first  
🗑
find no way   çare bulamamak  
🗑
finding   bulgu  
🗑
fingerprint   parmak izi  
🗑
finite   sonu olan, sınırlı, ölçülebilir, limited, zıt anl.; infinite  
🗑
firm (sıfat)   sıkı, sert, sağlam, katı, rigid, solid, zıt anl.; flexible  
🗑
firmly   kararlılıkla, ödün vermez biçimde, sıkıca, sağlam bir şekilde, tightly, strongly, zıt anl.; loosely, (Our government is firmly committed to eradicatingmalaria.  
🗑
fit in with   1) (bir şey)’e uymak / uygun düşmek, be suited to; 2) (bir yere, gruba vs.) ait olmak, belong to  
🗑
fit to   bağdaşmak, uymak, match, suit  
🗑
fix   onarmak, repair  
🗑
fixed   sabit, constant, zıt anl.; variable  
🗑
flare up   1) (ateş için) parlamak, erupt; 2) (fırtına için) patlamak, break out; 3) (hastalık için) birden alevlenmek, aniden ortaya çıkmak, intensify suddenly  
🗑
flatten   dümdüz etmek, yerle bir etmek  
🗑
flaw   kusur, defo, zayıflık, fault, (Beautiful scenery does not make up for the flaws of this film.  
🗑
flawed   hatalı, kusurlu, erroneous, zıt anl.; flawless, perfect  
🗑
flawless   kusursuz, noksansız, faultless, perfect, zıt anl.; faulty, defective, flawed  
🗑
flee   kaçmak, firar etmek, run away, escape  
🗑
flexibility   esneklik  
🗑
flexible   esnek, elastiki, gevşek, tolerant, adjustable, elastic, relaxed, zıt anl.; inflexible, rigid  
🗑
flood   1) su altında bırakmak, swamp; 2) (görüntü, anı vs. için) aklına üşüşmek  
🗑
floor   (vadi, deniz için) taban  
🗑
flourish   gelişmek, büyümek, ilerlemek, grow, develop, zıt anl.; fade  
🗑
flow   akmak, run  
🗑
flow   akış, akım, debi, stream  
🗑
fluctuate   inip çıkmak, değişmek, dalgalanmak, alternate, vary  
🗑
fluctuating   inip çıkan, değişen, dalgalanan, alternating, variable  
🗑
fluctuation   dalgalanma, oynama, inip çıkma  
🗑
fluent   akıcı, açık, pürüzsüz  
🗑
focus on / upon   üzerinde / üzerine odaklanmak, yoğunlaşmak, ağırlık vermek, concentrate on  
🗑
focus   (çoğul: (edebi kullanımda) focuses, (bilimsel kullanımda) foci) odak noktası  
🗑
follow   izlemek, takip etmek, track  
🗑
follow up   1) (hastayı) takip etmek; 2) (bir öneriyi, talimatı vs.) yerine getirmek; 3) (daha önce başlanmış bir işi) bitirmeye veya daha etkin hale getirmeye yönelik işler yapmak  
🗑
following   (bir olay / şey / kişi)’yi takiben, (bir olay / şey / kişi)’nin ardından, after, zıt anl.; prior to, before  
🗑
fondness   düşkünlük, büyük sevgi, fancy, preference, zıt anl.; aversion  
🗑
food supply   besin rezervi / deposu  
🗑
foot   (çoğul: feet) ayak (30. 48 cm’ye eşdeğer uzunluk ölçüsü)  
🗑
for ages   çok uzun bir zamandır, for a very long time  
🗑
for instance   mesela, örneğin, sözgelimi, for example  
🗑
for themost part   genel olarak, generally, mostly  
🗑
forbidden   yasak, banned, prohibited, zıt anl.; allowed  
🗑
force   zorlamak, mecbur etmek, zorla yaptırmak, oblige  
🗑
force   kuvvet  
🗑
force a way through   (zorlayarak, engelleri aşarak) kendine yol açmak, break through  
🗑
force on / upon   zorla vermek / yüklemek, enforce  
🗑
forcefully   zorla, şiddetle, vehemently, zıt anl.; feebly  
🗑
foreign   dış, yabancı, yabancı uyruklu  
🗑
foremost   en önemli, başta gelen  
🗑
forerunner   haberci, müjdeci  
🗑
foresee   önceden görmek / sezmek, anticipate, predict  
🗑
foreseeable   önceden görülebilir / sezilebilir, öngörülebilir, öngörülebilen, predictable, zıt anl.; unpredictable, unforeseeable  
🗑
foreseen   önceden sezilmiş / görülmüş, predicted  
🗑
foreshadow   (bir şey)’in habercisi olmak, foretell, anticipate  
🗑
foretell   tahmin etmek, önceden söylemek, predict, guess, anticipate  
🗑
form   1) oluşturmak, teşkil etmek, produce, make up; 2) şekil vermek, biçimlendirmek, shape  
🗑
form   çeşit, tür, type, kind  
🗑
formation   oluşum  
🗑
former   önceki, eski, previous, old, zıt anl.; latter, future, next  
🗑
formerly   önceden, eskiden, previously, zıt anl.; in the future  
🗑
formulate   1) formülize etmek, formül halinde ifade etmek; 2) açık şekilde ortaya koymak; 3) düzenlemek, prepare  
🗑
forthcoming   yakında(ki), önümüzde(ki), approaching, upcoming  
🗑
fortunate   şanslı, lucky, zıt anl.; unfortunate, unlucky  
🗑
fortunately   iyi ki, neyse ki, şükürler olsun ki, luckily, zıt anl.; unfortunately  
🗑
found   kurmak, tesis etmek, establish, institute  
🗑
fragile   nazik, narin, hassas, kırılgan, delicate, subtle, tender, zıt anl.; tough, solid  
🗑
free   kurtarmak, rahatlatmak, liberate  
🗑
free (sıfat)   bedava, without charge  
🗑
frequency   sıklık, frekans  
🗑
frequent   sık, sık karşılaşılan / tekrarlanan, common, zıt anl.; rare  
🗑
frequently   sık sık, çokça, often, zıt anl.; seldom  
🗑
fresh   taze, yeni, new  
🗑
from the point of view   (belli bir) bakış açısından / açısına göre  
🗑
from time to time   zaman zaman, arada sırada, now and then, once in a while, occasionally  
🗑
frustrated   (başarısızlık veya olumsuz koşullar sebebiyle) engellenmiş, hüsrana uğramış, kösteklenmiş, thwarted, discouraged, zıt anl.; encouraged  
🗑
frustrating   (yoğun çabaların karşılıksız kaldığı durumlar için) asap bozucu, sinirlendirici, annoying, exasperating  
🗑
frustration   (bir amaca ulaşamama veya uygunsuz koşullar sebebiyle) cesaretin kırılması, hayal kırıklığı, huzursuzluk, discouragement, disappointment  
🗑
fuel   körüklemek, şiddetlendirmek, tahrik etmek, energize, stimulate, (This budget fuels inflation and cuts our living standards.  
🗑
fulfil   yerine getirmek, yapmak, accomplish, satisfy, meet, zıt anl.; fail tomeet  
🗑
function   1) fonksiyon, işlev; 2) fonksiyon (matematikte, iki değerler kümesi arasındaki ilişkiyi tanımlayan argüman veya eğri)  
🗑
functional   işlevsel, fonksiyonel  
🗑
functioning   işleyiş, çalışma  
🗑
fund   sermaye sağlamak, parasal destek vermek  
🗑
fundamental   esas, temel, asıl, önemli, basic, central, primary, essential, central, zıt anl.; secondary, (Hard work is fundamental to success.  
🗑
furiously   hiddetle, öfkeyle  
🗑
furnish with   1) sağlamak, provide, supply; 2) döşemek  
🗑
furniture   mobilya  
🗑
further   daha ileriye / daha öteye taşımak, advance  
🗑
further (sıfat / zarf)   1) daha da, ayrıca, daha öteye (ötede), daha fazla, (mevcut olana) ek / ilave, more; 2) başka, some more, other  
🗑
furthermore   dahası, bundan başka, ayrıca, üstelik, additionally, moreover  
🗑
gain   kazanmak, elde etmek  
🗑
gain acceptance   kabul görmeye başlamak  
🗑
gain ground   yayılmak, ilerlemek, rağbet kazanmak, advance, make progress, zıt anl.; lose ground  
🗑
gain in   (bir şey)’de artış veya ilerleme göstermek  
🗑
gain in favour   rağbet görmek, taraftar toplamak  
🗑
gain popularity   popüler olmak, ün kazanmak  
🗑
gain recognition   kabul görmek, tanınmak  
🗑
gap   açık, fark, gedik, boşluk, aralık, uçurum  
🗑
generalization   genelleme  
🗑
generalize   genelleme yapmak  
🗑
generate   üretmek, yaratmak, yield, render, produce  
🗑
generous   cömert, eli açık, zıt anl.; tight-fisted  
🗑
generously   cömertçe, bountifully, abundantly, zıt anl.; sparingly, inadequately  
🗑
genuinely   gerçekten, içtenlikle, really, sincerely, (If you are genuinely interested in one thing, it will always lead to something else.  
🗑
get along with   (birisi) ile (iyi) geçinmek, uzlaşmak, get on well with, be in good terms with  
🗑
get in   (bir şey / bir yer)’in içine girmek, enter, zıt anl.; get out  
🗑
get in touch with   (birisi) ile temasa geçmek / iletişim kurmak, connect, contact, communicate, (In the event of excessive bleeding, you should get in touch with your doctor at once.  
🗑
get involved in   (olaya) karışmak, get pulled in  
🗑
get off   1) (bir taşıttan) inmek; 2) paçayı kurtarmak, (birini) cezadan kurtarmak; 3) yola çık(ar)mak, yolculuğa başla(t)mak  
🗑
get over   (hastalık, zorluk vs.) atlatmak, savmak, üstesinden gelmek, recover from, defeat, overcome, zıt anl.; retreat, surrender  
🗑
get rid of   kurtulmak, elden çıkarmak, başından savmak, defetmek, yakayı sıyırmak, abolish, eliminate, (As he is in a financial difficulty, the owner needs to get rid of the car.  
🗑
get through   1) (telefon vs. için) bağlantı kurmak, ulaşmak, reach; 2) bitirmek, atlatmak, survive  
🗑
get used to   (bir şey)’e alışmak, adapte olmak, adapt oneself to, familiarize oneself with  
🗑
giant   devasa, çok büyük, huge, gigantic, zıt anl.; miniature  
🗑
gift   tanrı vergisi yetenek, talent  
🗑
gigantic   devasa, muazzam, enormous, huge, zıt anl.; tiny  
🗑
give an account of   (bir şey)’in hesabını vermek / (bir şey)’i sunmak / açıklamak  
🗑
give birth to   doğum yapmak, (bir şey) doğurmak  
🗑
give in to   (birisi)’ne yenilmek, teslim olmak, surrender to, succumb to, submit to, zıt anl.; conquer, resist  
🗑
give off   dışarı vermek, salmak, send out, emit  
🗑
give rise to   (bir şey)’e yol açmak / neden olmak, meydana getirmek, lead to, bring about, produce, zıt anl.; eradicate, destroy  
🗑
give up   1) (bir şey)’den vazgeçmek, (bir şey)’i terketmek / bırakmak, let go of, zıt anl.; seize, stick to; 2) teslim olmak, pes etmek, quit, zıt anl.; go on  
🗑
give way to   (bir şey)’in önünü / yolunu açmak, (bir şey)’e yol açmak  
🗑
given   belli, belirli, belirlenmiş, set  
🗑
given (that)   (bir şey)’i gerçek / gerçekleşmiş / olmuş kabul edersek, taking smt into consideration  
🗑
given time   zamana bırakıldığında…, zaman verildiğinde …  
🗑
go ahead   devam etmek, ileri gitmek  
🗑
go along with   1) (bir şey / bir kişi) ile beraber gitmek; 2) (bir şey)’e razı olmak, (bir şey)’i kabul etmek  
🗑
go for   1) (bir şey) yerine geçmek, sayılmak, count as; 2) peşinde olmak, aramak, seek, look for  
🗑
go into effect   geçerli olmak, yürürlüğe girmek, come into force, take effect, zıt anl.; annul, repeal  
🗑
go on   sürmek, devam etmek, continue, zıt anl.; end, (ongoing  
🗑
go unnoticed   fark edilmemek, farkına varılmamak, go undetected, zıt anl.; get noticed  
🗑
goal   amaç, hedef, aim, target, objective  
🗑
good   ticari mal / eşya / ürün  
🗑
govern   1) yönetmek, yönlendirmek, etkisi altında tutmak, administer, guide, influence; 2) (bir şey)’in kurallarını belirlemek, (Laws which govern the production and sale of drugs in the USA are very strict.  
🗑
governance   yönetim, idare  
🗑
government   hükümet, devlet  
🗑
grade   (ders, sınav vs. için) not, puan, mark  
🗑
gradual   aşamalar halinde, yavaş yavaş, step-bystep, slow, zıt anl.; abrupt, sudden  
🗑
gradually   aşamalar halinde, yavaş yavaş, azar azar, ağır ağır, bit by bit, step-by-step, progressively, zıt anl.; abruptly, suddenly  
🗑
graduate from   (kurs, okul vs.)’den mezun olmak  
🗑
grand   büyük, görkemli, ulu, majestic, impressive  
🗑
grave (sıfat)   ciddi, vahim, serious  
🗑
great   büyük, muazzam, ulu, big  
🗑
greatly   büyük oranda, enormously, immensely, zıt anl.; slightly  
🗑
greenhouse   sera  
🗑
grievance   yakınma, şikayet, şikayete yol açan şey, complaint  
🗑
gross   1) geniş çaplı, büyük, broad; 2) brüt, total  
🗑
grossly   1) fazlaca, aşırı bir biçimde, fena halde, overly; 2) genellikle, büyük ölçüde, generally  
🗑
grow higher   yükselmek, rise  
🗑
grow older   yaşlanmak  
🗑
grow out of   (sorunları) zamanla geride bırakmak  
🗑
grow up   1) meydana gelmek, vuku bulmak, develop; 2) büyümek, mature  
🗑
growth   büyüme, artış, boom  
🗑
guess   tahmin etmek, sanmak, zıt anl.; know for sure  
🗑
guidelines   (yol gösterici) ilkeler, kurallar, ana hatlar, road map  
🗑
guilt   suçluluk, zıt anl.; innocence  
🗑
habitat   doğal ortam, doğal yaşama ortamı  
🗑
halt   dur(dur)mak, stop, zıt anl.; start  
🗑
hamper   engellemek, güçleştirmek, prevent, hinder, impede, obstruct, zıt anl.; help, facilitate  
🗑
hand   (elle) vermek, uzatmak, give, bestow  
🗑
hand out   (elden bir şey) dağıtmak, bölüştürmek, (ceza) vermek, (adalet) dağıtmak, give out, distribute, deliver  
🗑
handicap   engel, elverişsiz durum  
🗑
handle   1) işlemek, kullanmak, ele almak, manipulate; 2) başa çıkmak, ilgilenmek, idare etmek, üstesinden gelmek, manage, deal with, tackle  
🗑
hard   zorlu, sıkı, zahmetli, tough, laborious  
🗑
harden   sertleşmek, katılaşmak  
🗑
hardly   1) nadiren, çok az, hemen hemen hiç, scarcely, barely; 2) zar zor, güç bela, güçlükle  
🗑
hardness   1) (duygusal anlamda) soğukluk, insensitivity, unfeelingness; 2) sertlik, acımasızlık, harshness, stiffness  
🗑
hardship   güçlük, sıkıntı, darlık, burden, trouble, zıt anl.; ease, prosperity  
🗑
harm   zarar, hasar, damage  
🗑
harmful   zararlı, damaging, zıt anl.; harmless  
🗑
harmless   zararsız, zıt anl.; harmful  
🗑
harness   (doğal bir gücü dizginleyerek) yararlanmak, kullanmak, employ, utilize  
🗑
harsh   sert, katı, acımasız, rough, bitter, zıt anl.; mild  
🗑
harvest   ürün almak, hasat yapmak, get crops  
🗑
harvest   hasat, crop  
🗑
have a chance   fırsat yakalamak, şansı olmak  
🗑
have an effect on   (bir şey) üzerinde etkisi olmak / etki yaratmak  
🗑
have little in common with   (birisi / bir şey) ile çok az ortak yönleri olmak  
🗑
have nothing to do with   hiç ilgisi / bağlantısı olmamak, have no connection with  
🗑
have on hand   elde bulundurmak  
🗑
have smt in common with   (birisi / bir şey) ile ortak yönleri olmak / noktaları bulunmak  
🗑
have to do with   (bir şey) ile ilgisi / bağlantısı olmak, have connection with  
🗑
have trouble with   (bir şey) ile başı dertte olmak, sorun yaşamak  
🗑
have yet to be   henüz…-medi, daha…-meyi bekliyor  
🗑
hazard   tehlike, risk, danger, risk, zıt anl.; safety, security, (Drinking alcohol is a real health hazard if carried to excess.  
🗑
hazardous   tehlikeli, dangerous, zıt anl.; safe, secure  
🗑
head for / to / towards   (bir yer)’e doğru gitmek, yolculuğa hazırlanmak, yönünü (o yer)’e doğru çevirmek  
🗑
heal   iyileş(tir)mek, sağaltmak, cure  
🗑
health care   sağlık bakımı  
🗑
healthy   sağlıklı / yerinde / haklı, (healthy relations between the two countries  
🗑
heated   hararetli  
🗑
heatedly   hararetli bir şekilde (tartışmak)  
🗑
heavily   büyük ölçüde, ciddi şekilde  
🗑
height   1) boy, yükseklik, tallness; 2) doruk, peak  
🗑
heighten   yüksel(t)mek, art(tır)mak, çoğal(t)mak, raise / rise, intensify, increase, zıt anl.; lessen, lower, decrease  
🗑
helpful   yararlı, faydalı, useful, beneficial, zıt anl.; useless, harmful  
🗑
hence   böylece, dolayısıyla, thus, therefore  
🗑
hesitate   çekinmek, duraksamak  
🗑
hesitation   çekinme, duraksama, tereddüt  
🗑
hidden   saklı, gizli, out of sight  
🗑
hide away   sakla(n)mak, conceal (oneself)  
🗑
highlight   öne çıkarmak, dikkat çekecek hale getirmek, make prominent, play up  
🗑
highly   çok, büyük oranda, vastly, greatly  
🗑
highly so   daha da fazla  
🗑
high-profile   göze çarpan, dikkat çeken  
🗑
high-risk   yüksek riski olan  
🗑
high-stress   çok stresli  
🗑
hinder   engellemek, impede, obstruct, (Landslides and bad weather are continuing to hinder the arrival of relief supplies to the area.  
🗑
hint   1) belirti, emare, sign; 2) ipucu, clue  
🗑
hint at   akla getirmek, izlenim bırakmak, ima etmek, point to, suggest  
🗑
hit   acı / zarar vermek, vurmak, damage, strike  
🗑
hold   1) (toplantı vs.) düzenlemek; 2) (elinde) tutmak, sahip olmak; 3) (bir) görüş / inanç sahibi olmak, maintain; 4) öyle kabul etmek, regard  
🗑
hold on   dayanmak, bırakmamak  
🗑
hold the view that   …görüşünde olmak  
🗑
hold up   geciktirmek, engellemek, delay, obstruct  
🗑
hope   umut etmek, ummak  
🗑
hopefully   1) umutla, (The little boy looked at the woman hopefully as she handed out the sweets.  
🗑
horrify   korkutmak, dehşete düşürmek, scare, terrify  
🗑
horrifying   korkunç, dehşete düşürücü, frightful, horrible  
🗑
horror   büyük korku, dehşet, terror  
🗑
hospitality   konukseverlik, zıt anl.; inhospitality  
🗑
host   ev sahipliği yapmak  
🗑
hostile   düşmanca, düşman, saldırgan, karşı olan, aggressive, antagonistic, adversary, enemy, zıt anl.; friendly  
🗑
hostility   düşmanlık, husumet, enmity, antagonism  
🗑
hot spot   tehlikeli bölge  
🗑
hotly   yoğun ve çok ihtilaflı / hararetli bir şekilde, heatedly, (The committee hotly discussed the matter.  
🗑
huge   çok büyük, devasa, muazzam, immense, gigantic, enormous, zıt anl.; tiny  
🗑
hugely   büyük oranda, geniş çapta, greatly, zıt anl.; slightly  
🗑
humble   mütevazı, alçakgönüllü, modest  
🗑
hunger   açlık  
🗑
hurt   incitmek, zarar vermek, harm, damage  
🗑
hypothesis   (çoğul: hypotheses) hipotez, varsayım (belirli olayları açıklamak için yapılan önerme)  
🗑
i. e.   yani, başka şekilde ifade etmek gerekirse. . . (Lat. id est), that is  
🗑
identical   aynı, tıpkı, özdeş, alike, same, zıt anl.; different, unlike  
🗑
identify   1) tanı(m)lamak, teşhis etmek, determine, diagnose; 2) kimliğini teşhis etmek; 3) tip belirlemek / tanımlamak  
🗑
if any   eğer varsa / olursa  
🗑
if anything   1) eğer herhangi bir etki yarattıysa (o da şudur. . .); 2) eğer bir fark varsa  
🗑
if there are any   eğer varsa (bir şeyin varlığına inanılmadığı ya da buna ait bir kanıt bulunmadığı durumlarda kullanılır), (Good people, if there are any, are hard to find.  
🗑
ignorance   1) bilgisizlik; 2) aldırmazlık, görmezden gelme  
🗑
ignore   göz ardı etmek, aldırmamak, boş vermek, görmezden gelmek, disregard, overlook, zıt anl.; care for, notice  
🗑
illegal   yasa dışı, kanuna aykırı, illicit, prohibited, zıt anl.; legal, legitimate  
🗑
ill-treat   kötü davranmak, abuse, injure  
🗑
ill-treatment   kötümuamele, zıt anl.; hospitality  
🗑
imaginable   hayal edilebilen, göz önüne getirilebilen  
🗑
imaginary   imgesel, hayali, fictitious, zıt anl.; actual, real  
🗑
imaginative   yaratıcı, creative  
🗑
imagine   hayal etmek, envisage, guess  
🗑
imbalance   dengesizlik, zıt anl.; balance  
🗑
imitate   taklit etmek, taklidini yapmak, copy, simulate  
🗑
imitation   taklit, imitasyon  
🗑
immature   olgunlaşmamış, toy, gelişmemiş, undeveloped, young, unripe, zıt anl.; mature, ripe  
🗑
immediate   1) anında, hemen o anda, acil, urgent; 2) yakın; 3) şimdiki, ilk akla gelen, current  
🗑
immediately   derhal, hemen, anında, at once, right away  
🗑
immense   muazzam, çok büyük, tremendous, enormous, zıt anl.; tiny, little  
🗑
immensely   gayet, pek çok, büyük oranda, son derece, oldukça, extremely, enormously, zıt anl.; slightly  
🗑
immigrant   göçmen, ülkeye / kente göç ederek gelen kimse, zıt anl.; emigrant  
🗑
immigrate   göç ile ülkeye / kente gelip yerleşmek, move in, zıt anl.; emigrate  
🗑
immigration   göç ile ülkeye / kente gelip yerleşme, zıt anl.; emigration  
🗑
immobile   sabit, hareketsiz, motionless, zıt anl.; mobile  
🗑
impact   1) etki, tesir, nüfuz, effect, influence; 2) darbe, çarpma, hit, collision  
🗑
impair   bozmak, zayıflatmak, (Whilemy brain and brawn remain unimpaired, I will continue to lead this party.  
🗑
imperative   zorunlu,mecburi  
🗑
imperfect   eksik, kusurlu, faulty, defective, zıt anl.; perfect, flawless  
🗑
imperfectly   eksik, kusurlu bir şekilde, kısmen, partially, defectively  
🗑
implement   uygulamak, yerine getirmek, put through, carry out, perform  
🗑
implicate   1) sorumlu saymak, hold responsible; 2) ima etmek, imply  
🗑
implicated   (bir şey)’in altında aranan, altta yatan  
🗑
implication   saklı anlam, ima, suggestion, connotation, zıt anl.; explicit statement  
🗑
implications   (bir şey)’in olası sonuçları  
🗑
implicit   1) ifade edilmeden anlaşılan, saklı, zıt anl.; explicit; 2) ima edilen, dolaylı olarak anlaşılan  
🗑
imply   (dolaylı olarak) göstermek, ima etmek, (bir şey)’e işaret etmek, indicate, suggest, state indirectly, zıt anl.; express  
🗑
import   ithal etmek, zıt anl.; export  
🗑
impose on / upon   zorla kabul ettirmek, dayatmak, (yasa, kural, yaptırım vs.) uygulamak, empoze etmek, assert  
🗑
imposing   etkileyici, impressive  
🗑
impossible   imkansız, olanaksız  
🗑
impractical   uygulanamaz, gerçekleştirilemez, mantıksız  
🗑
impress   (genelde iyi yönde) etkilemek, (iyi) izlenim bırakmak, influence  
🗑
impressive   (iyi yönde) etkileyici, çarpıcı, remarkable, striking, zıt anl.; ordinary  
🗑
impressively   (iyi yönde) etkileyici bir şekilde, remarkably, strikingly, zıt anl.; ordinarily  
🗑
improve   düzel(t)mek, yoluna koymak, geliş(tir)mek, arttırmak, enhance, upgrade, increase, zıt anl.; deteriorate, worsen, decrease, weaken  
🗑
improved   iyileştirilmiş, düzeltilmiş  
🗑
improvement   düzelme, ilerleme, iyileştirme, gelişme, enhancement, progress, advance, zıt anl.; impairment, deterioration  
🗑
improvise   birdenbire çaresini bulmak, doğaçlama yapmak  
🗑
in a sense   bir bakıma, in a way  
🗑
in a way   bir bakıma, in some way, in a sense  
🗑
in accord with   (bir şey)’e uygun olarak, uyarınca, uyumlu, tam bir anlaşma içinde, in compliance with, in unison with, in accordance with, zıt anl.; contrary to, in conflict with, in dispute with  
🗑
in accordance with   (bir şey)’e uygun olarak, uyarınca, in compliance (with), zıt anl.; contrary to  
🗑
in addition to   (bir şey)’e ek olarak, additionally, also  
🗑
in any way   hiçbir şekilde  
🗑
in case of   halinde, durumunda  
🗑
in combination with   (bir şey) ile birlikte, together with  
🗑
in common   ortak olarak, genel olarak  
🗑
in comparison with   (bir şey, bir kişi) ile kıyaslandığında, in relation to, with reference to  
🗑
in connection with   (bir şey) ile bağlantılı olarak  
🗑
in consequence   (bunun) sonucunda, (buna) bağlı olarak, as a result  
🗑
in contrast to / with   (bir şey)’in / (bir kişi)’nin tersine / aksine, (bir şey) ile karşı_____laştırıldığında, contrary to  
🗑
in detail   detaylı / ayrıntılı / kapsamlı olarak  
🗑
in excess of smt   bir şeyden fazla, bir şeyi geçen  
🗑
in fact   aslında, esasen, in reality, in truth, indeed  
🗑
in fear   korkuyla  
🗑
in fulfilment of   (bir şey)’i gerçekleştirmek / yerine getirmek için  
🗑
in line with   (bir görüş vs.) ile aynı doğrultuda, in conjunction with  
🗑
in no way   hiçbir bakımdan, hiçbir surette, (He is in no way ready for the exam. He hasn’t touched his textbook yet.  
🗑
in number   sayıca  
🗑
in opposition to   (bir şey)’e karşı / muhalif olarak, contrary to  
🗑
in order to   amacıyla, (bir şey yapmak) için, so as to, to  
🗑
in part   kısmen, bazı açılardan, partly, zıt anl.; wholly  
🗑
in practice   gerçekte, pratikte, zıt anl.; in theory  
🗑
in rational terms   mantık kapsamında, rasyonel düşünce ile  
🗑
in reality   gerçekte, aslında  
🗑
in regard to   (bir şey)’e gelince, (bir şey) ile ilgili olarak, with respect to  
🗑
in response to   (bir şey)’e cevaben / karşılık vermek amacıyla, as a reaction to  
🗑
in retrospect   geçmişe bakıldığında  
🗑
in return for   karşılığında, karşılık olarak  
🗑
in search of   (bir şey)’in arayışı içinde  
🗑
in so far as   olduğu sürece, olduğundan ötürü, because  
🗑
in some respects   bazı açılardan, in a way  
🗑
in some ways   bazı yönlerden / açılardan  
🗑
in spite of   (bir şey)’e rağmen / karşın, regardless of, despite  
🗑
in terms of   ilgili olarak, açısından, bakımından, on the basis of, in relation to  
🗑
in that   yüzünden, dolayı, nedeniyle, şu bakımdan ki, as, because, since  
🗑
in the case of   (bir şey) halinde / durumunda, (bir şeyin / bir olayın) olması durumunda  
🗑
in the first place   en başta  
🗑
in the form of   … şeklinde / formunda  
🗑
in the hope of   (bir şeyin olması) umuduyla  
🗑
in the light of   (bir şey)’in ışığında / ışığı altında, in viewof  
🗑
in the long run   uzun vadede, in the end, eventually, (Patience and determination will pay in the long run.  
🗑
in the meantime   bu arada, bu süre zarfında, aynı zamanda, meanwhile  
🗑
in the meanwhile   bu süre içinde, bu arada  
🗑
in the midst of   ortasında, arasında  
🗑
in the wake of   (bir felaketin) ardından, peşinden  
🗑
in this respect   bu bakımdan, bu hususta, bundan yola çıkarak  
🗑
in time   zaman içinde, zamanla  
🗑
in turn   sırasıyla, successively, (I talked to each of my students in turn.  
🗑
in view of   (bir şey)’i göz önüne alarak, (bir şey)’den dolayı, in the light of  
🗑
inability   beceriksizlik, yeteneksizlik, güçsüzlük, yetersizlik, incapability, weakness, zıt anl.; ability  
🗑
inaccessible   girilemez, ulaşılamaz, unreachable, zıt anl.; accessible  
🗑
inaccurate   yanlış, kusurlu, hatalı, erroneous, zıt anl.; accurate  
🗑
inadequacy   yetersizlik, eksiklik, insufficiency, shortage, zıt anl.; adequacy, sufficiency  
🗑
inadequate   yetersiz, eksik, elverişsiz, insufficient, zıt anl.; adequate, enough, ample, (His income is inadequate to meet his basic needs.  
🗑
inappropriate   yanlış, uygunsuz, yersiz, improper, awkward, zıt anl.; appropriate, proper  
🗑
inborn   tabiatında olan, doğuştan gelen, kalıtsal, congenital, hereditary, innate, zıt anl.; acquired  
🗑
incapable (of)   ehliyetsiz, yeteneksiz, unable, incompetent, zıt anl.; capable (of)  
🗑
incentive   özendirici şey, bonus, inducement  
🗑
incessant   sürekli, ardı arkası kesilmeyen, neverending, zıt anl.; occasional  
🗑
incidence   tekrar oranı, oluş sıklığı, insidans, occurrence, happening  
🗑
incident   (genellikle kötü sonuçları olan) olay, hadise, occurrence, event, happening  
🗑
include   içermek, dahil etmek, katmak, kapsamak, birleştirmek, embody, incorporate, consolidate, combine, zıt anl.; exclude, separate, divide  
🗑
incomparable   kıyaslanamaz, eşsiz, uncomparable  
🗑
incompatible with   (bir şey) ile bağdaşmaz, uyuşmaz, conflicting, unsuitable, zıt anl.; compatible  
🗑
incompetent   1) yetersiz, yeteneksiz, incapable, unskilled, zıt anl.; competent, capable; 2) yetkisiz  
🗑
inconclusive   bir sonuca varmayan, inandırıcı olmayan, incomplete, unsatisfactory, zıt anl.; conclusive  
🗑
inconsistent   1) istikrarsız, unreliable, zıt anl.; consistent; 2) çelişkili, tutarsız, conflicting, contradictory, zıt anl.; confirming, consistent  
🗑
inconvenient   uygunsuz, elverişsiz, zahmetli, müşkül, awkward, inappropriate, zıt anl.; convenient, appropriate  
🗑
incorporate (into)   dahil etmek, katmak, birleştirmek, include, amalgamate, consolidate, zıt anl.; exclude, separate  
🗑
incorrect   yanlış, hatalı, wrong, zıt anl.; correct  
🗑
increase   art(tır)mak, çoğal(t)mak, yüksel(t)mek, geliştirmek, grow, enhance, rise / raise, improve, zıt anl.; decrease, weaken, fall, drop  
🗑
increase   artış, rise, zıt anl.; decrease, fall  
🗑
increased   artmış olan, zıt anl.; decreased  
🗑
increasingly   gittikçe artan bir şekilde  
🗑
incredible   inanılmaz, akıl almaz, unbelievable, zıt anl.; credible, reasonable  
🗑
incredibly   inanılmaz şekilde, unbelievably, zıt anl.; credibly, reasonably  
🗑
indeed   gerçekten, hakikaten, doğrusu, certainly, without a doubt, in fact, actually  
🗑
indefinite   belirsiz, zıt anl.; definite  
🗑
indefinitely   belirsiz bir süre için, sürekli, sonu gelmeyen bir şekilde, continually, zıt anl.; temporarily, (Due to renovation works, the Regency Hotel was closed indefinitely.  
🗑
independence   bağımsızlık, zıt anl.; dependence  
🗑
independent   bağımsız, özgür, self-reliant, free, zıt anl.; dependent (on)  
🗑
independently   bağımsız olarak, zıt anl.; dependently  
🗑
indicate   belirtmek, işaret etmek, göstermek, denote, point to  
🗑
indication   belirti, delil, gösterge, işaret, evidence, hint  
🗑
indicator   indikatör, gösterge, belirteç, ibre, sign  
🗑
indifference   aldırmazlık, umursamazlık, kayıtsızlık, disinterest, zıt anl.; concern  
🗑
indifferent   aldırmaz, umursamaz, disinterested, zıt anl.; careful, thoughtful, heedful  
🗑
indirectly   dolaylı bir şekilde  
🗑
indispensable   vazgeçilmez, essential, vital, zıt anl.; dispensable  
🗑
indistinguishable   ayırt edilemez, seçilemez  
🗑
individual   birey, fert  
🗑
individual (sıfat)   bireysel, kişisel, ferdi, personal  
🗑
induce   1) neden olmak, sevk etmek, cause, activate; 2) ikna etmek, kandırıp yaptırmak, convince, persuade, zıt anl.; prevent; 3) (elektrik akımı) meydana getirmek  
🗑
industrialize   sanayileş(tir)mek  
🗑
ineffective   etkisiz, useless, unproductive, zıt anl.; effective  
🗑
inefficiency   etkisiz olma, verimsizlik, randımansızlık, ineffectiveness, zıt anl.; efficiency, effectiveness  
🗑
inefficiently   verimsiz bir şekilde  
🗑
inequality   eşitsizlik, zıt anl.; equality  
🗑
inevitable   kaçınılmaz, inescapable, unavoidable, zıt anl.; avoidable, avertable, evitable  
🗑
inevitably   kaçınılmaz bir şekilde, unavoidably, inescapably, zıt anl.; avoidably  
🗑
infallible   yanılmaz, şaşmaz, güvenilir, unfailing, reliable, zıt anl.; fallible  
🗑
infer from   1) (bir şey)’den anlamak / çıkarmak, derive from; 2) (bir şey)’den sonuç çıkarmak, deduce from  
🗑
infirm   zayıf, güçsüz, ill, weak, zıt anl.; healthy, well  
🗑
inflexible   esnemeyen, esnek olmayan, unbendable, zıt anl.; flexible  
🗑
influence   etkilemek, lead, affect, shape  
🗑
influence   etki, tesir, nüfuz, effect, impact  
🗑
influential   etkili, sözü geçen, nüfuzlu, hatırlı, powerful  
🗑
informed   bilgili, haberdar, knowledgeable  
🗑
infrequent   seyrek, sık olmayan, occasional, irregular, zıt anl.; frequent  
🗑
ingenious   akıllıca, ustalıklı, dahice, clever, brilliant  
🗑
ingeniously   zekice,maharetle, ustalıkla, brilliantly  
🗑
ingredient   bir karışımı oluşturan maddelerden her biri, içerik, öğe, parça, eleman  
🗑
inhabit   içinde oturmak, yuvalanmak, barınmak, dwell, occupy, (Only birds and small animals inhabit these remote islands.  
🗑
inherent   doğuştan gelen, doğasında var olan, intrinsic, innate  
🗑
inherit   (atadan) (kalıtımla) almak, miras kalmak, acquire, receive  
🗑
inherited   kalıtsal, irsi, congenital, ancestral  
🗑
initial   ilk, başlangıç, baştaki, birinci  
🗑
initially   öncelikle, aslında, esasen, önceleri, başlangıçta, primarily, essentially, at first, originally, in the beginning, zıt anl.; finally  
🗑
initiate   başlatmak, start, launch, pioneer, zıt anl.; complete, terminate  
🗑
injure   yaralamak  
🗑
injured   yaralı  
🗑
injury   yara, hasar, yaralanma, wound, harm, damage  
🗑
innocence   masumiyet, suçsuzluk, zıt anl.; guilt  
🗑
innocent   masum, suçsuz, zıt anl.; guilty  
🗑
innovation   yenilik, değişiklik, buluş, icat, novelty  
🗑
innovative   yenilikçi, yaratıcı, creative, zıt anl.; conservative  
🗑
innumerable   sayısız, sayılamaz, countless  
🗑
insight   anlayış, olayların iç yüzünü kavrama, awareness, comprehension, zıt anl.; ignorance, dullness  
🗑
insignificant   önemsiz, değersiz, unimportant, zıt anl.; significant, important  
🗑
insist on   (bir konuda) diretmek / direnmek / ısrar etmek, assert (that)  
🗑
inspiration   ilham, esin, influence, stimulus  
🗑
inspire   1) ilham vermek, esinlemek, teşvik etmek, encourage, stimulate; 2) telkin etmek / vermek, duygu aşılamak  
🗑
install   yerleştirmek, (cihaz vs.) kurmak, (bilgisayar programı vs.) yüklemek, tesis etmek, (We have had central heating installed in our flat.  
🗑
instantly   hemen, anında, urgently, immediately  
🗑
instead   yerine, onun yerine. . . , (Don’t buy the red shirt; buy the blue one instead.  
🗑
instead of   yerine, onun yerine. . . , (Instead of the red shirt, I bought the blue one.  
🗑
institution   1) kurum, müessese; 2) yerleşmiş gelenek, devamlı olan şey  
🗑
instruct (on)   (hakkında) talimat vermek, yol göstermek, enlighten (about), inform (about)  
🗑
instructions   direktif, yönerge  
🗑
insufficient   yetersiz, eksik, inadequate, zıt anl.; sufficient, enough, ample  
🗑
intact   bozulmamış, zarar görmemiş, sağlam  
🗑
intake   1) herhangi bir maddenin vücuda girişi, (içeri) alım, (yeme içme vasıtasıyla) alınan (şey), consumption; 2) giriş, giriş ağzı, inlet  
🗑
integral   bir bütünün ayrılmaz bir parçası olan, essential, intrinsic, zıt anl.; incidental  
🗑
integrate into / with   (bir şey)’e katmak, (bir şey) ile birleş(tir)mek, entegre etmek / olmak, incorporate into, unify with, zıt anl.; separate from  
🗑
integrity   1) doğruluk, dürüstlük; 2) bütünlük  
🗑
intellect   zeka, akıl  
🗑
intend   niyet etmek, tasarlamak, amaçlamak, planlamak, aim, plan  
🗑
intense   şiddetli, güçlü, fierce, powerful, zıt anl.; mild  
🗑
intensely   yoğun bir şekilde, greatly, zıt anl.; slightly  
🗑
intensify   şiddetlen(dir)mek, yoğunlaş(tır)mak, aggravate, concentrate, zıt anl.; lessen  
🗑
intensive   yoğun, şiddetli, in-depth, thorough, zıt anl.; partial, superficial  
🗑
intentional   kasıtlı, bilerek yapılan, deliberate, zıt anl.; unintentional, accidental  
🗑
interact with   birbirini etkilemek, birbiriyle ilişkide olmak, relate to / with, (While the other children interacted and played together, Ted ignored them.  
🗑
interaction   etkileşim  
🗑
interdependent   birbirine bağlı, dependent on each other, zıt anl.; independent  
🗑
interest   1) çıkar, menfaat, kar, kazanç, stake; 2) faiz; 3) ilgi alanı, ilgilenilen şey, involvement  
🗑
interested in   (bir şey) ile ilgilenen / ilgili, (bir şey)’e ilgi duymak  
🗑
interfere in   (bir şey)’e karışmak / müdahale etmek, meddle with, intervene in  
🗑
interfere with   (bir şey) ile çatışmak, engellemek, mani olmak, müdahale etmek, hinder, prevent, intervene in, step in, zıt anl.; facilitate, (Childbearing should not interfere with a career, but it usually does.  
🗑
interference   müdahale, karışma, meddling  
🗑
intermediary   aracı, arabulucu, mediator, negotiator  
🗑
internal   dahili, iç, ülke içi ile ilgili, iç tarafta, zıt anl.; external  
🗑
international   uluslararası  
🗑
interrelated   birbiriyle ilgili / ilişkili  
🗑
interrupt   sözünü kesmek, engellemek, yarıda kesmek, bother, break in, suspend  
🗑
intertwined   iç içe geçmiş  
🗑
intervene in   araya girmek, interfere in, mediate  
🗑
intervening   araya giren, interfering  
🗑
intervention   müdahale, girişim, intercession  
🗑
intimately   derin bir bağ ile, ayrılmaz şekilde, iç içe  
🗑
intolerably   dayanılmaz bir şekilde, unbearably  
🗑
intricate   karışık, çapraşık, girift, complicated, complex, zıt anl.; simple, straightforward  
🗑
intriguing   merak uyandıran  
🗑
intrinsic   kendine özgü, kendi tabiatında olan, peculiar, innate, zıt anl.; acquired  
🗑
introduce smt to   (örn. bir ortam ya da piyasa)’ya arz etmek / sunmak / getirmek  
🗑
introduce   1) başlatmak, initiate, institute; 2) ortaya koymak, tanıtmak, present  
🗑
introduction   1) giriş, önsöz, takdim, tanıtım, sun(ul)ma, entry, presentation; 2) devreye girme / sokma; 3) piyasaya çıkma / arz edilme, creation, foundation  
🗑
invalid   1) geçersiz, hükümsüz, null, void, zıt anl.; valid; 2) (yatalak) hasta, sakat, disabled  
🗑
invaluable   paha biçilemeyen, çok önemli / değerli, zıt anl.; worthless  
🗑
invariable   değişmez, her zaman olan, constant  
🗑
invariably   değişmez / şaşmaz bir şekilde, her zaman, always, ever, constantly, zıt anl.; never, rarely, (Incompetents invariablymake trouble for people other than themselves.  
🗑
invent   icat etmek, yaratmak, uydurmak, create, make up  
🗑
inventive   yaratıcı, bulucu, creative, innovative, zıt anl.; uninventive  
🗑
invert   tersine çevirmek, tersyüz etmek, reverse  
🗑
invest in   (bir şey)’e yatırım yapmak  
🗑
investigate   araştırmak, soruşturmak, teftiş etmek, incelemek, inquire, inspect, examine  
🗑
investigation   araştırma, soruşturma, teftiş, inceleme, inspection, examination  
🗑
investigator   müfettiş, araştırmacı, dedektif, inspector  
🗑
investment   yatırım  
🗑
invigorating   canlandırıcı, güçlendirici, enerji verici, stimulating, zıt anl.; tiresome  
🗑
involuntarily   gönülsüzce, isteksiz olarak, unwillingly, reluctantly, zıt anl.; willingly  
🗑
involuntary   gönülsüz, istemsiz, unintentional, unwilling, reflexive, zıt anl.; voluntary, deliberate  
🗑
involve   1) içermek, kapsamak, include, contain, entail, zıt anl.; exclude; 2) karıştırmak, bulaştırmak; 3) söz konusu olmak, işin içinde olmak; 4) gerektirmek, istemek, require  
🗑
involved (in)   (olaya) karışmış, işin içinde olan  
🗑
involvement   ilgi, ilişki, katılma, içinde yer / rol alma, karışma, bulaşma, concern, engagement, participation  
🗑
involving   kapsayan  
🗑
irony   1) ironi (beklenmeyenin gerçekleşmesi, umulanın aksi bir sonuç çıkması); 2) alay, kinaye, sarcasm; 3) (alaycı veyamanalı) zıtlık  
🗑
irrational   mantıksız, akıldışı, illogical  
🗑
irregularly   düzensiz olarak, randomly, zıt anl.; regularly, steadily  
🗑
irrelevant   konu dışı, alakasız, ilgisiz, unrelated, inappropriate, zıt anl.; relevant  
🗑
irreparable   onarılamaz, tamir edilemez, çaresi olmayan, tedavisi imkansız, irremediable  
🗑
irresponsible   sorumsuz, sorumsuzca, incautious, thoughtless, zıt anl.; responsible, thoughtful  
🗑
irreversible   geri döndürülemez  
🗑
irrigation   sulama, watering  
🗑
isolate (from)   ayırmak, tecrit / izole etmek, separate (from), zıt anl.; integrate (into)  
🗑
isolated   toplumdan uzak, (diğerlerinden) ayrı, kendi başına, bağlantısız, detached  
🗑
issue   1) (belge, karne, cüzdan vs.) çıkartmak / vermek; 2) yayınlamak, release, publish  
🗑
issue   konu, sorun, mesele, point, matter, question  
🗑
jeopardise   tehlikeye atmak, tehlikeye sokmak, risk  
🗑
join (in)   katılmak, yer almak, take part (in)  
🗑
joint (sıfat)   ortak, müşterek, collective, mutual, zıt anl.; individual, unilateral  
🗑
jointly   ortaklaşa, birlikte, together, (The research was jointly performed by microbiologists and ENT specialists.  
🗑
jokingly   şaka yollu, şaka ederek, zıt anl.; seriously  
🗑
judge   yargılamak, hüküm vermek, değerlendirmek, decide, conclude, evaluate, appraise  
🗑
judgement   yargı, değerlendirme, assessment, evaluation  
🗑
junior   1) genç, kıdemsiz, zıt anl.; senior; 2) az, küçük  
🗑
just before   hemen önce  
🗑
justify   haklı çıkarmak, temize çıkarmak, doğrulamak, substantiate, validate, (Time justified his theories.  
🗑
keen (on)   hevesli, düşkün, meraklı, istekli, eager (to)  
🗑
keenly   hevesli / düşkün / meraklı / istekli bir şekilde  
🗑
keep   tutmak, muhafaza etmek, korumak, preserve, retain, hold, protect, zıt anl.; release, let go  
🗑
keep down   düşük düzeyde tutmak, restrain, restrict, zıt anl.; encourage  
🗑
keep off   uzak durmak, stay away (from)  
🗑
keep on   devam etmek, proceed, carry on, zıt anl.; stop, cease, quit  
🗑
keep out of   (bir şey)’in dışında kalmak, dışarıda bırakmak  
🗑
keep to   sadık / bağlı kalmak, stick to, adhere to  
🗑
keep up with   1) (bir şey)’e yetişmek, (bir şey)’den geri kalmamak, keep abreast of; 2) karşılamak, meet  
🗑
keep up   devam etmek, sürdürmek, sustain, maintain  
🗑
keep within   (bir şey)’in belli sınırlar içinde kalmasını sağlamak  
🗑
key   çok önemli, crucial, vital, zıt anl.; minor  
🗑
key point   anahtar nokta, önemli ayrıntı, (key points in a structure  
🗑
known   bilinen, zıt anl.; unknown  
🗑
label   etiketlemek, tanımlamak, isimlendirmek  
🗑
laborious   yorucu, zahmetli, güç, ardous, heavy, hard  
🗑
laboriously   yorucu / zahmetli bir şekilde, güç bela, ardously  
🗑
labour union   iş_____çi sendikası, trade-union  
🗑
labourer   işçi, worker  
🗑
lack   (bir şey)’den yoksun olmak, mahrum olmak, be short of, be without, zıt anl.; have, own  
🗑
lack of   (bir şey)’den yoksunluk, mahrum olma, (bir şey)’in eksikliği, shortness (of), deficiency, zıt anl.; abundance  
🗑
largely   büyük ölçüde, greatly, mostly  
🗑
large-scale   geniş çaplı, büyük ölçekli  
🗑
last   1) sürmek, devam etmek, endure; 2) tükenmemek, dayanmak  
🗑
last resort   son çare  
🗑
lasting   devamlı, sürekli, kalıcı, enduring, long-term, permanent, zıt anl.; temporary, (She left a lasting impression on her boyfriend that she had broken off with.  
🗑
late   eski, former  
🗑
latest   en son, en yeni, newest, most recent  
🗑
launch   1) başlatmak, initiate, zıt anl.; terminate; 2) (füze, roket veya uzay aracı için) fırlatmak; 3) (gemi vs. için) denize indirmek  
🗑
launch   1) kuruluş, başlama, hizmete girme, kullanıma sunma, initiation, introduction, zıt anl.; termination; 2) (uzay aracı, roket, füze vs. için) fırlat(ıl)ma; 3) (gemi için) denize indirilme  
🗑
law   yasa, kanun  
🗑
lay down   koymak, yapmak, sermek, set down, put down  
🗑
layer   1) tabaka, katman, kat; 2) (anlam vs. açısından) derinlik  
🗑
lead (smo) (to)   (birisini) yönetmek, (birisine) önderlik etmek, (birisini bir yere) (doğru) götürmek, guide (smo) (to), conduct  
🗑
lead into   (bir şey)’e yönlendirmek / yöneltmek  
🗑
lead to   (bir şey)’e yol açmak, neden olmak, cause  
🗑
leading   önde gelen, başlıca, outstanding, zıt anl.; secondary  
🗑
leak   sızıntı  
🗑
leakage   (bir sıvı ya da bilgi için) sızıntı / sızdırma  
🗑
leave behind   geride bırakmak  
🗑
leave out   hesaba katmamak, dışarıda bırakmak, hariç tutmak, atlamak, count out, exclude, zıt anl.; include, (Leave this case out. He has got nothing to do with our retrospective study.  
🗑
leftover   artan, fazlalık, excess  
🗑
legislation   1) yasama, kanun yapma, enactment; 2) yasalar, kanunlar, laws  
🗑
legitimate   yasal, meşru, legal, valid, credible, zıt anl.; illegitimate, illicit, illegal  
🗑
lend   ödünç vermek, zıt anl.; borrow  
🗑
length   1) uzunluk; 2) süre, müddet, duration  
🗑
lengthy   uzun, uzun uzadıya  
🗑
lesser   daha aşağı / düşük, inferior, zıt anl.; greater, superior  
🗑
let alone   bırak. . . , . . . şöyle dursun, (I can’t even make a phone call let alone send images.  
🗑
let down   1) (ağır ağır) inmesini sağlamak; 2) boşa çıkarmak, yüzüstü bırakmak, hayal kırıklığına uğratmak, forsake, disappoint  
🗑
lethal   öldürücü, ölümcül, deadly, fatal, mortal, zıt anl.; harmless, safe  
🗑
level   1) eşit hale getirmek, (level social differences  
🗑
level   1) seviye, düzey; 2) düz, düzayak  
🗑
level out   dengeye gelmek, dengelenmek  
🗑
liberate   özgürlüğüne kavuşturmak, serbest bırakmak, free, zıt anl.; enslave, restrict  
🗑
liberty   özgürlük, hürriyet, serbesti, freedom, zıt anl.; slavery  
🗑
lie ahead   gelecekte (birisini) (kötü / zor bir işin) beklemesi, başına gelecek olmak, (Following the diagnosis of her disease as cancer, she will need all her strength and bravery to cope with what lies ahead.  
🗑
lie in   1) mevcut olmak, ( . . . şeklinde) bulunmak, exist in the form of; 2) (bir şey)’den kaynaklanmak, originate in, (The causes of the war lie in the greed and incompetence of politicians on both sides.  
🗑
lie under   (deri, neden vs.) altında bulunmak / yatmak  
🗑
lift   yükseltmek, raise, elevate  
🗑
likelihood   olasılık, ihtimal, possibility, chance  
🗑
likely to   olası, muhtemel, beklenen, probable, expected, zıt anl.; improbable, unlikely  
🗑
likewise   benzer şekilde, keza, bunun gibi, similarly  
🗑
limit (to)   (bir şey ile) sınırlandırmak / sınırlamak / kısıtlamak  
🗑
limitation   sınırlama, limitasyon  
🗑
limited (to)   (bir şey ile) kısıtlı / sınırlı, confined (to), zıt anl.; free (of / from)  
🗑
link to / with   (bir şey) ile / (bir şey)’e bağla(n)mak, bağlantı kurmak, birleştirmek, connect to / with, combine with, zıt anl.; separate from, detach from  
🗑
live up to expectations   beklentileri karşılayacak düzeye gelmek  
🗑
local   1) yerel, yöresel, bölgesel; 2) (tıbbi) lokal (vücudun sadece bir kısmını kapsayan), zıt anl.; general  
🗑
locally   yerel / mahalli olarak  
🗑
locate   konumlandırmak, yerini saptamak, (bir yerde) yerleşmek, position, spot, station  
🗑
location   belirli bir yer, konum, mahal, (A new job means a new employer, a new location and a new set of colleagues.  
🗑
lock   (kapıyı, valizi vs.) kilitlemek  
🗑
logically   mantıken, mantıklı olarak  
🗑
long (for)   hasretini çekmek, çok arzulamak, desire  
🗑
long   1) uzun zamandır, for a long time, (Have you been waiting long?  
🗑
look after   (bebeğe, köpeğe vs.) bakmak, göz kulak olmak, keep an eye on  
🗑
look down on   küçümsemek, hor görmek, tepeden bakmak, despise, scorn, zıt anl.; exalt, glorify  
🗑
look forward to   sabırsızlıkla beklemek, iple çekmek, can atmak, expect, hope for  
🗑
look out for   (bir şey)’e dikkat etmek, watch out for, (The police warned the shopkeepers to look out for forged notes.  
🗑
look over   incelemek, göz gezdirmek, examine, inspect  
🗑
look through   1) gözden geçirmek, incelemek, examine, search; 2) (bir şeyin arasından / içinden) bakmak  
🗑
loosely   gevşekçe, zıt anl.; tightly  
🗑
lose ground   gerilemek, rağbet görmemek, regress, fall back, zıt anl.; gain ground  
🗑
lose out   başarısız olmak, fail, zıt anl.; succeed  
🗑
loss   azalma, eksilme, kayıp, zarar, ziyan, (loss of life  
🗑
lost in   1) tamamen (bir şey)’e dalmış; 2) (bir şey)’in içinde kaybolmuş  
🗑
loudly   yüksek sesle, (speak loudly  
🗑
lower   azaltmak, düşürmek, decrease, reduce, zıt anl.; increase  
🗑
loyal (to)   sadık, vefalı, faithful (to), zıt anl.; disloyal (to)  
🗑
loyalty   sadakat, vefa, bağlılık  
🗑
luckily   iyi ki, şükürler olsun ki, fortunately, zıt anl.; unfortunately  
🗑
lurk   gizlenmek, saklanmak, pusuya yatmak, hide, lie in wait  
🗑
lush   bitkisel yaşam ile dopdolu, zıt anl.; arid  
🗑
made up of   (bir madde vs.)’den yapılmış / oluşan  
🗑
magnificent   görkemli, harika, marvellous  
🗑
main   ana, temel, birincil, primary, principle, zıt anl.; secondary, subordinate  
🗑
mainly   büyük ölçüde, esas olarak, mostly, chiefly  
🗑
mainstream   1) bir topluluğa hakim tutum, düşünce veya davranışları temsil eden; 2) ana / genel görüş  
🗑
maintain   1) bakım yapmak, muhafaza etmek, bakmak, service, keep, retain; 2) sürdürmek, devam ettirmek, sustain; 3) sağlamak, temin etmek, provide  
🗑
maintain (that)   iddia etmek, (belli bir fikri) savunmak, (fikirsel) pozisyonunu korumak, assert (that), claim (that)  
🗑
maintenance   1) (makine vs. için) bakım, onarım, muhafaza, idame, upkeep; 2) sürdürme / koruma / direnme gücü  
🗑
major   geniş / büyük çaplı, büyük, başlıca, asıl, chief, primary, great, zıt anl.; minor, unimportant, little  
🗑
majority   çoğunluk, büyük kısım, zıt anl.; minority  
🗑
make a point of   özen göstermek, dikkat etmek ( I always make a point of spending Saturdays withmy children.  
🗑
make clear   açıklığa kavuşturmak, clarify, illuminate  
🗑
make do with   (bir şey) ile yetinmek / idare etmek, subsist, get by, (When we were young, we had to make do with second-hand clothes.  
🗑
make effort   çaba / gayret göstermek, struggle  
🗑
make for   1) (bir yer)’e doğru yönelmek, (bir yer)’e ulaşmaya çalışmak; 2) yapmak, ortaya çıkarmak, ileriye götürmek, produce, advance, contribute to, facilitate; 3) (bir şey)’e neden olmak, cause (smt) to happen  
🗑
make it clear (that)   açıklıkla ifade etmek, açıkça belirtmek  
🗑
make it possible   mümkün kılmak, olanaklı hale getirmek, allow, enable, zıt anl.; disable  
🗑
make no use of   kullanmamak, yararlanmamak, zıt anl.; utilise, make use of  
🗑
make off   aceleyle gitmek / çıkmak / terk etmek, make away, escape  
🗑
make one’s way   ilerlemek, yol kat etmek, hayatta başarılı olmak, advance  
🗑
make out   1) (bir şeyin ne olduğunu) kestirmek, çıkarmak, seçmek, anlamak, çözmek, perceive, understand; 2) başarmak, be successful  
🗑
make over   (bir malın) mülkiyetini (başkasına) vermek, devretmek  
🗑
make sense   mantıklı gelmek, anlaşılır olmak  
🗑
make sense of   (bir şey)’den anlam çıkarmak, doğru yorumlamak  
🗑
make sure (of / that)   emin olmak, garanti etmek, ascertain, zıt anl.; be uncertain, (Before leaving home, make sure that the gas heater is turned off.  
🗑
make up   düzenlemek, hazırlamak, oluşturmak, uydurmak, teşkil etmek, comprise, compose, form, invent  
🗑
make up for   (kaybedilen veya eksik kalan bir şeyi) tamamlamak, yerine koymak, kapatmak, telafi etmek, compensate for  
🗑
make up one’s mind (about)   (konusunda) karara varmak, decide (on)  
🗑
make use of   kullanmak, yararlanmak, utilise, benefit from, zıt anl.; make no use of  
🗑
makeup   yapı, içerik, structure, composition, formation  
🗑
malnutrition   kötü beslenme, beslenme bozukluğu  
🗑
man   insan(lık), human(ity)  
🗑
manage   1) yönetmek, idare etmek, kontrol etmek, administer, run, conduct; 2) başa çıkmak, üstesinden gelmek, becermek, accomplish, succeed (in / at), handle, tackle, deal (with), cope (with), zıt anl.; fail (to)  
🗑
management   1) yönetim, idare, administration; 2) (hastalık vs. için) başa çıkma  
🗑
mandatory   zorunlu  
🗑
mankind   insanlık, humanity, man  
🗑
man-made   insan eliyle yapılmış, artificial, zıt anl.; natural  
🗑
manner   1) şekil, biçim, way; 2) tavır, usul  
🗑
manufacture   imal etmek, produce  
🗑
manufactured   imal edilmiş / üretilmiş  
🗑
manufacturer   üretici, imalatçı, producer  
🗑
mark   göstermek, işaret etmek, ortaya çıkarmak, point out, show  
🗑
markedly   belirgin şekilde, açıkca, noticeably, clearly  
🗑
mass   hacim, yığın  
🗑
massive   büyük, muazzam, çok büyük, büyük kütleli, ağır, enormous, immense, heavy, zıt anl.; tiny, (The social impact of this economic crisis will be massive.  
🗑
master   iyice öğrenmek, uzmanlaşmak, learn, grasp  
🗑
match (with)   uymak, benzemek, eşleş(tir)mek, bağdaşmak, uy(uş)mak, correspond (to)  
🗑
match for   (bir şey) ile denk, (bir şey) ile karşılaştırılabilir  
🗑
mate (with)   (hayvanlar için) çiftleş(tir)mek  
🗑
mate   (genellikle hayvanlar için) eş  
🗑
materialise   gerçekleşmek, be realised, actualise, zıt anl.; fail  
🗑
matter   1) konu, sorun, mesele, point, issue, question; 2) madde, özdek  
🗑
maturity   olgunluk, full development, zıt anl.; immaturity  
🗑
may well   pekala…(olabilir / yapabilir) de  
🗑
meagre   yetersiz, eksik, az, inadequate, poor, zıt anl.; abundant, sufficient  
🗑
mean   (matematikte) ortalama  
🗑
mean (sıfat)   1) ortalama, average; 2) saldırgan, tehlikeli, hostile, dangerous, zıt anl.; kind  
🗑
means (of)   1) (hem tekil hem çoğul) yol, yöntem, vasıta, vesile, way, method; 2) imkan, bütçe, varlık, gelir, para, wealth, income, funds  
🗑
meanwhile   bu arada, bu esnada  
🗑
measure   ölçmek, ölçüsü / değeri …olmak, . . . olarak ölçülmek, sayıya dökmek, calculate  
🗑
measure   1) önlem, tedbir, precaution; 2) miktar, ölçü, düzey  
🗑
mediate   aracılık / arabuluculuk etmek, araya girmek, intercede  
🗑
medicine   1) tıp; 2) ilaç, medication, drug  
🗑
meet   yerine getirmek, karşılamak, (belli bir gün için) uymak, kaçırmamak, atlamamak, accomplish, satisfy, fulfil, zıt anl.; fail tomeet  
🗑
melt   erimek, ergimek, eritmek  
🗑
menace   başa bela olmak, tehdit etmek, threaten  
🗑
menace   tehdit, baş belası  
🗑
mental   mental, zihinsel (akıl, bellek, bilinç, zeka ile ilgili)  
🗑
mention   1) söz etmek, bahsetmek, disclose, bring up; 2) başvurmak, turn to, resort to  
🗑
mere   sadece, yalnızca, basit, sole, simple  
🗑
merely   sadece, yalnızca, only, just, solely  
🗑
middle-aged   orta yaşlı  
🗑
migrant   göçmen  
🗑
migrate   göç etmek  
🗑
migration   göç  
🗑
mild   hafif, ılımlı, ılıman, moderate, slight, zıt anl.; severe, intense  
🗑
milestone   kilometre taşı, (önemli) aşama  
🗑
mind   akıl, akıl sahibi kişi  
🗑
mine   (kömür, maden vs.) çıkarmak  
🗑
minimize   minimize etmek, en aza indirmek, zıt anl.  
🗑
minor   önemsiz, küçük, yok denecek kadar az, unimportant, insignificant, trivial, zıt anl.; major, considerable, significant  
🗑
minority   azınlık  
🗑
minuscule   çok küçük, minnacık, (For some time, that great painter had to live in this minuscule room.  
🗑
minute   1) dakika; 2) tutanak  
🗑
minute (sıfat)   (maynyut şeklinde okunur) çok küçük, very small, tiny  
🗑
miserable   perişan, sefil, mutsuz, unhappy, depressed  
🗑
mishandle   kötü yönetmek, kötü kullanmak, misconduct, maltreat, (The PrimeMinister admitted that the crisis had been mishandled.  
🗑
mislead   yanıltmak, yanlış yönlendirmek, deceive, misguide  
🗑
misleading   yanıltıcı, deceptive, zıt anl.; true, actual  
🗑
missing   var olmayan, kayıp, absent, zıt anl.; present  
🗑
mission   (uçuş, operasyon vb.) görev  
🗑
mistakenly   yanlışlıkla, yanılgı içinde, incorrectly  
🗑
moderate   hafifletmek, yumuşatmak, ılımanlaştırmak, curb, soften  
🗑
moderate (sıfat)   ılımlı, orta, ölçülü, sınırlı, reasonable, zıt anl.; extreme  
🗑
moderately   ölçülü / sınırlı şekilde, reasonably, zıt anl.; extremely  
🗑
modest   1) ölçülü, sınırlı, moderate, zıt anl.; excessive; 2) alçakgönüllü, gösterişsiz, ılımlı, humble, plain, zıt anl.; grand, immodest  
🗑
modify   (küçük) değişiklikler yapmak, tadil etmek, alter  
🗑
monitor   izlemek, denetlemek, gözetlemek, gözlemlemek, takip altında tutmak, observe, supervise  
🗑
mood   ruh hali, mizaç  
🗑
more or less   aşağı yukarı, az çok, hemen hemen  
🗑
moreover   bundan başka, ayrıca, üstelik, additionally, furthermore  
🗑
mostly   en çok  
🗑
motivate   motive etmek, harekete geçirmek, teşvik etmek, cesaretlendirmek, excite, inspire, encourage, zıt anl.; discourage  
🗑
motivated   motive olmuş / edilmiş, güdülenmiş  
🗑
motive   güdü, motivasyon, neden  
🗑
move   hareket etmek  
🗑
move about   dolaşmak, dolanmak  
🗑
move in   1) (eve vb.) taşınmak; 2) içeri girmek  
🗑
move out   taşınarak / göçerek bir yerden ayrılmak  
🗑
murder   öldürmek, katletmek, kill  
🗑
mutual   karşılıklı, common, reciprocal  
🗑
mystery   gizem, sır, esrar, secret, enigma, zıt anl.; revelation, explanation  
🗑
narrative   anlatım, account  
🗑
nasty   kötü, çirkin, ayıp, pis  
🗑
native   yerli, zıt anl.; foreign  
🗑
native to (sıfat)   (bir yer)’in yerlisi, (bir yer)’e ait / özgü, indigenous, zıt anl.; foreign, (Kangaroo is native toAustralia.  
🗑
nature   doğa, mizaç, nitelik, tür, character, type  
🗑
naughty   yaramaz, haylaz  
🗑
nearby   yakın, yakın(lar)da, yakında(ki), close  
🗑
nearly   neredeyse, hemen hemen, almost  
🗑
necessarily   ister istemez, muhakkak, illa ki, unquestionably, undoubtedly, zıt anl.; possibly  
🗑
necessary   gerekli, zorunlu, zaruri, önemli, essential, zıt anl.; unnecessary  
🗑
necessitate   gerektirmek, zorunlu kılmak, require, call for  
🗑
needlessly   boşu boşuna, ortada hiçbir şey yokken, gereksiz yere, unnecessarily  
🗑
needy   yoksul, ihtiyaç sahibi  
🗑
neglect   ihmal etmek, savsaklamak, aldırmamak, ignore, zıt anl.; care for, concern  
🗑
negligible   önemsiz, yok denecek kadar az, ihmal edilebilir, insignificant, minor, zıt anl.; considerable, significant  
🗑
negotiate   müzakere etmek, görüşmek, discuss, debate  
🗑
nervous   sinirli, asabi, anxious, zıt anl.; calm  
🗑
neutrality   tarafsızlık  
🗑
never before   daha önce asla  
🗑
nevertheless   yine de, bununla birlikte, however, even so  
🗑
no grounds for…   (bir davranış vs.) için hiçbir gerekçe / neden yok  
🗑
no less than   en az (başka bir şey ya da birisi) kadar  
🗑
no longer   artık / daha fazla bir durumun olmaması, artık değil, no more, (I no longer trust him.  
🗑
no point in doing smt   bir şey yapmanın yararı / anlamı yok  
🗑
nomadic   göçebe, göçebelere ait, (These tribes have a nomadic way of life.  
🗑
not at all   hiç . . . değil, (be not at all helpful  
🗑
notable   dikkate değer, remarkable  
🗑
notably   bilhassa, dikkat çekecek derecede, dikkate değer bir şekilde, particularly, remarkably  
🗑
note   1) belirtmek, (bir şey)’e dikkat çekmek, (bir şey)’den söz etmek, dikkat etmek, fark etmek, farkına varmak, notice; 2) not tutmak  
🗑
noticeable   belirgin, dikkate değer açık, farkedilir, apparent, conspicuous, visible, detectable, zıt anl.; ambiguous, hidden, (The new tax system did not have any noticeable effect upon the rate of economic growth.  
🗑
notion   düşünce, fikir, inanç, idea, thought  
🗑
notorious   dile düşmüş, adı çıkmış, (kötü) ün yapmış, aşikâr, well-known, obvious  
🗑
nourish   beslemek, feed  
🗑
nourishment   beslenme  
🗑
novel (sıfat)   yeni, yeni çıkmış, orijinal, original, fresh, unique, zıt anl.; old, traditional  
🗑
novelty   yenilik, yeni çıkmış şey, freshness  
🗑
now that   artık şöyle olduğuna göre…, madem ki…  
🗑
nuisance   rahatsızlık, rahatsız eden şey, baş belası, irritation, annoyance, pain in the neck  
🗑
numb   uyuşmuş, hissizleşmiş, (I will give you an injection and the tooth will go completely numb.  
🗑
numerous   sayısız, çok, pek çok, many, several, zıt anl.; few  
🗑
nutrient   1) besleyici madde; 2) yemek, gıda, food  
🗑
nutrition   beslenme, nourishment, (There are alternative sources of nutrition to animal meat.  
🗑
nutritious   besin değeri yüksek, besleyici, nourishing, wholesome  
🗑
object (to)   itiraz etmek, karşı çıkmak, disagree (with), disapprove (of), zıt anl.; agree (with), approve (of)  
🗑
object   amaç, hedef, purpose, goal, objective  
🗑
objection (to)   itiraz, karşı çıkma, onaylamama, doğru bulmama, disapproval (of), opposition (to / against), criticism (of), zıt anl.; agreement (to)  
🗑
obligation   yükümlülük, sorumluluk, zorunluluk, responsibility, commitment  
🗑
oblige to   (bir şey)’e mecbur etmek, zorunlu / yükümlü kılmak, compel, obligate  
🗑
obliged (to)   zorunlu, mecbur, yükümlü, compelled (to), forced (to)  
🗑
obscure (sıfat)   belirsiz, bulanık, karanlık, dim, mysterious, zıt anl.; clear  
🗑
observe   1) gözetlemek, gözlemlemek, gözlemek, izlemek, monitor; 2) fark etmek, görmek, notice, zıt anl.; be unaware of  
🗑
obsolete   (yenisi ve daha gelişmişi çıktığı için) modası geçmiş, kullanılmayan, eski, demode olmuş, terk edilmiş, yürürlükten kalkmış, oldfashioned, outmoded, zıt anl.; new, contemporary, modern  
🗑
obstacle   engel, difficulty, hindrance  
🗑
obstinately   inatla, dik başlılıkla, stubbornly  
🗑
obstruct   engellemek, tıkamak, block, impede, zıt anl.; clear  
🗑
obstructive   engelleyen  
🗑
obtain   elde etmek, acquire, earn, get  
🗑
obtainable   elde edilebilir, ulaşılabilir, acquirable, within reach  
🗑
obtrusive   göze batan, kendini belli eden, conspicuous, prominent, zıt anl.; unobtrusive, inconspicuous  
🗑
obvious   açık, belli, aşikâr, görünürdeki, göze çarpan, apparent, visible, evident, clear, zıt anl.; obscure, hidden, ambiguous  
🗑
obviously   açıkça, bariz bir şekilde, belli ki, görünüşe göre, evidently, apparently  
🗑
occasion   1) (genellikle) önemli, büyük olay, event; 2) fırsat, vesile, opportunity; 3) gerek, neden, cause  
🗑
occasional   ara sıra olan, infrequent, zıt anl.; frequent  
🗑
occasionally   bazen, ara sıra, (every) now and then, from time to time, once in a while, zıt anl.; frequently, often  
🗑
occupy   1) işgal etmek, invade; 2) (bir yer)’de yerleşik olmak, reside (in)  
🗑
occur   olmak, meydana gelmek, happen, take place  
🗑
occurrence   tekrar oranı, oluş sıklığı, insidans, incidence, happening  
🗑
odd   1) garip, tuhaf, funny, strange, peculiar, (It is odd that an anaesthetist’s role in an operation is usually ignored.  
🗑
of no importance   önemsiz, of no account  
🗑
offensive   saldırgan, aggressive, zıt anl.; defensive  
🗑
offensively   kaba şekilde, rudely, zıt anl.; politely  
🗑
offer   1) sunmak, arzetmek, sağlamak, provide, present; 2) önermek, teklif etmek, propose, suggest  
🗑
offered   sunulan  
🗑
oil   ham ya da işlenmiş halde petrol  
🗑
old-fashioned   geleneksel, eski moda  
🗑
on account of   (bir şey)’den dolayı, için, nedeniyle, because of, for the sake of  
🗑
on average   ortalama olarak  
🗑
on behalf of   (bir kişi)’nin / (bir şey)’in adına / namına  
🗑
on condition that   şartıyla, koşuluyla, in the event that  
🗑
on occasion   zaman zaman, bazı durumlarda  
🗑
on the contrary   aksine, tersine, bilakis, contrarily  
🗑
on the grounds that. . .   (bir olay vs.)’nin olması / meydana gelmesi nedeniyle / gerekçesiyle, on the basis (of / that), because  
🗑
on the increase   artışta  
🗑
on the issue of   … konusu üzerinde / … hakkında  
🗑
on the one hand . . . on the other . . .   bir yandan . . . diğer yandan . . .  
🗑
on the one side   bir yandan, bir tarafta, on the one hand  
🗑
on the other hand   . . . diğer / öte yandan  
🗑
on the other side   öte yandan, on the other hand  
🗑
on the verge of   (bir şey olma)’nın sınırında, on the brink of  
🗑
on the whole   genel olarak, bütün olarak alındığında, generally, by and large, overall  
🗑
once   bir kez / sefer / defa  
🗑
once more   bir kez daha, yeniden, again  
🗑
one another   birbirleri(ni / ne), each other  
🗑
one for one   bire bir  
🗑
only recently   daha yeni  
🗑
onset (of)   (bir şeyin) başlangıcı, ilk adım, hamle, atılım, beginning, start, zıt anl.; end, termination  
🗑
onwards   (bir zaman)’dan başlayarak / itibaren  
🗑
open up   1) başlatmak, yol açmak, pave the way for; 2) (bir yerin) gelişmesine imkân vermek, ulaşılabilir hale getirmek  
🗑
openness   açıklık, şeffaflık  
🗑
operate   çalış(tır)mak, işle(t)mek, run, function, work  
🗑
operating   çalışmakta / işlemekte olan, running, functioning  
🗑
operation   1) operasyon, harekat, ameliyat; 2) çalışma, işleme, iş, running, functioning  
🗑
opponent   rakip, hasım, düşman, muhalif, karşıt, antagonist, competitor, enemy, rival, opposition  
🗑
opportunist   fırsatçı, (Some opportunist bacteria are known to wait for years until a person’s immune system is weakened.  
🗑
opportunity   fırsat, prospect, chance  
🗑
oppose   karşı koymak, karşı çıkmak, itiraz etmek, direnç göstermek, protest, resist, zıt anl.; support  
🗑
opposed to   karşı, aleyhinde, against, zıt anl.; in favour of  
🗑
opposing   karşı / karşıt, zıt  
🗑
opposition   muhalefet, karşı koyma, direniş, resistance  
🗑
optimism   iyimserlik, zıt anl.; pessimism  
🗑
optimistic   iyimser, zıt anl.; pessimistic  
🗑
option   opsiyon, seçenek, seçim hakkı, alternative, choice  
🗑
order   1) düzen, işleyiş, zıt anl.; chaos; 2) sebep  
🗑
orderly   düzenli, düzgün, sistemli, regulated, zıt anl.; disorderly, chaotic  
🗑
ordinary   1) sıradan, alelade; 2) olağan, alışılmış, her zamanki, usual, regular, zıt anl.; unusual  
🗑
orientated   odaklı, (chemically orientated  
🗑
origin   köken  
🗑
originally   ilk başta, başlangıçta, in the beginning  
🗑
originate   (ilk defa) ortaya çıkmak, doğmak, meydana gelmek, emerge, arise, zıt anl.; terminate  
🗑
other than   dışında, haricinde  
🗑
ought to   -meli / -malı, should  
🗑
outbreak (of)   1) ortaya çıkma, baş gösterme, patlak verme, happening; 2) salgın, epidemic  
🗑
outcome   sonuç, result, aftermath  
🗑
outline   taslak, sketch, draft  
🗑
out-of-date   modası geçmiş, tarihi geçmiş, eski tarihli, işe yaramaz, obsolete, outdated, zıt anl.; up-to-date, (I don’t trust that dentist. He is still using some out-of-date equipment and apparatus.  
🗑
output   1) randıman, çıktı, üretim, verim, product, yield, zıt anl.; input; 2) belli bir zaman süresi içinde bir organda oluşan ve organ aracılığıyla dışarı atılan maddemiktarı  
🗑
outrage   büyük öfke  
🗑
outrageous   haddi aşan, ahlaksız, çirkin, insafsız, (fiyat için) fahiş, disgraceful, horrible, wicked, zıt anl.; decent  
🗑
outset   başlangıç noktası, beginning  
🗑
outstanding   önde gelen, başlıca, leading, zıt anl.; ordinary  
🗑
outweigh   daha ağır basmak, exceed, surpass, be superior to  
🗑
over against   tersine, karşısında, kıyaslandığında, as opposed to, in contrast with, (Over against heaven is hell.  
🗑
overall   genel, toplam, kapsamlı, general, total, comprehensive, zıt anl.; particular, specific  
🗑
overcome   aşmak, üstesinden gelmek, yenmek, defeat, get over, zıt anl.; retreat, surrender (to), (She overcame her fear of the dark by the help of a psychiatrist.  
🗑
overestimate   fazla tahmin etmek, abartmak, overrate, zıt anl.; underestimate  
🗑
overflow   taşmak  
🗑
overlook   dikkate almamak, gözden kaçırmak, disregard, ignore, miss, zıt anl.; notice, spot  
🗑
overly   fazla, aşırı derecede, excessively  
🗑
overrate   gereğinden fazla önemsemek, magnify, overestimate, zıt anl.; underrate  
🗑
oversight   gözetim  
🗑
overtake   (yönetimi / idareyi / mülkiyeti) devralmak, ele geçirmek, yerinden ederek yerine yerleşmek  
🗑
overturn   altüst etmek, devirmek, bozmak, upset  
🗑
overuse   aşırı kullanım, over-consumption, zıt anl.; economizing  
🗑
overview   genel bakış, özet(leme) şeklinde sunum  
🗑
overwhelmingly   büyük / ezici bir çoğunlukla, predominantly  
🗑
owe   borçlu olmak  
🗑
owing to   nedeniyle, yüzünden, because of, due to  
🗑
owner   sahip  
🗑
pace   1) hız, tempo, rate, tempo; 2) adım, step, footstep  
🗑
pain   ağrı, sızı, acı, ache, hurting  
🗑
paralyze   felç / kötürüm etmek, sakatlamak, çalışamaz hale getirmek, cripple, disable  
🗑
partial   kısmi, incomplete, zıt anl.; complete  
🗑
partially   kısmen, partly, zıt anl.; completely  
🗑
participant   katılımcı  
🗑
participate (in)   katılmak, yer almak, pay sahibi olmak, rol almak, take part (in), share (in)  
🗑
participation   katılma, yer alma, taking part  
🗑
particle   parçacık  
🗑
particular   belirli, özel, specific, special, zıt anl.; common, overall  
🗑
particularly   özellikle, özel olarak, especially, specifically, zıt anl.; generally  
🗑
partly   kısmen, partially, zıt anl.; completely  
🗑
pass   (yasa) geçirmek / çıkarmak, enact  
🗑
pass by   (bir yer / birisi)’nin önünden geçmek, go past  
🗑
pass on smt to smo   (bilgi, söz vs. için) kişiden kişiye iletmek / göndermek, (hastalık vs.) geçirmek, send, (Will you please pass on this message to your friends?  
🗑
pass through   (bir şey)’in içinden / arasından geçmek  
🗑
passionate   heyecanlı, ateşli, aşırı tutkulu, (She made a passionate speech on women’s rights.  
🗑
passionately   heyecanlı / ateşli / aşırı tutkulu / hiddetli bir şekilde, intensely, movingly, zıt anl.  
🗑
patient   hasta  
🗑
patient (sıfat)   sabırlı, zıt anl.; impatient  
🗑
pattern   tür, tarz, model, şablon, yöntem, oluş düzeni, diziliş şekli, yinelenen şekil, style, type, method, system, order  
🗑
pause   duraklamak, mola vermek  
🗑
pay attention (to)   dikkat etmek, ilgilenmek, önemsemek, dikkate almak, mind, consider, take notice (of), zıt anl.; disregard, ignore  
🗑
pay consideration   saygı göstermek, (birisine) karşı düşünceli davranmak, göz önüne almak, pay attention (to)  
🗑
peak   doruğa çıkmak, en yüksek düzeye ulaşmak, climax, crest  
🗑
peak   zirve, doruk (noktası), en üst seviye, en yüksek düzey, zenith, maximum  
🗑
peculiar   1) (bir şeye) özgü, kendine has, specific (to), (This type of building is peculiar to the south of the country.  
🗑
penetrate   girmek, içine işlemek, nüfuz etmek, enter, get in, go through  
🗑
perceive   algılamak, anlamak, kavramak, fark etmek, sezmek, understand, comprehend, notice, recognise, zıt anl.; misunderstand, miss  
🗑
percent   yüzde  
🗑
percentage   yüzde, yüzde oranı  
🗑
perception   algılama, algı, idrak, sezgi, understanding, apprehension, viewpoint  
🗑
perfect (sıfat)   mükemmel, kusursuz, excellent, flawless, zıt anl.; imperfect, flawed  
🗑
perfectly   tamamen, tam anlamıyla, totally  
🗑
perform   yapmak, yerine getirmek, uygulamak, (mücadele, uğraş vs.) vermek, gerçekleştirmek, başarmak, do, accomplish, fulfil, implement, carry out, function, actualise, zıt anl.; fail  
🗑
perhaps   belki, muhtemelen, possibly, probably, zıt anl.; certainly, absolutely  
🗑
period   dönem, süre  
🗑
periodically   periyodik olarak, düzenli / belirli aralıklarla, belirli zamanlarda, zaman zaman, occasionally, seasonally  
🗑
perish   yok olmak, ölmek  
🗑
perishable   dayanıksız, kolay bozulur, short-lived, spoilable, zıt anl.; durable  
🗑
permanent   kalıcı, daimi, sürekli, lasting, unchanging, zıt anl.; temporary  
🗑
permanently   kalıcı, daimi, sürekli olarak, for good, zıt anl.; temporarily, (He was permanently disabled after the accident.  
🗑
permission   izin  
🗑
permit   izin vermek, ruhsat / yetki vermek, imkan vermek, (bir şey) için elverişli olmak, allow, zıt anl.; ban, forbid  
🗑
perpetually   daima, sürekli olarak, constantly, continuously, zıt anl.; never, rarely  
🗑
perplex   kafasını karıştırmak, şaşırtmak, confuse, astonish  
🗑
persecution   zulüm, eziyet, cruelty, brutality, zıt anl.; benevolence  
🗑
persist   1) (bir şeyde) ısrar etmek, inat etmek, direnmek, persevere, zıt anl.; give up, (My son persists in asking awkward questions.  
🗑
persistent   ısrarlı, inatçı, sürekli, determined, insistent, relentless, zıt anl.; irresolute  
🗑
personal   kişisel, bireysel, zıt anl.; public  
🗑
perspective   perspektif, bakış açısı, viewpoint, approach  
🗑
persuade   ikna / razı etmek, inandırmak, convince, induce, zıt anl.; dissuade (from)  
🗑
persuasion   ikna etme, inandırma, convincing  
🗑
perverse   ters, aksi  
🗑
phenomenon   (çoğul: phenomena) önemli / olağanüstü olay, fenomen, occurence  
🗑
pick out   (dikkatle) seçmek, ayırt etmek, (The witness picked out the wrong man in the identification parade.  
🗑
pick up   1) (başkasından bir alışkanlık, hastalık vs.)’yi kapmak, contract, zıt anl.; infect, transmit, (He seems to have picked up the infection while he was in hospital for another reason.  
🗑
pioneering   öncülük eden, öncü, leading  
🗑
pitifully   1) acıklı / acınası bir şekilde; 2) gülünç derecede  
🗑
pivotal   asıl, esas, çok önemli, birinci derecede önem ve etkisi olan, crucial, vital  
🗑
place in charge (of)   (bir işin, görevin) başına getirmek, sorumluluğunu vermek  
🗑
plague   acı / dert / rahatsızlık vermek, annoy, bother, (My shoulder has been plaguing me all week.  
🗑
plague   1) veba, black fever; 2) bela, trouble  
🗑
plant   1) fabrika, tesis, enerji santrali; 2) bitki  
🗑
plausible   akla yakın, makul, reasonable, logical, zıt anl.; implausible, unlikely  
🗑
plausibly   makul / akla yakın bir şekilde, reasonably  
🗑
play down   hafife almak, önemsememek  
🗑
play up   1) (bir şey)’e dikkat çekmek, olduğundan önemli göstermek, draw attention (to); 2) kötü davranışlarda bulunmak, yaramazlık yapmak, misbehave  
🗑
pleasingly   hoşnut edici bir şekilde, memnuniyet verici bir şekilde, pleasantly  
🗑
pledge   1) söz, vaat, promise; 2) teminat, rehin, guarantee, surety  
🗑
plentiful   bol, çok, bereketli, verimli, abundant, fertile, zıt anl.; meagre, scarce  
🗑
plenty   pek çok (şey), a lot, zıt anl.; very little  
🗑
plenty of   bolca, lots of  
🗑
plot   1) fesat, entrika; 2) (sinemada) olayların kurgusu veya ana öykü  
🗑
point   1) gaye, maksat, goal; 2) nokta, durum, mesele  
🗑
point out   (bir şey)’e dikkat çekmek, belirtmek, call attention (to), indicate, bring up  
🗑
point to   işaret etmek, göstermek, denote, indicate  
🗑
poisonous   zehirli, toxic  
🗑
policy   1) sigorta poliçesi; 2) (bir konuda izlenecek) siyaset, politika, tutum  
🗑
poll   gayri resmi anket  
🗑
pollute   kirletmek, contaminate  
🗑
polluted   kirletilmiş, pisletilmiş, kirli, contaminated, (Our water supply is becoming polluted with nitrates disposed of by several industries.  
🗑
pollution   kirlenme, kirlilik, contamination  
🗑
poor   kötü, düşük kalitede, yetersiz, eksik, az, inadequate, zıt anl.; abundant, sufficient  
🗑
population   nüfus, popülasyon (biyolojide, bir türün, belli bir alanda yaşayan bireylerinin tamamı)  
🗑
pose   (sorun, zorluk, risk vs.) yaratmak / oluşturmak, present  
🗑
pose a serious danger   ciddi bir tehlike oluşturmak  
🗑
pose a threat   tehdit oluşturmak  
🗑
possess   ele geçirmek, sahip olmak, have, own  
🗑
possessions   sahip olunan mallar  
🗑
possibility   olasılık, ihtimal, zıt anl.; impossibility  
🗑
possible   mümkün, olanaklı, zıt anl.; impossible  
🗑
post-   sonrası, (post-World War II  
🗑
postpone   ertelemek, put off  
🗑
potent   güçlü, etkili, strong, effective, zıt anl.; weak, impotent  
🗑
potential   potansiyel, olası, possible  
🗑
potentially   potansiyel olarak, muhtemelen, pekala  
🗑
pour out (of)   (bir yer)’den dışarı / (bir şey)’in dışına ak(ıt)mak / dök(ül)mek  
🗑
poverty   yoksulluk, fakirlik, zıt anl.; wealth  
🗑
power   itici güç vermek  
🗑
power   güç, kabiliyet  
🗑
powerful   güçlü, etkili, yetkili, effective, strong, zıt anl.; weak  
🗑
practicable   uygulanabilir, yapılabilir, elverişli, possible, zıt anl.; impracticable  
🗑
practical   pratik, elverişli, uygulamaya yönelik, practicable, feasible, zıt anl.; impractical, theoretical  
🗑
practically   1) pratik olarak, pratikte, uygulamada, in practice, zıt anl.; theoretically; 2) hemen hemen, almost  
🗑
practice   1) tatbik etmek, uygulamak; 2) (bir bilim ya da spor dalında çalışma) yapmak, icra etmek, do  
🗑
practice   uygulama, aktivite, iş  
🗑
praise   övmek, appreciate, zıt anl.; criticize  
🗑
praise   övgü, appreciation, zıt anl.; criticism  
🗑
precaution   önlem, tedbir, safeguard, (Effective precautions were taken during the Olympic games held in Athens.  
🗑
precede   (bir şey)’den önce gelmek, (bir şey)’in önünde / öncesinde olmak, come before, come first, zıt anl.; succeed, follow  
🗑
precedence   öncelik, priority, (Applications arriving first will have precedence.  
🗑
precious   değerli, kıymetli, yararlı, valuable, (Salt was nearly as precious as gold in the ancient world.  
🗑
precise   1) tam, kesin, definite; 2) dikkatli, titiz, rigorous, zıt anl.; indefinite, inaccurate  
🗑
precisely   tam olarak, kesinlikle, titizlikle, exactly, definitely, zıt anl.; probably, questionably  
🗑
precision   kesinlik, doğruluk, açıklık, accuracy, zıt anl.; imprecision, inaccuracy  
🗑
predator   yırtıcı / alıcı / avcı hayvan  
🗑
predecessor   1) ata, cet, ancestor; 2) selef (aynı alanda mevcut kişilerden daha önce çalışma yapmış veya aynı görevdemevcut kişilerden daha önce görev almış kişi), forerunner; 3) aynı amaçla daha önce yapılmış araç vs. , öncü, forerunner  
🗑
predict   tahmin etmek, öngörmek, anticipate, guess  
🗑
predictable   önceden söylenebilir, öngörülebilir, foreseeable, zıt anl.; unpredictable  
🗑
prediction   tahmin, öngörü, kestirim, anticipation  
🗑
prefer   tercih etmek  
🗑
preferably   tercihen, more desirably, rather, sooner, more readily / willingly  
🗑
prejudice   ön yargı, peşin hüküm, bias  
🗑
premature   1) zamansız, gereğinden önce, vakitsiz, zamanı gelmemiş, early, untimely, zıt anl.; overdue; 2) prematüre, erken doğmuş, gelişmemiş, olgunlaşmamış, immature, undeveloped, unripe, zıt anl.; mature, developed  
🗑
prepare   düzenlemek, hazırlamak, get (smt) ready  
🗑
prepared (to)   (bir şey yapmaya) hazır / hazırlıklı, ready (to)  
🗑
presence   varlık, (hazır) bulunma, existence, attendance, zıt anl.; absence  
🗑
present   1) ortaya koymak, tanıtmak, sunmak, takdim etmek, demonstrate, manifest, introduce; 2) sergilemek, göstermek, ibraz etmek, reveal, illustrate, exhibit, zıt anl.; conceal, cover, hide  
🗑
present   hediye, gift  
🗑
preserve   korumak, saklamak, maintain, conserve, secure  
🗑
president   başkan, devlet başkanı  
🗑
press ahead   (zorluklara rağmen) ilerlemek, devam etmek, push ahead  
🗑
pressure   basınç  
🗑
prestigious   saygın, itibarlı, prestijli, respectable  
🗑
presumably   tahminen, herhalde, galiba, by reasonable assumption, probably, (The bomb was presumably intended to go off while the meeting was in progress.  
🗑
presume   sanmak, tahmin etmek, varsaymak, believe, suppose, think  
🗑
pretend   numara yapmak, -miş gibi davranmak, act  
🗑
pretty   1) güzel, şirin; 2) oldukça, epey, quite, rather  
🗑
pretty much   büyük ölçüde  
🗑
prevail   hüküm sürmek, hakim olmak, yaygın olmak, be common, dominate  
🗑
prevailing   geçerli, yaygın, hakim olan, dominant, current, widespread, zıt anl.; unusual, rare  
🗑
prevalence   yaygınlık, etkinlik, sıklık, prevalans (bir hastalığın görülme oranı), predominance, pervasiveness, zıt anl.; rarity  
🗑
prevalent   1) olagelen, yaygın, sıkça rastlanan, prevailing, common, current, widespread, zıt anl.; rare, uncommon; 2) hüküm süren, etkin, predominant, ruling  
🗑
prevent   (bir şey)’den alıkoymak, önlemek, önüne geçmek, engellemek, hinder, stop, zıt anl.; let, allow  
🗑
preventable   önlenebilir  
🗑
prevention   önleme, engelleme, avoidance, protection  
🗑
previous   önceki, eski, former, old, zıt anl.; latter, future, next  
🗑
previously   önceden, daha önceleri, earlier, formerly, zıt anl.; subsequently, in the future  
🗑
prey   av, game, zıt anl.; predator  
🗑
pride oneself on (doing) smt   bir şeyden / bir şey yapmaktan gurur / kibir duymak, (He prides himself on being a good singer.  
🗑
primarily   başlıca, öncelikle, aslında, esasen, initially, essentially, mainly, mostly  
🗑
primary   birincil, ana, temel, main, principle, zıt anl.; secondary, subordinate  
🗑
prime   1) asıl, baş, başlıca, chief; 2) mükemmel, birinci kalite, perfect  
🗑
primitive   1) basit, simple; 2) primitif, ilkel, uncivilised  
🗑
principal   müdür, okul müdürü, director, headmaster  
🗑
principal (sıfat)   başlıca, en önemli, ana, esas, main, major  
🗑
principally   esas olarak, mainly, chiefly  
🗑
principle   prensip, ilke  
🗑
prior (to)   önceden, önceki, preceding  
🗑
priority   öncelik, precedence, (In an emergency ward it is hard to decide who to give priority to.  
🗑
privacy   gizlilik, (özel dolap, kapalı banyo / tuvalet vs. gibi) kişinin bazı özel ihtiyaçlarını gizlilik içinde görebilme olanağı, (May I have some privacy, please?  
🗑
private   özel, hususi, zıt anl.; public  
🗑
privilege   ayrıcalık, concession  
🗑
privileged   ayrıcalıklı, imtiyazlı, advantaged, favoured, zıt anl.; underprivileged  
🗑
probability   olasılık, possibility  
🗑
probably   muhtemelen, olasılıkla  
🗑
probe   araştırmak, incelemek, investigate, explore  
🗑
probe   sonda (insansız, küçük uzay aracı)  
🗑
problematic   sorunlu, problemli  
🗑
procedure   işlemler sırası, yol, yöntem, prosedür (araştırma, tanı koyma, tedavi etme vb. amaçla uygulanan, belli bir yönteme dayalı işlem)  
🗑
process   süreç, procedure, progression  
🗑
processing   işleme, treating, working on  
🗑
produce   üretmek, generate, make  
🗑
product   ürün  
🗑
production   yapım, prodüksiyon, eser, yapıt  
🗑
profit   kar, zıt anl.; loss  
🗑
profitable   kârlı, kazançlı, rantabl, profit-making  
🗑
profound   derin, büyük, kapsamlı, deep, serious, intense, zıt anl.; superficial  
🗑
profoundly   derin, kuvvetli, deeply, thoroughly, zıt anl.; weakly, superficially  
🗑
progress   ilerlemek, gelişmek, advance  
🗑
progress   ilerleme, gelişme, advancement, development, zıt anl.; regress  
🗑
progressively   gittikçe, gitgide, gradually  
🗑
prohibit   yasaklamak, forbid, ban  
🗑
prohibition   yasak, ban  
🗑
prolific   üretken, verimli, doğurgan, productive, fruitful  
🗑
prolong   uzatmak, sürdürmek, extend, carry on, zıt anl.; shorten  
🗑
prolonged   uzun süreli  
🗑
prominence   ün, çarpıcı şey, şöhret, distinction, fame  
🗑
prominent   öne çıkan, dikkat çeken, ünlü, şeçkin, önemli, well-known, famed, remarkable, outstanding  
🗑
promise   (bir olguya) işaret etmek, (bir şeyin olacağını) vaat etmek, söz vermek, give one’s word  
🗑
promise   vaat, söz  
🗑
promising   umut verici, geleceği parlak, hopeful, bright, zıt anl.; discouraging, unfavourable, unpromising  
🗑
promote   desteklemek, geliştirmek, oluşmasına izin vermek, uygun ortam hazırlamak, (reklamla) tanıtmak, advocate, encourage, publicise, zıt anl.; impede, obstruct  
🗑
prompt   harekete geçir(t)mek, teşvik etmek, bring about, encourage  
🗑
prompt (sıfat)   çabuk, acele, speedy, rapid, zıt anl.; late, slow  
🗑
promptly   çabucak, hızla, kolayca, rapidly, easily, readily, zıt anl.; slowly, late  
🗑
prone (to)   eğilimli, yatkın, sensitive, susceptible, zıt anl.; immune, resistant  
🗑
proof   kanıt, delil, evidence  
🗑
proper   1) doğru, uygun, münasip, olması gereken, correct, suitable, appropriate, right, zıt anl.; wrong, improper, (We are in the middle of an operation. This is not a proper moment for a joke.  
🗑
properly   doğru dürüst / düzgün, gerektiği gibi, uygun bir şekilde, doğru olarak, adam gibi, adequately, correctly, duly, zıt anl.; improperly, unduly, (He didn’t close the door properly, and the room got colder and colder in a few minutes.  
🗑
property   1) (bir madde vs. için) özellik, nitelik, characteristic, feature; 2) mülkiyet, mal-mülk, belongings  
🗑
proportion   oran, orantı, nispet, percentage, zıt anl.; disproportion  
🗑
proportional   orantılı, (directly proportional  
🗑
proposal   öneri, teklif, evlenme teklifi, suggestion  
🗑
propose   1) önermek, teklif etmek, ileri sürmek, recommend, offer, suggest, put forward, (The Minister proposed that tobacco advertising should be banned.  
🗑
proposition   öneri, teklif, suggestion  
🗑
prospective   müstakbel, olası, expected, likely, (a prospective mother  
🗑
prosper   gelişmek, zenginleşmek, flourish, thrive, develop  
🗑
prosperity   refah  
🗑
prosperous   başarılı, kazançlı, karlı, zengin, refah içinde, affluent, (He was born sixty-four years ago to a prosperous family.  
🗑
protect   korumak, kollamak, defend, keep safe, secure  
🗑
protect against   (bir şey / birisi)’ne karşı koru(n)mak  
🗑
protection   koruma, shelter, security  
🗑
protocol   1) protokol (yapılacak bir iş ya da araştırma ya da işlem için hazırlanan ayrıntılı plan, izlenecek yöntem ve işlem sırası); 2) (tıpta) bir ilaç veya tedavi için uygulama planı  
🗑
prove   1) (bir şey olduğu) ortaya çıkmak / anlaşılmak, (proved problematic  
🗑
prove (smo) right   (birisi)’ni haklı çıkarmak  
🗑
prove useful   yararlı olduğu ortaya çıkmak  
🗑
provide (with)   sağlamak, bulmak, temin etmek, supply, render, zıt anl.; withhold  
🗑
provided that   koşuluyla, şartıyla  
🗑
public   kamu, halk  
🗑
publicity   1) aleniyet, herkesçe bilinme, şöhret; 2) reklam, propaganda, tanıtım, promotion, advertising  
🗑
publish   1) ilan etmek, açıklamak; 2) yayımlamak, basmak  
🗑
published   açıklanmış, ilan edilmiş, yayınlanmış  
🗑
pull apart   ayırarak uzaklaştırmak  
🗑
pull in   toplamak, gather  
🗑
pull through   (bir bela veya hastalıktan) kurtulmak / kurtarmak, paçayı kurtarmak  
🗑
pull up to / with   (diğer bir yarışmacı vs.) ile aynı düzeye gelmek, (diğeri)’ni yakalamak  
🗑
punishment   ceza, cezalandırma, penalty  
🗑
pure   saf  
🗑
pursue   izlemek, peşine düşmek, aramak, (bir uğraşı) sürdürmek, chase, trail, seek, zıt anl.; give up, quit  
🗑
push up   yukarı çekmek / itmek, yükseltmek, raise, zıt anl.; push down, lower  
🗑
put a stop   bir son vermek, (kötü bir gidişe vs.) dur demek  
🗑
put across   etkili bir şekilde anlatmak / açıklamak / söylemek, convey, express  
🗑
put ahead of   (bir şey)’in önüne / ilerisine geçirmek  
🗑
put emphasis on   vurgulamak, emphasise, stress  
🗑
put forward   1) önermek, öne çıkarmak, ileri sürmek, fikir ortaya atmak, assert, propose; 2) (tarihi, saati vs.) ileri almak  
🗑
put into effect   yürürlüğe koymak, put into force  
🗑
put into force   yürürlüğe koymak, put into effect  
🗑
put into practise   uygulamaya koymak / geçmek  
🗑
put off   1) ertelemek, postpone; 2) (bir şey)’den soğutmak, tiksindirmek, repel  
🗑
put on   1) (elbise vs.) giymek, wear; 2) (ışık vs.) açmak, turn on; 3) eklemek, add  
🗑
put out   1) söndürmek, extinguish; 2) sinirlendirmek, upset  
🗑
put over   1) başarılı / güzel bir şekilde ifade etmek / anlatmak, (bir şeyin) anlaşılmasını sağlamak, put across, (She is very good at putting her views over inmeetings.  
🗑
put pressure on   baskı yapmak, (bir şey yapmaya) zorlamak  
🗑
put together   (parçaları) bir araya getirerek üretmek, birleştirmek, toplamak  
🗑
put up   1) (çadır vs.) kurmak, zıt anl.; take down; 2) (poster, ilan, not vs.) asmak, post; 3) (fiyatı) yükseltmek, arttırmak, increase, (Sales began to decline after they put up the prices.  
🗑
put up with   tahammül etmek, dayanmak, tolerate, (There are many inconveniences and pain that have to be put up with after you have undergone a major operation.  
🗑
puzzle   şaşır(t)mak, hayrete düş(ür)mek, confuse, baffle  
🗑
puzzle over   anlamaya / çözmeye çalışmak  
🗑
puzzlingly   şaşırtıcı, hayret verici, confusing, baffling  
🗑
qualify (for)   (bir iş) için gerekli niteliklere sahip olmak, hak kazanmak, be eligible (for)  
🗑
quality   kalite, nitelik, vasıf  
🗑
quantity   miktar, nicelik, amount  
🗑
query   sorgulamak, question  
🗑
question   1) doğruluğundan kuşku duymak, sorgulamak, doubt, dispute; 2) tartışmak, argue  
🗑
quit   bırakmak, vazgeçmek, leave, give up, halt  
🗑
quite   1) oldukça, pek, epey; 2) tamamen, (You are quite right.  
🗑
race   yarışmak  
🗑
race   yarış  
🗑
radical   radikal, kökten, esaslı, fundamental  
🗑
radically   alışılmışın çok dışında bir şekilde, extraordinarily  
🗑
rage   şiddetle devam etmek, storm, surge  
🗑
raise   1) yükseltmek, arttırmak, elevate, increase, zıt anl.; lower, decrease; 2) (para) toplamak, collect, gather; 3) yetiştirmek, büyütmek, nurture, breed; 4) (soru) sormak  
🗑
random   rasgele, tesadüfi, haphazard, accidental, zıt anl.; systematic  
🗑
randomly   düzensiz olarak, rasgele, arbitrarily, zıt anl.; systematically  
🗑
range (from . . . to . . .)   1) (bir şey ile) (başka bir şey arasında) değişmek, vary (between . . . and . . .); 2) dizmek, sıralamak, sınıflandırmak, rate, rank, classify  
🗑
range   1) seri, dizi, sıra; 2) erim, menzil; 3) mutfak ocağı; 4) pek çok, farklı, variety  
🗑
rank   sırala(n)mak, (örn. bir listede) belli bir sırada olmak, (Harry Potter series rank first among the best-selling books of all-time.  
🗑
rank above / below   (birisi)’nden yüksek / aşağı rütbede / düzeyde olmak  
🗑
rapid   çabuk, hızlı, tez, quick, zıt anl.; slow  
🗑
rapidly   hızla, çabucak, quickly, fast, zıt anl.; slowly  
🗑
rare   nadir, az görülür / bulunur, uncommon, scarce, zıt anl.; common  
🗑
rarely   nadiren, barely, seldom, zıt anl.; often, frequently  
🗑
rarity   nadirlik, seyreklik, rareness, infrequency, zıt anl.; commonness, amplitude  
🗑
rate   1) hız, sürat, pace; 2) oran, nispet  
🗑
rather   oldukça, epeyce, bir hayli, quite, somewhat  
🗑
rather than   (bir şey)’den çok / ziyade  
🗑
ratio   oran  
🗑
raw   ham, işlenmemiş  
🗑
reach   ulaşmak, varmak, arrive, come  
🗑
react to   (bir şey ya da bir kişi)’ye tepki göstermek, respond to, oppose  
🗑
react with   (bir şey) ile (kimyasal) tepkimeye girmek  
🗑
readily   çabucak, hızla, kolayca, hazırda / kolayda, zamanında, seve seve, promptly, willingly, rapidly, easily, zıt anl.; slowly, late, (These bacteria can be identified readily.  
🗑
realize   1) farkına varmak; 2) gerçekleştirmek  
🗑
rearrange   yeniden düzenlemek, reorganize  
🗑
reason   sebep, neden, cause  
🗑
reasonable   1) makul, mantıklı, fair, sound, logical, zıt anl.; unreasonable; 2) yeteri kadar, uygun miktarda / ölçüde, (All we need is a reasonable amount of land and sunlight to grow our vegetables.  
🗑
reasonably   makul oranda / düzeyde, oldukça, acceptably  
🗑
rebuild   yeniden yapmak / inşa etmek  
🗑
recall   anımsamak, hatırlamak, remember, zıt anl.; forget  
🗑
receive   1) almak, pick up, take, zıt anl.; give, emit; 2) (bakım, ilgi vs.) görmek  
🗑
recent   (yakın geçmişten bahsederken) en son, en yakın / yeni, late, current, zıt anl.; past  
🗑
recent finding   en son bulgu  
🗑
recently   yakın zamanda, son zamanlarda, lately  
🗑
recession   (ekonomide) durgunluk  
🗑
reckon   sanmak, düşünmek, saymak, hesaplamak, think, calculate, (Do you reckon it is going to rain tomorrow?  
🗑
recognise (as)   (olarak) tanımak, remember, identify, distinguish, zıt anl.; forget  
🗑
recognise   1) farkına varmak, realise, acknowledge, be aware of; 2) (resmi olarak) tanımak, varlığını kabul etmek  
🗑
recognition   kabul, onay, tanıma, popülarite, acceptance, approval, acknowledgement, zıt anl.; refusal, rejection  
🗑
recommend   tavsiye etmek, önermek, teklif etmek, ileri sürmek, offer, suggest  
🗑
recommendation   tavsiye, öneri, advice, suggestion, proposal  
🗑
recommended   tavsiye olunur / edilir, suggested  
🗑
reconcile   aralarını bulmak, uzlaş(tır)mak, harmonise, integrate, zıt anl.; alienate  
🗑
reconsider   tekrar ele almak, yeniden incelemek  
🗑
record   kaydetmek, kayda geçirmek  
🗑
record   1) kayıt; 2) rekor  
🗑
recover   1) iyileşmek, kendine gelmek, improve, get well, zıt anl.; deteriorate; 2) kurtarmak, geri kazanmak, salvage  
🗑
recovery   1) (hastalıktan, yok olmaktan vs.) kurtulma, iyileşme, cure, remedy, healing, revival, zıt anl.; deterioration, worsening; 2) yeniden elde etme, telafi, retrieval  
🗑
recreate   yeniden yaratmak, reinstitute  
🗑
recruit   1) asker toplamak, asker yazmak, enlist; 2) (bir iş için) eleman aramak, işe almak, employ  
🗑
recur   (hastalık, öksürük vs. için) nüksetmek, tekrarla(n)mak, happen again, repeat itself  
🗑
recurrent   yinelenen, tekrarlayan, repetitive, zıt anl.; single, unique  
🗑
redistribute   dağılımını değiştirmek, yeniden dağıtmak  
🗑
reduce   azal(t)mak, cut down, diminish, decrease, lower, zıt anl.; increase  
🗑
reduction   azal(t)ma, in(dir)me, indirim, decrease, zıt anl.; increase  
🗑
re-establish   yeniden kurmak, eski haline dön(dür)mek, restore  
🗑
refer to   1) atıfta / göndermede bulunmak, direct to, guide; 2) söz etmek, bahsetmek, mention, bring up; 3) başvurmak, turn to, resort to; 4) (bir şey) ile ilgili olmak, be related to  
🗑
refined   1) rafine, arıtılmış, processed, zıt anl.; coarse, crude; 2) ince, kibar, zarif  
🗑
refit   yeniden kullanıma hazır hale getirmek  
🗑
reflect   yansıtmak, göstermek, show, (The words of thematron clearly reflected concern over the patient’s situation.  
🗑
reform   reform, yenilik, improvement, revision  
🗑
refrain (from)   çekinmek, sakınmak, kendini tutmak, abstain (from), avoid, zıt anl.; give in, indulge  
🗑
refreshed   yenilenmiş, tazelenmiş, canlanmış, revitalized  
🗑
refuse   geri çevirmek, kabul etmemek, reddetmek, turn down, reject, zıt anl.; accept  
🗑
regard   ilgilen(dir)mek, dikkate almak, pay attention, consider  
🗑
regard as   saymak, gözüyle bakmak, (olduğuna) inanmak, (olarak) görmek / değerlendirmek, believe, deem, consider as, view as  
🗑
regard with   (şüphe, korku vs.) ile bakmak / yaklaşmak  
🗑
regarding   ile ilgili, with reference to, concerning, about  
🗑
regardless of   (bir şey)’e bakılmaksızın / bağlı olmaksızın, in spite of, without considering  
🗑
regardless of the fact that. . .   . . . gerçeğine bakılmaksızın, although, despite the fact that  
🗑
regenerate   yenilemek, yeniden oluş(tur)mak, iyileşmek, regrow  
🗑
region   yöre, bölge, alan, çevre, zone, area, location  
🗑
regret   pişmanlık duymak, esef etmek, feel sorry (about), repent, zıt anl.; welcome  
🗑
regrettable   üzüntü veren, pişmanlık uyandıran, unfortunate, pitiful, zıt anl.; desirable  
🗑
regrettably   ne yazık ki,maalesef, unfortunately  
🗑
regular   düzenli, tutarlı, istikrarlı, devamlı, consistent, steady, zıt anl.; irregular, unsteady, inconsistent  
🗑
regulate   denetim altında tutmak, düzene sokmak, düzenlemek, ayarlamak, monitor, adjust, arrange, zıt anl.; upset, confuse, mess up  
🗑
regulation   düzenleme, denetim, ayarlama, kontrol, işleyiş, çalışma, arrangement, monitoring, adjustment, zıt anl.; confusion, messing up  
🗑
rehabilitate   hasarını gidermek, rehabilite etmek, restore  
🗑
reinforce   desteklemek, takviye etmek, sağlamlaştırmak, güçlendirmek, pekiştirmek, strengthen, zıt anl.; weaken, (The final technical report of the accident reinforces the findings of initial investigations.  
🗑
reiterate   tekrarlamak, repeat  
🗑
reject   yadsımak, reddetmek, dismiss, refuse, deny, zıt anl.; accept  
🗑
rejected   reddedilmiş, geri çevrilmiş  
🗑
relate   1) (olaylar, durumlar, insanlar) arasında bağlantı kurmak, connect, link; 2) (bir şey) ile ilgili olmak, have a connection with  
🗑
related   ilgili, bağlantılı, in connection, zıt anl.; unrelated  
🗑
relating to   (bir şey) ile ilgili olarak  
🗑
relation   bağlantı, ilişki, münasebet  
🗑
relationship   ilişki, ilinti  
🗑
relative   akraba  
🗑
relative (sıfat)   göreceli  
🗑
relatively   göreceli olarak, nispeten, comparatively  
🗑
relax   gevşemek, rahatlamak, loosen, zıt anl.; tighten up  
🗑
relay   aktarmak, nakletmek, pass on, transmit  
🗑
release   1) salıvermek, kurtarmak, dışarı vermek, discharge, liberate, zıt anl.; detain, imprison; 2) (ilacı bedene) yaymak; 3) (haber, bildiri vs.) basıp yaymak, (film, albüm vs.) piyasaya çıkarmak, issue  
🗑
release   salma / salıverilme, dışarı verme, yayma, discharge  
🗑
relentless   1) bitmez tükenmez, endless, (Her relentless efforts in the clinic were at last rewarded by a promotion.  
🗑
reliability   güvenilirlik, credibility  
🗑
reliable   güvenilir, emin, sağlam, trustworthy, dependable, zıt anl.; unreliable  
🗑
reliably   güvenilir bir biçimde, trustily, zıt anl.; unreliably  
🗑
reliance   güvenme, bel bağlama, dependence  
🗑
reliant on   (bir şey)’e güvenen / güvenir bir halde, bağımlı  
🗑
relief   1) ferahlama, rahatlatma, alleviation; 2) yardım, help; 3) nöbeti devralan kişi  
🗑
relieve   1) rahatlatmak, ferahlatmak, dindirmek, hafifletmek, yatıştırmak, azaltmak, alleviate, ease, comfort, zıt anl.; aggravate, intensify; 2) kurtarmak, rescue; 3) nöbeti devralmak  
🗑
reluctance   isteksizlik, gönülsüzlük, unwillingness, zıt anl.; keenness, (It was with reluctance that I accepted their invitation because I was too busy to attend any such occasion.  
🗑
reluctant   isteksiz, gönülsüz, unwilling, hesitant, uneager, zıt anl.; willing, eager  
🗑
reluctantly   isteksizce, gönülsüzce, unwillingly, zıt anl.; willingly, eagerly  
🗑
rely on   1) (bir şey ya da bir kişi)‘ye güvenmek / itimat etmek / bel bağlamak / bağımlı olmak, depend on, entrust, zıt anl.; distrust; 2) (bir şey ya da birisi)’nin yardımıyla (bir işi) başarmak, (Today we rely on computers to perform innumerable tasks.  
🗑
remain   değişmeden kalmak, durumunu korumak, stay, zıt anl.; vary  
🗑
remain awake   uyanık kalmak, stay awake, zıt anl.; fall asleep  
🗑
remains   (çoğul kullanılır) 1) kalıntı(lar), arta kalan, harabe, ruin, leftover; 2) ceset, corpse, (His remains were never found.  
🗑
remarkable   dikkate değer, olağanüstü, notable, extraordinary, zıt anl.; ordinary  
🗑
remarkably   dikkate değer bir şekilde, belirgin bir şekilde, considerably, noticeably, zıt anl.; slightly  
🗑
remedy   çare, ilaç, deva, cure, relief  
🗑
remote   1) uzak, distant, (His stories are too remote from everyday life.  
🗑
remotely   uzaktan, uzaktan kumanda ile, from a distance, zıt anl.; closely  
🗑
removal   yerini değiştirme, ortadan kaldırma  
🗑
remove   1) ortadan kaldırmak, çıkarmak, take away, eliminate, zıt anl.; install; 2) (kabuk, kılçık vs. için) temizlemek, çıkarmak; 3) (vücuttan dışarı) atmak, çıkarmak  
🗑
renew   yenilemek, onarmak, re-establish, mend  
🗑
renewable   yenilenebilir  
🗑
repair   onarmak, düzeltmek, iyileştirmek  
🗑
repay   geri vermek, ödemek, return, pay back  
🗑
repeat   tekrarla(n)mak, yinele(n)mek, (Will you please repeat what I say?  
🗑
repetitive   yinelenen, tekrarlayan, recurrent, zıt anl.; single, unique  
🗑
replace   (bir başkası)’nın yerini almak / yerine geçmek, yenilemek, change, substitute, supplant  
🗑
replace with   (bir şeyi başka bir şey) ile değiştirmek, substitute  
🗑
replacement   replasman, yenileme, değiştirme, yerine koyma, yerini alma, yer değiştirme, substitution  
🗑
replenish   tekrar doldurmak  
🗑
report   rapor etmek, bildirmek  
🗑
report   1) rapor; 2) karne; 3) haber  
🗑
represent   1) temsil etmek, simgelemek, örneği olmak, act as; 2) göstermek, betimlemek, depict, display, correspond to  
🗑
representation   tasvir, betimleme  
🗑
representative   1) örnek, tipik, exemplary, typical; 2) mümessil, temsilci  
🗑
reproduce   1) kopyalamak, taklit etmek, imitate, redo, make more; 2) üremek, çoğalmak, yavrulamak, propagate  
🗑
repulsive   itici, tiksindirici, repellent, revolting  
🗑
reputable   saygın, respectable, esteemed, zıt anl.; disreputable  
🗑
reputation   ün, şöhret, nam, ad, credit, esteem  
🗑
request   talep etmek, demand, ask for  
🗑
request   istek, rica, dilek, demand  
🗑
require   (bir şey) istemek, (bir şey)’i gerektirmek, zorunlu kılmak, ask, call for, compel, oblige, demand  
🗑
requirement   gereksinim, ihtiyaç, talep, necessity, claim  
🗑
research   araştırma  
🗑
researcher   araştırmacı  
🗑
resemblance   benzerlik, similarity, zıt anl.; distinction  
🗑
resemble   benzemek, andırmak, look / be like, take after, zıt anl.; differ from  
🗑
resent   içerlemek  
🗑
reshape   yeniden şekillendirmek, alter  
🗑
resident   bir yerde oturan kimse, sakin, dweller, inhabitant  
🗑
resist   direnmek, karşı koymak, oppose, withstand, confront, zıt anl.; surrender, yield to  
🗑
resistance   direniş, karşı koyma, hindrance, opposition  
🗑
resolution   1) karar, çözüm, decision; 2) çözünürlük (bilgisayar ekranı, fotoğraf makinesi gibi cihazların detayları görüntüleme kapasitesi)  
🗑
resolve   1) çözmek, solve; 2) karar vermek, decide; 3) azalmak, iyiye gitmek, recover  
🗑
resource   kaynak, olanak, supply, means  
🗑
respect   1) (kurala) uymak, obey; 2) itibar göstermek, regard highly  
🗑
respectively   sırasıyla, (birden fazla unsur için) her birinin ayrı ayrı (özelliklerinden bahsederken), (The cities of Basle and Brussles are in Switzerland and in Belgium respectively.  
🗑
respond (to)   karşılık vermek, tepki göstermek, react (to)  
🗑
response   yanıt, karşılık, tepki, reply, reaction  
🗑
responsibility   sorumluluk, yükümlülük, blame, liability, zıt anl.; immunity, exemption  
🗑
responsible (for)   (bir şeyden) sorumlu, (bir şeyin) sorumlusu, zıt anl.; irresponsible  
🗑
rest   1) (‘the rest’ şeklinde kullanılır) geri kalan kısım; 2) dinlenme  
🗑
rest on   (bir şey)’e dayanmak, (bir şey)’den destek almak, (kökünü / temelini bir yerden) almak, üzerinde bulunmak, count on, depend on, be supported by  
🗑
rest with   (bir kişi)’nin sorumluluğunda olmak, be (under) the responsibility of  
🗑
rested   dinlenmiş, relaxed  
🗑
restless   hiç durmayan, huzursuz, hurried, uneasy, zıt anl.; calm, peaceful  
🗑
restore   restore etmek, eski haline döndürmek, fix, reestablish, reconstruct  
🗑
restrain   1) dizginlemek, kontrol altına almak, control, zıt anl.; set free; 2) kısıtlamak, sınırlamak, suppress, zıt anl.; relieve  
🗑
restraint   kısıtlama, dizginleme, baskı, restriction, control, suppression, zıt anl.; relief, indulgence  
🗑
restrict   kısıtlamak, sınırlamak, limit, restrain, zıt anl.; broaden, enlarge  
🗑
restricted   1) yasak, forbidden; 2) kısıtlı, sınırlı, limited, confined, zıt anl.; free, unlimited  
🗑
restricted   kısıtlı, sınırlı, yasaklanmış, yasak, limited, zıt anl.; free, unlimited, (The town is announced to be a restricted area barred to people and journalists without special authorisation.  
🗑
restriction   kısıtlama, limitation  
🗑
restrictive   kısıtlayıcı, sınırlayıcı, limiting  
🗑
result from   (bir şey)’den meydana gelmek / çıkmak / doğmak / kaynaklanmak, (bir şey)’in sonucu olmak, be caused by, come from  
🗑
result in   (bir şey) ile sonuçlanmak, (bir şey)’e yol açmak / neden olmak, cause  
🗑
resulting   sonuç olarak ortaya çıkan, sonuçtaki  
🗑
resume   yeniden başlamak, kalınan yerden devam etmek, continue, restart, carry on, zıt anl.; abandon, suspend  
🗑
retain   1) tutmak, alıkoymak, muhafaza etmek, kendinde saklamak, sahip olmak, keep, hold, zıt anl.; give up, let go; 2) akılda tutmak, keep in (one’s) mind  
🗑
return   1) geri dön(dür)mek, geri gitmek, go back; 2) geri verme, iade etme  
🗑
return to the fore   tekrar ön plana çıkmak  
🗑
reveal   göstermek, açığa vurmak, ortaya çıkarmak, tell, show, disclose, zıt anl.; conceal, hide  
🗑
revenue   gelir, kazanç, hasılat, income  
🗑
reverse   (pervaneyi vs.) ters yönde çalıştırmak, tornistan etmek, tersine / geri çevirmek, change to the contrary  
🗑
reverse (sıfat)   aksi, ters, geri, opposite, contrary, backward, zıt anl.; forward, parallel, same  
🗑
reversible   geri döndürülebilir, eski haline getirilebilir, zıt anl.; irreversible  
🗑
review   yeniden gözden geçirmek, yeniden incelemek, go over  
🗑
revise   gözden geçirip düzeltmek, modify  
🗑
revision   gözden geçirip düzeltme, modification  
🗑
revival   1) yeniden canlanma, diriliş, uyanış; 2) (film, tiyatro oyunu için) geçmişte sahnelenmiş bir eseri (farklı oyuncular ve farklı yorum ile) yeniden sahneleme, remake  
🗑
revolution   devrim  
🗑
reward   ödül, prize, zıt anl.; punishment  
🗑
rewarding   doyurucu, tatmin edici, satisfactory  
🗑
riches   zenginlikler  
🗑
rid of   (bir şey)’den kurtarmak, free from, relieve  
🗑
rid (oneself) of   (kendini) (bir şey)’den kurtarmak, break free from  
🗑
ridicule   alay konusu etmek, gülünç duruma düşürmek  
🗑
ridiculous   gülünç, saçma, silly  
🗑
right   1) hak, (Arabic women must stand up for their voting rights.  
🗑
right across   her tarafına, throughout, (The disease spread right across the country.  
🗑
right away   hemen, derhal, at once, immediately  
🗑
rigid   katı, sert, şekli bozulmayan, eğilip bükülmeyen, sağlam, dayanıklı, firm, zıt anl.; flexible, floppy, deformable  
🗑
rigorous   özenli, dikkatli, sıkı, kurallardan şaşmayan, strict, tight, zıt anl.; lax, relaxed  
🗑
rise   yükselmek, artmak, tırmanmak, increase, zıt anl.; decrease  
🗑
risk-free   tehlikesiz  
🗑
risky   riskli, unsafe, zıt anl.; safe  
🗑
rival   (birisi) ile rekabet etmek, (birisi) kadar iyi olmak, compete with  
🗑
rival   rakip, opponent, competitor  
🗑
rivalry   rekabet, competition  
🗑
rob (of)   yağma / talan etmek, elinden almak, çalmak, yoksun bırakmak, take, steal  
🗑
rotate   1) (kendi ekseni veyamerkezi etrafında) dön(dür)mek; 2) (bir işi) sırayla yapmak  
🗑
rough   1) kaba, takribi, approximate, zıt anl.; accurate, precise, exact; 2) zor, sıkıntılı; 3) engebeli  
🗑
roughly   kabaca, yaklaşık olarak, aşağı yukarı, approximately, about, more or less; zıt anl.; accurately, exactly  
🗑
routine   rutin, düzen (aynı işin / işlerin belli aralıklarla tekrar edilmesi)  
🗑
ruin   harap / perişan etmek, yıkmak, devastate, destroy, zıt anl.; restore, construct  
🗑
ruin   yıkım, yıkılma, çöküş, tahrip, downfall  
🗑
ruined   harabe halinde, yıkıntı halde, devastated, derelict, destroyed, zıt anl.; restored, reconstructed  
🗑
rule out   yok saymak, ortadan kaldırmak, devre dışı bırakmak, önlemek, meydan vermemek, engellemek, elemek, exclude, zıt anl.; include  
🗑
run   1) işletmek, çalıştırmak, yönetmek, operate, manage; 2) (ilacı damarlara vs.) enjekte etmek  
🗑
run about   etrafta koş(uş)turmak  
🗑
run away from   (bir yer / birisi / bir şey)’den kaçmak, escape from  
🗑
run down   1) kötülemek, aleyhinde konuşmak; 2) azal(t)mak, küçül(t)mek  
🗑
run in a family   bir aileye ait bir vasıf / özellik olmak, o ailede sıkça görülmek  
🗑
run out (of)   1) yit(ir)mek, bit(ir)mek, tükenmek, tüketmek, exhaust, use up, deplete, (I am afraid we have run out of antibiotics.  
🗑
rural   kırsal, taşra, köy hayatına ait, kentsel olmayan, zıt anl.; urban  
🗑
rush   1) koşarak gitmek, acele et(tir)mek, hurry, zıt anl.; delay, linger; 2) saldırmak, hızla akmak  
🗑
rush   koşuşturma, acele etme  
🗑
sacrifice   feda etmek, give up, forfeit  
🗑
sad   üzgün, üzücü, depressed, depressing, zıt anl.; cheerful  
🗑
safe   emniyetli, güvenli, secure, harmless, zıt anl.; dangerous, hazardous  
🗑
safely   güvenli bir şekilde  
🗑
safety   emniyet, güvenlik, security, refuge, zıt anl.; danger, hazard  
🗑
sample   denemek, try  
🗑
sample   örnek, numune, example, specimen  
🗑
sane   aklı başında, zihinsel bir hastalığı olmayan, zıt anl.; insane  
🗑
satisfactorily   tatmin edici bir şekilde, adequately, zıt anl.; unsatisfactorily, poorly  
🗑
satisfactory   doyurucu, tatmin edici, rewarding, acceptable, adequate, zıt anl.; unsatisfactory, poor  
🗑
save up   bir süre içinde yavaş yavaş biriktirmek  
🗑
scale   ölçek, derece, skala  
🗑
scant   sınırlı, yetersiz, az, limited, inadequate, zıt anl.; abundant, ample  
🗑
scarce   az bulunur, kıt, rare, scant  
🗑
scarcely   nadiren, güçlükle, çok az, barely, hardly, zıt anl.; enough, sufficiently, (She is not a friend of mine. I scarcely know her.  
🗑
scattered   (oraya buraya) dağılmış, yayılmış, dispersed  
🗑
scene   manzara, görüntü, sahne, olay, sight  
🗑
sceptically   kuşkucu bir şekilde, suspiciously  
🗑
schedule   program, tarife, ders programı  
🗑
scheme   hareket planı, proje, düzen, tertip, strategy, (If one scheme of happiness fails, human nature turns to another.  
🗑
scientific   bilimsel  
🗑
scope   1) kapsam, saha, alan, faaliyet alanı, range, extent; 2) fırsat, olanak  
🗑
score   puan  
🗑
season   sezon, mevsim, dönem, period  
🗑
secondary   ikinci derecede, sekonder, ikincil, tali, subordinate, subsidiary, zıt anl.; fundamental, essential, primary  
🗑
secret   sır, gizem, esrar  
🗑
section   kısım, kesim, parça, dilim, kesit, part  
🗑
secure   güvence altına almak, ele geçirmek, sağlamak, ensure  
🗑
security   güvenlik, protection  
🗑
seek   1) (bir şey yapma)’ya çalışmak, try (to); 2) aramak, araştırmak, peşine düşmek, inquire, look for, pursue  
🗑
seek to do smt   bir şey yapmaya çabalamak, bir şey yapmak için uğraşmak  
🗑
seem to   (bir şey yapar) gibi görünmek, (bir şey) olduğu anlaşılmak, appear to  
🗑
seem to be   gibi görünmek, appear to be  
🗑
seemingly   görünüşe göre, apparently  
🗑
segment   parça, bölüm, kısım, kesim, dilim  
🗑
seize   tutmak, yakalamak, el koymak, ele geçirmek, grab, catch, get, take, take over, zıt anl.; give up, release, free  
🗑
seldom   nadiren, pek az, seyrek, rarely, zıt anl.; often  
🗑
selection   seçim, seçme şeyler bütünü, seçki, collection  
🗑
self-confidence   kendine güven  
🗑
self-sufficient   kendine yeterli, zıt anl.; dependent  
🗑
send for   (birisi)’ni çağırtmak, (bir şey) getirtmek, summon  
🗑
sensation   1) duyu, duygu, duyarlık, feeling, emotion; 2) heyecan uyandıran olay, sansasyon  
🗑
sense of humour   espri / mizah anlayışı  
🗑
sensibility   ayırt etme yetisi, duyarlılık  
🗑
sensible   mantıklı, akla uygun, aklı başında, realistic, rational, zıt anl.; foolish, insensible  
🗑
sensibly   mantıklı bir şekilde, akıllıca, reasonably, zıt anl.; foolishly  
🗑
sensitive   duygulu, duyarlı, hassas, alıngan, emotional, delicate, zıt anl.; insensitive, thickskinned  
🗑
sensitively   duyarlı şekilde, hassas biçimde, sympathetically  
🗑
sensitivity   duyarlılık, hassasiyet, responsiveness, zıt anl.; insensitivity  
🗑
sentiment   duygu, düşünce, emotion, opinion  
🗑
separate   ayırmak, birbirinden uzaklaştırmak, bölmek, zıt anl.; unify  
🗑
separate   (birbirinden) ayrı, bağımsız, farklı, unconnected, unrelated, zıt anl.; united  
🗑
separation   ayrılma, ayırma, birbirinden uzaklaştırma, break-up, split, zıt anl.; unification  
🗑
sequence   ardışıklık, sıra, dizi, sekans, (The paintings of the artist are exhibited in a chronological sequence.  
🗑
serious   ciddi, önemli, significant  
🗑
seriously   önemli ölçüde, ciddi miktarda  
🗑
serve (to)   (bir şey)’e faydası olmak / hizmet etmek, cevap vermek, perform  
🗑
serve as   görevini görmek, (bir şey)’e yaramak, …olarak hizmet etmek  
🗑
serve to   (bir şey)’e yaramak  
🗑
set   1) ayarlamak, yerleştirmek; 2) (ateş için) yakmak  
🗑
set   seri, dizi  
🗑
set a good example   iyi örnek olmak, iyi bir örnek oluşturmak  
🗑
set aside   1) bir tarafa koymak, kenara bırakmak; 2) feshetmek, iptal etmek  
🗑
set back   (ilerlemesini) geciktirmek, geriye atmak, delay  
🗑
set in   1) (hastalık vs. için) kalıcı hale gelmek, yerleşmek, develop, become, established; 2) yerine otur(t)mak, yerleş(tir)mek, fit into, fix in  
🗑
set off   1) çalıştırmak, başlatmak, start; 2) (bir işe) girişmek; 3) yola çıkmak  
🗑
set out   başlamak, yola koyulmak, girişmek, embark (on), start, begin, commence, leave, set off, zıt anl.; stay, halt  
🗑
set up   (sistem, bina vs.) kurmak, dikmek, inşa etmek, institute, erect, build, found, zıt anl.; destroy, demolish, abolish  
🗑
setback   aksama, başarısızlık, misfortune, disappointment, zıt anl.; breakthrough  
🗑
settle   1) (bir yere) yerleş(tir)mek, iskân etmek, dwell, inhabit; 2) halletmek, çözmek, karara varmak / bağlamak, conclude, resolve  
🗑
settle down   1) (bir yere) yerleşmek / yerleşmeyi tamamlamak; 2) uslanmak, yola gelmek, sakinleşmek, calm  
🗑
settlement   1) yerleşim yeri, community; 2) ödeme, payment  
🗑
several   ikiden çok, çok, pek çok, many, various  
🗑
severe   sert, katı, şiddetli, ciddi, firm, hard, rigid, serious, difficult, zıt anl.; soft, mild  
🗑
severely   sertçe, şiddetle, harshly, sharply, zıt anl.; softly, leniently  
🗑
severity   sertlik, şiddet, ciddiyet, harshness, seriousness  
🗑
shake   sarsmak, sallamak  
🗑
share   paylaşmak  
🗑
share   1) kısım, kesim; 2) pay  
🗑
share in   pay sahibi olmak, rol almak, participate in  
🗑
sharply   1) sertçe, harshly, sternly, zıt anl.; lightly, gently; 2) keskin bir şekilde, aniden büyük miktarda  
🗑
shed   1) (yaprak, gözyaşı, tüy vs.) dökmek; 2) (bir şey)’i aydınlatmak (bilgi vermek); 3) (ışık vs.) yaymak, diffuse; 4) (bir şey)’den kurtulmak, üstünden atmak  
🗑
shed light on   (bir olay vs.)’yi aydınlatmak, (bir olay)’a ışık tutmak  
🗑
shelter   1) korumak, örtmek, cover; 2) sığınmak, take refuge (in)  
🗑
shelter   sığınak, barınak, korunak  
🗑
sheltered   korunmuş, korunaklı  
🗑
shield   korumak, siper olmak, protect  
🗑
shift   kaymak, yönelmek, değişmek, switch, alter  
🗑
shift from …to . . .   (bir şey)’den (bir şey)’e kaymak, yön değiştirmek, sapmak, switch from . . . to . .  
🗑
shortage   eksiklik, kıtlık, deficiency, scarcity, zıt anl.; abundance  
🗑
short-term   kısa vadeli / süreli, yakın zamanlı, zıt anl.; long-term  
🗑
show off   gösteriş yapmak, caka satmak  
🗑
show up   1) gözükmek, meydana / ortaya çıkmak, appear, zıt anl.; disappear; 2) (bir toplantı vs.)’ye gelmek / katılmak, attend  
🗑
shrink   1) (kumaş vs. için) çekmek, contract; 2) azal(t)mak, değeri(ni) azal(t)mak, diminish  
🗑
sick   hasta, rahatsız  
🗑
side effect   yan etki, adverse effect  
🗑
side with   (bir şey / birisi)’nin tarafını tutmak / yanında yer almak  
🗑
sight   görüş, görme yetisi, manzara, vision, scene  
🗑
sign   işaret, belirti, gösterge, signal, indication  
🗑
signal   (bir olayın) sinyalini vermek, habercisi olmak, indicate, signify  
🗑
significance   önem, importance  
🗑
significant   kayda / dikkate değer, önemli, considerable, important, zıt anl.; insignificant, unimportant, (Meat offers a significant amount of protein.  
🗑
significantly   epeyce, oldukça, önemli ölçüde, büyük oranda, considerably, substantially, zıt anl.; slightly, insignificantly  
🗑
signify   1) göstermek, belirtmek, show; 2) anlamına gelmek, mean, stand for  
🗑
similar (to)   yakın, benzer, akin (to), alike, zıt anl.; different  
🗑
similarity   benzerlik, resemblance, zıt anl.; distinction  
🗑
similarly   keza, bunun gibi, benzer şekilde, likewise  
🗑
simple   sade, basit, easy, uncomplicated, elementary, zıt anl.; complicated, difficult  
🗑
simplistic   (gerçekçi olmayan ve aşırı bir şekilde) basite indirgenmiş, dar kapsamlı, zıt anl.; comprehensive  
🗑
simultaneously   aynı anda (olan / yapılan), eşzamanlı, concurrently, synchronically, zıt anl.; consecutively  
🗑
sincere   içten, samimi, açık yürekli, frank, genuine, zıt anl.; insincere, false  
🗑
single   tek, bir, one, sole  
🗑
singly   tek başına, individually  
🗑
sink   1) (değer, seviye vs. için) azalmak, decrease; 2) batmak  
🗑
site   1) yer, yerleşim; 2) sit alanı; 3) inşaat sahası, şantiye; 4) bölge, bölüm, location  
🗑
situation   durum, vaziyet, state of affairs  
🗑
skill   ustalık, hüner, beceri, expertise, ability  
🗑
skilled   yetenekli,marifetli, ehil  
🗑
slave   köle, esir, zıt anl.; master  
🗑
slavery   kölelik  
🗑
slight   ufak ve ince yapılı, küçük  
🗑
slightly   az miktarda, yüzeysel, bir parça, a little, insignificantly, zıt anl.; immensely  
🗑
smart   zeki, yetenekli, işlevsel, brilliant  
🗑
smoothly   pürüzsüzce, sorunsuzca  
🗑
so as to   (bir şey) yapabilmek için / yapacak şekilde, in order to  
🗑
so far   şimdiye kadar, bugüne dek, şu ana kadar, up to now, (up) until now, to date  
🗑
so far as   kadar, kadarıyla, as far as, (So far as I am concerned. . .  
🗑
so long as   sürece, müddetçe, as long as  
🗑
so that   öyle ki …, . . . mek / . . . mak için, in order that  
🗑
so-called   1) sözde, (It was one of his so-called friends who supplied him with the drugs that killed him.  
🗑
society   dernek, topluluk, toplum  
🗑
soil   toprak(lar)  
🗑
sole   yalnız, tek, yegane, only  
🗑
solely   sadece, yalnızca, tek başına, only, just, merely  
🗑
solid (sıfat)   1) katı; 2) sağlam, güvenilir, sound, reliable, zıt anl.; unreliable; 3) bütün  
🗑
solitary   yalnız, tek başına, lonely  
🗑
some   1) bazı; 2) yaklaşık; 3) tam, certain, particular  
🗑
somehow   bir şekilde, her nasılsa, bir yolunu bulup, nedense, in some way, for some reason, (Her recovery has somehow encouraged others who are suffering from the same ailment.  
🗑
somewhat   biraz, bir dereceye kadar  
🗑
sooner or later   er (ya da) geç  
🗑
sophisticated   ileri düzeyde, gelişmiş, komplike, rafine, ince zevk sahiplerine hitap eden, advanced, elaborated, refined, complex, zıt anl.; simple, naive  
🗑
sort out   1) düzenlemek, sınıflandırmak, classify; 2) (sorun vs.) çözmek, yoluna koymak, settle, solve  
🗑
sound   1) sağlam, sağlıklı, esaslı, güvenilir, solid, healthy, reliable, safe, secure, zıt anl.; unhealthy, unreliable; 2) makul, akla yakın, mantıklı, reasonable, intelligent, fair  
🗑
source   kaynak, köken, origin, root, supply  
🗑
spare   kıymamak, (tatsız bir şeyden) kurtarmak, relieve / save (from)  
🗑
sparingly   tutumlu bir şekilde, thriftily, zıt anl.; extravagantly  
🗑
sparsely   seyrek bir şekilde, zıt anl.; densely  
🗑
species   (hem tekil hem çoğul) cins, tür  
🗑
specific   belirli, distinct, particular, zıt anl.; general  
🗑
spectacular   muhteşem, harika, görkemli, wonderful, astonishing  
🗑
speculate   (elde yeterli veri olmadan bir şey hakkında) fikir yürütmek, spekülasyon yapmak  
🗑
speculation   spekülasyon (kaynağı belli olmayan ve / veya dayanağı güçlü olmayan iddia), (borsa, ticari değer vs. için) spekülasyon, tahmin  
🗑
speed up   hızlandırmak, çabuklaştırmak, accelerate, zıt anl.; delay, retard  
🗑
split (into)   (ikiye, üçe, gruplara vs.) böl(ün)mek / ayırmak / ayrılmak, break up (into), divide (into), zıt anl.; join, come / bring together  
🗑
spoil   boz(ul)mak, berbat etmek / olmak, ruin, impair, zıt anl.; enhance, help  
🗑
spontaneously   aynı anda  
🗑
spot   seçmek, görmek, (yerini) bulmak, detect, locate  
🗑
spot   bölge, nokta, (küçük) yer  
🗑
spread   yay(ıl)mak, yaygınlaşmak, dağılmak, kaplamak, istila etmek, bürümek, sarmak, (duvara boya, ekmeğe reçel vs.) sürmek, disperse, disseminate, circulate, expand, zıt anl.; shrink  
🗑
spread   yay(ıl)ma, yaygınlaşma, expansion, zıt anl.; reduction  
🗑
spring up   türemek, birdenbiremeydana gelmek, emerge, zıt anl.; disappear, fade  
🗑
spur   mahmuzlamak, dürtüklemek, teşvik etmek, incite, trigger  
🗑
stabilisation   sabitlenme, dengelenme, steadiness, zıt anl.; variation  
🗑
stabilize   sabitle(n)mek, dengele(n)mek, otur(t)mak, settle, balance  
🗑
stable   tutarlı, istikrarlı, kararlı, sabit, değişmeyen, devamlı, sağlam, steady, consistent, zıt anl.; unstable, unsteady, shaky, variable  
🗑
stage   aşama, evre, safha, phase  
🗑
stance   tutum, duruş, attitude, approach  
🗑
stand a chance   şansı olmak  
🗑
stand for   simgelemek, yerine geçmek, signify, represent  
🗑
standardize   standartlaştırmak  
🗑
standstill   durma noktası  
🗑
start off   başlamak, başlangıç yapmak, begin, set off, zıt anl.; finish, end  
🗑
startling   çok şaşırtıcı, astonishing, amazing, zıt anl.; ordinary, dull  
🗑
starvation   şiddetli açlık, açlıktan ölme / öleyazma, starving  
🗑
starve   aç bırakmak / kalmak, açlık çek(tir)mek, açlıktan ölmek  
🗑
starve to death   açlıktan ölmek  
🗑
starving   açlık çeken, açlık çekme  
🗑
state   belirtmek, ifade etmek, express  
🗑
state   1) devlet; 2) hal, durum, form  
🗑
statement   1) belge, döküman; 2) demeç, beyanat; 3) ifade, expression  
🗑
stature   1) başarı sonucu kazanılmış önem, ün; 2) boy, pos, endam  
🗑
status   statü, durum, düzey, vaziyet  
🗑
stay   kalmak  
🗑
steadily   tutarlı / istikrarlı / devamlı bir şekilde, invariably, regularly, zıt anl.; falteringly, unsteadily  
🗑
steady   tutarlı, istikrarlı, sabit, değişmeyen, devamlı, sağlam, stable, consistent, zıt anl.; unsteady, shaky, (There has been a steady improvement in her condition.  
🗑
stem   (bitki için) sap, beyin sapı  
🗑
stem from   (bir şey)’den gelmek / kaynaklanmak, originate from  
🗑
step   önlem, tedbir, measure  
🗑
step up   arttırmak, çoğaltmak, hızlandırmak, speed up, (The police step up security at airports  
🗑
stiffness   sağlamlık, dayanıklılık, sertlik, firmness, rigidness  
🗑
stifle   boğmak, bastırmak, gelişmesini engellemek, choke, prevent, suppress  
🗑
still   1) dingin, durgun, hareketsiz, sessiz, calm, stable, silent, zıt anl.; active; 2) yine de, hala, even now, nevertheless  
🗑
stimulate   uyarmak, teşvik etmek, excite, inspire, motivate, spur, zıt anl.; discourage  
🗑
stimulation   uyarma, teşvik, harekete geçirme, encouragement  
🗑
stimulator   uyarıcı, teşvik eden şey, motivator  
🗑
stipulate   şart koşmak, condition, specify  
🗑
storage   depolama  
🗑
store (away / up)   saklamak, muhafaza etmek, depolamak  
🗑
storm   fırtına  
🗑
straightforward   1) basit, kolay, simple, zıt anl.; complicated; 2) apaçık, gizlisi saklısı olmayan, açık sözlü, candid, zıt anl.; evasive  
🗑
strain   1) germek, gerginleştirmek, aşırı gerilme, zorlanma, stress, stretch, zıt anl.; relax; 2) (kendini) zorlamak, çok gayret etmek, strive, struggle, zıt anl.; unstrain  
🗑
strain   1) gerginlik, tension; 2) stres, stress; 3) suş (benzer gruplarla arasında küçük farklar bulunan, belli bir türe bağlı bir organizma grubu)  
🗑
strained   gergin, stressed  
🗑
strength   güç, dayanıklılık, power, zıt anl.; weakness  
🗑
strengthen   güçlendirmek, sağlamlaştırmak, geliştirmek, reinforce, invigorate, support, zıt anl.; weaken, undermine  
🗑
stress   vurgulamak, altını çizmek, emphasise, underline  
🗑
stressful   gerginlik yaratan, stresli, demanding  
🗑
stretch (along)   (boyunca) uzanmak  
🗑
strict   1) tam, birebir, exact; 2) sert, katı, sıkı, kurallara tam olarak uyan, tight, rigorous, zıt anl.; lax, relaxed  
🗑
strictly   tartışmasızca, tamamen, katı bir şekilde, exclusively, entirely, (obey the rules strictly  
🗑
striking   göze çarpan, dikkat çeken, göz kamaştıran, astonishing, outstanding, zıt anl.; ordinary  
🗑
stringent   sert, sıkı, strict  
🗑
structural   yapısal, temel  
🗑
structure   yapı  
🗑
struggle   çabalamak, uğraşmak, mücadele etmek  
🗑
study   araştırma, çalışma  
🗑
subject   1) denek, kobay; 2) konu, mevzu  
🗑
subject to   (bir şey)’e maruz bırakmak, (bir şey)’in etkilerine açık bırakmak, expose to  
🗑
submit   1) arz etmek, sunmak, present; 2) boyun eğmek, teslim olmak, surrender  
🗑
subsequent   sonraki, sonra gelen, (zaman ya da sıra olarak öncekini) takip eden, (Those explosions must have been subsequent to our departure, because we did not hear anything.  
🗑
subsequently   sonraları, daha sonra, afterwards, zıt anl.; previously  
🗑
subsidize   sübvansiyon yoluyla desteklemek, sübvanse etmek, (kısmen) finanse etmek, (Commonly subsidized fields include agriculture, housing and regional development.  
🗑
subsidy   sübvansiyon, mali yardım / destek  
🗑
substance   1) madde, material, entity; 2) öz, esas, asıl anlam, essence  
🗑
substantial   önemli, bol, epey, (zaman için) uzun, important, ample, significant, large, zıt anl.; small  
🗑
substantially   önemli ölçüde, oldukça çok, considerably, (The new tax legislation will substantially change our buying habits.  
🗑
substitute   yerine koymak, ikame etmek, exchange, replace  
🗑
substitute   (bir şeyin veya kişinin) yerine geçen, yedek, replacement, reserve, (Only art can be a substitute for nature.  
🗑
subtle   ince, narin, fark edilmesi zor, incelikli, delicate, insidious  
🗑
successfully   başarılı şekilde, effectively  
🗑
successive   peş peşe, art arda, consecutive, zıt anl.; interrupted  
🗑
successively   peş peşe / üst üste / arka arkaya gelen / olan, consecutively  
🗑
such as   …gibi, like  
🗑
suddenly   aniden, birdenbire, abruptly, zıt anl.; step-by-step, progressively  
🗑
suffer from   (bir hastalık, problem vs.)’den muzdarip olmak, sıkıntısını çekmek, (bir şey)’den zarar görmek  
🗑
sufficient   yeterli, enough, adequate, zıt anl.; insufficient, inadequate  
🗑
sufficiently   yeterince, enough, adequately, zıt anl.; insufficiently  
🗑
suggest   1) ileri / öne sürmek, önermek, advise, propose, offer; 2) izlenimini bırakmak, hissini vermek, akla getirmek, indicate, imply  
🗑
suggestion   öneri, ileri sürülen fikir, advice, proposal  
🗑
suggestive (of)   (bir düşünceyi) akla getiren (şey), (His behaviour was suggestive of a cultured man.  
🗑
suit   uygun gelmek / düşmek, (bir şey ya da birisi)’ne göre olmak, be appropriate (for), fit in (to)  
🗑
suitable   uygun, yerinde, appropriate, proper, zıt anl.; inappropriate, unsuitable  
🗑
suitably   uygun bir şekilde, gereği gibi, appropriately  
🗑
summarise   özetlemek  
🗑
superficial   1) derin olmayan, yüzeysel, shallow, external, zıt anl.; deep, profound; 2) sahte, özensiz, gelişigüzel, false, inattentive, zıt anl.; genuine  
🗑
superficially   yüzeysel olarak, lightly, partially, zıt anl.; profoundly, thoroughly  
🗑
superior   üstün nitelikli, kaliteli, üstün, better, highclass, zıt anl.; inferior, worse  
🗑
superiority   üstünlük, dominance, supremacy, zıt anl.; inferiority  
🗑
supervision   gözetim ve denetim, superintendence, administration  
🗑
supplement   ek, tamamlayıcı şey, additive, complement  
🗑
supplementary   tamamlayıcı, tali, secondary  
🗑
supplies   erzak, malzeme  
🗑
supply   sağlamak, bulmak, temin etmek, tedarik etmek, provide (with), render, zıt anl.; withhold  
🗑
supply   arz, stok, rezerv, stock, reserve, zıt anl.; demand  
🗑
support   desteklemek, arka çıkmak  
🗑
support   destek (verme), besleme, katkı  
🗑
supporter   (bir kişiyi / görüşü vs.) destekleyen kimse, destekçi, taraftar, admirer  
🗑
supportive   destekleyici, helpful, encouraging, zıt anl.; unhelpful  
🗑
suppose   sanmak, tahmin etmek, varsaymak, believe, presume, think  
🗑
supposed   gerçekleştiği / gerçek olduğu varsayılan, gerçek kabul edilen  
🗑
suppress   bastırmak, durdurmak, çıkmasını önlemek, restrain, withhold, zıt anl.; encourage  
🗑
sure   emin, kesin, garantili  
🗑
surely   elbette, muhakkak, for certain, for sure  
🗑
surface   yüzey  
🗑
surge   aniden yükselmek, soar, climb  
🗑
surgery   ameliyat, cerrahi  
🗑
surpass   geçmek, geride bırakmak, aşmak, exceed, overweigh, zıt anl.; fall behind  
🗑
surplus   fazlalık, artakalan miktar, herhangi bir şeyin fazlası, excess, zıt anl.; shortage  
🗑
surprise   şaşırtmak, hayrete düşürmek  
🗑
surprising   şaşırtıcı  
🗑
surprisingly   şaşırtıcı bir şekilde, intriguingly  
🗑
surround   çevrelemek, çevirmek, kuşatmak, etrafında yer almak, enclose, border  
🗑
surrounding   çevresindeki, etrafındaki, encircling  
🗑
surroundings   çevre, muhit, ortam, environment  
🗑
survey   inceleme / araştırma yapmak, etüt etmek, examine, observe  
🗑
survey   anket, inceleme, genel bakış, inquiry, scrutiny, scan, review  
🗑
survival   sağ kalma, yaşamı sürdürme  
🗑
survive   ayakta / sağ kalmak, var olmayı / yaşamayı sürdürebilmek, live on, remain, zıt anl.; perish, die  
🗑
survivor   (bir kaza, afet vs. sonrası) sağ kalan, kurtulan (kişi)  
🗑
susceptibility (to)   dirençsizlik, kolay hedef olma, yatkınlık, vulnerability (to)  
🗑
susceptible (to)   kolaylıkla etkilenen, dirençsiz, vulnerable (to), nonresistant (to); zıt anl.; resistant (to)  
🗑
suspect   şüphelenmek, kuşku duymak, have doubt, zıt anl.; know  
🗑
suspected   (varolduğundan) şüphelenilen  
🗑
suspend   1) asmak, asılı durmak, hang, (He was suspended from the ceiling by his feet and beaten gravely by metal bars.  
🗑
suspicion   şüphe, kuşku, doubt, distrust, zıt anl.; trust  
🗑
suspicious   kuşkulu, şüpheli, doubtful, zıt anl.; trustworthy  
🗑
sustain   sürdürmek, belli bir sıklıkla ve ara vermeden yapmak, devamını sağlamak, devam ettirmek, keep up, maintain  
🗑
sustainable   1) çabuk tükenmeyen, kolay bulunur; 2) sürdürülebilir, maintainable  
🗑
sustained   sürdürülen; belli bir sıklıkla, ara vermeden yapılan, maintained, continued, constant, zıt anl.; temporary  
🗑
swell   şişmek, kabarmak, expand, zıt anl.; contract  
🗑
switch off   (elektrik, lamba, düğme, gaz vs. için) kapatmak, turn off, zıt anl.; switch on, turn on  
🗑
tackle   (bir sorunu) ele almak, çözmeye çalışmak, deal with, work on, zıt anl.; avoid  
🗑
take   1) (bakış, yaklaşım vs.) sahibi olmak / içerisinde olmak, ele almak; 2) (form, şekil vs.) almak; 3) (zaman) sürmek, last; 4) (bir yere) götürmek  
🗑
take a look at   bakmak, gözden geçirmek  
🗑
take action   harekete geçmek, önlem almak, intervene  
🗑
take advantage of   (bir şey)’den faydalanmak / istifade etmek / yararlanmak, zaafından yararlanmak, istismar etmek, capitalise, benefit, make use of, (She took advantage of her father’s absence to meet her lover.  
🗑
take after   1) (birisine fiziki olarak) benzemek, resemble; 2) (birisi gibi) davranmak, do as one does, zıt anl.; differ from  
🗑
take away   elinden almak, alıp götürmek  
🗑
take back   1) (bir sözü, malı vs.) geri almak, retract; 2) anılara götürmek, bring back  
🗑
take care of   gözetmek, bakmak, attend (to)  
🗑
take down   1) sökmek, parçalara ayırmak, dismantle; 2) gururunu kırmak  
🗑
take effect   geçerli olmak, yürürlüğe girmek, come into force, go into effect, zıt anl.; annul, repeal  
🗑
take effort   çaba gerektirmek  
🗑
take for granted   doğal karşılamak, olmuş farz etmek, öyle varsaymak  
🗑
take hold of   (bir yer)’e yerleşmek, (bir yer)’i eline geçirmek  
🗑
take in   1) kandırmak, fool; 2) almak, kazanmak, girdi sağlamak, gain  
🗑
take into account   dikkate almak, hesaba katmak, göz önünde tutmak, allow for, take into consideration  
🗑
take into consideration   dikkate almak, göz önünde bulundurmak, keep in mind, take into account  
🗑
take kindly to   (bir şey ya da kişi)’den hoşlanmaya başlamak  
🗑
take measures   önlem / tedbir almak, take precautions  
🗑
take no time   çok kısa sürmek, hiç vakit almamak  
🗑
take off   1) (kıyafet vs. için) çıkarmak, zıt anl.; put on; 2) (uçak için) havalanmak, zıt anl.; land  
🗑
take office   (idari) göreve başlamak, makamın başına geçmek  
🗑
take on   1) girişmek, (The surgeon decided to take on amore radical intervention.  
🗑
take one’s time   acele etmemek, (bir şeye) yeterli vakit ayırmak  
🗑
take over   1) (bir şeyin) yerini almak / yerine geçmek, replace, supersede; 2) (yönetimi, nöbeti vs.) devralmak, assume; 3) egemen olmak, predominate, zıt anl.; abandon, obey  
🗑
take part in   (bir şey)’e katılmak, (bir şey)’de yer almak, participate in, join in (to)  
🗑
take place   olmak, yer almak, meydana gelmek, occur, happen  
🗑
take precedence   başta / önce gelmek, öncelikli olmak, come first, be prior to, zıt anl.; be secondary to  
🗑
take pride in   (bir şey)’den gurur duymak  
🗑
take seriously   ciddiye almak  
🗑
take so long   çok uzun sürmek  
🗑
take steps   1) önlem / tedbir almak; 2) girişimde bulunmak, (belli bir hedefe yönelik olarak) adımlar atmak  
🗑
take things easy   aldırmamak, dert etmemek, (take it easy  
🗑
take time   zaman almak  
🗑
take to   1) alışkanlık edinmek, hoşlanmaya başlamak, düzenli olarak bir işi (hobi, spor vs.) yapmaya başlamak; 2) kaçmak ve (bir yerde) saklanmak  
🗑
take up   1) ele almak, başlamak, start; 2) (gaz, sıvı) tutmak, içine almak, absorb; 3) (süre) doldurmak, kullanmak, (zaman) almak  
🗑
takeover   devralma  
🗑
talented   kabiliyetli, yetenekli, gifted, skilled  
🗑
tangible   elle tutulur, somut, real, concrete, zıt anl.; intangible, conceptual, abstract  
🗑
target   hedeflemek, hedef almak, amaçlamak, aim (at), (The company has targeted adults as its primary customers.  
🗑
target   1) hedef, amaç, goal, aim; 2) kurban, victim  
🗑
task   iş, görev, ödev, job, duty, work  
🗑
taste   tat  
🗑
tax   vergi  
🗑
tear   yırtmak, kuvvetle çekerek parçalamak  
🗑
tear   gözyaşı  
🗑
temperament   mizaç, huy, tabiat, yaradılış, disposition  
🗑
temporarily   geçici olarak, for the time being, zıt anl.; permanently, (In the postoperative period, the case temporarily lost his vision.  
🗑
temporary   geçici, kesin olmayan, interim, provisional, transitory, zıt anl.; permanent  
🗑
tempt (to)   ayartmak, kandırmak, imrendirmek, cezbetmek, lure (into), charm  
🗑
tend (to)   eğiliminde olmak, be disposed (to), be likely (to)  
🗑
tendency   eğilim, inclination  
🗑
tense   gergin, stressed, zıt anl.; relaxed  
🗑
tension   gerilme kuvveti, gerilim, gerginlik, stress, strain, zıt anl.; calmness, relaxation  
🗑
terrible   berbat, korkunç, horrible, awful, zıt anl.; beautiful, nice  
🗑
terribly   son derece, awfully  
🗑
test for   (bir yeteneği / özelliği ortaya çıkarma amacı ile) test etmek  
🗑
than ever   hiç olmadığı kadar  
🗑
thanks to   sayesinde, owing to, (Thanks to the nurse’s patient explanations, we now know what to do in this huge medical centre.  
🗑
that is   öyle ki…, bu demek ki…, yani  
🗑
the rest   geri kalan, gerisi  
🗑
theme   tema  
🗑
then   o zaman  
🗑
theoretically   teorik / kuramsal olarak, zıt anl.; in practice  
🗑
theorize   teori üretmek, kuram ortaya koymak  
🗑
therapeutic   tedavi amaçlı  
🗑
there is no point (in)   hiçbir mantığı yok, tamamen amaçsız / gereksiz  
🗑
these days   bu günlerde, nowadays  
🗑
thorough   tam, baştan aşağı, complete, whole, zıt anl.; partial  
🗑
thoroughly   tam olarak, tamamen, baştan aşağı, completely, wholly, entirely, zıt anl.; partially  
🗑
thoughtful   düşünceli, saygılı  
🗑
threat   tehdit, warning, menace  
🗑
threaten   tehdit etmek, gözdağı vermek, warn, jeopardise, zıt anl.; relieve, protect  
🗑
threshold   eşik, giriş, başlangıç, limit, opening, beginning, limit  
🗑
thrilling   heyecan verici, ürpertici, hayret verici  
🗑
thrive   istikrarlı bir şekilde büyümek, gelişmek, prosper, flourish  
🗑
thriving   istikrarlı bir şekilde büyüyen / gelişen, prosperous  
🗑
through   1) (bir kişi ya da şey) aracılığı ile / vasıtası ile / sayesinde, by means of, by, thanks to, via; 2) (bir şeyin / bir yerin) içinden / arasından  
🗑
throughout   1) her yerinde, (bir şeyin) tamamında, around, all over; 2) baştanbaşa, boyunca, bir uçtan diğerine, end-to-end, all through  
🗑
throw light on / upon   aydınlatmak, açıklığa kavuşturmak, clarify, explain  
🗑
thus   böylece, bu yolla, bu nedenle, therefore, hence  
🗑
thus far   şimdiye kadar, so far  
🗑
tied to   (bir şey)’e bağlı, (bir şey) ile yakından ilişkili, attached to, zıt anl.; independent from  
🗑
tighten up   sıkılaştırmak  
🗑
till then   o zamana kadar  
🗑
time-consuming   zaman alıcı  
🗑
timely   uygun zamanda, vakitli, zamanında  
🗑
tiny   küçücük, minicik, minuscule, zıt anl.; enormous, huge  
🗑
tireless   bitmez tükenmez, yorulmak bilmez, energetic, vigorous, zıt anl.; weary, worn out  
🗑
tissue   doku  
🗑
to a certain extent   bir yere / dereceye kadar, to some extent  
🗑
to a great extent   büyük miktarda, büyük oranda, to a large extent  
🗑
to a large extent   büyük miktarda, büyük oranda, to a great extent  
🗑
to date   bugüne kadar, so far, until now  
🗑
to one’s surprise   (bir kişi için) şaşırtıcı şekilde, (To my surprise…  
🗑
to some extent   belli bir dereceye kadar, bir yere kadar, to a certain extent  
🗑
to start with   1) ilk, evvela, ilk önce, to begin with, firstly; 2) örneğin, for instance  
🗑
to such an extent that   o kadar ki, o derece ki  
🗑
to tell the truth   doğruyu söylemek gerekirse, aslına bakarsanız, in fact  
🗑
to the contrary   tersine, aksine  
🗑
to this day   bugüne dek / bugüne kadar, hala, even today  
🗑
to what extent   ne derece, nereye kadar  
🗑
tolerate   1) hoş görmek, müsamaha etmek, allow; 2) katlanmak, dayanmak, endure, bear  
🗑
top   (bir değer)’in üzerine çıkmak, (bir rakibi, değeri vs.) geçmek, başa geçmek  
🗑
topic   konu, mevzu, issue  
🗑
torture   işkence  
🗑
tough   zorlu, sıkı, zahmetli, hard, laborious  
🗑
trace   (ipuçları vs.) izleyerek saptamak / bulmak, track, trail  
🗑
trace   iz, belirti  
🗑
trace back   geriye / eskiye doğru izini sürmek / bulmak  
🗑
track   1) izlemek, iz sürmek, izini takip etmek, follow, pursue, trail; 2) kaydını tutmak, record, follow  
🗑
track down   izleyip bulmak / yakalamak, pursue  
🗑
trade   ticaret, commerce  
🗑
trading   ticaret  
🗑
tradition   gelenek, adet, custom, convention  
🗑
traditional   geleneksel, conventional  
🗑
traditionally   geleneksel olarak, conventionally  
🗑
train   eğitim vermek, eğitmek, instruct  
🗑
trait   özellik  
🗑
transaction   işlem, action, deed  
🗑
transform into   (bir şey)’e dönüş(tür)mek, değiş(tir)mek, change into, convert to / into, zıt anl.; preserve  
🗑
transient   gelip geçici, transitory, zıt anl.; permanent  
🗑
transmit   (hastalık) bulaştırmak, iletmek, aktarmak, carry, convey  
🗑
transport   (bir yerden) (başka bir yere) götürmek, taşımak, nakletmek, move  
🗑
transportation   taşıma, nakliye  
🗑
travel   seyahat etmek, yolculuk etmek  
🗑
treasure   1) hazine, define; 2) çok değerli / önemli şey  
🗑
treat   1) davranmak, muamele etmek, behave, act; 2) tedavi etmek, cure  
🗑
treatment   1) tedavi, cure, remedy; 2) işleme, muamele, işlem  
🗑
treaty   antlaşma, agreement  
🗑
tremendous   muazzam, enormous  
🗑
tremendously   son derece, çok büyük çapta, greatly, enormously, zıt anl.; slightly  
🗑
trend   eğilim, meyil, akım, tendency, current  
🗑
trial   1) (mahkemede) duruşma, court action, litigation; 2) deneme, sınama, çalışma, experiment, test, (The comparative efficacy of these therapies was tested on volunteers in a clinical trial.  
🗑
tribal culture   sosyal yapısı kabile düzeninde olan kültür  
🗑
trick (into)   kandırmak, tuzağa düşürmek, kandırarak (bir şey yapmaya) yöneltmek  
🗑
tricky   incelikli, ustalık isteyen, (karmaşıklığı / riskleri sebebiyle) zor  
🗑
trigger (off)   tetiklemek, harekete geçirmek, başlatmak, ateşlemek, activate, spark, (Hypertension triggers off many other diseases.  
🗑
trigger   tetik, bir şeyin tetikleyicisi / nedeni  
🗑
trivial   cüzi, önemsiz, bayağı, sıradan, insignificant, unimportant, zıt anl.; significant, important, (There are one or two trivial errors in your essay.  
🗑
troublesome   1) rahatsız edici, endişe verici, annoying, disturbing, zıt anl.; agreeable, convenient; 2) sorun çıkaran, zahmetli, burdensome  
🗑
truly   gerçekten, hakikaten, tam anlamıyla, really  
🗑
trust   güvenmek, inanmak, believe, zıt anl.; distrust  
🗑
trust   1) güven, confidence, reliance, zıt anl.; distrust; 2) tröst (pazarda tekel yaratma amacı güden ve pek çok küçük şirketi gayriresmi olarak kontrol altına alan büyük şirket ya da şirketler topluluğu), cartel  
🗑
try out   (birisini / bir şeyi) denemek, test  
🗑
turn against   (bir kişi ya da şey)’e cephe almak  
🗑
turn away   1) (kapıdan vs.) geri çevirmek; 2) reddetmek, refuse, turn down  
🗑
turn down   (bir teklifi vs.) geri çevirmek, reddetmek, refuse, turn away, (He proposed to her, but she turned him down.  
🗑
turn into   (bir şey)’e dönüş(tür)mek, convert to / into  
🗑
turn off   1) (ışığı, suyu vs.) kapatmak, kesmek, aktif hali sonlandırmak, deactivate, put off; 2) (yolda) başka tarafa yönelmek  
🗑
turn on   1) (radyo, TV vs. için) açmak, aktif hale getirmek; 2) (özellikle cinsel açıdan) heyecanlandırmak, excite, stimulate  
🗑
turn out   1) (bir hatası nedeniyle birini) dışarı çıkarmak, throw out; 2) (ışık vs. için) kapamak, söndürmek; 3) üretmek, produce; 4) sonuçlanmak  
🗑
turn out (that) / (to be)   (bir şey olduğu) ortaya çıkmak, prove to be, (At first he seemed to be an honest person. But then he turned out to be a great liar.  
🗑
turn over   1) devirmek, çevirmek, invert; 2) düşünmek, akılda tartmak, think about, consider  
🗑
turn to   (birisi)’ne başvurmak, (birisi)’nin yardımını istemek, invoke, refer to, resort to  
🗑
turn up   1) (radyo, müzik vs. için) sesini yükseltmek, 2) (beklenmedik bir şekilde) ortaya çıkmak, gelmek  
🗑
turn-of-the-century   yüzyılın değişimine / bitişine yakın (bir yüzyılın başlangıcının / bitişinin hemen öncesi ve sonrasını kapsayan dönem), yüzyıl dönümü  
🗑
twofold   iki misli / kat  
🗑
two-sided   iki taraflı, iki yönlü  
🗑
two-thirds   üçte iki  
🗑
typical   tipik  
🗑
typically   tipik / karakteristik olarak, genellikle, characteristically  
🗑
ultimate   1) en büyük, en yüksek, greatest; 2) esas, temel, fundamental; 3) son, nihai, final, eventual, (Someone’s initial successmay be deceptive; what matters is his ultimate success.  
🗑
ultimately   1) esasen, asıl olarak, primarily, fundamentally; 2) son / nihai olarak, finally, zıt anl.; originally  
🗑
unable   ehliyetsiz, yeteneksiz, incapable, incompetent, zıt anl.; capable  
🗑
unacceptable   kabul edilemez  
🗑
unaffected   etkilenmemiş, etkilenmeden kalmış, intact, zıt anl.; affected  
🗑
unambiguous   açık, net, ikilem içermeyen, clear, zıt anl.; ambigous  
🗑
unanimous   oybirliğiyle  
🗑
unappreciated   değeri anlaşılmamış, küçümsenmiş, underrated, zıt anl.; appreciated  
🗑
unavoidable   kaçınılmaz, inevitable, inescapable, zıt anl.; avoidable, avertable  
🗑
unaware of   (bir şey)’in farkında olmayan, (bir şey)’den habersiz, unwitting, zıt anl.; aware of  
🗑
unbiased   tarafsız, nesnel, objektif, objective  
🗑
uncertainty   belirsizlik, doubtfulness, dubiousness, zıt anl.; certainty, sure thing  
🗑
unclear   muğlak, belirsiz, açık olmayan, vague, uncertain, zıt anl.; clear, well-defined  
🗑
unconcerned   ilgisiz, umursamaz, indifferent, inattentive, zıt anl.; concerned, interested  
🗑
unconscious   bilinçsiz, bilinçaltı, bilinçdışı, zıt anl.; conscious  
🗑
uncontrollable   kontrol altına alınamayan  
🗑
uncover   ortaya / meydana / açığa çıkarmak, reveal, unveil, zıt anl.; cover  
🗑
undeniably   inkâr edilemez şekilde  
🗑
under consideration   değerlendirilmekte, karar gündeminde  
🗑
under trial   deneme altında, denenmekte  
🗑
underestimate   küçümsemek, değerinin altında paha biçmek, hafife almak, undervalue, zıt anl.; overestimate, exaggerate  
🗑
undergo   1) (ameliyat, değişim vs.) geçirmek, (tamirat, eğitim vs.) görmek, have, go through; 2) (sıkıntı, acı vs.) çekmek, experience; 3) (zorluk, işkence vs.)’ye maruz kalmak, be subjected to, be exposed to  
🗑
underline   vurgulamak, altını çizmek, stress, emphasise  
🗑
underlying   altında yatan, temelindeki  
🗑
undermine   temelini aşındırmak, yavaş yavaş yok etmek, zayıflatmak, zorlaştırmak, weaken, zıt anl.; strengthen, build up, (His friends’ criticism undermines his self-confidence.  
🗑
underneath   altına / altında  
🗑
underperform   daha düşük performans göstermek, daha az icra etmek, (gereğinden veya olabileceğinden) az ilerleme kaydetmek  
🗑
understandable   anlaşılabilir, reasonable, zıt anl.; unreasonable  
🗑
understandably   anlaşılır, makul bir şekilde, conceivably, reasonably, zıt anl.; ambiguously, unreasonably  
🗑
understanding   anlayış, anlama, comprehension  
🗑
undertake   üstlenmek, taahhüt etmek, bir işe girişmek, get in charge (of), carry out  
🗑
undeserved   hak edilmemiş, unmerited, zıt anl.; deserved  
🗑
undeservedly   hak etmediği şekilde, hak edilmemiş bir biçimde, zıt anl.; deservedly  
🗑
undesirable   istenmeyen, tatsız, unwanted, zıt anl.; desirable  
🗑
undetectable   fark edilmesi / bulunması mümkün olmayan, unnoticeable  
🗑
undetected   gözden kaçmış, farkedilmemiş, unnoticed  
🗑
undoubtedly   şüphesiz / kuşkusuz bir şekilde, kesinlikle, obviously, unmistakably, convincingly, zıt anl.; doubtfully, questionably  
🗑
unduly   boş yere, gereksizce, unnecessarily, zıt anl.; sensibly  
🗑
unease   huzursuzluk, endişe, kaygı, unrest, worry, zıt anl.; ease  
🗑
uneasy   kaygılı, tedirgin, restless, uncomfortable, zıt anl.; at ease  
🗑
unemotional   duygusuz, detached, aloof, zıt anl.; emotional  
🗑
unemployment   işsizlik  
🗑
unenviable   istenmeyen, uygunsuz, kıskanılacak türden olmayan, undesirable, zıt anl.; enviable, desirable  
🗑
uneven   eşit olmayan, dengesiz, imbalanced, zıt anl.; even, uniform  
🗑
unevenly   eşit olmayan şekilde, dengesizce, zıt anl.; evenly, uniformly  
🗑
unexpected   beklenmedik  
🗑
unfair   haksız, unjust, zıt anl.; fair, just  
🗑
unfairly   haksız bir şekilde, adaletsizce, unjustly, zıt anl.; fairly, justly  
🗑
unfamiliar   aşina olmayan, yabancı, unknown, strange, zıt anl.; familiar, known  
🗑
unforeseen   beklenmedik, umulmadık, unexpected, zıt anl.; expected  
🗑
unfortunate   üzüntü veren, talihsiz, pitiful, zıt anl.; fortunate  
🗑
unfortunately   ne yazık ki, maalesef, regrettably, zıt anl.; fortunately  
🗑
unfounded   temelsiz, dayanaksız, groundless  
🗑
unharmed   zarar görmemiş, sağlam, intact, undamaged, zıt anl.; harmed, damaged  
🗑
unified   birleştirilmiş, birleşmiş  
🗑
uniform   1) her yanı / bölümü aynı, even; 2) tutarlı, bir örnek, consistent, similar, zıt anl.; different, variable  
🗑
uniformity   1) aynılık; 2) tutarlılık, bir örnek oluş, consistency, similarity, zıt anl.; diversity  
🗑
uniformly   aynen, eşit bir şekilde, her yanı aynı şekilde, equally, evenly, zıt anl.; differently  
🗑
unify   birleştirmek, bir bütün haline getirmek, combine, unite, zıt anl.; detach, separate  
🗑
unimaginable   hayal / tasavvur edilemez, incredible, unbelievable, zıt anl.; believable  
🗑
unintended   istemeden gerçekleşen, accidental, unintentional, zıt anl.; deliberate  
🗑
unintentionally   istemeden, kazara, accidentally, zıt anl.; deliberately, on purpose  
🗑
unique   benzersiz, eşsiz, yegane, tek, (bir kişiye ya da şeye) özgü, unparalleled  
🗑
uniqueness   benzersizlik, eşsizlik, yeganelik  
🗑
unit   birim (tek bir bütün olarak algılanabilen bir kavramlar veya objeler grubu)  
🗑
unite   birleştirmek, bir araya getirmek, combine, consolidate, zıt anl.; disunite, sever  
🗑
universal   evrensel  
🗑
universe   evren, cosmos  
🗑
unjustifiable   gerekçesiz, haksız, yersiz, inexcusable, indefensible  
🗑
unknown   bilinmeyen, unidentified, zıt anl.; known  
🗑
unlike   (bir şey)’den farklı olarak, tersine, tam aksine, as opposed to, zıt anl.; like  
🗑
unlikely   mümkün olmayan, olanaksız, çok az bir olasılıkla, improbable, zıt anl.; likely  
🗑
unlimited   sonsuz, sınırsız  
🗑
unmatchable   emsalsiz, benzersiz, incomparable, unrivalled, zıt anl.; ordinary  
🗑
unmet   (ihtiyaç, beklenti, talep vs. için) karşılanmamış  
🗑
unnecessarily   boş yere, gereksizce, unduly, zıt anl.; reasonably, sensibly  
🗑
unobtrusive   dikkat çekmeyen, göze çarpmayan, alçak gönüllü, unnoticeable, humble, zıt anl.; obtrusive, noticeable  
🗑
unparalleled   eşsiz, emsalsiz, benzeri olmayan, unmatched, zıt anl.; inferior  
🗑
unpleasant   hoş olmayan, tatsız, undesirable, nasty, zıt anl.; pleasant, delightful  
🗑
unpopular   rağbet görmeyen, gözden düşmüş  
🗑
unprecedented   görülmemiş, emsalsiz, exceptional, zıt anl.; usual  
🗑
unpredictable   önceden bilinmez, kestirilemez, unforeseeable, variable, zıt anl.; predictable, unchanging  
🗑
unrelenting   amansız, acımasız, merciless, zıt anl.; compassionate, merciful  
🗑
unreliable   güvenilmez, sağlıksız, uncertain, dubious, zıt anl.; reliable  
🗑
unrest   huzursuzluk, kargaşa, disturbance, dissatisfaction, zıt anl.; peace, harmony  
🗑
unsafe   emniyetsiz, tehlikeli, dangerous, zıt anl.; safe  
🗑
unsatisfying   tatmin etmeyen  
🗑
unstable   dengesiz, kararsız, değişken, sabit olmayan, inconstant, zıt anl.; stable  
🗑
unsuccessful   başarısız, zıt anl.; successful  
🗑
until fairly recently   oldukça yakın zamana kadar  
🗑
untold   tarifsiz  
🗑
unusual   alışılmadık, tuhaf, ender, olağandışı, uncommon, strange, zıt anl.; familiar, normal  
🗑
unusually   sıra dışı / alışılmadık şekilde, uncommonly, zıt anl.; commonly  
🗑
unwanted   istenmeyen  
🗑
unwary   dikkatsiz, tedbirsiz, zıt anl.; careful, watchful  
🗑
unwilling   isteksiz, gönülsüz, reluctant, uneager, zıt anl.; willing, eager, ready  
🗑
unwillingly   isteksizce, gönülsüzce, reluctantly, zıt anl.; willingly, eagerly  
🗑
unwillingness   isteksizlik, gönülsüzlük, reluctance, zıt anl.; eagerness, willingness  
🗑
unwise   akıllıca olmayan, foolish, silly, unintelligent, zıt anl.; wise, thoughtful  
🗑
unwisely   akılsızca, foolishly, (He invested unwisely and lost a fortune.  
🗑
unyielding   sert, mukavim, geçit vermez  
🗑
upbringing   (çocuk için) yetiştir(il)me, büyütme  
🗑
update   modernleştirmek, güncelleştirmek, modernise, renew  
🗑
upgrade   geliştirmek, düzeyini yükseltmek, improve, advance, zıt anl.; worsen, weaken  
🗑
upset   1) bozmak, altüst etmek, disturb, disrupt; 2) üzmek, sinirlendirmek, bother, afflict  
🗑
upset (sıfat)   üzgün, üzüntülü, distressed  
🗑
upsetting   üzücü, üzüntü veren, sinir bozucu, annoying, hurtful, distressing, zıt anl.; pleasing  
🗑
urban   kentsel, kentle ilgili, şehirlerde oturan, zıt anl.; rural, (Crime rate is usually higher in urban areas than in rural areas.  
🗑
urge   (birisini bir şey yapmaya) teşvik etmek, kışkırtmak, encourage, incite, zıt anl.; discourage, deter  
🗑
urgency   aciliyet, ivedilik, emergency  
🗑
urgent   1) acil, ivedi; 2) zorunlu; 3) ısrarlı, ısrar eden  
🗑
urgently   acilen, acil olarak, ivedilikle, önemle, immediately  
🗑
use   kullanım  
🗑
use up   kullanarak azaltmak, bitirmek, tüketmek, deplete, run through  
🗑
used to   bir fiilden once geldiği zaman “(eskiden) … idi (ama artık değil)” anlamı verir, (He used to write to me frequently; he doesn’t any more.  
🗑
useful   yararlı, faydalı, beneficial, helpful, zıt anl.; useless, harmful  
🗑
useless   işe yaramaz, worthless  
🗑
usual   alışılmış, olağan, zıt anl.; unusual  
🗑
utilize   yararlanmak, use, make use of  
🗑
utmost   en büyük, en çok  
🗑
utterly   tamamen, hepten, absolutely, totally, completely, (After the crisis, he tried hard to save his company from bankruptcy but failed utterly.  
🗑
vaccine   aşı  
🗑
vague   belirsiz, bulanık, şüpheli, dim, obscure, zıt anl.; defined  
🗑
vaguely   tam anlamını vermeyecek şekilde, belli belirsiz, ambiguously, zıt anl.; clearly, explicitly  
🗑
valid   geçerli, sağlam, yasal, credible, solid, legitimate, zıt anl.; invalid, unacceptable  
🗑
value   değerini / kıymetini bilmek, appreciate  
🗑
valued   değerli, esteemed, highly-regarded  
🗑
variable   değişken, etmen  
🗑
variation   1) düzensizlik; 2) varyasyon, farklılaşma, çeşitleme, diversity  
🗑
varied   değişiklik gösteren, çeşitli  
🗑
variety   cins, tür, çeşitlilik, değişiklik, farklılık  
🗑
various   çeşitli, miscellaneous, numerous  
🗑
vary   çeşitlilik göstermek, farklılık göstermek, değiş(tir)mek, çeşitlen(dir)mek, change, differ, alter, zıt anl.; remain, stay  
🗑
vast   çok büyük, çok geniş, engin, huge, immense, (They are building these roads at vast expense.  
🗑
vast majority   büyük çoğunluk  
🗑
vehemently   şiddetli / hiddetli / ateşli bir şekilde, passionately  
🗑
venture   1) tehlikeye at(ıl)mak, stake, jeopardize; 2) göze almak, dare, stake  
🗑
verbally   sözlü olarak, orally  
🗑
verification   doğrulama, teyit etme, confirmation, validation, zıt anl.; invalidation  
🗑
verify   doğrulamak, gerçeklemek, teyit etmek, onaylamak, confirm, validate, zıt anl.; invalidate  
🗑
versatile   değişme kabiliyeti yüksek, çok yönlü, adaptable, all-purpose, many-sided  
🗑
versatility   çok yönlülük / fonksiyonluluk, adaptability  
🗑
version   1) versiyon, tür; 2) yorum, (The Prime Minister’s version of the economic matters was quite different from that of the Opposition.  
🗑
versus   (bir şey ya da kişi)’ye karşı, in opposition to  
🗑
very first   ilk  
🗑
viable   (örneğin, ekonomik olarak) yapılabilir / uygulanabilir, feasible, practicable, zıt anl.; unachievable  
🗑
vice versa   tersi(ne), aksi(ne), öbür türlüsü (de), tersi (de), the other way round  
🗑
victim   kurban, mağdur  
🗑
view   1) değerlendirmek, consider, regard; 2) dikkatlice incelemek, look at; 3) (film vs.) izlemek, watch  
🗑
view   1) görüş, fikir, düşünce, inanç, bakış açısı, opinion, conception; 2) görünüş, manzara, panorama  
🗑
view as   olarak görmek, (view as important  
🗑
vigorous   1) terleten, zahmetli; 2) kuvvetli, etkin, gayretli, enerjik, zealous, energetic, zıt anl.; impotent, inactive  
🗑
vigorously   kuvvetlice, gayretli bir şekilde, actively, energetically  
🗑
violate   (yasa, kural vs.) çiğnemek, ihlal etmek, breach, infringe, zıt anl.; obey, observe  
🗑
violation   (yasa, kural vs. için) ihlal (etme) / aykırı davranış, breach  
🗑
violent   yıkıcı, sert, şiddetli, zorlu, destructive, strong, zıt anl.; mild, passive  
🗑
violently   yıkıcı şekilde, şiddetlice, destructively, strongly, zıt anl.; mildly, passively  
🗑
virtually   neredeyse, hemen hemen, nearly, actually  
🗑
virtue   1) meziyet, yarar, avantaj, asset, advantage; 2) erdem, fazilet, goodness, zıt anl.; vice, merit  
🗑
visible   görünebilir, görülür, açık, belli, apparent, conspicuous, detectable, zıt anl.; obscured, concealed, hidden  
🗑
vision   1) görme kabiliyeti, eyesight; 2) görüntü, image; 3) hayal, düş, daydream; 4) öngörü, foresight  
🗑
visual   görsel  
🗑
vital   1) yaşamsal, hayati, yaşam için gerekli; 2) çok önemli, critical, essential, pivotal, zıt anl.; insignificant, trivial  
🗑
vivid   canlı, etkili, güçlü, intense, colourful, zıt anl.; weak, dull  
🗑
vividly   çok canlı / güçlü bir şekilde, lively, clearly, zıt anl.; vaguely  
🗑
voice   dile getirmek, anlatmak, tell, narrate  
🗑
voluntarily   isteyerek, gönüllü olarak, willingly, zıt anl.; forcibly  
🗑
voluntary (sıfat)   gönüllü, isteğe bağlı, willing, zıt anl.; involuntary, obligatory  
🗑
volunteer   gönüllü olmak, offer  
🗑
volunteer   gönüllü  
🗑
vote (for)   (birisine) oy vermek  
🗑
vote   oy  
🗑
vulnerability   saldırıya açık olma, susceptibility, weakness  
🗑
vulnerable to   (bir şeye) karşı savunmasız, kolaylıkla yaralanabilir, saldırıya / eleştiriye / riske açık / maruz, susceptible to, exposed to, at risk of, weak, zıt anl.; protected, secure  
🗑
wage   (savaş vs.) açmak, başlatmak, sürdürmek, carry on, undertake, zıt anl.; cease, stop  
🗑
wage   maaş, salary  
🗑
wane   azalmak, eksilmek, tükenmek, diminish, decrease, zıt anl.; increase  
🗑
war   savaş, battle, zıt anl.; peace  
🗑
warfare   (genel kavram olarak) savaş, (nuclear warfare  
🗑
warn   uyarmak, ikaz etmek, ihtar etmek  
🗑
warning   uyarı  
🗑
waste   boşa harcamak, israf etmek, (He wasted his inheritance in casinos.  
🗑
waste   1) boş arazi, ıssız yer; 2) atık madde, israf  
🗑
wasteful   savurgan, müsrif  
🗑
wastefully   müsrifçe, savurganca, extravagantly, zıt anl.; thriftily  
🗑
wasting   zayıflama, kuvvetten düşme, (wasting disease  
🗑
watch out for   (bir tehlikeye) karşı uyanık olmak, dikkat etmek, look out for  
🗑
way off   çok dışında / uzağında  
🗑
weaken   zayıfla(t)mak, hafifle(t)mek, güçsüzleş(tir)mek, lessen, undermine, zıt anl.; strengthen, build up  
🗑
weakness   zaaf, güçsüzlük, vice  
🗑
wealth   zenginlik, servet, varlık  
🗑
wealthy   varlıklı, zengin, refah içinde, rich, affluent, zıt anl.; poor  
🗑
weapon   silah  
🗑
wear   yıpranma  
🗑
wear down   yıpranmak, yıpratmak, erode, wear out, (The illness wore her down.  
🗑
weary   yorgun, usanmış, bıkkın, bored  
🗑
weather   hava (durumu)  
🗑
weigh   1) hesaplamak (kıyaslamak), consider, (I weighed the benefits of the plan against its risks.  
🗑
well after   (bir olaydan / bir zamandan) çok sonra  
🗑
well beyond   oldukça ötesinde / üzerinde  
🗑
well over   (bir değer)’in oldukça üzerinde, far more than  
🗑
well under   epeyce altında  
🗑
well-being   çıkar, yarar, refah, iyilik, saadet  
🗑
well-developed   iyi gelişmiş, büyümüş  
🗑
well-nourished   iyi beslenmiş, iyi gıda almış, wellfostered, zıt anl.; ill-nourished  
🗑
well-preserved   (örn. kayanın / buzun içinde) iyi korunmuş  
🗑
what goes on   olup bitenler, ne olup bittiği. . .  
🗑
what is more   dahası. . . , furthermore, moreover  
🗑
whatever   bütünü, hepsi, herhangi, her ne, ne olursa  
🗑
what’s more   bkz. what is more  
🗑
whatsoever   hiçbir surette, at all  
🗑
whereas   oysa, iken, while, inasmuch as  
🗑
whereby   onunla, onun vasıtasıyla, by means of which, through which  
🗑
whether (or not)   olup olmadığını, (yap)’ıp (yap)’mayacağını, (yap)’sa da (yap)’masa da, ister … ister …, (I am not sure whether or not he is guilty.  
🗑
whole foods   doğal yiyecekler  
🗑
widely   1) büyük ölçüde, açık farkla, uzak ara; 2) genellikle, geniş çapta, yaygın olarak, commonly, usually  
🗑
widely available   yaygın olarak ulaşılabilir / edinilebilir  
🗑
widen   genişle(t)mek, (arası) açılmak  
🗑
wide-ranging   çok çeşitli konularla ilgili  
🗑
widespread   yaygın, extensive, prevalent, zıt anl.; limited, rare, (There is a widespread belief that the newspapers had invented the story.  
🗑
willing   istekli, gönüllü, eager, ready, zıt anl.; reluctant, unwilling  
🗑
willingness   isteklilik, gönüllülük, enthusiasm, eagerness, readiness, zıt anl.; reluctance, unwillingness  
🗑
wipe out   silip süpürmek, ortadan kaldırmak, destroy  
🗑
wire   haberleşmek  
🗑
wise   akıllı, akıllıca, bilge, bilinçli, sensible, knowing, zıt anl.; foolish  
🗑
wish   istemek, arzu etmek, dilemek, want, be willing  
🗑
with a view to doing smt   bir şey yapmak amacıyla / niyetiyle, with the intention of doing smt  
🗑
with ease   kolaylıkla, zorluk çekmeden, easily, zıt anl.; with difficulty  
🗑
with reference to   (bir şey)’e ilişkin olarak, ile ilgili olarak, regarding  
🗑
with regard to   (bir şey)’e gelince, (bir şey) ile ilgili olarak, with respect to  
🗑
with respect to   (bir şey)’e gelince / ile ilgili olarak, with regard to  
🗑
with the exception of   dışında, haricinde  
🗑
withdraw (from)   1) geri çek(il)mek, retreat, zıt anl.; attack, assault; 2) (para) çekmek; 3) (sıvıyı damardan) geri çekmek  
🗑
withdrawal   içine kapanma, çekilme, ayrılma, alienation  
🗑
withhold   1) saklamak, vermemek, detain, hide, zıt anl.; release, let go; 2) kesmek, discontinue  
🗑
within   içinde, içerisinde  
🗑
within reach   ulaşılabilir, erişim dahilinde, available, attainable, zıt anl.; remote, distant  
🗑
withstand   (bir şey)’e dayanmak, (birisi ya da bir şey)’e karşı koymak, direnmek, resist  
🗑
witness   tanık / şahit olmak, tanıklık / şahitlik etmek, observe  
🗑
witness   tanık, şahit  
🗑
wonder   merak etmek, düşünmek, hayret etmek, question, think  
🗑
wonder   1) merak; 2) hayret, şaşkınlık; 3) mucize, harika  
🗑
work   1) işlemek, çalışmak; 2) işe yaramak, iyi sonuç vermek  
🗑
work   iş, çalışma, eser  
🗑
work at   çalışmak, çabalamak  
🗑
work for   (birisi) için / (birisi)’nin emrinde çalışmak  
🗑
work on   (bir şey)’in üzerinde çalışmak  
🗑
work out   1) (plan, proje vs.) planlamak, başarmak, iyi sonuçlandırmak, (bir sorunu) çözmek, (uğraşarak) ortaya çıkarmak, accomplish, solve, zıt anl.; fail, miss; 2) (hesaplayarak) bulmak, calculate  
🗑
work through   çalışarak bitirmek / içinden çıkmak, başarı ile üstesinden gelmek, deal with  
🗑
working   işleme tarzı, işleyiş, functioning  
🗑
worldwide   dünya çapında  
🗑
worrisome   endişe / kaygı verici  
🗑
worry about   (bir şey) hakkında endişe / kaygı duymak  
🗑
worsen   kötüleş(tir)mek, ağırlaş(tır)mak, aggravate, deteriorate, zıt anl.; relieve, ease, facilitate, alleviate  
🗑
worthily   hak ederek, bileğinin hakkıyla  
🗑
worthy of   (bir şey)’e değer / layık, kıymetli, deserving, valuable, zıt anl.; unworthy of  
🗑
would rather   tercihen, daha ziyade, (bir şey)’den ziyade  
🗑
wound   yara, lesion  
🗑
wounded   yaralı  
🗑
wreck   harap / paramparça etmek, enkaz haline getirmek, ruin, shatter  
🗑
wreck   1) enkaz, harabe; 2) batık gemi; 3) araba / uçak / tren kazası  
🗑
yet   yine de, buna rağmen, however  
🗑
yield   (sonuç, ürün vs.) vermek, (kar, kazanç) getirmek, produce, (The investigation yielded some unexpected results.  
🗑
yield   verim, kar, kazanç, sonuç, ürün  
🗑
yield to   teslim olmak, boyun eğmek, yenik düşmek, submit, capitulate, succumb, give in  
🗑
zone   bölge, mıntıka  
🗑


   

Review the information in the table. When you are ready to quiz yourself you can hide individual columns or the entire table. Then you can click on the empty cells to reveal the answer. Try to recall what will be displayed before clicking the empty cell.
 
To hide a column, click on the column name.
 
To hide the entire table, click on the "Hide All" button.
 
You may also shuffle the rows of the table by clicking on the "Shuffle" button.
 
Or sort by any of the columns using the down arrow next to any column heading.
If you know all the data on any row, you can temporarily remove it by tapping the trash can to the right of the row.

 
Embed Code - If you would like this activity on your web page, copy the script below and paste it into your web page.

  Normal Size     Small Size show me how
Created by: vipokul
Popular Stadlier Oxford Voca sets